Soundgarden’ın 1988 çıkışlı debut albümü “Ultramega OK” ile beraber ondan yalnızca bir sene sonra çıkmış olan ilk Nirvana albümü “Bleach”, grunge’ın tanımı olabilecek iki temel albümdür bana kalırsa. Kısacık ömründe Nirvana’nın bir daha asla tekrarlamadığı müzikal bir anlayışı yansıtması bakımından bugün deyim yerindeyse müzelik bir çalışma konumunda bulunuyor “Bleach”. Elbette Nirvana’yı Nirvana yapan albümün, onları Rock ‘n’ Roll Hall of Fame’e taşıyan ve bugün dahi bu grup hakkında bir iki kelam etmemize sebep olan çalışmanın “Nevermind” olduğunu yadsıyamam. Fakat genelde müzik dinleyicileri, özelde de Nirvana fanlarıyla muhtemelen ömrüm boyunca uzlaşamayacağım bir konu varsa o da müzik olarak en iyi Nirvana albümünün “Nevermind” olduğu şeklindeki iddiadır. Bu fikirle bir uzlaşma yaşayamamamın sebebi de esasen şimdi yazmakta olduğum bu kritikte izah edilecek.
Eğer ki grunge diye sıklıkla andığımız bu türün müzik boyutu olduğu kadar sosyal, toplumsal bir boyutu da varsa “Bleach”, Nirvana albümleri içerisinde bu türe içkin olarak kullanılan anahtar kelimelerin neredeyse hepsini bünyesinde barındıran bir çalışma olarak öne çıkıyor. “Yeraltı”, “alternatif (bir rock türü olarak)”, “protest”, “avangart/deneysel”, “isyankar”, “ticari olma kaygısı gütmeme”, “Punk ve Kendin Yap Etiği” vs. vs. gibi anahtar kelimeler bunlar. Kendisinden sonra gelen diğer Nirvana albümlerinde/çalışmalarında bu anahtar kelimelerden biri veya birkaçı illaki eksik kalmıştır. “Nevermind” ticari olmama kaygısının yanından geçmek şöyle dursun hayli ticari bir işbirlikçilik anlayışı (cooperation) barındırır; punk özelliğini “Bleach”e kıyasla önemli ölçüde törpülediği gibi ticari başarısı sebebiyle yeraltı sahnesinde kalmanın anti-tezi hâline geldiği de rahatlıkla söylenebilir. Protestliği ise özcü olmaktan ziyade semboliktir denilebilir. “In Utero” ise alternatif rock’ın bünyesine punk’ı çok daha fazla yedirir ve “Bleach”deki mantaliteye daha göz kırpan bir hava taşır, güzel bir prodüksiyonu olmasına karşın “Nevermind” benzeri dillere dolanacak parçalarla örülmek gibi bir dert sunmaz, Kurt Cobain’in “Nevermind”a kıyasla serbestçe takılabildiği bir bestecilik anlayışını barındırır, protest tavrını tekrar edinir ve tüm bunların sonucunda ana akım müzik piyasasında underground bir hamle gibi görünerek kendi kendini paradoksa sokar. Fakat onun da kendine özgü havası buradan geliyor.
Yukarıda saydıklarımın belli bir yerde geçerliliği olmalı ki “Bleach” ilk yayınlandığında bazı eleştirmenler tarafından beğenilmesine rağmen müzik endüstrisinin genelinde ve hayranların nezdinde pek dikkat çekememiş. Bünyesi altında çıktığı Sub Pop kurumu, grunge sahnesi için önemli isimlerin albümlerini yayınlamış olsa da sonraları “Nevermind” ve “In Utero”nun yayınlanacağı Geffen Kayıt Şirketi’ne kıyasla ticari etki alanı çok daha düşük bir profil çiziyor o dönemler için. Böylece yalnızca müziğiyle değil, işin girişimcilik tarafında da Nirvana piyasaya epey underground ve ticari dertleri olmayan bir grup profiliyle çıkmış oluyor.
Meselenin müzik kanadıysa, “Bleach”in bize değerini en net şekilde gösterebilecek kısmı. İşin burasında da Kurt Cobain’in neden Kurt Cobain olduğunu anlamak önemli yer tutuyor bence. Hep sormuşumdur kendime; bu herif neden yaşantısı boyunca oraya buraya salça oldu, Pearl Jam’den Tool’a kadar herkese verip veriştirdi ve bir anti-kahraman gibi davranarak ne kazandı? Hayranları onun için ölüp bitiyorken, şarkıları her yerde çalıyorken o neden hep ya umursamaz ya da agresifti, ya da en azından öyle görünüyordu? Dünya onu sahnede görmek için can atıyorken o neden bazı konserleri öncesi duvar saatlerini yumrukladığını söyleyecek kadar kendi içinde bölünmüştü?
Henüz bir ergenken ailesi tarafından evden kovulduğunu, bu yüzden küçük yaşlarda nice gecesini köprü altlarında geçirmek zorunda kalacağı bir hayat yaşadığını, bu zorlu gençlik yıllarının onu ölümüne kadar bırakmayacak uyuşturucu bağımlılığıyla tanıştırdığını ve davranışları/kimliği sebebiyle muhafazakar Amerikan toplumunun ahlaki normlarına ya ters düşecek hareketler yaptığını ya da onları sarkazmla eleştiren protest bir figür hâline geldiğini öğrenince (bir kilisenin duvarına “Tanrı eşcinseldir” yazması) bütün taşlar yerine oturmuştu sonra. Öte yandan Krist Novoselic, Cobain’in “Bleach” için gereken ödemeyi karşılamak adına o yıllarda kapıcılık yaptığını, tuvaletler temizlediğini bu sayede albümün bütçesini kendisinin karşıladığını söylüyordu.
Ergenliğinin de getirdiği duygusal birikim bunlara eklendiğinde belli ki Kurt Cobain’in söylemek istediği çok şey vardı. Sonraki albümlerinde iyiden iyiye azalacak olan o estetik namelerden yoksun ve kir pas içindeki çığlıklarının “Bleach”in çok büyük bölümünde şarkıları doldurması, albümün kendi tarzı içinde yadsınamayacak o agresifliği belki bu zor zamanların yarattığı duyguları taşkınlıkla dışa vurmak için en ideal dönemdi. Elbette bu minvaldeki hikâyeler yalnızca Cobain’e mahsus değildi; Soundgarden gitaristi Kim Thayil’den tutun da grunge kuşağının diğer önemli isimlerine değin hemen hemen hepsi benzer cenderelerin içinden geçmişti. Gençlerdi, hayata erken atılmak zorunda kalmışlardı. Toplumlarıyla uyuşamayan ve ailelerine, hatta bazen kendilerine dahi yabancılaşan, çoğunlukla uyuşturucu bağımlılığına ya da alkolizme düşmüş bireylerden oluşuyorlardı bir kuşak olarak. Durum böyleyken grunge müzisyenlerinin, özellikle 1980’lerin sonlarıyla 1990’ların başlarında söylem, ideoloji ve imaj olarak Glam’cilerden tutun da Metallica, Guns N’ Roses, Bon Jovi ve Iron Maiden gibi heavy metalin müzik endüstrisi devlerine kadar herkese ve her şeye karşı başkaldıran bir tavırla yola çıkmalarından daha anlaşılabilir bir şey yoktu böyle bakınca.
“Bleach”, underground olmasının yanında punk kültürüne yakından bağlılığıyla o norm yıkıcı kimliğini edinmiş ve şarkı formlarını alışılan kalıpların dışına çıkaran avangart bir atılımda da bulunmuştu. Şarkılar, ilk dinleyişte dinleyici dostu olmaması bir kenara tersine dinleyicisini yer yer irite etmeyi gaye edinen bir tavır sunuyordu. Zaman zaman komik denebilecek ölçüde anlamsız şarkı sözleriyle karşılaştığımız bu besteler, mevcut sözleri epey distort edilmiş gitarlarla, agresif riflerle, kulakta patlayan bas davulları/zilleri ve gümbür gümbür bas gitarlarla destekleyerek kısa ama hızlı kargaşa anları yaratıyorlardı. Albümü baştan sona dinlediğinizde gözünüzde canlanabilecek manzaralar bir haftadan uzun bir süredir yıkanmamış, dağınıklık ve pasaklılık içinde yaşayan bir grup adamın görebileceğiniz bütün kül tablolarını izmaritlerle doldurdukları ve duvarlarının her birine türlü türlü mottolar yazdıkları, amblemler çizdikleri bir garajda yaptıkları müziğin izdüşümü oluyordu. Tıpkı, yalnızca “Nevermind”ın değil, dünya tarihinin en büyük rock hit’lerinden biri olan o şarkıya verilen ismin “Smells Like Teen Spirit” oluşu gibi.
Albümün sonradan yapılan basımlarında dahil edilen “Big Cheese” gibi hem gaz hem de komiklik derecesinde absürd olmayı aynı anda başarabilen bir şarkıyı, “Paper Cuts”ın makine çarklarıyla dolu kentsel ve endüstriyel kasvetini, “Mr. Moustache”ın hardcore punk’a saygı duruşu mahiyetindeki uçarı havasını, “School”un daha girişten başlayan muhteşem groove’unu, “Negative Creep”in leşliğini ve daha nicesini bulabileceğiniz “Bleach”de öyle keskin ve sert bir gençlik çığlığı var ki albümün en büyük hit’lerinden biri olan “About A Girl” bu şarkıların yanına kazara kaynamış gibi duruyor. Nitekim, Puddle of Mudd solistinin geçtiğimiz yıllarda yorumladığı bu şarkının bütün itibarı an itibarıyla piç edilmiş olduğundan, “About A Girl”ü her duyduğunuzda Cobain’in sesi yerine Wes Scantlin’in sesini duyacak olma yanılgısına düşmeniz çok muhtemel. O yüzden, bu lanetten kurtulmak için ara ara “Bleach”i dinlemekte fayda var.
“Bleach”in üretim süreci belki de Nirvana’nın tarihinde müzikal açıdan en üretken oldukları evre olabilir. Albümün prodüktörlüğünü de yapmış Jack Endino’nun belirttiğine göre grubun “Bleach” döneminde ve onun öncesinde kaydettiği bazı demolardaki şarkılar albüme alınmamış. Fakat bu şarkıların yarısı sonraları, 1992’de yayınlanan toplama albüm “Incesticide”da yer almış. Örneğin, “Incesticide”da bulunan fakat esasında “Bleach” döneminde bestelenmiş şarkılardan birisi olan “Big Long Now”, bana göre grubun en karanlık ve underrated kalmış şaheserlerinden birisi. Kesinlikle “Bleach”de yayınlanmalıydı diye düşünüyorum, ancak Kurt Cobain albümde yeterince o ayarda yavaş ve sert şarkı olduğuna kanaat getirerek bu şarkıyı almamış albüme.
Taşıdığı sertliği ve kirli sound’u büyük ölçüde gitarlarıyla ve o tiz grunge çığlıklarıyla sağlayan albümün hikâyesi bu noktada ilginç bir anekdota yer veriyor. Krist Novoselic, o yıllarda yaptıkları tur yolculuklarında sıklıkla dinledikleri bir kasetin varlığından bahseder. Dediğine göre, bu kasetin bir yüzünde the Smithereens adında New Yorklu bir rock grubunun şarkıları çalıyorken diğer yüzündeyse Celtic Frost şarkılarının yer aldığını ve bu kombinasyonun da albümün yaratım sürecinde onları etkilemiş olabileceğini açıklıyor. Elbette bu demek değildir ki albümü açtığımızda “To Mega Therion” benzeri bir şeyi beklememiz lazım, fakat göz açıp kapayıncaya kadar geçen o ufak sürelerde kimi zaman Tom G. Warrior’un yüzünü aklımıza getirebilecek bazı rif’ler inanması zor olsa da “Bleach” de mevcut. Özellikle “Floyd the Barber”ın girişindeki rif buna güzel bir örnek olabilir.
Söz konusu çalışmanın bahsedeğer bir diğer kısmı da Dave Grohl’un çalmadığı tek Nirvana albümünün “Bleach” olması. Çünkü albümde Nirvana’nın ilk esaslı davulcusu Chad Channing mevcut pozisyonda. Özellikle “Scoff” parçasındaki davulculuğunu bir ayrı sevdiğim Channing, ne kadar yetenekli bir davulcu olduğunu fazlasıyla gösteriyor albümde. Kalsaydı daha neler yapardı elbette merakımı uyandırıyor. Dave Grohl’a kadar Channing ile beraber bir davulcu değişikliği daha yaşayan Nirvana, nihayetinde “Bleach” ile “Nevermind” arasındaki dönemde Dave Grohl’u bünyesine alarak çekirdek/klasik/kült kadrosunu oluşturmuş olacak “Bleach”in akabinde.
Günümüzde, Nirvana ile ilgili yapılmış olan/yapılan birtakım belgeseller haricinde bu albümün anıldığını duymak pek mümkün değil doğrusu. O durumlarda da albümden, grubun ilk çalışması olması ve bu noktada sound’larındaki tarihsel gelişimi vurgulaması üzerinden söz açılıyor. Kurt Cobain favori Nirvana albümünü “In Utero” olarak açıklamışken, dünya Nirvana’yı “Nevermind” ile büyük ölçüde tanıyıp sevmiş ve aklına kazımışken, Wes Scantlin de “About A Girl” cover’lamışken doğrusu aksini beklemek biraz zor. Tabii ki ben de Nirvana’yı “Nevermind” ile tanıyıp sevdim ve “Bleach”i ilk dinlediğimde absürtlüğünü yadırgadım. Fakat müzik zevkim geliştikçe, farklı şeyler dinledikçe “Bleach” benim gözümde zamanla sound ve bestecilik anlayışı olarak en iyi Nirvana albümü hâline geldi. Nirvana’nın bir daha erişemediği ya da erişmeyi tercih etmediği bir seviyeye işaret ettiğini ve grubun “grunge” etiketini en çok hak eden albümü olduğunu düşünüyorum. Kendisi kadar ikonik bir albüm kapağına sahip olması da cabası. “About A Girl”, “Love Buzz” gibi bilinen şarkılardan farklı olarak, albümden muhakkak dinlenmesi gerektiğini düşündüğüm diğer parçaları da buraya not ederek benden bu günlük bu kadar diyorum:
Kadro Kurt Cobain: Vokal, gitar
Krist Novoselic: Bas
Chad Channing: Davul
Jason Everman: Gitar (albüm kapağında gözükmesine ve kendisine credit verilmesine karşın albümde çalmamıştır.)
İlave personel:
Dale Crover: Davul (2, 6), ek vokal (13)
Şarkılar 1) Blew
2) Floyd the Barber
3) About A Girl
4) School
5) Love Buzz (SHOCKING BLUE cover)
6) Paper Cuts
7) Negative Creep
8) Scoff
9) Swap Meat
10) Mr. Moustache
11) Sifting
Sonraki Basımlarda Eklenen Parçalar
12) Big Cheeze
13) Downer
gitar tonlarına kurban. biraz yavaşlat, süründür al sana sludge. sub pop’tan çıkması da tesadüf değil. zaten cobain, earth’ün bi demosunda da bağırıyordu.
Klavyene sağlık. Bu albüm rif cehennemi \m/
En az sevdiğim Nirvana albümü. Ama arada bir canım çok çeker bu albümü. Benim gözümde şaheser öncesi gelen iyi albüm klasmanında.
gitar tonlarına kurban. biraz yavaşlat, süründür al sana sludge. sub pop’tan çıkması da tesadüf değil. zaten cobain, earth’ün bi demosunda da bağırıyordu.
Bu albümdeki rifflere ölüp bitiyorum.