Son zamanlarda Deicide’ın 26 Nisan’da çıkacak olan yeni albümü “Banished By Sin”den şarkılar birer birer yayınlanıyorken, Deicide ve Glen Benton hakkında bir şeyler karalama ihtiyacı duydum. Bir noktada aklıma, erken 2000’lerde Deicide ve Vital Remains’in beraber takıldığı, bu yüzden de death metal için son derece vahşi ve üretken zamanların yaşandığı o yılların bilgisi geldi. Genel olarak hiçbir Vital Remains albümünün yazılmamış olduğunu fark ettiğim sitede özellikle bu albümün olmamasına epey şaşırdım sonra. Hâliyle bu eksiği gidermek için hemen kolları sıvadım.
Deicide’dan yazdığım “The Stench of Redemption” kritiği, Pasifagresif’te yazdığım ilk incelemelerimden birisiydi. Hatta 5.’siydi. Onu yazdığım yıllarda Deicide’ın Vital Remains ile olan bağlantılarından haberdardım, ama ne Vital Remains’in kendisini doğru düzgün biliyordum ne de “Dechristianize” albümünün nasıl bir albüm olduğu hakkında bir bilgim vardı. Bu yüzden, şimdi yazdığım “Dechristianize” incelemesinde, “The Stench of Redempiton” incelememde bilgi eksikliğimden kaynaklı bahsetmemiş olduğum ve bu albümle bağlantılı olabilecek önemli detaylardan da bahsedeceğim. Özünde aslında kişisel varsayımlarımdan öteye gitmeyecek olan bu “detayların”, yine de kulağa gayet mantıklı gelebilecek argümanları olabilir. Tabii, “Dechristianize”ın nasıl bir albüm olduğunu anlatmak (dilim döndüğünce) burada temel öncelik.
İncelemeye konu olan albümünü yayınlamadan önce Vital Remains, hayranları arasında ses getiren ve genel olarak death metal camiasında da konuşulan birkaç önemli albüm salmıştı piyasaya; bazı yerlerde EP bazı yerlerde albüm olarak geçen “Forever Underground” (1997) ve esas ses getiren albüm olarak “Dawn of the Apocalypse” (2000) gibi işler oluyor bunlar temelde. Fakat 2003 yılına geldiğimizde Vital Remains sayısız insanın ağzını açık bırakan bir albümle dinleyicilerinin karşısına çıkageldi. Kapağıyla, ismiyle ve içerdiği şarkıların alışılmış death metal standartlarını aşan melodik yapısı ama buna rağmen taviz vermediği brutalitesiyle bu albüm, “Dechristianize” olmuştu. Dave Suzuki’nin hem gitarlarda hem davullarda hem de baslarda yardırdığı, üstüne yetmeyip şarkı sözlerini de yazdığı albümde, yazdığı sözleri seslendirmesi için seçtiği (ya da bunu grupla beraber yaptığı) isim Glen Benton oldu. Hâliyle Dave Suzuki’nin iyice dellendiği albüme bir de Deicide frontmani eklenince, ortaya Hristiyanların gördüğü yerde kaçmasını gerektiren korkunç bir şey çıkıverdi.
“Dechristianize” özünde ne kadar iddialı ve görkemli bir death metal albümü olduğunu, dramatik introsu “Let the Killing Begin” ile ilk elden belli ediyordu. Hemen ardından başlayan ve albüme adını veren şarkı “Dechristianize” ise esas giriş şarkısı olarak 08:56’lık gibi bir süreyle – yuvarlak hesap 9 dakika diyelim – ve şarkı boyunca ortaya koyduğu performansla dinleyiciye nefes aldırmaz, müthiş derecede agresif ve son derece şaşırtıcı neoklasik tatlarla bezeli bir albümle geldiğini yekten gösteriyordu Vital Remains’in. Albümün gerçekten de “shock value” ile ilk elden dinleyiciyi ele geçirmeye yönelik bir niyeti, ama bu niyetinin hiç de temelsiz olmadığına ilişkin sayısız göstergeyle dolu şarkıları vardı. Öte yandan bütün işitsel güzelliğine karşılık, albümün en can alıcı şarkılarından bazılarını (sözgelimi “Rush of Deliverance” denen o mükemmel insan dışılığı) gene 7 ila 10 dakika gibi uzun sürelerle albümün sonlarına bırakmıştı Vital Remains ki bana kalırsa bu aynı zamanda dinleyiciye bir meydan okumaydı. Hiç şakası yoktu; dinleyicisine acıma niyeti de yoktu. Bariz şekilde döndüre döndüre becermeye gelmişti bu albüm.
Şarkılara teker teker teknik analiz yapmaya hiç lüzum yok. Baştan aşağı bir death metal şaheseri olarak “Dechristianize”da bir tane boş şarkı yok. Yine de ilk elden “Dechristianize”, “Savior to None… Failure for All”, “Unleashed Hell” ve özellikle “Rush of Deliverance” şahsen benim için insanın aklını başından alacak güçte besteler. Öte yandan bu albümün melodik iskeleti hakkında esas kelamı etmek yerinde olur ki işin burası, Vital Remains ile Deicide’ı birbirine bağlayan ve doğal olarak “The Stench of Redemption”a kadar uzanacak önemli bir bağlantı da kuruyor. Albümdeki death metal agresifliğine yedirilen neoklasik sololar, arpejler ve aranjmanlar; uzayan şarkıların içerdiği çok katmanlılık gereği almaya başladığı progresif doğrultular, bunların nihayetinde death metal şarkılarının birer birer büründüğü o “epik” hâl özünde “Dechristianize” albümünün alameti farikaları arasında bulunuyor. Albümün lead gitarlarından sorumlu Dave Suzuki sololarda inanılmaz işlere imza atarken, davulun başında da bu nefessiz şarkıları blast beat’lerle taramaktan, dur durak bilmez ataklar yapmaktan geri kalmıyor. Hem gitarda hem de davulda sahip olduğu virtüözite seviyesi gerçekten dudak uçuklatıcı. Öte yandan Glen Benton da vokal bazında kendisinden bekleneni muntazaman yerine getiriyor, vokal stili kelimeleri yutmayan o üslup keskinliğini capcanlı koruyordu.
2003’de yayınlanan “Dechristianize” albümünden üç sene sonra, Deicide’ın en iyi konser albümlerinden biri olan (George “Corpsegrinder” Fisher’ın da favori konser albümlerinden biridir aynı zamanda) “When London Burns” yayınlanıyor 23 Ocak 2006’da (Metal Archives). Bu konserde Dave Suzuki, Deicide’a hem gitarlarda hem de back vokallerde eşlik ediyor ve Deicide gerçekten en iyi konserlerinden birini veriyor. Grupta Jack Owen’ı da görüyoruz bu zamanlarda. Aynı yılın 22 Ağustosu’nda ise Deicide, Hoffmann kardeşlere tekmeyi vurduktan sonra aldığı Jack Owen’a ilaveten Ralph Santolla’yı da ekleyerek kaydettiği “The Stench of Redemption” albümünü yayınlıyor. Geriye dönük bir bakışla “Dechristianize”ın, “The Stench of Redemption”ı sadece tarih olarak değil müzikal yaklaşım açısından da öncüllediğini ve hatta bununla da kalmayıp “The Stench of Redemption”da gördüğümüz harikalara ilham kaynağı olabileceğini söylemek bu durumda gayet mümkün görünüyor. Glen Benton’ın 2003 itibarıyla Vital Remains ile geçirdiği zamanların (ki 2007 çıkışlı VR albümü “Icons of Evil”da da vokallik yapacaktı), buna bağlı olarak da “Dechristianize” albümünde tecrübe ettiği “neoklasik etkileşimli satanik death metal” konseptinin Deicide’da uygulansa nasıl duracağını düşünmesi hem ticari bağlamda hem de salt estetik bağlamda geçerli bir durum gibi görünüyor. Ralp Santolla’nın seçilmesinde de bu kriter göz önünde bulundurulmuşa benziyor (Katolik olmasına rağmen). Özünde iki albümün de dinleyiciyi cezbeden yanının özellikle neoklasik gitar sololarını son derece agresif death metal kompozisyonlarıyla birbirine tezat oluşturmayacak şekilde birleştirmesi olduğu düşünüldüğünde gerçekten de “Dechristianize”, Deicide’ın “The Stench of Redemption” gibi bir albüm yapabilmesinde temel belirleyici olabilir. Benton, “The Stench of Redemption” nezdinde Vital Remains ve malum albümüne herhangi bir röportajında atıf yaptı mı bilmiyorum. Yaptıysa, söylediğim gerekçelerden ötürü gayet anlaşılabilir, yapmadıysa da aradaki bağlantıyı kurmak iki albümü karşılaştırmalı inceleyince makul bir zemine oturur diye düşünüyorum.
Nihayetinde Vital Remains “Dechristianize” ile belki de grup olarak en iyi işini ortaya koymakla kalmıyor, sonraları ilham olacağı başka bir büyük albümle de ne kadar vizyoner ve yaratıcı bir pozisyonda durduğunu gösteriyordu. Şahsi görüşüm üzere bir kategorilendirme yaparsam eğer, Immolation’ın “Close to a World Below” albümü (2000) ve Deicide’ın “The Stench of Redemption” (2006) albümü ile beraber erken 2000’lerde yapılmış en üst seviye death metal albümlerinden biri olduğunu düşünüyorum “Dechristianize”ın.
Kadro Glen Benton: Vokal
Tony Lazaro: Ritim gitar, besteler
Dave Suzuki: Davul, lead gitar, bas, sözler
Şarkılar 1) Let the Killing Begin
2) Dechristianize
3) Infidel
4) Devoured Elysium
5) Savior to None... Failure for All...
6) Unleashed Hell
7) Rush of Deliverance
8) At War with God
9) Entwined by Vengeance
İnsanlık tarihinin görmüş olduğu en büyük sanat eserlerinden biri. Bu derece kulakları sağır eden sertliğin sanatsallık ile buluştuğu başka bir albüm daha yok.
Albümü çıkar çıkmaz dinlemiştim ve aklım başımdan gitmişti. Hala sık sık dinliyorum ve ilk defa dinlediğim hazzı yaşıyorum. Allah’a kitaba olan nefretin düz bodosluk yerine bu derece kusursuz bir sanata dönüştüğü albüm çok az.
Bir de ben bu albümü hayatım boyunca tanıştığım herkese iteledim “Ulan dinle lan kesin dinle.” diye. Her dinleyen şok geçirip uzun süre bu albümü dinledi. Konu kitapsız ekstrem metal olunca Acun Ilıcalı gibiyim maşallah.
Mundar ettiniz ulan beni. 2003 senesinde en çok dinlediğim 2 albümden biri. Diğeri ne? Bu arkadaştan 1 ay önce yayınlanan Marduk – World Funeral. Ne muhteşem bir zamanmış ki böyle 2 kuduzluğu arka arkaya yakın tarihlerde ulaşabilmişiz. Gerçi benim bunları dinlemeye başlamam o senenin temmuz başını bulmuştu bazı imkansızlıklardan dolayı ama, o günler asla unutulmaz. Albümleri dinlerken Tuborg Green de eşlik ederdi, hayat güzeldi aq. Neyse, elinize sağlık. Albüme yakışan yazı, haklı puan. Daha azı olamazdı zaten.
@Cryosleep, maalesef Türk Tuborg’un çok kötü yönetilmesinden dolayı umudum yok. Aslında şu an satılan tuborg gold kendi ülkesinde yan ürün. Kısacası gerçek tuborg olan green aslında. Her sezon(yaz-kış) saçma sapan biralar yapacaklarına, çok fazla seveni ve bekleyeni olan green’i tekrar üretseler manyak iş yapmış olacaklar ama işte. Bu yönetim tuborg fıçı yı bile yok etmiş. Fazla bişi dememe gerek yok.
@A.Karayazı, Abi fıçı da rezaletti bence. Green gelse mükemmel olur ama fiyatı yüzünden tad alınmıyor. Asıl Efesin pastörsünü kaldırmayacaklardı, beğendiğim son bira oydu Türkiyede
@eatthegun, ben fıçı olanı aşırı seven taraftayım:) elbette bir green olamaz ama özlüyorum bu mereti. Fiyat konusuna girersek devasa uzunlukta bi makale yazarım, o yüzden imkanlar dahilinde hepimize afiyet olsun.
bu kadar çok yönlü olan insanlara imreniyorum açıkçası. Dave Suzuki: Davul, lead gitar, bas, sözler. abi bu nedir yani hepsi de ayrı ayrı inanılmaz performanslar içeriyor.
bi dave suzuki bir de francesco paoli bana acayip geliyor. bir de dan swano tabii. gerçi ondan bayadır bir ses çıkmadı.
İnsanlık tarihinin görmüş olduğu en büyük sanat eserlerinden biri. Bu derece kulakları sağır eden sertliğin sanatsallık ile buluştuğu başka bir albüm daha yok.
Albümü çıkar çıkmaz dinlemiştim ve aklım başımdan gitmişti. Hala sık sık dinliyorum ve ilk defa dinlediğim hazzı yaşıyorum. Allah’a kitaba olan nefretin düz bodosluk yerine bu derece kusursuz bir sanata dönüştüğü albüm çok az.
Bir de ben bu albümü hayatım boyunca tanıştığım herkese iteledim “Ulan dinle lan kesin dinle.” diye. Her dinleyen şok geçirip uzun süre bu albümü dinledi. Konu kitapsız ekstrem metal olunca Acun Ilıcalı gibiyim maşallah.
27.02.2024
@ismail vilehand, o zaman söyle: “Dechristianize” ile “Panzer Division Marduk” kafes dövüşü yapsa kim kazanır?
27.02.2024
@Ahmet Saraçoğlu, ikisinin yeri çok ayrı, ikisine de tapıyorum ama net “Panzer Division Marduk” derim.
PDM dümdüz nefret ve savaş propagandası. Dechristianize Allah’a, kitaplara, insanlığa sövmenin müzikal anlamda en sanatsal hali.
Eline sağlık Emir, çok iyi yazı olmuş.
Mükemmel albüm, mükemmel yazı. Ben de bu albümle Vilehand sayesinde ulaşanlardanım gerçekten de eşsiz bir başyapıt.
Mundar ettiniz ulan beni. 2003 senesinde en çok dinlediğim 2 albümden biri. Diğeri ne? Bu arkadaştan 1 ay önce yayınlanan Marduk – World Funeral. Ne muhteşem bir zamanmış ki böyle 2 kuduzluğu arka arkaya yakın tarihlerde ulaşabilmişiz. Gerçi benim bunları dinlemeye başlamam o senenin temmuz başını bulmuştu bazı imkansızlıklardan dolayı ama, o günler asla unutulmaz. Albümleri dinlerken Tuborg Green de eşlik ederdi, hayat güzeldi aq. Neyse, elinize sağlık. Albüme yakışan yazı, haklı puan. Daha azı olamazdı zaten.
27.02.2024
@A.Karayazı, Türkiye’ye geri dönse keşke Tuborg Green.
27.02.2024
@Cryosleep, maalesef Türk Tuborg’un çok kötü yönetilmesinden dolayı umudum yok. Aslında şu an satılan tuborg gold kendi ülkesinde yan ürün. Kısacası gerçek tuborg olan green aslında. Her sezon(yaz-kış) saçma sapan biralar yapacaklarına, çok fazla seveni ve bekleyeni olan green’i tekrar üretseler manyak iş yapmış olacaklar ama işte. Bu yönetim tuborg fıçı yı bile yok etmiş. Fazla bişi dememe gerek yok.
28.02.2024
@A.Karayazı, aynen öyle. Carlsberg Group’un acilen el atması gerek Türk Tuborg’a. Ama burası Türkiye ne yazık ki.
28.02.2024
@A.Karayazı, Abi fıçı da rezaletti bence. Green gelse mükemmel olur ama fiyatı yüzünden tad alınmıyor. Asıl Efesin pastörsünü kaldırmayacaklardı, beğendiğim son bira oydu Türkiyede
29.02.2024
@eatthegun, ben fıçı olanı aşırı seven taraftayım:) elbette bir green olamaz ama özlüyorum bu mereti. Fiyat konusuna girersek devasa uzunlukta bi makale yazarım, o yüzden imkanlar dahilinde hepimize afiyet olsun.
Kritik üzerine övgü dolu sözleri için teşekkür ederim herkese.
bu kadar çok yönlü olan insanlara imreniyorum açıkçası. Dave Suzuki: Davul, lead gitar, bas, sözler. abi bu nedir yani hepsi de ayrı ayrı inanılmaz performanslar içeriyor.
bi dave suzuki bir de francesco paoli bana acayip geliyor. bir de dan swano tabii. gerçi ondan bayadır bir ses çıkmadı.