Death metalin ortaya çıktığı yıllar olan 90’larda bu alt tür büyük ölçüde ABD ve İsveç death metal sahneleri tarafından domine edilmişti. Bu sahnelerdeki pek çok öncü grubun peş peşe yayınladıkları üst düzey albümler dinleyicilerin dikkatini bu ülkelerdeki gruplara çekmiş, bu durum aynı yıllarda diğer ülkelerde bu alt türü oldukça etkili ve başarılı şekilde icra eden pek çok grubu gölgede bırakmıştı. İngiltere sahnesi her ne kadar Bolt Thrower ve Benediction gibi gruplarla belli ölçüde kendini göstermiş olsa da popülerite açısından geride kalmış ve bu durum İngiliz grupların daha undergroud kalmalarına sebebiyet vermişti.
Bu durumdan en çok etkilenen ve üst düzey bir death metal icra etmesine rağmen hiçbir zaman hak ettiği şöhrete kavuşamamış gruplardan biri de İngiliz death metal grubu “Cancer” idi. 1990 ve 1993 yılları arasında yayınladığı ilk 3 albümüyle old-school death metalin oldukça karakteristik ve üst düzey örneklerini ortaya koyan grup, 1990’da çıkardığı ilk albümü “To the Gory End” ile ABD ve İsveç sahnelerindeki pek çok demirbaş gruptan önce piyasaya giriş yapmıştı. Albüm, death metalin teknikten ve yan unsurlardan arındırılmış saf halini ifade eden raw death metal türevinin son derece agresif, sert, akıcı ve çarpıcı bir örneğiydi.
“To the Gory End” öncelikle sound açısından oldukça çiğ, vurgulu, algılanabilirliği yüksek, tok bir yapıya sahip. Gitarın oldukça doygun ve kulağa gelen distorsiyonu ile davulun sert, dışavurumcu ve soğurulmamış tınısı ve bunun son derece çiğ ve çıplak bir prodüksiyonla sunulması, albümü üst düzeyde dinlenebilir kılıyor. Müzikal yapıya baktığımızda ise Cancer’in tekniğe, progresifliğe ve yan eklentilere pek yer vermeyen saf bir death metal yaptığını, sertliğe, agresyona ve vuruculuğa odaklandığını görüyoruz. Bu saf müzikal yapıyla albümün çiğ ve canlı prodüksiyonunun birleşimi ortaya son derece güçlü ve sert bir müzik çıkarıyor.
Müzik karakteristik olarak saf, işlenmemiş ve düz bir yapıda olmakla birlikte kendi çerçevesi içerisinde oldukça değişken biçimlerde kendini gösteriyor. Bu değişkenlik, grup büyük ölçüde salt agresyona odaklanıyor olsa da müziğin asla tekdüze hale gelmemesini sağlayan, bu agresifliği canlı ve lezzetli bir çeşitlilik içerisinde sunan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Basit ve old-school yapıda olmakla birlikte canlılık ve akışkanlık oluşturacak şekilde değişen rifler ve tempolar mevcut. Yer yer blast beat’ler eşliğinde doludizgin akıp giden yüksek tempoda seri rifler, yer yer vurgulu ve orta tempoda seyreden gitarlar eşliğinde standart davul ritimlerine tanık oluyoruz.
Davulun hem yüksek hem orta tempolarda genel olarak standart bir şekilde çalınsa da çok teknik noktalara kaçmayacak şekilde çeşitli varyasyonlara da gittiğini ve bu durumun albümün akıcılığını basit ve tekdüze olmaktan çıkarıp daha dinamik ve içine girilir hale getirdiğini görüyoruz. Sound ve sertlik ile birlikte albümü üst düzey hale getiren önemli bir unsur ise müzikal yapı belirgin bir çerçeve içerisinde kalsa da bu çerçeve içerisinde albümün genel karakterini ve bütünlüğünü bozmayacak şekilde onu yaratıcı hale getiren çeşitli melodik ve atmosferik unsurların da kendisine yer buluyor olması. Bu unsurlar fazladan eklenti gibi görünebilecek olsalar da albümün genel karakterini bozan ilgisiz şeyler olarak değil, albümün karakterinden hareketle genel sound ile bütünleştirilmiş unsurlar. Cancer bu ufak dokunuşlarla albümün kendi karakterinden yola çıkarak kendi çerçevesi içerisinde yarattığı farklılıklar sayesinde normalde tekdüzeleşme riski olan bir müziği, tüm agresifliğiyle birlikte canlı, dinamik ve akışkan hale getiriyor.
“To the Gory End” büyük ölçüde göz ardı edilmiş olmakla birlikte özellikle old-school raw death metalin son derece belirgin ve üst düzey örneklerinden olup özellikle türün bu yönünü seven dinleyicilerin dikkatle üzerine eğilmeleri gereken bir başyapıt.
Eline sağlık. Böyle albümlerin eklenmesi değerli.