Haziranın sonundan bu yana adı sıkça anılan ve ortalarda sıklıkla gördüğüm bir albümle beraberiz bugün. Bizleri Kanada’dan selamlayan progresif metal grubu THE ANCHORET ve pek çok çevreden övgü alan, kimilerince yılın en önemli albümleri arasında gösterilen yeni çalışmaları “It All Began with Loneliness”ı konuşacağız. Esasında THE ANCHORET’in burada yaptığı şeye brutal vokal içermeyen progresif death metal gözüyle de bakabiliriz, zira karşımızda progresif death metal yapan OPETH, BETWEEN THE BURIED AND ME kırması bir müzik var.
En baştan söylenmesi gereken THE ANCHORET’in ilham kaynaklarını çok net sergiliyor oluşu. Grubun pek çok açıdan prime OPETH’ten yoğun ilham aldığı ortada. Özellikle sertleştikleri anlarda bu iyice su yüzüne çıkıyor, ancak…
Progresif tarafa kaçtıklarında ise BTBAM’a yakın bir yere geliyorlar. Bunun yanına PINK FLOYD, KING CRIMSON gibi devleri de ekleyerek 70’lerden günümüze geniş bir ilham yelpazesi koyuyorlar, ancak…
Havadar vokalli nakaratlar, belirli gitar teknikleri ve genel atmosfer olarak akıllara IHSAHN’ı getiren bir mizaçları var, ancak…
Evet, ancak tüm bunları çok başarılı şekilde harmanlıyorlar ve ortaya antipatik olmayı geçtim son derece sevilesi bir şey çıkarıyorlar. THE ANCHORET bu albümde tertemiz bir iş yapıyor ve ilham kaynağına falan bakmadan her türlü takdiri hak ediyor. Esasında bu “ancak…”la biten örneklere daha da devam edebilirim, ancak genel itibarıyla anlaşıldığını tahmin ediyorum. THE ANCHORET gerçekten de birden fazla çok iyi şeyin birleştirilmesi ve yeniden yorumlanarak ortaya taze bir şey çıkarılması şeklinde özetlenebilecek bir grup. AN ABSTRACT ILLUSION’dan tutun da SERMON’a, NIGHTINGALE’den saksafon kullanan bir dolu topluluğa benzeyen yönleri var ve albümü “bak şunun gibi”, “aha da ilham kaynağı” diye dinlemediğiniz takdirde -tabii türü de seviyorsanız- büyük zevk almanız olası.
Grupla ilgili diğer ilginç noktalardan biri, böylesi bir müziği tek gitaristle kotarabiliyor oluşları. “It All Began with Loneliness” iç içe geçen katmanların olduğu bir albüm ve tek gitar olmasının yaratabileceği kuruluğu flüt, yoğun altyapı klavyeleri, klarnet, saksafon gibi yan desteklerle çok güzel kapatıyorlar. Daha da ilginç olan noktaysa albümdeki müziğin tamamının basçı Eduard Levitsky tarafından yazılmış oluşu. Bunu özellikle belirtmiş olmaları enteresan. Gitarist olsa anlarım; sonuçta gitar üzerinden ilerleyen bir müzik, ancak adamlar Bandcamp sayfalarına “Music composed and produced by Eduard Levitsky” diye not düşmüşler, ki kendisi kadroda sadece basçı olarak gözüküyor.
“It All Began with Loneliness”a dair söyleyebileceğim diğer enteresan konu ise vokalist Sylvain Auclair’in ses renginin özellikle yükseldiği anlarda acayip düzeyde Jørn Lande’ye ve EVERGREY’den Tom Englund’a, hatta ikisinin karışımı bir şeye benzemesi. Daha pes kısımlarda böyle bir şey yok, ancak yükseldiği kısımlarda bunu sezeceksiniz diye düşünüyorum.
Bu haftaki üçüncü ilk albüm incelememizi de tamamlamış olduk. Bunlardan BURNER gayet iyi bir ilk albümle ortamların ağzına sıçmaya geldik havası yaratıyor, DEATH OF A KING ise çok karanlık bir potansiyel vadediyordu. THE ANCHORET bu noktada çok ama çok yetenekli olduğunu saniyesinde gösteren ve türün meraklılarını tatmin etme ihtimali çok yüksek olan bir işle açılışı yapıyor. Gözlemci, eleştirel gözlüğünüzü takmadan, keyif almak için dinlerseniz kesinlikle bir şeyler bulacağınızı düşünüyorum. Bence progresif metal bu devirde böyle yapılmalı. Yapılmalı demek belki fazla beylik bir laf oldu, ama bu şekilde yapılan progresif metalin günümüz normları ve gerçekleri çerçevesinde takdir görmesinin, kitle bulmasının daha olası olduğunu düşünüyorum. Bu adamlardan ileride de çok sağlam şeyler gelecek ve bunu görmek için müzik âlimi olmaya falan da gerek yok.
Şarkılar 1. An Office for...
2. A Dead Man
3. Until the Sun Illuminates
4. Someone Listening
5. Forsaken
6. Buried
7. All Turns to Clay
8. Unafraid
9. Stay
geçtiğimiz aylarda şans eseri bulup dinlediğim bir gruptu the anchoret. özellikle Someone Listening içerik olarak oldukça çeşitli, inanılmaz keyifli bir parça
geçtiğimiz aylarda şans eseri bulup dinlediğim bir gruptu the anchoret. özellikle Someone Listening içerik olarak oldukça çeşitli, inanılmaz keyifli bir parça