İki MORBID ANGEL şarkısının adını birleştirerek bundan 16 yıl önce death metal yapma ülküsüyle kurulan CHAPEL OF DISEASE, 2018’de çıkardığı bir önceki albümü “…and As We Have Seen the Storm, We Have Embraced the Eye” ile büyük ses getirmiş ve bir anda epey fazla insana adını duyurmuştu. Death metali eğip bükerek son derece derinlikli, ruhlu, sofistike, ama bir o kadar da hedef odaklı ve akılda kalıcı bir müzikal yapı sunan grup, bu sayede bir dolu insanın yeni albümünü beklediği bir grup hâline geldi.
Death metal olarak başladığı kariyerini sonradan değiştiren ve daha kolay içine girilebilir, daha çok kişiye ulaşma potansiyeli olan bir müziğe evrilen grupları düşündüğümüzde elbette ki aklımıza bir dolu grup geliyor. OPETH gibi en baştan beri farklı dinamikleri barındıran ve sonradan bir tarafı tamamen yok sayarak tür değiştirenlerden bahsetmiyorum. ANATHEMA, KATATONIA gibi başlangıçta doom/death metal yapıp sonradan bambaşka taraflara kayan ancak genel anlamda ilk günden beri aşağı yukarı aynı duyguyu (melankoli, hüzün vb.) işleyen gruplardan da söz etmiyorum.
Bahsettiğim gruplar TRIBULATION gibi müzikal yapısını tamamen değiştiren ancak bir şekilde hissiyat olarak eski nüvesini koruyan gruplar. TRIBULATION, MORBUS CHRON/SWEVEN desem bahsettiğim şeye yaklaşmış olurum sanırım. Lakin CHAPEL OF DISEASE özelinde durum daha radikal noktalara gidiyor, zira CHAPEL OF DISEASE death metal olarak başladığını (şimdilik) progresif death metal ve hard rock düzlemine taşımış durumda.
Yazının manşetine, “bir grubun yaşayabileceği en büyük kırılma anına” gelirsek, CHAPEL OF DISEASE burada gerçekten de enteresan bir yere gelmiş durumda. Her şeyden önce, artık adı “Hastalık Şapeli” olan bir grubun yapacağı müziği yapmıyorlar. Grup elemanlarından en az birinin belki önceki albüm döneminde, muhtemelen de bu albümün yazımı/kaydı/prodüksiyonu sırasında bir anlığına da olsa “grubun adını değiştirsek mi?” diye düşündüğüne yemin edebilirim ama kanıtlayamam. “Çok geç olmadan, bu isimle çok alakasız müzik yapacağımız zamanlar gelmeden şu ismi değiştirsek mi?” düşüncesinin akıllardan geçtiğine emin gibiyim. Yukarıda adını andığım grupların tür değişimlerini alakasız kılacak isimleri yok, ancak olur da CHAPEL OF DISEASE cidden çok daha büyür ve kitlesini genişletirse bu kadar sert bir isimlerinin olması bence elemanların da aklına takılacaktır.
Kesin olan, CHAPEL OF DISEASEin ub albümle birlikte tamamen farklı bir kimliğe geçiş yapmış olduğu. Pentagramlı, ters haçlı, zombili logolarını daha bir sene önce festival/konser afişlerinde kullanırken, yeni albümle birlikte düz yanı bir isim ve 3 hilalli çok daha temiz bir logoya geçmişler. Önceki albümdeki siyah beyaz fotoğrafın ardından, bu albüm için tertemiz, renkli, elemanlarının eli yüzü düzgün poz verdiği promo fotoğrafla çıktılar. Bunların tamamı makul ve mantıklı hareketler, zira “Echoes of Light”taki müzik artık “…and As We Have Seen the Storm, We Have Embraced the Eye”daki “sofistike progresif death metal” olayını da aşarak seksenlerin melodik hard rock, heavy metal gruplarının izlerini taşıyan; günümüzün retro heavy metal yapan kimi gruplarıyla örtüşen noktalar barındıran bir forma kavuşmuş durumda.
En enteresan nokta ise grubun geçtiğimiz sene %75’ini değiştirmiş olması. Şu an için gruptaki tek kişi, grubu kuran esas adam Laurent Teubl ve daha da tuhafı albümü eski kadronun kaydetmiş ve ardından gruptan ayrılmış olması. Yani 2008 yılında grubu kuran 4 adam 2022’ye kadar başka hiçbir eleman değişikliği olmadan devam ediyor, 2022’de basçı ayrılıyor, 2023’te aynı kadro bu albümü kaydediyor (basları Teubl çalıyor) ve sonra, diğer iki eleman da albümün çıkışını beklemeden ayrılıyor. Buradan anladığımız ya bu tür değişimi elemanların içine sinmiyor ve albümün çıkışını dahi görmeden gemiyi terk ediyorlar ya da Laurent Teubl adlı arkadaşımı bu diğer üç kişiyi kırıyor, onlara ayıp ediyor. Yoksa hiçbir grupta 17 yıl aynen devam eden dört kişiden üçü bir anda, hem de yeni albüm kaydetmişken gruptan ayrılmaz. Üstelik 2018’deki albümün ardından 5 yıl bekleyip, bu albümü kaydedip sonra ayrılmaları daha daha şaşırtıcı.
Şimdi gelin müzikal konulara girelim. Bir kere albüm son derece melodik. Gitar tonlarını zaten sıcak taraftan seçen grup, bu sayede bu melodilere daha fazla melankoli, nostalji, yumuş yumuşluk, derinlik ve duygu aşılamayı başarmış. Riflerde aklıma MANILLA ROAD’u dahi getiren enteresan bir seksenler kıvamı var ve en önemlisi de tüm bunları yaparken grubun içten ve samimi olduğunu bence hissedebiliyorsunuz. Bu tarz durumlarda gruplar esas amaçlarının ortamlara girmek mi yoksa doğal bir devinim sonucunda mı bu değişimi yaşadıklarını hissettiriyorlar ve CHAPEL OF DISEASE’in bu noktada doğal ve samimi bir yaklaşımı olduğunu düşünüyorum. “…and As We Have Seen the Storm, We Have Embraced the Eye” gibi bir albüm yapan adamların samimiyetinden şüphe duymuyorum açıkçası.
Referanslardan bahsedecek olursak, bu albümdeki CHAPEL OF DISEASE akıllara TRIBULATION, SUMERLANDS, SONJA, THE ETERNAL NIGHT, UNTO OTHERS, IN SOLITUDE, hatta kimi zaman son dönem SPIRIT ADRIFT de dâhil olmak üzere pek çok grubu getirecek bir kokteyl sunuyor. Bazı şarkıların bazı anlarına SUMERLANDS veya SONJA vokali koyarak neredeyse o grupların aynısı bir yapı yakalamak mümkün. Albümde blast beat de duyuyoruz southern rock karakterli, blues gamlı rif ve sololar da ve hepsi bir araya gelince 2024 model CHAPEL OF DISEASE’i oluşturuyor.
Bahsedilmesi gereken konulardan biri de “Shallow Nights”ta gördüğümüz clean vokaller. Clean vokalli şarkı yapmakta bir sıkıntı olmasa da CHAPEL OF DISEASE’in bu şarkıda kullandığı vokaller herhangi bir karakter, özellik barındırmıyor. O kadar yürek yakması elbet mümkün değil ama mesela 40 WATT SUN’dan Patrick Walker’ın “Wider Than the Sky”daki vokallerine benzer bir şey kullansalar, çok daha etkili bir sonuç çıkabilirmiş. Son derece Amerikanvari bir karakteri olan bu şarkının sonunda PARADISE LOST’un “Obsidian”da kullandığı, misal “Defiler”da duyduğumuz enfes lead tonunun bir benzerini kullanmış olmaları ise bence gayet tatlı olmuş. Bu gibi detaylar albüme sağdan soldan epey bir zenginlik katmış.
Enteresan bir son yorumla, bu uzun yazıyı yavaştan kapatalım. CHAPEL OF DISEASE’in bu albümde yapmak istediği ve bence büyük oranda yaptığı şey, aklıma DESTRÖYER 666’in muazzam son albümü “Never Surrender”da yaptığı şeyi getiriyor. DESTRÖYER 666 de o albümde o yırtıcı, paçoz sound’unu yıllar sonra değiştirerek cayır cayır bir heavy metal albümü yapmıştı. O albümün incelemesinde “bunca yıl sonra sound’larını eğip bükerek kariyerlerinin en renkli albümüne imza atıyorlar” demiştim. “Echoes of Light”ın müzikal zenginlik olarak CHAPEL OF DISEASE’in kariyeri açısından henüz öyle mihenk taşı denebilecek düzeyde önemli bir yeri olmayabilir, ama kanımca gayet iyi, son derece keyifli bir çalışma ve “…and As We Have Seen the Storm, We Have Embraced the Eye”ın ardından geldiği için hor görülmeyi de kesinlikle hak etmiyor.
Önceki albümün incelemesini “Başta yadırgasanız da gruba ve albüme mutlaka şans vermenizi öneriyorum” ifadesiyle noktalamıştım. O zamana dek sitede CHAPEL OF DISEASE muhabbeti dönmemişti ve muhtemelen grubu o yazıyla tanıyan pek çok kişi oldu. O albüm öyle etkiliydi ki “Echoes of Light”ın haberi geldiğinde sitede pek çok büyük grubun yeni albüm haberinden daha fazla bir heyecan yaşandı. Şimdi de “Echoes of Light” incelemesini noktalıyorum ve yine, ancak öncekinden farklı bir alt metinle bu albüm için de aynı ifadeyi kullanıyorum. Evet, CHAPEL OF DISEASE bu albümle çok farklı bir tarafa kayıyor, ancak “başta yadırgasanız da albüme mutlaka şans vermenizi öneriyorum”. Bence önceki albümü çok seviyorsanız “Echoes of Light”ı sadece bir iki dinlemede değerlendirmeyin. Adamlar cidden derinlikli bir iş yapmışlar, bu yeni tarzda da çok güzel işler yapacaklarını göstermişler ve son derece akılda kalıcı, içten ve zengin bir albümle kariyer yolculuklarının bu en önemli kırılmasının altından yüzlerinin akıyla çıkmışlar.
inceleme için teşekkürler. PA sayesinde tanışıp sevdiğim bir grup oldu. Selenophile parçasına sardırdım albüm çıktığından beri. Siz ne düşünürsünüz bilmiyorum, pek de bahsi geçmemiş sitede galiba ama carcass’ın swansong’da yaptığı rot’n'roll’dan da izler taşıyor gibi geldi bana bu grup. saykedelik pentatonik rot’n'roll gibi kodladım kafamda.
Grubun böyle bir yönelim içerisine girmesi umduğum ve dolayısıyla çok mantıklı bulduğum bir hamleydi. Böylece Chapel of Disease oldukça benzersiz bir karakter edinmiş oldu. Açıkçası bestelerden ve prodüksiyondan da gayet memnunum. Fakat gelin görün ki, clean vokaller bir çuval inciri berbat ediyor. Uzun zamandır bu kadar kötü bir vokal performansıyla karşılaştığımı hatırlamıyorum. Hem teknik olarak berbat, hem de şarkıların atmosferiyle alakasız. Diğer grup üyeleri Laurent ile bu konuda yaşadıkları tartışmanın ardından grubu bırakmış olabilirler pekala!
Bu senenin ilk hayal kırıklığı oldu bu albüm. Çıkan single larında kasıtlı olarak dinlememiştim baya bir heyecanlıydım ama yok aga bu albüm bana olmadı. Tarz değiştirmelerine birşey söyleyemem ama şarkıların geneli çok sıkıcı bence ve gruptan beklediğim parçalar değil. Bu şekilde devam edeceklerse sanırım bu grubun peşini bırakacağım (maalesef)
Bence grup yeni albüm baskısını tam olarak kaldıramamış, yaratım krizine girmiş ve bir önceki tutan albümdeki formülleri tekrarlayarak bu sorunların üstesinden gelmeye çalışmış sanki. Albümde, altından kolay kolay kalkılamayacak bir yavanlık ve olmamışlık hissi var. Büyük bir hayal kırıklığı oldu benim için.
Bir önceki albümdeki maya çok iyi tutmuştu, bu sefer erken çıkarmışlar hamuru tam olmamış. Oysaki ilk yayınladıkları şarkı güzeldi. Bir sonraki albümü ‘eski Opeth fanı tedirginliği’ ile bekliycez anlaşılan.
Niyeyse albümü dinlemeye çalıştıkça canım Brimstone çekiyor. Aslında oldukça farklı gruplar. Chapel of Disease progresif death’i gayet ılıman sulara taşırken İsveçli Brimstone 1999′da melodik death ile heavy/power arasında bir yerlerde konumlanmış ve gayet barbar bir profil çizmişti. Children of Bodom’dan ziyade heavy/power (özellikle Running Wild) etkili Amon Amarth gibiydiler. Ama kısa süre içerisinde dağılmalarının da etkisiyle bugün çok az sayıda insan onları hatırlıyor. Saydığım gruplar ilginizi çekiyorsa mutlaka bakın derim.
Bana kalırsa, albümün temel sıkıntısı clean vokallere yüklenen rol. Onun devreye girmesiyle beraber albümün duygusal iklimi dramatik bir şekilde değişiyor. Müziğin değişimi bu kadar sert olmasaydı vasat vokallere takılmanın pek bir anlamı olmazdı. Fakat Laurent clean vokalde o kadar karaktersiz ve acemi ki bütün müzikal yapı onun üzerine yıkılıyor. Yetkin bir vokalistle sonuç bambaşka olabilirdi.
inceleme için teşekkürler. PA sayesinde tanışıp sevdiğim bir grup oldu. Selenophile parçasına sardırdım albüm çıktığından beri. Siz ne düşünürsünüz bilmiyorum, pek de bahsi geçmemiş sitede galiba ama carcass’ın swansong’da yaptığı rot’n'roll’dan da izler taşıyor gibi geldi bana bu grup. saykedelik pentatonik rot’n'roll gibi kodladım kafamda.
Sumerlands ve sonja referanslarını görmek merakımı arttırdı. Spectral voice ve vitriol albümleri bi yakamı bırakırsa bu albüme vakit ayıracağım.
Önceki albümü yıllardır düzenli dinliyorum bakalım bu da öyle olacak mı. Beğendim
Grubun böyle bir yönelim içerisine girmesi umduğum ve dolayısıyla çok mantıklı bulduğum bir hamleydi. Böylece Chapel of Disease oldukça benzersiz bir karakter edinmiş oldu. Açıkçası bestelerden ve prodüksiyondan da gayet memnunum. Fakat gelin görün ki, clean vokaller bir çuval inciri berbat ediyor. Uzun zamandır bu kadar kötü bir vokal performansıyla karşılaştığımı hatırlamıyorum. Hem teknik olarak berbat, hem de şarkıların atmosferiyle alakasız. Diğer grup üyeleri Laurent ile bu konuda yaşadıkları tartışmanın ardından grubu bırakmış olabilirler pekala!
Yapacağınız işi sikem diyecem abartı kaçacak. Ben önceki albümden devamke
Bu senenin ilk hayal kırıklığı oldu bu albüm. Çıkan single larında kasıtlı olarak dinlememiştim baya bir heyecanlıydım ama yok aga bu albüm bana olmadı. Tarz değiştirmelerine birşey söyleyemem ama şarkıların geneli çok sıkıcı bence ve gruptan beklediğim parçalar değil. Bu şekilde devam edeceklerse sanırım bu grubun peşini bırakacağım (maalesef)
Maalesef pas diyorum. Ben bir önceki albümle mutlu mesut devam ederim. Teşekkürler.
Bence grup yeni albüm baskısını tam olarak kaldıramamış, yaratım krizine girmiş ve bir önceki tutan albümdeki formülleri tekrarlayarak bu sorunların üstesinden gelmeye çalışmış sanki. Albümde, altından kolay kolay kalkılamayacak bir yavanlık ve olmamışlık hissi var. Büyük bir hayal kırıklığı oldu benim için.
Abartı kafa karıştıracak bir durum yok bence. Death metalden kısıp blues rock’a yüklenmişler. Müthiş olmuş. Ben albümden son derece razıyım.
Ayrıca yeni Dödsrit albümünün yılın en iyi albümü olacağını netleştirmiş olduk.
Fazlası yok, eksiği var. Dikkatim dağılmadan, sıkılmadan dinleyemedim. Olmamış diyemem ama olmuş gibi de gözükmüyor maalesef.
Bir önceki albümdeki maya çok iyi tutmuştu, bu sefer erken çıkarmışlar hamuru tam olmamış. Oysaki ilk yayınladıkları şarkı güzeldi. Bir sonraki albümü ‘eski Opeth fanı tedirginliği’ ile bekliycez anlaşılan.
Niyeyse albümü dinlemeye çalıştıkça canım Brimstone çekiyor. Aslında oldukça farklı gruplar. Chapel of Disease progresif death’i gayet ılıman sulara taşırken İsveçli Brimstone 1999′da melodik death ile heavy/power arasında bir yerlerde konumlanmış ve gayet barbar bir profil çizmişti. Children of Bodom’dan ziyade heavy/power (özellikle Running Wild) etkili Amon Amarth gibiydiler. Ama kısa süre içerisinde dağılmalarının da etkisiyle bugün çok az sayıda insan onları hatırlıyor. Saydığım gruplar ilginizi çekiyorsa mutlaka bakın derim.
https://www.youtube.com/watch?v=ZZsx_7n_B6k
Bana kalırsa, albümün temel sıkıntısı clean vokallere yüklenen rol. Onun devreye girmesiyle beraber albümün duygusal iklimi dramatik bir şekilde değişiyor. Müziğin değişimi bu kadar sert olmasaydı vasat vokallere takılmanın pek bir anlamı olmazdı. Fakat Laurent clean vokalde o kadar karaktersiz ve acemi ki bütün müzikal yapı onun üzerine yıkılıyor. Yetkin bir vokalistle sonuç bambaşka olabilirdi.