Bugün benim doğum günüm. 42 yaşına bastım, bu yüzden de AŞIRI kişisel bir yazı yazarak kendimi ödüllendirmeye karar verdim. Bunun için de pasifagresif’te üzerine hiç kelam etmediğim iki DEATH albümünden biri olan “Symbolic”i seçtim. hysteresis’e ait orijinal inceleme 2009’da yazılmıştı, ben de şimdi bunu ortak inceleme yapmaya karar verdim.
Hayatta benim için büyük önem teşkil eden, manevi değeri olan, ben olmamda etkisi olan bazı gruplar var. Sayıları çok az olan bu gruplardan ikisi DEATH ve PANTERA ve nasıl bir talihsizlikse her iki grubun da esas adamları genç yaşta aramızdan ayrıldılar.
1998 yılında ilk elektro gitarımı almam konusunda bana ilham veren grup PANTERA’ydı. İstanbul Tünel’deki Zuhal Müzik’e gidip “PANTERA çalacağım, ona uygun bir gitar arıyorum” demiştim. Dimebag Washburn çaldığından ben de gidip bir Washburn almıştım.
Yıllar geçti, ben besteler yapmaya başladım. O süreçte bana en çok ilham veren gruplardan biri de elbette ki DEATH ve Chuck Schuldiner’ın benzersiz dehasıydı.
Yıllar geçmeye devam etti, metalle daha da iç içe olma isteğiyle Pasifagresif’i kurdum. Yıllar içerisinde bu site için DEATH’in ve PANTERA’nın tüm albümlerini inceledik. Dimebag’in ve Chuck’ın ölüm yıl dönümlerinde özel DEATH ve PANTERA haftaları yaptık, arka arkaya bu grupların incelemelerini yayınladık. Takvimler 2009’u gösteriyordu ve DEATH haftasında, o dönemki yazar kadromuzla DEATH albümlerini bölüşerek teker teker sitede paylaşmıştık. O albümlerden “Symbolic”i hysteresis, “Scream Bloody Gore”u ise sambalici takma adlı arkadaşlarımız yazmıştı.
Aradan geçen bunca yıl süresince bu iki albümün incelemesi içimde hep ukde kaldı. hysteresis ve sambalici’nin yazıları yetersiz olduğundan değil; bilakis gayet iyi yazılar. Ancak en çok değer verdiğim 2 gruptan birinin bu iki albümünden hiç bahsedememiş olmak ara ara aklıma takılan bir konuydu. Bu yüzden ben de bu iki albüm için kendi incelemelerimi yazmaya ve hysteresis ile sambalici’nin yazılarını ortak incelemeye dönüştürmeye karar verdim. Bunu yapmak zorundaydım, çünkü özellikle “Symbolic” hayatta en sevdiğim şarkılardan bazılarını barındırıyor ve onlarla ilgili iki kelam etmezsem gerçekten olmazdı. hysteresis 2009’da yazdığı yazıyı DEATH haftası kapsamında yazdığından grubun bu albüm öncesindeki durumundan, “Symbolic”in öncesindeki albümlerle olan ilişkisinden ve DEATH diskografisinde durduğu yerden yeterince bahsettiğinden, ben -daha çok kendim için yazdığım, hatta bugün doğum günüm olduğu için yazdığım- bu yazıda “Symbolic”le olan ilişkimden ve albümün benim için ne ifade ettiğinden bahsedeceğim.
Evet. Yıllar sonra yeniden bir DEATH albümünü inceliyor olmanın keyfi ve sorumluluğu eşliğinde derin bir nefes alıyor ve başlıyorum.
“Symbolic”…
Tüm türleri bir arada düşündüğümde metal tarihinin en iyi, en kusursuz albümlerinden biri olan “Symbolic”i ilk kez dinleyişim 1998 yılına uzanıyor. DEATH’le tanışmamı sağlayan “The Sound of Perseverance”ın benim için ne ifade ettiğini, müzik kavramına bakışımını nasıl değiştirdiğini o albümün incelemesinde anlatmıştım. Yaklaşık 20 yıl önce Ekşisözlük’e yazdığım “The Sound of Perseverance” entry’si -ki albüm incelemesi de o entry üzerinden şekillendi- 2004 yılında metal basınına girişimi sağlayan üç albüm incelemesinden biri olarak benim için her zaman çok önemli bir yerde durmuştur.
“The Sound of Perseverance” ile aklımı kaybettikten hemen sonra grubun önceki tüm albümlerini satın almış, hatmetmiş, ilk albümden itibaren tüm DEATH şarkılarını kulaktan çıkarıp gitarda çalmaya başlamış, ilk albümden itibaren tüm DEATH şarkılarının sözlerini tercüme etmiş ve DEATH dininin iflah olmaz bir müridi olarak hayatıma devam etmiştim.
DEATH’in ben dâhil pek çok insan üzerindeki bu etkiyi uyandırmasını sağlayan şey Chuck’ın DEATH metali bulan kişi olarak görülüyor olmasının, “father of death metal” tanımına sahip olmasının ya da DEATH’in gerçekten de çok ilham verici bir müzik yapıyor olmasının çok ötesindeydi aslında. Chuck’ın sonradan “The Philosopher” olarak adlandırılmasına da neden olan bu durum, Chuck’ın eşsiz müzikal dehasının yanında gerçekten de son derece spiritüel bir insan olması ve hayal gücünden beslenen farklı temaları olağanüstü bir yaratıcılıkla dışa vurmasıydı. Chuck’ın elinden çıkan rifler, melodiler, sözler başka kimsenin riflerine, melodilerine, sözlerine benzemiyordu. Chuck kendi içerisinde pek çok farklı kulvardaki dehayı tek bedende barındırıyor gibiydi. Belki de Chuck bundan 250-300 yıl önce doğmuş olsaydı tarihin en büyük klasik müzik sanatçılarından veya şairlerinden biri olarak görülecekti, zihnindekileri başka yollarla sanata dökecekti.
Dolayısıyla Chuck’ı ve DEATH’i sadece çok süper şarkılar yazan bir müzisyen veya grup olarak görmenin olaya yüzeysel bakmak olacağına inanıyorum. DEATH her şeyiyle, sözlerinden vokal karakterine, albüm kapaklarından işlediği temalara, bireysel performanslarından bestelerindeki en ince detaylara kadar bir bütün hâlinde bir “kavram”dı. Müzikten öteye geçen, somutlaşan, manevi kimlik kazanan bir “varlık”tı.
“Symbolic”teki şarkılara baktığımızda Chuck’ın old-school death metal ve teknik death metal karakterlerini daha da ileriye taşıyarak olaya çok daha heavy metal eksenli bir perspektiften baktığını görürüz. Vokal karakterini yıllar boyunca değiştiren, hatta bir noktadan sonra DEATH’e nokta koyup CONTROL DENIED’la devam etmeye karar veren Chuck, 1998’de çıkan “The Sound of Perseverance”ı da esasında CONTROL DENIED’ın ilk albümü olarak planlamıştı. Bu değişim ve evrimin izlerini “Symbolic”te net şekilde görebiliyoruz. Albüm son derece heavy metal karakterli bir havaya sahip ancak bir heavy metal albümü değil. DEATH tarihinin uzak ara en melodik albümü ancak bir melodik death metal albümü değil. Son derece teknik bir death metal albümü ancak bilindik, alışıldık anlamda bir teknik death metal albümü de değil. “Symbolic” sadece ve sadece Chuck Schuldiner’ın yazabileceği, sadece DEATH adı altında çıkabilecek bir albüm.
DEATH’in o zamana kadarki tüm karakteristik özelliklerini ve çok daha fazlasını bir arada barındıran, üstüne üstlük grubun kariyerindeki en akılda kalıcı şarkıları içeren, öylesine tek bir şarkı bile barındırmayan ve her şarkısı bir başka dinleyicinin favorisi olduğu için de pek çokları tarafından DEATH’i en iyi tanımlayan, en iyi temsil eden, en iyi ifade eden albüm olarak görülen “Symbolic”, bu yüzden pek çokları tarafından DEATH’in en iyi albümü olarak görülüyor. Sevgi babında DEATH albümlerini birbirinden ayıramadığım için şahsen böyle bir sıralama yapamasam da benim için de “Symbolic” 10 üzerinden 10’luk, herhangi bir kusuru bulunmayan, hatta mükemmel olmayan herhangi bir detayı olmayan bir albüm. 50 dakika 38 saniye boyunca duyduğunuz her şey, her detay bu kusursuzluğa hizmet ediyor ve sonuçta ortaya bu başyapıt, bu şaheser çıkıyor.
Şarkılardan biraz bahsedecek olursam -ki ayrı ayrı her birinin benim için ifade ettiği bir dolu şey var- gerçekten de hayatımın farklı dönemlerini, farklı konumlarını, farklı ülkeleri, farklı ruh hâllerini temsil eden yapıtlar görüyorum. “Symbolic”te Kadıköy’de bir stüdyoya gidiyor ve davulun başına geçip bu şarkıyı çalmaya çalışıyor, “Zero Tolerance”ta gün batımına karşı vapurda oturuyor, “Empty Words”de hiç olmak istemediğim bir yerde ve zamanda bekliyor, “Sacred Serenity”de Kanada’nın bir şehrindeki köprüden okyanusa bakıyor, “1,000 Eyes”da gecenin üçünde şirkette hayatı sorguluyor, “Without Judgement”ta Avrupa’nın kim bilir neresinde bir trende gidiyor, “Crystal Mountain”da sınava gitmek yerine evde gitar çalıyor, “Misanthrope”ta tıkış tıkış bir otobüste her şeyden ve herkesten nefret ediyor, “Perennial Quest”te ise bundan 23 yıl önce bir iskelede oturuyor ve bu müziğin yakında hayatımı ele geçireceğini fark ediyorum…
Her bir notasına, her bir zil vuruşuna, hece vurgusuna kadar ezbere bildiğim “Symbolic”teki tüm şarkılar için ayrı ayrı inceleme yazabilirim, ancak bunun yerine albümden üç şarkı seçip onlar hakkında konuşmak, ardından da yazıyı noktalamak istiyorum. Normalde zamanında DEATH konserlerinin gediklisi olan ve Chuck’ın ölümü sonrasında sahnelerde epeyce cover’lanan “Symbolic”, “Zero Tolerance” “Empty Words”, “Crystal Mountain” gibi şarkılar daha çok öne çıkar, daha çok dillendirilir. Ancak ben adı nispeten daha az anılan üç şarkı seçeceğim.
Bunu yaparken de hayatımın nereye gittiğine ilişkin içsel sorgulamalar yaptığım sırada dinlediğim şarkıdan, 3000 kişinin bindiği otobüste dinlerken kendim dâhil otobüsteki herkesten nefret ettiğim şarkıdan ve son olarak da gecenin köründe iskelede otururken kulağıma dolan sözlerle bu müziğin çok kısa sürede hayatımı değiştireceğini, beni ele geçireceğini anlamamı sağlayan şarkıdan söz edeceğim.
1,000 Eyes
Sinema-reklam endüstrisi yoğunluk, çalışma saatleri ve süreleri bakımından çok acımasızdır. Herkesin yapabileceği bir şey değildir. Dayanıklı olmanızı, sabırlı olmanızı, fiziksel ve psikolojik olarak güçlü olmanızı gerektirir. Albümdeki en damar, en yürek parçalayan şarkılardan olan “1,000 Eyes”ı düşündüğümde aklıma gelen ilk görüntü de işte o ortamlardan, o sektörde çalıştığım 5 yıllık süreçteki bir zamandan. Bir gece yine her şey bize müşteri tarafından son anda teslim edilmiş ve çok kısa sürede çok fazla şey yapılması gerekiyor. O gece özelinde de her şeyi benim yapmam gerekiyor. Gece yarısı 03.00 civarı. Şirketteyim. Film laboratuvarı çalışanları ve kafeterya görevlileri dışında pek kimseler yok. İki gün sonra vizyona girecek filmin kapanış jeneriğindeki teşekkürler kısmına ilçe belediye başkanının ismini eklemeyi unutmuşlar. Onu ekleyeceğim, sonra render alacağım, baskı makinesine filmi yerleştirip iş bitince de laboratuvara göndereceğim. Son 8 gündür hiç eve gitmemiş ve sürekli koltukta uyumuş olmamı hesaba katmazsak pek de bir sorun yok. Tabii bir de bu 8 gün boyunca en uzun uyku süremin 3 saat olduğunu eklemek gerek. 8 gün boyunca toplam 16-20 saat uyumanın nasıl bir şey olduğunu bilenleriniz vardır. Ense kökünüze çakmak tutuyorlarmış gibi bir yanma, boynunuzun kafatasınızı taşıyamaması, artık kaldıramadığınız omuzlarınız, ikide bir ne kadar titriyorlar diye baktığınız parmaklarınız… İşte o gece post-prodüksiyon şirketindeki iki binayı birbirine bağlayan köprüde tek başıma kahve sigara içerken kulaklarımda bu şarkı vardı. Şarkının köprü kısmında içimden Chuck’la birlikte “Privacy…….. and intimacy!“ diyordum. Boğaz Köprüsü tüm ışıltısıyla karşımda duruyordu ve benim 2 saat daha çalışmam, sonra bir köşede 1-1,5 saat uyumam ve ışıyacak güneşle birlikte dokuzuncu kez eve gidemeden çalışmaya devam etmem gerekiyordu.
Misanthrope
1999’da Bursa’ya üniversite okumaya gittiğimde, daha okulun başladığı ilk günden o bölümle ilgili bir işte çalışmayacağımı, okuduğum bölümle ilgili bir mesleğim olmayacağını biliyordum. Daha birinci günden, en az dört yıl boyunca asla ilgimi çekmeyecek ve sonrasında da hayatımı şekillendirmeyecek bir bölümde okuduğumun bilincindeydim. Okula gitmek istemiyordum. Hiç ilgim alakam olmadığından notlarım rezaletti. Derslere çok nadir gittiğimden sınıfta tek bir arkadaşım bile yoktu. Ailemden, arkadaşlarımdan, çevremden uzaktaydım. İnternetin bile olmadığı bir evde tek başıma duruyordum. Sadece duruyordum. Yemek yiyor, gitar çalıyor, müzik dinliyor, uyuyordum. Hayatıma dair beşinci bir kalem yoktu. Gerçekten yoktu. Bu atıllık, amaçsızlık, istemediğim bir bölüm seçmiş olmanın pişmanlığı ve diğer bazı sebeplerden ötürü hayattaki diğer pek çok şeyden de soğumuştum. İstanbul’a döndüğümde ailemle vakit geçirirken bile keyif alamıyor, çok sert bir bunalımın ve depresyonun içinde yaşıyordum. İşte o günlerin birinde, okulun uzama konusunu konuşmak için okula gitmek zorunda kalmıştım. Vizesine girip çalışmadan 90 aldığım dersin bile finaline gitmeye tenezzül etmeyecek kadar olaydan kopuktum, o yüzden okula gitmek benim için “Nereden çıktı şimdi” ile “Okul mu? Ne alaka ya…” gibi bir yerdeydi. Okuldan dönerken bindiğim otobüste tüm bunlar birikmiş ve bugün bile unutmadığım yoğunlukta bir iç sıkıntısına dönüşmüştü. Dahası bu depresyon ve sağ olsun bu depresyonu güzelce besleyen birtakım metal grupları sayesinde pek çok şeyden nefret eder hâldeydim. Belki de pek çok metalcinin hayatının bir döneminde, ergenliğinde yaşadığı şeylerdir ve ben bunu nedense 19-20 yaşlarında yaşıyordum. İnsanlara baktığımda hepsinin benden çok uzakta olduğunu hissediyor, onlarla bir arada olmaktan rahatsızlık duyuyordum. Elbette ki sonradan aştığım ve normale döndüğüm bu durum, o zaman için belki de içten içe bir çekiciliğe bile sahipti. Kafamın içinde olan bitenleri, hayal gücümün derinliklerindeki şeyleri hiçbiri bilmiyordu. Dinlediğim müzik onların dinlemediği, dinleyemeyeceği, “anlayamayacağı” kadar sofistike ve özeldi. “Ben neler düşünüyordum onlar neler düşünüyordu…” İşte bu yarı kibir yarı hayat bilmemekle bezeli şaşkoloz dönemde o otobüste giderken kulaklığımda “Misanthrope” vardı sanki ruh hâlime uygun olsun diye planlamışçasına. “Misanthrope… hater of mankind”. Acaba ben de bir mizantrop muydum? İnsanlardan nefret edişim psikolojik bir rahatsızlık boyutunda mıydı? Onlara bakınca olumsuz hislerle doluyordum, ama arkadaşlarımı ve ailemi çok seviyordum. Onu ne yapacağız? Hayran olduğum bir dolu müzisyen vardı. Sabahlara kadar oturup muhabbet ettiğim, görmeyi sabırsızlıkla beklediğim dostlarım vardı. O zaman ben bir mizantrop değildim. Ama olsaydım da fena olmazdı ha… “Mizantrop”. Söylemesi bile çekici geliyeh…
Perennial Quest
İki tatsız örneğin ardından sonunu güzel getirelim. Hayatta en çok manevi değer atfettiğim şarkı olan “Perennial Quest”i de albümdeki diğer şarkılarla birlikte yüzlerce kez dinlemiştim. Yazının en başlarında da dediğim gibi DEATH’e dair her şeye bayılıyordum, her şarkı bana başka hiçbir grubun hissettiremediği şeyler hissettiriyordu ve bu eşsiz deneyimi yaşamaktan büyük zevk alıyordum. Bazen çok alakasız, beklemediğiniz bir anda, hiç de öyle derin düşüncelere kapılma planınız yokken kendinizi kallavi bir zihinsel yoğunluk içinde bulursunuz. Benim için de o gün bu özel anlardan biriymiş meğer. Yazlıkta bir gece yarısı arkadaşlarla evlere dağıldıktan sonra evden CD çalarımı aldım ve eve çok yakın olan sahile inerek iskeledeki banka oturdum. Etrafta kimsecikler yoktu, hayatta en sevdiğim -hatta imkân olsa ölünce gömülmek istediğim- yerdeydim. Okulun, Bursa’nın sıkıntıları çoktan yok olmuştu. Arkadaşlar vardı; anneannem, dedem vardı. Şimdi mutlu olma zamanıydı. Yaz bitip de okul başlayınca tekrar delikanlı gibi herkesten nefret etmeye başlayabilirdim. 2000 yılı civarıydı. “Misanthrope”u anlatırken bahsettiğim durumları düşünürsek, gerçek anlamda bir mizantrop olmadığımı gördüğüm ve arkadaşlarımla, ailemle süper zaman geçirdiğim günlerdi. Canım “Crystal Mountain” dinlemek istemişti. Şarkıyı açıp hafif esen rüzgâr eşliğinde kapkaranlık denize baktım. Chuck “Inflicting wounds with your cross-turned dagger” dedikten sonra giren melodi tüylerimi ürpertiyor, kısa süre öncesine kadar arkadaşlarla aldığımız alkoller de eklenince müthiş keyifli bir an yaşıyordum.
O bitti, “Misanthrope” başladı. Bursa’yı hatırlamak istemediğimden şarkıyı geçtim ve “Perennial Quest”i de dinleyip gidip yatayım dedim. İşte daha önce defalarca dinlediğim o “Perennial Quest” o anda bana öyle bir şey yaptı ki bırakın bu müziğin benim için çok daha önemli hâle gelecek olmasını fark etmeyi, “Misanthrope”ta bahsettiğim hislerin bile belli oranda temizlendiğini düşünmeye başladım.
“The journey begins with curiosity And evolves into soul-felt questions On the stones that we walk And choose to make our path Sometimes never knowing Other times knowing too much”
Daha biraz önce arkadaşlarımla harika vakit geçirmiş, birlikte gülmüş eğlenmiştik. Hayat maliye bölümündeki Envanter dersinin de, Muhasebe II’nin de çok daha fazlasıydı, ancak ben o dersler, o ruh hâli tarafından esir alınmışçasına kendimi içinden çıkılmaz sandığım bir dehlize atmıştım. Şarkı ilerledikçe, o karanlık denize baktıkça en azından o olumsuz düşüncelerden sıyrılmak adına bir şeyler yapmam gerektiğini hissettim.
“Filtering out the bad that holds us back… Take hold of what is true to your hunger A hunger that will not go away Plans for tomorrow, they will remain”
“Ben bundan daha fazlasıyım” fikri belki de ilk kez orada, o anda, “Perennial Quest”le, Chuck’ın sözleri ve rifleriyle oluştu. Hiç bitmeyeceğini düşündüğüm okulu bir önce bitirip esas yapmak istediğim şeyleri yapma azmi ve ilhamı ilk kez orada geldi. Nasıl olduysa bir anda bambaşka bir kafaya girmiştim ve geleceğe dair içimde umut ışığı doğmuştu. Zaman ilerledi, haftalar aylar geçti ve ben ilk ışığı orada yanan ve sonrasında başka desteklerle de güçlenen bir azimle bitmez dediğim okulu sadece 1 sene uzatarak, aldığım 32 dersin 32’sini de geçerek bitirdim.
“Won’t you join me on the perennial quest Reaching into the dark, retrieving light Search for answers on the perennial quest Where dreams are followed, and time is a test”
Bu ışığın doğmasına vesile olması sebebiyle de “Perennial Quest”e, Chuck’a, DEATH’e ve genel anlamda metale karşı içimde daha öncekinden de fazla, çok daha yoğun bir bağlılık oluştu. İşte benim albüm incelemeleri yazmamda da, pasifagresif’i açmamda da, şu an kafamdakileri kelimelere dökmemde de etkisi olan şarkı “Perennial Quest”ti aslında. Bu ilhamla birlikte tüm o kötü zamanları geride bırakmak için elimden ne gelirse yaptım, geride bırakmayı başardım ve aradan geçen 20 küsur yıl boyunca da karşıma çıkan her tür zorluğun bir şekilde, elbet bir şekilde üstesinden gelinebileceğine yönelik ilhamla hayatıma devam ettim.
Bana ve başka pek çok kişiye yaşattıkların ve hayatımıza dokunduğun için teşekkürler Chuck. Keşke böyle olmasaydı, yine aramızda olsaydın, ama olmadı. Bu dünya sana sadece 34 yıl ev sahipliği yapabildi. Yine de verdiğin ilhamlar sonsuza dek yaşayacak, bunu da unutma. Yazdığın bir rifle, bir melodiyle ya da sözlerinden aldığım bir ilhamla zaten sürekli aklımdasın, sürekli zihnimin bir yerindesin.
İşte “Symbolic” benim için böyle bir albüm. Bunca yıl sonra bunları yazabilmiş olmaktan, hem de doğum günümde yazabilmiş olmaktan dolayı mutluyum. Uzun zamandır “herhalde artık pasifagresif’e “The Sound of Perseverance”tan daha kişisel bir yazı yazmam” diyordum, demek ki yazabiliyormuşum.
“From rivers of sorrow To oceans deep with hope I have traveled them Now, there is no turning back The limit, the sky”
***
***
hysteresis
Bazı müzisyenler ve gruplar, fazla mükemmel olduklarından, onların albümleri söz konusu olduğunda fikirler de fazlasıyla öznelleşir. İşte Chuck, fazla mükemmel bir müzisyen ve Death de fazla mükemmel bir grup olduğu için bu spora yıllarını veren insanların Death albümleri hakkındaki fikirleri, albümlerin mükemmeliyetleri konusunda aynı olsa da bir noktadan sonra bu albümlerin, bir albümden çok daha fazlasını ifade etmelerinden dolayı fikirler fazlasıyla öznelleşmeye başlıyor. İşte bu bakımdan, benim için de diğer Death albümlerinden bir adım önde olanı “Symbolic”tir. Yazıyı nesnelleştirmek isteyenlerin, fikirlerimi bu katsayıyla bölmeleri gerektiğini belirtmek için kısa bir önsözdü.
“Spiritual Healing” albümüyle başlayan değişim, her geçen Death albümünde kendini daha da fazla hissettirmeye başlıyordu ve Chuck’ın aykırılığı gün geçtikçe daha fazla kişi tarafından fark ediliyordu. İlk iki albüm sonunda, dönemin death metalindeki yaygın konuların aksine, kişisel, felsefi ve sosyal konulara değinmeye başlamıştı ve müziğini de bunun için mükemmel bir araç olarak kullanmayı her albümde daha iyi başarıyordu.
Her albümde, müzikal olarak da death metal klişelerinden bir basamak yukarı çıkıp müziğe yeni boyutlar getirirken besteleri de teknikleşiyor fakat bu teknik, duyguyu öldürmüyor, aksine yoğunlaştırıyordu. Chuck’ın Death’te yaptığı, kişiliği gibi sürekli olarak değişen, gelişen ve arayışı bitmeyen bir müzikti.
İşte düşüncelerinin müziğiyle bütünleştiği şarkılarında da bu arayış ve yolculuktan bahsediyordu Chuck. Keder nehirlerinden okyanusların dibine umutla yaptığı yolculuklarda aradığı soruların cevaplarını bulmaya en çok yaklaştığı ve aynı zamanda yeni soruların da en çok yoğunlaştığı albümdü “Symbolic”.
From rivers of sorrow
To oceans deep with hope
I have travelled them
Now, there is no turning back
The limit, the sky
I ask my questions. Why? What today?
When tomorrow?
Sesinin her albümde biraz daha değişmesi “Symbolic”te de devam etmişti. Artık daha temiz (?) ve daha yüksek perdeden, kâh yırtıcı, kâh ıstıraplı bir vokal yapıyordu ve bu durum yazdığı sözlerle de mükemmel bir uyum yakalayarak duygularını müziğiyle ifade etmesinde sololarıyla birlikte en büyük rolü oynuyordu. Chuck, yazdığı sözlerde albüme de isim babalığı yapacak sembolik öğelerden yararlanmıştı. 1,000 Eyes şarkısında kameralarla donatılmış, özel alanların daraltıldığı gözetlenen dünyadan dem vururken, Crystal Mountain’da dinin ikiyüzlülüğüne, beyinleri körelttiğine ve buna karşı durmak için verilen mücadeleye değiniyordu. Perennial Quest’te ise hayat boyu sürecek olan zihinsel ve kişisel arayışından bahsederken, sekiz dakikalık süresi ve kapanışındaki akustik bölümle bu arayışın müzikal açıdan da gelişerek devam ettiğini haber veriyordu.
Zaman içerisinde müziğinin değiştiği gibi kadrosu da çok sık değişti Death’in ve nihayet “Individual Thought Patterns” albümünde ideal on bir yakalandı. Perdesiz bas gitarı death metale sokan Steve DiGiorgio gibi bir efsane, “atomik saat” lakaplı Gene Hoglan ve King Diamond gitaristi Andy LaRocque’tan oluşan kadronun zor yanı, böyle meşgul adamları bir arada tutmaktı. Aradan geçen iki yıl içinde bu kadrodan geriye yalnızca Gene Hoglan kalabildi. Bas gitara Florida piyasası basçılarından Kelly Conlon, ikinci gitara da Chuck’ın lise yıllarından arkadaşı olan ve çalışını çok beğendiğini söylediği Bobby Koelble alındı.
Steve DiGiorgio’nun Symbolic’te olmayışı birçokları tarafından albümün en büyük eksiği olarak görüldü, haksız da değillerdi ama yiğidi öldürüp hakkını verelim, Kelly Conlon’ın performansı -bas gitar tonunun da etkisiyle- Death’e yaraşır düzeydeydi. Zaten hemen ertesi yıl Corpsegrinder’lı Monstrosity’nin “Millenium” albümünde de bomba işlere imza atacaktı (bu albümü de dinlemeyen varsa kötü oluruz).
Bobby Koelble ise Chuck’ın yanlış seçim yapmadığını gösterircesine onunla şaşırtıcı bir uyum yakalamıştı. Özellikle Zero Tolerance’taki soloları, kendi tarzını ortaya koyup albüme yaptığı katkı açısından çok iyi birer örnekti. Bu albümde Chuck’ın da patentli soloları zirve yapmış, istenmeyen notalardan arınmış ve vokali gibi hem agresif, hem de duygusal anlar içeren, her şarkıya kendi kimliğini kazandırır hale gelmişlerdi.
Rif yapıları da soloları gibi kendine has olan Chuck, müziğine köklerinden kopmadan progresif boyutlar katmaya devam ediyordu. Kendine özgü ritim ve ölçü anlayışıyla yazdığı rifler, çok sık tempo ve ritim değiştiriyor, şarkılar dinleyene boyutlar arası yolculuk yaptırırken kafa sallayası gelenlere zor anlar yaşatıyordu; fakat buna rağmen parçaların, önceki albümlere oranla akıcılık kazandığı da dikkati çekiyordu. Bu kadar sık tempo değiştiren şarkılar, Gene Hoglan’ın davulda devleşmesini (!) sağlıyordu.
Dünyanın en yaratıcı death metal davulcularından olan Eugene “Gene” Victor Hoglan II, “Symbolic”in “Symbolic” olmasına Chuck’tan sonra en büyük katkıyı yapmaktaydı. Önceki albümde bir tekne pervanesi çalan Hoglan, bu albümde de davul setine bir M-14 fişeği katarak normal bir insan evladı olmadığını göstermişti. “Atomik saat” lakabının hakkını verircesine tek bir vuruş bile kaçırmadan, mükemmel bir tuşeyle çalıyor, hızlı bölümlerde yardırıp dinleyene adrenalin salgılatıyordu. Zillerle yaptığı oyunlar (fakat 1,000 Eyes’ın “to the left and to the right” bölümünde sağlı sollu zillere girişmesi?) ve kros hâkimiyetiyle de Chuck’ın yazdığı en basit rifleri bile teknik bölümlere dönüştürerek “orda naptı lan?”, “oha zillere bak!” tepkileri eşliğinde insanın Morrisound stüdyolarından albümün davul kayıtlarını isteyip bilahare dinleyesini getiriyordu.
Albümün, önceki Death albümlerine göre farklılıklarından birisi de prodüksüyondu. Florida death metalinin mabedi Morrisound’da kaydedilen albümün prodüksiyonunu, stüdyonun sahiplerinden Jim Morris üstlenmişti. Yakalanan tonların doğallığı ve temizliği, albümün doğasına cuk oturmuştu ve dinleyene sanki yanı başında çalınıyormuş hissi vermekteydi.
Gitar tonunun çiğliği, özellikle sololarda parlarken, bas gitarın her notasının duyulmasını sağlayan etli ton, Gene Hoglan’ın mükemmel tonlanmış davullarıyla bir olup Symbolic’i Death’in prodüksiyon bakımından o zamana kadarki en başarılı albümü yapıyordu.
Symbolic, iki sayfadır saydığım bütün bu öğelerle death metal tarihinin, hatta tüm metal tarihinin en önemli ve en ilham verici albümlerinden birisi olmuştu. Bana, dinlediğim her şarkıdan sonra “bunu çalmalıyım” dedirten ve nihayetinde bütün şarkılarını baştan sona çaldıran nadir albümlerden biri olup çıkmıştı. Human ve Individual Thought Patterns albümlerinin üzerine Symbolic gibi bir iş yaparak tüyü de diken Chuck’ın kendisine de ilham veren albüm, artık kabına sığmadığını düşünerek Control Denied projesine başlamasına da neden olmuştu.
Kritiğin sonuna yaklaştıkça, Death diskografisinin de sonuna yaklaşmanın verdiği buruk hisle sonunu bağlamak istemediğim için yazıyı, haddimi aşarak, Chuck’ın death metaldeki yeri ve hem müzikal, hem de düşünsel olarak duruşunu anlatan bir benzetmemle bitirmek istiyorum: Chuck Schuldiner, death metalin Âşık Veysel’idir. Naçizane…
Akıl almaz bir şey bu. Duygu yoğunluğu olarak Death’in zirvelerinden biri ve şu hep bahsettiğimiz “müzik üstü” olayının da iyice güçlendiği bir albüm. Şu an bunu yazarken bile tüylerim ürperiyo, manyak mıyım neyim. :)
Ne kadar çok sevdiğimi anlatamam bu albümü. Her şarkının bin tane anısı, hatırası var ayrı ayrı. Ama Perennial Quest’in yeri ayrı. Hayatta en çok sevdiğim iki şarkıdan biri.
Onun dışında Death’in klasik heavy metale en yakın albümü de bu. Önceki albümlerdeki şarkılara clean vokal konsa pek anlamlı olmaz ama Symbolic ve The Sound of Perseverance’a vokal koyup Control Denied benzeri sonuçlara ulaşılabilir diye düşünüyorum. Zaten Chuck’ın clean vokalli bir grup kurma fikirleri bu dönemlerde oluşuyor sanırım.
@12ParmakBağırsağı, destekli sallayıp The Night and Silent Water diyorum. @Ahmet Saraçoğlu, bildiysem ödülümü alırım. 10 yıl geçmiş hala aynı görüşte misin merak ettim
ah ulan “without judgement” gibi şarkı yapılır mı be
şüphesiz ki benim için death’in en iyi şarkısıdır. 2:12 de giren solo ve solo bittikten sonra ki melodi melodiden sonra çaldığı solomsu ve ardından distracted by the imagination diye sözlere girişi nasıl anlatılabilir ki ?
her sıkı death dinleyicisinde olduğu gibi çok fazla içselleştiriyoruz chuck’ı. eğer görme imkanımız olsaydı sanki ailemizden biri gibi davranırdık bi yerde karşılaşsak. o derece seviyoruz. :)
yaptığı her albümde işi bir basamak (3987397 basamak?) üste çıkaran bir adam/grup chuck ve death’i. ilk albümünden son yaptığı albüme kadar bu durum istisnasız bir şekilde devam ediyor.
her seferinde human ve sonraki albümler için uzun uzun düşünüyorum ve sonra “kelimelere sığınıp şu güzelliği bozmayayım” diyip susuyorum. akıl sır erdiremiyorum cidden.
bu arada yavaş yavaş grubun logosu da sadeleşmeye başlıyor. tsop’ta kuru kafa da gidecek.
daha önce de T’nin üst çizgisi ortaya yaklaşmıştı.
En sevdiğim Death albümü olmasının yanısıra, hayatımda dinlediğim en iyi 5 albüm arasına çok rahat girer. Albüm, en sert anlarında bile bir duygu yoğunluğu barındırıyor. Empty Words diyip bitireyim.
Hayatımda dinlediğim en iyi ilk 4 albüm: VuLgar display of power, ITP, Symbolic ve Reign in blood desem. Yazıda bahsi geçen Monstrosity-Millenium içinse ilk 10′a girer derim ve burdan giderim..
Lee Harrison’ın yampirik crash’lerinin hastasıyım.
Bu arada, Millenium’un kapağı koymasak iyiymiş, kapağı gören metalden soğur. Ama kapağı ne kadar paskalya yumurtasıysa, albüm de bi o kadar kral. Dinleyelim, dinletelim.
özgür’ün bahsettiği bu logo’nun sadeleşmesi muhabeti ilginç hakkaten. ters haçın haça doğru kayması death dinlemeye başladığım günlerden beri kafamı kurcalamıştır.hayır ne gerek var yani?
Kimi parçalarda din konusuna değinse de ters haçın, müziğin konseptiyle çelişmesinden dolayı böyle bişey yapmıştır diye tahmin ediyorum. Sonuçta Death, bir Deicide konseptinde müzik yapmıyor mevzu bahis albümlerde.
Din konusuna tabi giriyo da, sadece eleştiri anlamında giriyo. Yani onun yerine şunu yapın gibisinden başka bir görüşü öne çıkarmıyo. Annesi “Chuck spiritüalizme inanıyordu” demişti bilirsiniz, ki bu da tanrıya inandığını gösteriyo. Yine de şahsen Death dinlerken hiç öyle dini çıkarımlar falan yapmıyorum. Uçuyorum gidiyorum. :)
@hysteresis: christian metal de yaptığı söylenemez ama. yani sözlerle amblemi dengelemeye çalışması pek mantıklı gelmiyor bana. amblem düşünüldüğünde grubu dinlememiş birinin ilk etapta “hmm ters haç, hmmm haçmış” babında bir ilk izlenim edineceğini mutlaka dikkate almıştır chuck.
@ahmet : logodan herhangi bir dini anlam çıkarılmaması ne kadar mümkün bilmiyorum ama bir kafa karışıklığı yarattığı malum. ya da anti-christ bir tavr içindeyken sonradan bunu bir gençlik heyecanı olarak bir kenara itip dine kaydı olarak da yorumlanabilir. hristiyanlık mıdır bilmem ama chuck’ın bir inanca sahip olduğu şarkı sözlerinden çok net şekilde çıkarılabiliyor zaten. ruhlardan sıkça bahsetmesi(ki insanı temel alıp söz yazan birinin human kavramının içine ruhu sokması, bilinç ve ruhu ayırması çok net ortaya çıkarıyor durumu) ve hafiften kaderci tavrı bunun göstergesi.
ben sadece logo mevzusunun neden “gerekli” görüldüğüne çok anlam veremedim.
ama bence sözler üzerinde yoğunlaşan ve metalin filozofu olarak görülen birinin yazdığı sözlerden, dini ya da değil, çıkarımlar yapılması gerekiyor ki adamın ortaya koyduğu eseri bir bütün olarak algılayabilelim.
yine de chuck ın din konusundaki tavrını diğer tüm inançlı metal gruplarından ayırmak mümkün. bi kere dini senin benliğine bırakmış adam. her türlü eleştirmiş ve kesin kurallar çizmemiş. bu bile chuck’ın “düşündüğünün” büyük bir kanıtı.
her halükarda müziği ve bilinciyle derin bir zat schuldiner…
Wikipedia’dan: “In 1991, before the release of Human, he cleaned up the logo taking out more intricate details and the “T” in the logo was swapped from an inverted Cross to a more regular looking “T”, one reason being to quash any implication of religion.” Daha önceden de okumuştum zaten, dini çıkarımlar yapılmasın diye kısacası. Aslında ters haçtan haça doğru gitmiyo, + oluyo daha çok.
böyle bir albüm için ne denilebilir gerçekten bilmiyorum…başyapıt denen şeyinde ötesinde bence…tüm metal aleminde başyapıt dediğimiz şeyler bile bu albümün yanında vasat kalıyor diye düşünüyorum…sıkı bir black metal dinleyicisi olmama rağmen bu albümü hergün dinliyorum……….herşeyin ötesinde bir albüm…
Favori Death albümüm.Her şarkısı, ne her şarkısı her notası muazzam bir albüm.Ama özellikle o Without Judgement yok mu…Sahiden böyle şarkı yapılır mı be?
Bana göre Sound of Perseverance’den sonra heavy metal adına en leziz 2.albümdür.Aslında tat olarak symbolic ve sound of perseverance farklıdır da bana göre.Bu güzel müziğin yanı sıra Chuck Schuldiner muhteşem sözler yazar.Kendi yaptığım “Perennial Quest” çevirisini paylaşmak istiyorum.Çeviri sizi tatmin etmeyebilir ama eminim çeviri yapacak olsak herkes farklı bişeyler çevirir.Elimden gelenin en iyisini yaptım.
Yılların Sorusu
Yolculuk merakla başlar
ve ruhla gelişir, soruları hisseder.
Yürüdüğümüz taşların üzerinde
bir seçim yaparız yönümüzde.
Bazen asla bilinemez,
bazı zamanlar oldukça iyi bilinir.
Bizi arkada tutan kötülükler süzülür.
Açlığının gerçekliğinin ne olduğunu kavramayı üstlenirsin.
Yarınları tasarlayıp duran yılların sorusuna,
beni katıyor musun?
Cevaplar için yılların sorusunu araştıran,
izlenen rüyalar nerede ve zaman bir sınamadır.
Bu yazılan sözcüklerin arkasında,
basit bir planı paylaşıyorum,
hissettiğimiz yola asıyorum.
Üzüntünün nehirlerinden,
okyanusların derinliklerine kadar,
umutlarımla yolculuk ettim onlarda.
Şimdi, geriye dönüş yok.
Niçin sorularımı soruyorum?
Bugün nedir?
Yarın ne zaman?
Bir tek şarkının adına dair bir şey diyebilirim, Perennial Quest “ebedi arayış/yolculuk/macera” demek. Yani “Yılların” kısmı olabilir, yorumdur, ama quest’le question’ı karıştırmışsın sanırım.
Biraz daha vakit ayırdıkça, bu albümün Sound Of Perseverance’dan daha iyi olduğunu düşünmeye başladım. Zero Telorance, Misanthrope, Crystal Mountain, Empty Words, yeme de yanında yat.
Without judgement solo sonrası melodisine bende hastayım :D Koelble’nin de çoğu yerde çok hoş karşılanmadığını bildiğim için bu kritik ayrı bir hoşuma gitti zira Chuck’a ne kadar saygım sonsuz olsa da Symbolic ve Zero Tolerance’da Bobby’nin attığı sololar’ı Chuck’ınkilerden daha çok beğeniyorum umarım çarpılmam :D Özellikle Zero Tolerance’da helal olsun diyorum tüylerim diken diken oluyor her dinlediğimde.
Gene Hoglan için söylenecek fazla bir şey yok zaten adamın lakabı Atomic Clock :D Lombardo’nun China’dan kum akıtması gibi bu adamın da pervanesi ünlü :D m4a1 fişeğini ilk defa duydum kaynak falan gösterebilirmisiniz çok merak ettim cidden.
Richard Christy mi Gene Hoglan mı daha efektif zil kullanıyor sorusuna hala cevap bulamadım ama Gene Hoglan bir başka. Ziller bi yana kros hakimiyeti adamın signature’u olmuş artık :D Ayrıca bana göre en iyi metal davulculuğu bu albümdedir. (Necrophagist’in Romain Goulon’lı yeni albümü çıkana kadar hiç değilse :D ).
Bu arada 1 saniyeliğine içimden DEATH diye bağırmak geldi bu kadar salakça brşey neden oldu inanın bilmiyorum peder de uyuyor kendimi zor tuttum :D neyse iyi saçmaladım kusra bakmayın. R.i.p. Schuldiner
@Burak Canik, yorumu biraz geç gördüm ama cevap vereyim, belki görürsün. İki röportajdan alıntı yapıyorum:
“I’ve always said that I’ll play anything on stage; if it’s big and metal and clang-y and horrible sounding, I’ll play the hell out of it. I started playing a lot of ash trays when we were over in Europe–I’d find these really cool ash trays to play; I’d just stick a cymbal stand through them (to mount them). Then I found this huge brass three-pronged boat propeller, and every time I’d hit it, it would spin and I’d get three different tones out of it. I’ve played on an M14 shell, and now I’ve got a Howitzer shell that I just picked up. Mounting is always the hardest part about playing weird procession devices on stage–it’s a canon shell, it’s made for killing people, not mounting on a drum set.”
*****
“It kind of replaced a splash on the Individual Thought Patterns record. I had a ten pound brass metal boat propeller that I used to mount on top of the toms, where a splash would go. It had a really great tone so every time that I would hit it, it would spin once and it made a great sound so I used it a lot to make a ride bell effect. You can hear it all over the song ‘Overactive Imagination’ in the chorus. You can also hear it in the intro of ‘The Philosopher’. Anytime that it sounds like a ride bell, I was just beating on the boat propeller. As for the Symbolic album, I ended up getting an M14 Cannon Shell which looks like a really gigantic bullet shell. I mounted that and you can hear it in Symbolic on a couple of spots.”
@hysteresis, hımm ben bu bahsettiklerini bell sanıyodum meğersem adam oraya neler takmış :D neredeyse bell sesi çok bi fark göremedim boat propeller dediği şeyle fakat m14 shell dediği şeyi hala idrak edemedim tam olarak
death albümlerinin hepsinin ayrı bir dünyası var hepsinin içine rahatlıkla girebiliyorsun ve dinledikçe bağımlılık yapıyor fakat symbolic albümünün yeri bende ayrı
lyric olarak en iyi death albümü olsada,müzikal anlamda human, individual thought patterns ve the sound of perseverance albümlerinin ciddi anlamda gerisinde kaliyor.chuck bu albümde müzikal ziyafet vermekten cok,yazdıgı sözler ile birseyler anlatmak istemiş.
diger albumlerin aksine:şarkılardaki tempo baya düşmüş ve sözleri müziğe uyarlamak yerine; müziği sözlere uyarlamaya çalışmış. perennial quest şarkısında bu çok belirgin. ben bu tarz albümleri sevmiyorum açıkcası.
En az sevdiğim death şarkısını(misanthrope o da ama aslında çok da beceremiyorum sevememeyi, death çünkü) barındıran en çok sevdiğim 2. death albümü. Death’e bu kadar rakamsal yaklaşmak (bi tek 2 var halbuki rakam olarak) benim denyoluğum olsa da albüm hakkaten güzel baya. Death işte, basit isim-ulaşılmaz müzik.
perennial quest. şu şarkıyı beğenmeyen bir daha hayatında müzik dinlemesin amk. dünyanın en iyi albüm kapanış şarkısı. böyle bir eser yer yüzüne gelmez bir daha kolay kolay. yok böyle bi şey. 10 üzerinden 10, 20, 30, 40 amk.
@Baybora, aaa evet the ancient plague ı unutmuşum ama birebir karşılaştırıldığında ve albüm içindeki yerleri karşılaştırıldığında (mille petrozza baba alınmasın ama) perennial quest sanki 1-2 adım daha ağır basıyor. neyse sonuçta ikisinin de tadı ayrı ikisi de efsane amk.
The Sound of Perseverance’dan bile daha iyidir gözümde. Symbolic’teki söz tekrarları,Zero Tolerance’taki sololar,Empty Words’ün girişi,Without Judgement’ın sonlara doğru aldığı hal,duyduğum en iyi intro’lardan birine sahip Misanthrope,ve de önceden de katıldığım gibi metal tarihinin en iyi albüm kapanış şarkılarından biri olan Perennial Quest…Sacred Serenity,1.000 Eyes ve Crystal Moutain da değeri kesinlikle bilinmesi gereken şarkılar.
Rahatlıkla Death’in en iyi albümü olduğunu söyleyebilir,ve de yine büyük bir rahatlıkla 10 verebilirim albüme.
Ben crystal mountaina dikkat çekmek istiyorum, bu şarkıyı dinlerken ağlasam mı, nefret mi etsem, gaza mı gelsem şaşırıyorum. Hamile kadınlar gibi duygudan duyguya atlıyorum. Bu kadar etkilendiğim çok az şarkı var, burda pek hakkı verilmemiş gibi geldi yorum yazma ihtiyacı hissettim. Yoksa albüm zaten komple aşmış, dinleyin ve dinlettirin !
ilk dinlediğim death albümü olduğu için yeri bende ayrıdır…death metalin yaratıcısı olarak gösteriliyosunuz bunun için ne düşünüyosunuz? sorusuna “death bir metal grubu ve bende sadece onun bir üyesiyim” diyebilcek kadar da mütevazi bi şahsiyettir çak reyiz
Death metale fazala ısınamayan bir metalhead olmama rağmen bu albüm hayatımda dinlediğim en iyi 5-6 albümden biridir.Hele ki symbolic şarkısına gelince kendimden geçerim.Aylarca müzik çalarımda durdu,açıp bir kere dinlememiştim,meğer ne albümmüş arkadaş.
Bu arada without judgement şarkısına ayrıca dikkat çekmek isterim.
Chuck gibi metale bir şekilde yön vermiş müzisyenler şuan yaşasa nasıl albümler ortaya çıkardı çok merak ediyorum. Benim için her albümü, her şarkısı, her sözü özeldir Death’in.
Of be uzun zamandır dinlememiştim! Gece uyku tutmadı, uyurken ilk yarısını dinledim, sabah kalkınca da diğer yarısını. Kendimden geçtim yahu gözümden yaş geldi. İnsan Death dinlerken ağlar mı lan?!? Acayip duygulandım, zaten bol hicaz makamı var. İçimdeki gizli arabeskçiye dokundu herhalde.
Gene Hoglan da bayağı iyiymiş bu albümde ya bu sefer daha çok dikkatimi çekti nedense. Demek ki eskiye oranla perküsyona daha iyi odaklanıyorum. Crystal Mountain’da bu şerefsiz cihazın sesi neden daha fazla açılmıyor diye küfrettim ama aslında kulaklarım sesten patlamak üzereydi zaten.
Ayrıca Chuck Schuldiner’la da din kardeşiyim. :) Onu o kadar düzgün bildik ki; sevilen, sayılan, görüşleriyle, şarkı sözleriyle bize dokunan, müziğiyle ilham veren bir insan olarak aramızdan ayrılıp büyük ihtimalle tertemiz bir karmayla yüksek özüne ulaştı. Bu hem müthiş güzellikler içeren, hem de sapına kadar metal eserleri de bize bırakarak ruhundan bir parçayı da bize hediye etmiş oldu. Huzur içinde olsun.
Subjektif olarak gelmiş geçmiş en sevdiğim 10 albümden biri objektif olarak ise bence gelmiş geçmiş en iyi Metal albümü. Sebebi ise içerisinde progresiften deathe thrashten melodeathe resmen 9 şarkılık bir Metal turu niteliğinde olması. İçine girdiği her türün en iyi örneği şarkılara sahip olması.
Akıl almaz bir şey bu. Duygu yoğunluğu olarak Death’in zirvelerinden biri ve şu hep bahsettiğimiz “müzik üstü” olayının da iyice güçlendiği bir albüm. Şu an bunu yazarken bile tüylerim ürperiyo, manyak mıyım neyim. :)
Ne kadar çok sevdiğimi anlatamam bu albümü. Her şarkının bin tane anısı, hatırası var ayrı ayrı. Ama Perennial Quest’in yeri ayrı. Hayatta en çok sevdiğim iki şarkıdan biri.
Onun dışında Death’in klasik heavy metale en yakın albümü de bu. Önceki albümlerdeki şarkılara clean vokal konsa pek anlamlı olmaz ama Symbolic ve The Sound of Perseverance’a vokal koyup Control Denied benzeri sonuçlara ulaşılabilir diye düşünüyorum. Zaten Chuck’ın clean vokalli bir grup kurma fikirleri bu dönemlerde oluşuyor sanırım.
05.05.2011
@Ahmet Saraçoğlu, Perennial Quest ; 1.53-2.21 yok böyle bi dünya ya :D
03.08.2014
@Ahmet Saraçoğlu, ikincisi ne?
02.09.2019
@12ParmakBağırsağı, destekli sallayıp The Night and Silent Water diyorum. @Ahmet Saraçoğlu, bildiysem ödülümü alırım. 10 yıl geçmiş hala aynı görüşte misin merak ettim
onu bunu bilmem de, death’in en güzel albüm kapağı symbolic’in. hastasıyım.
ah ulan “without judgement” gibi şarkı yapılır mı be
şüphesiz ki benim için death’in en iyi şarkısıdır. 2:12 de giren solo ve solo bittikten sonra ki melodi melodiden sonra çaldığı solomsu ve ardından distracted by the imagination diye sözlere girişi nasıl anlatılabilir ki ?
her sıkı death dinleyicisinde olduğu gibi çok fazla içselleştiriyoruz chuck’ı. eğer görme imkanımız olsaydı sanki ailemizden biri gibi davranırdık bi yerde karşılaşsak. o derece seviyoruz. :)
yaptığı her albümde işi bir basamak (3987397 basamak?) üste çıkaran bir adam/grup chuck ve death’i. ilk albümünden son yaptığı albüme kadar bu durum istisnasız bir şekilde devam ediyor.
her seferinde human ve sonraki albümler için uzun uzun düşünüyorum ve sonra “kelimelere sığınıp şu güzelliği bozmayayım” diyip susuyorum. akıl sır erdiremiyorum cidden.
bu arada yavaş yavaş grubun logosu da sadeleşmeye başlıyor. tsop’ta kuru kafa da gidecek.
daha önce de T’nin üst çizgisi ortaya yaklaşmıştı.
En sevdiğim Death albümü olmasının yanısıra, hayatımda dinlediğim en iyi 5 albüm arasına çok rahat girer. Albüm, en sert anlarında bile bir duygu yoğunluğu barındırıyor. Empty Words diyip bitireyim.
Hayatımda dinlediğim en iyi ilk 4 albüm: VuLgar display of power, ITP, Symbolic ve Reign in blood desem. Yazıda bahsi geçen Monstrosity-Millenium içinse ilk 10′a girer derim ve burdan giderim..
Atara Gider Metal: http://www.youtube.com/watch?v=Y_OIny3HUR0
Lee Harrison’ın yampirik crash’lerinin hastasıyım.
Bu arada, Millenium’un kapağı koymasak iyiymiş, kapağı gören metalden soğur. Ama kapağı ne kadar paskalya yumurtasıysa, albüm de bi o kadar kral. Dinleyelim, dinletelim.
(pat o’brien da cabası)
özgür’ün bahsettiği bu logo’nun sadeleşmesi muhabeti ilginç hakkaten. ters haçın haça doğru kayması death dinlemeye başladığım günlerden beri kafamı kurcalamıştır.hayır ne gerek var yani?
herhangi bir dini anlam çıkarılmasın diyedir belki. Death’in dini veya politik anlamda bir taraf olmasını istemiyodur herhalde Chuck.
Kimi parçalarda din konusuna değinse de ters haçın, müziğin konseptiyle çelişmesinden dolayı böyle bişey yapmıştır diye tahmin ediyorum. Sonuçta Death, bir Deicide konseptinde müzik yapmıyor mevzu bahis albümlerde.
Din konusuna tabi giriyo da, sadece eleştiri anlamında giriyo. Yani onun yerine şunu yapın gibisinden başka bir görüşü öne çıkarmıyo. Annesi “Chuck spiritüalizme inanıyordu” demişti bilirsiniz, ki bu da tanrıya inandığını gösteriyo. Yine de şahsen Death dinlerken hiç öyle dini çıkarımlar falan yapmıyorum. Uçuyorum gidiyorum. :)
@hysteresis: christian metal de yaptığı söylenemez ama. yani sözlerle amblemi dengelemeye çalışması pek mantıklı gelmiyor bana. amblem düşünüldüğünde grubu dinlememiş birinin ilk etapta “hmm ters haç, hmmm haçmış” babında bir ilk izlenim edineceğini mutlaka dikkate almıştır chuck.
@ahmet : logodan herhangi bir dini anlam çıkarılmaması ne kadar mümkün bilmiyorum ama bir kafa karışıklığı yarattığı malum. ya da anti-christ bir tavr içindeyken sonradan bunu bir gençlik heyecanı olarak bir kenara itip dine kaydı olarak da yorumlanabilir. hristiyanlık mıdır bilmem ama chuck’ın bir inanca sahip olduğu şarkı sözlerinden çok net şekilde çıkarılabiliyor zaten. ruhlardan sıkça bahsetmesi(ki insanı temel alıp söz yazan birinin human kavramının içine ruhu sokması, bilinç ve ruhu ayırması çok net ortaya çıkarıyor durumu) ve hafiften kaderci tavrı bunun göstergesi.
ben sadece logo mevzusunun neden “gerekli” görüldüğüne çok anlam veremedim.
ama bence sözler üzerinde yoğunlaşan ve metalin filozofu olarak görülen birinin yazdığı sözlerden, dini ya da değil, çıkarımlar yapılması gerekiyor ki adamın ortaya koyduğu eseri bir bütün olarak algılayabilelim.
yine de chuck ın din konusundaki tavrını diğer tüm inançlı metal gruplarından ayırmak mümkün. bi kere dini senin benliğine bırakmış adam. her türlü eleştirmiş ve kesin kurallar çizmemiş. bu bile chuck’ın “düşündüğünün” büyük bir kanıtı.
her halükarda müziği ve bilinciyle derin bir zat schuldiner…
Wikipedia’dan: “In 1991, before the release of Human, he cleaned up the logo taking out more intricate details and the “T” in the logo was swapped from an inverted Cross to a more regular looking “T”, one reason being to quash any implication of religion.” Daha önceden de okumuştum zaten, dini çıkarımlar yapılmasın diye kısacası. Aslında ters haçtan haça doğru gitmiyo, + oluyo daha çok.
hm evet anlıyorum şimdi. bilmiyordum bunu.
böyle bir albüm için ne denilebilir gerçekten bilmiyorum…başyapıt denen şeyinde ötesinde bence…tüm metal aleminde başyapıt dediğimiz şeyler bile bu albümün yanında vasat kalıyor diye düşünüyorum…sıkı bir black metal dinleyicisi olmama rağmen bu albümü hergün dinliyorum……….herşeyin ötesinde bir albüm…
son derece basit bir grup ismiyle son derece sıradışı albümler ve müzikalite…ve işte chuck un müzik dünyasına mal olmuş üstün akıl oyunları..
Favori Death albümüm.Her şarkısı, ne her şarkısı her notası muazzam bir albüm.Ama özellikle o Without Judgement yok mu…Sahiden böyle şarkı yapılır mı be?
“Without judgement what would we do?”, yani diyor ki “Without Judgement olmasa biz ne yapardık?”. Evet!
“without judgement” olmasa değil, “judgement” olmasa yapacüdük diyor baba…
Biliyorum abi ben geyik yapıyordum zaten =)
Bana göre Sound of Perseverance’den sonra heavy metal adına en leziz 2.albümdür.Aslında tat olarak symbolic ve sound of perseverance farklıdır da bana göre.Bu güzel müziğin yanı sıra Chuck Schuldiner muhteşem sözler yazar.Kendi yaptığım “Perennial Quest” çevirisini paylaşmak istiyorum.Çeviri sizi tatmin etmeyebilir ama eminim çeviri yapacak olsak herkes farklı bişeyler çevirir.Elimden gelenin en iyisini yaptım.
Yılların Sorusu
Yolculuk merakla başlar
ve ruhla gelişir, soruları hisseder.
Yürüdüğümüz taşların üzerinde
bir seçim yaparız yönümüzde.
Bazen asla bilinemez,
bazı zamanlar oldukça iyi bilinir.
Bizi arkada tutan kötülükler süzülür.
Açlığının gerçekliğinin ne olduğunu kavramayı üstlenirsin.
Yarınları tasarlayıp duran yılların sorusuna,
beni katıyor musun?
Cevaplar için yılların sorusunu araştıran,
izlenen rüyalar nerede ve zaman bir sınamadır.
Bu yazılan sözcüklerin arkasında,
basit bir planı paylaşıyorum,
hissettiğimiz yola asıyorum.
Üzüntünün nehirlerinden,
okyanusların derinliklerine kadar,
umutlarımla yolculuk ettim onlarda.
Şimdi, geriye dönüş yok.
Niçin sorularımı soruyorum?
Bugün nedir?
Yarın ne zaman?
Bir tek şarkının adına dair bir şey diyebilirim, Perennial Quest “ebedi arayış/yolculuk/macera” demek. Yani “Yılların” kısmı olabilir, yorumdur, ama quest’le question’ı karıştırmışsın sanırım.
Biraz daha vakit ayırdıkça, bu albümün Sound Of Perseverance’dan daha iyi olduğunu düşünmeye başladım. Zero Telorance, Misanthrope, Crystal Mountain, Empty Words, yeme de yanında yat.
Without judgement solo sonrası melodisine bende hastayım :D Koelble’nin de çoğu yerde çok hoş karşılanmadığını bildiğim için bu kritik ayrı bir hoşuma gitti zira Chuck’a ne kadar saygım sonsuz olsa da Symbolic ve Zero Tolerance’da Bobby’nin attığı sololar’ı Chuck’ınkilerden daha çok beğeniyorum umarım çarpılmam :D Özellikle Zero Tolerance’da helal olsun diyorum tüylerim diken diken oluyor her dinlediğimde.
Gene Hoglan için söylenecek fazla bir şey yok zaten adamın lakabı Atomic Clock :D Lombardo’nun China’dan kum akıtması gibi bu adamın da pervanesi ünlü :D m4a1 fişeğini ilk defa duydum kaynak falan gösterebilirmisiniz çok merak ettim cidden.
Richard Christy mi Gene Hoglan mı daha efektif zil kullanıyor sorusuna hala cevap bulamadım ama Gene Hoglan bir başka. Ziller bi yana kros hakimiyeti adamın signature’u olmuş artık :D Ayrıca bana göre en iyi metal davulculuğu bu albümdedir. (Necrophagist’in Romain Goulon’lı yeni albümü çıkana kadar hiç değilse :D ).
Bu arada 1 saniyeliğine içimden DEATH diye bağırmak geldi bu kadar salakça brşey neden oldu inanın bilmiyorum peder de uyuyor kendimi zor tuttum :D neyse iyi saçmaladım kusra bakmayın. R.i.p. Schuldiner
21.10.2010
@Burak Canik, yorumu biraz geç gördüm ama cevap vereyim, belki görürsün. İki röportajdan alıntı yapıyorum:
“I’ve always said that I’ll play anything on stage; if it’s big and metal and clang-y and horrible sounding, I’ll play the hell out of it. I started playing a lot of ash trays when we were over in Europe–I’d find these really cool ash trays to play; I’d just stick a cymbal stand through them (to mount them). Then I found this huge brass three-pronged boat propeller, and every time I’d hit it, it would spin and I’d get three different tones out of it. I’ve played on an M14 shell, and now I’ve got a Howitzer shell that I just picked up. Mounting is always the hardest part about playing weird procession devices on stage–it’s a canon shell, it’s made for killing people, not mounting on a drum set.”
*****
“It kind of replaced a splash on the Individual Thought Patterns record. I had a ten pound brass metal boat propeller that I used to mount on top of the toms, where a splash would go. It had a really great tone so every time that I would hit it, it would spin once and it made a great sound so I used it a lot to make a ride bell effect. You can hear it all over the song ‘Overactive Imagination’ in the chorus. You can also hear it in the intro of ‘The Philosopher’. Anytime that it sounds like a ride bell, I was just beating on the boat propeller. As for the Symbolic album, I ended up getting an M14 Cannon Shell which looks like a really gigantic bullet shell. I mounted that and you can hear it in Symbolic on a couple of spots.”
09.02.2011
@hysteresis, hımm ben bu bahsettiklerini bell sanıyodum meğersem adam oraya neler takmış :D neredeyse bell sesi çok bi fark göremedim boat propeller dediği şeyle fakat m14 shell dediği şeyi hala idrak edemedim tam olarak
sitede adaletsizlik var, the jester race geçmiş bu albümü :)
11.07.2011
@blackroseimmortal, oleeey, yine başlıyoruz.
02.08.2011
@bloodshower, haklı ama.
OVERRATED!
11.07.2011
@Utku, neden overrated bulduğunuzu madde madde açıklarsanız sevinirim. ayrıca grup mu overrated, albüm mü?
overrated olan symbolic. tsop’in daha gelismemis hali gibi.
zero telorance isimli sarkida chuck’in havladigi kisim super ya haha
hergün en az iki üç sarkı dinliyorum bu albümden herhalde.her seferinde de işte bu diyorum. Symbolic dinleyen herkes için “işte bu”dur herhalde
Perennial Quest’in hipnotize etme özelliği var bundan eminim.
diğer death albümlerinde olduğu gibi galiba evet evet en iyi albümü bu dediğim başka bir death albümü.
materyalist olan beni spiritualist yapacak bu adam.
death albümlerinin hepsinin ayrı bir dünyası var hepsinin içine rahatlıkla girebiliyorsun ve dinledikçe bağımlılık yapıyor fakat symbolic albümünün yeri bende ayrı
lyric olarak en iyi death albümü olsada,müzikal anlamda human, individual thought patterns ve the sound of perseverance albümlerinin ciddi anlamda gerisinde kaliyor.chuck bu albümde müzikal ziyafet vermekten cok,yazdıgı sözler ile birseyler anlatmak istemiş.
diger albumlerin aksine:şarkılardaki tempo baya düşmüş ve sözleri müziğe uyarlamak yerine; müziği sözlere uyarlamaya çalışmış. perennial quest şarkısında bu çok belirgin. ben bu tarz albümleri sevmiyorum açıkcası.
En az sevdiğim death şarkısını(misanthrope o da ama aslında çok da beceremiyorum sevememeyi, death çünkü) barındıran en çok sevdiğim 2. death albümü. Death’e bu kadar rakamsal yaklaşmak (bi tek 2 var halbuki rakam olarak) benim denyoluğum olsa da albüm hakkaten güzel baya. Death işte, basit isim-ulaşılmaz müzik.
perennial quest. şu şarkıyı beğenmeyen bir daha hayatında müzik dinlemesin amk. dünyanın en iyi albüm kapanış şarkısı. böyle bir eser yer yüzüne gelmez bir daha kolay kolay. yok böyle bi şey. 10 üzerinden 10, 20, 30, 40 amk.
to your hungeeeeeeeeeeaaaarrggghhh!!!!
15.10.2012
@Nightwing, Kesinlikle katılıyorum. Bu ve The Ancient Plague tarihin en iyi albüm kapanış şarkılarıdır bana göre.
15.10.2012
@Baybora, aaa evet the ancient plague ı unutmuşum ama birebir karşılaştırıldığında ve albüm içindeki yerleri karşılaştırıldığında (mille petrozza baba alınmasın ama) perennial quest sanki 1-2 adım daha ağır basıyor. neyse sonuçta ikisinin de tadı ayrı ikisi de efsane amk.
15.10.2012
@Nightwing, allahlık şarkı
15.10.2012
@Nightwing, en sevdiğim death şarkısı.en sevdiğim gitar solosu.
The Sound of Perseverance’dan bile daha iyidir gözümde. Symbolic’teki söz tekrarları,Zero Tolerance’taki sololar,Empty Words’ün girişi,Without Judgement’ın sonlara doğru aldığı hal,duyduğum en iyi intro’lardan birine sahip Misanthrope,ve de önceden de katıldığım gibi metal tarihinin en iyi albüm kapanış şarkılarından biri olan Perennial Quest…Sacred Serenity,1.000 Eyes ve Crystal Moutain da değeri kesinlikle bilinmesi gereken şarkılar.
Rahatlıkla Death’in en iyi albümü olduğunu söyleyebilir,ve de yine büyük bir rahatlıkla 10 verebilirim albüme.
Ben crystal mountaina dikkat çekmek istiyorum, bu şarkıyı dinlerken ağlasam mı, nefret mi etsem, gaza mı gelsem şaşırıyorum. Hamile kadınlar gibi duygudan duyguya atlıyorum. Bu kadar etkilendiğim çok az şarkı var, burda pek hakkı verilmemiş gibi geldi yorum yazma ihtiyacı hissettim. Yoksa albüm zaten komple aşmış, dinleyin ve dinlettirin !
ilk dinlediğim death albümü olduğu için yeri bende ayrıdır…death metalin yaratıcısı olarak gösteriliyosunuz bunun için ne düşünüyosunuz? sorusuna “death bir metal grubu ve bende sadece onun bir üyesiyim” diyebilcek kadar da mütevazi bi şahsiyettir çak reyiz
sevgiyle anıyoruz 13.12
Death metale fazala ısınamayan bir metalhead olmama rağmen bu albüm hayatımda dinlediğim en iyi 5-6 albümden biridir.Hele ki symbolic şarkısına gelince kendimden geçerim.Aylarca müzik çalarımda durdu,açıp bir kere dinlememiştim,meğer ne albümmüş arkadaş.
Bu arada without judgement şarkısına ayrıca dikkat çekmek isterim.
Overrated.
Asla bir human veya induvidual thought patterns değil benim gözümde..
18.09.2014
@Milletin Adamı, abi bence hiçbir death albümü yeterince rated değil ya..
zerre ilgileri yok birbirleriyle ama pretty girls make graves’in outro’suyla beraber en sevdiğim outro perennial quest’inki :’)
bu albümü anlatılamaz olarak görüyordum hep, ancak yanılmışım, anlatılmış. eşsiz bir albümdür.
Uzun bir yazı da yazabilirdim ama gereksiz olurdu. Kritik duygularıma tercüman olmuş zaten… 10/10
Chuck gibi metale bir şekilde yön vermiş müzisyenler şuan yaşasa nasıl albümler ortaya çıkardı çok merak ediyorum. Benim için her albümü, her şarkısı, her sözü özeldir Death’in.
Death – Empty Words Şarkı Çevirisi ve Detaylı Analizi
http://akorgezegeni.com/2017/10/01/empty-words-death-turkce-ceviri/
02.10.2017
@Emre, Büyük hizmet, verdiğin emek için çok teşekkür ediyorum. Sadece ben yorum yapsam da eminimi bir çok insan yazdıklarını takip ediyordur.
beyler metal albümlerini dinleme konusunda yeniyim.ama bu; şu ana kadar dinlediklerimin arasında en iyisi.sizce önümde açık bir yol var mı?
02.06.2018
@baturalp, Aramıza hoşgeldin.
Of be uzun zamandır dinlememiştim! Gece uyku tutmadı, uyurken ilk yarısını dinledim, sabah kalkınca da diğer yarısını. Kendimden geçtim yahu gözümden yaş geldi. İnsan Death dinlerken ağlar mı lan?!? Acayip duygulandım, zaten bol hicaz makamı var. İçimdeki gizli arabeskçiye dokundu herhalde.
Gene Hoglan da bayağı iyiymiş bu albümde ya bu sefer daha çok dikkatimi çekti nedense. Demek ki eskiye oranla perküsyona daha iyi odaklanıyorum. Crystal Mountain’da bu şerefsiz cihazın sesi neden daha fazla açılmıyor diye küfrettim ama aslında kulaklarım sesten patlamak üzereydi zaten.
Ayrıca Chuck Schuldiner’la da din kardeşiyim. :) Onu o kadar düzgün bildik ki; sevilen, sayılan, görüşleriyle, şarkı sözleriyle bize dokunan, müziğiyle ilham veren bir insan olarak aramızdan ayrılıp büyük ihtimalle tertemiz bir karmayla yüksek özüne ulaştı. Bu hem müthiş güzellikler içeren, hem de sapına kadar metal eserleri de bize bırakarak ruhundan bir parçayı da bize hediye etmiş oldu. Huzur içinde olsun.
Subjektif olarak gelmiş geçmiş en sevdiğim 10 albümden biri objektif olarak ise bence gelmiş geçmiş en iyi Metal albümü. Sebebi ise içerisinde progresiften deathe thrashten melodeathe resmen 9 şarkılık bir Metal turu niteliğinde olması. İçine girdiği her türün en iyi örneği şarkılara sahip olması.