35 yıl önce kurulan, ilk albümü “The Nocturnal Silence” ile 90’ların ilk yarısının en önemli ancak bir o kadar da underrated black/death metal işlerinden birine imza atan İsveçli grup NECROPHOBIC, esasında hiç kötü albümü olmayan kariyerini özellikle Century Media’ya geçiş yaptığı 2018 çıkışlı “Mark of the Necrogram” ile daha bir parlatmış ve seksenlerin sonlarında kurulmuş olmasına rağmen 2020’lere doru gelirken arkasına yeni bir rüzgâr almayı başarabilen gruplar arasına adını yazdırmıştı.
“Mark of the Necrogram” aşırı iyi olduğu için onun bir tık, ama çok küçük bir tık gerisinde gibi görülen yine çok başarılı “Dawn of the Damned”in ardından NECROPHOBIC şimdi de çıkar çıkmaz her yerden övgüler alan yeni albümü “In the Twilight Grey” ile karşımızda.
Albüm çıkalı birkaç gün olmasına rağmen şimdiden yılın en iyi albümlerden biri olarak anılmaya başlandı bile. Şimdi gelin her yerden çok yüksek notlar alan “In the Twilight Grey”in bunu nasıl başardığından bahsedelim.
İlk olarak albümün çok net bir doksanlar havası var. Melodik death/black metal özelinde bakıldığında, sırf bu türe saygı duruşu amacıyla kurulan THULCANDRA’dan Steffen Kummerer’in (OBSCURA) “In the Twilight Grey”i ilk dinlediği günün gecesinde ıslak rüyalar gördüğünden eminim. Kendisiyle yaptığımız THULCANDRA röportajından türe olan aşkını görebilirsiniz. Onu okumuşken sitedeki en iyi röportajlardan biri olan OBSCURA röportajına da bakabilirsiniz.
Albümü başlattığımız andan itibaren de NECROPHOBIC’in bu tür müzik yapmadaki becerisini, ustalığını ilk andan görme şansını yakalıyoruz. Adamlar şarkılardaki ufak dokunuş ve fikirlerle 1989’da kurulan bir grupla karşı karşıya olduğumuzu, bu işin kitabını yazdıklarını bize gösteriyorlar. Albümde ne bir eskiye öykünme ne de eski kafalıların çağı yakalama çabası var; adamlar zaten işin özünden geliyorlar, bu yüzden zaten temel yapı taşlarından birini bizzat kendileri oluşturuyorlar. O yüzden son derece rahatlar, en iyi bildikleri şeyi yapıyorlar ve bunu da 35 yılın ardından azalacağı düşünülebilecek bir tutkuyu tam aksine her anlamda koruyarak yapıyorlar.
Şarkılara baktığımızda grubun bunca yıl sonra bile yeni fikirler bulabiliyor oluşunun mutluluğunu yaşıyoruz. Bazen gruplar belli bir yerden sonra otomatiğe bağlamış havası verebiliyor ve ilgili albüme ilişkin belirli bir tutku yaratmayı başaramayabiliyorlar. Bunu bazen 275 yıl ara verip geri dönen grupların merakla beklenen geri dönüş albümlerinde bile görebiliyoruz. Ne var ki NECROPHOBIC gibi gruplar, muhtemelen beslendikleri esas ve mutlak ruhani kaynağa olan bağlılıklarından, bu tutkuyu her daim devam ettirebiliyorlar. Herhangi soyut bir varlığa, güce inanmayan bir insan olarak özellikle yaratım konusunda bu tarz ilham kaynaklarının ekstra bir motivasyon yarattığı da ortada diye düşünüyorum.
Kısacası, karanlık efendimizden besleniyorsanız, ona adamak suretiyle yarattığınız şeye yönelik motivasyonunuzun, bu tarz bir motivasyonu olmayan bir gruba oranla daha uzun vadeli olabileceği fikrini belki de öne sürebiliriz.
“In the Twilight Grey” işte bu hissiyatı verebilen bir albüm. Açılış şarkısından başlayarak, alışık olduğumuz bir şeyi bize tutkusundan bir şey kaybetmemiş şekilde sunuyor, doksanların tamamını kapsayan bir his yaratmayı başarıyor ve bu sayede baştan sona sürükleyici bir işe imza atıyorlar. Ben son yıllara bakarak değerlendirdiğimde “Mark of the Necrogram”ı hâlâ daha yukarıda tutsam da “In the Twilight Grey” de neredeyse hiç falsosu olmayan, işi bilenin elinden çıkmış çok iyi bir albüm. Türün son yıllardaki en iyi örneklerinden birini türün yaratıcılarından birinin elinden dinlemek isterseniz yapmanız gereken belli.
Kadro Anders Strokirk: Vokal
Johan Bergebäck: Ritim gitar
Sebastian Ramstedt: Lead gitar
Tobias Cristiansson: Bas
Joakim Sterner: Davul
Şarkılar 1. Grace of the Past
2. Clavis Inferni
3. As Stars Collide
4. Stormcrow
5. Shadows of the Brightest Night
6. Mirrors of a Thousand Lakes
7. Cast in Stone
8. Nordanvind
9. In the Twilight Grey
10. Ascension (Episode Four)
Güzel albüm ama dinlediğim hiçbir Necrophobic albümü uzun ömürlü olmadı benim için. Bunu da şimdi beğensem de muhtemelen seneye unuturum. İşi bilen insanlar olduklarını hissettiriyorlar tabii, haklarını vermek lazım ama şarkıları biraz karaktersiz kalıyor bence.
Albüm kapağı da nereden tanıdık geliyor diye düşünmüştüm. Twilight of the Idols kapağına benziyor gerçekten.
Güzel albüm ama dinlediğim hiçbir Necrophobic albümü uzun ömürlü olmadı benim için. Bunu da şimdi beğensem de muhtemelen seneye unuturum. İşi bilen insanlar olduklarını hissettiriyorlar tabii, haklarını vermek lazım ama şarkıları biraz karaktersiz kalıyor bence.
Albüm kapağı da nereden tanıdık geliyor diye düşünmüştüm. Twilight of the Idols kapağına benziyor gerçekten.