# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
DEATHSPELL OMEGA – Veritas Diaboli Manet in Aeternum: Chaining the Katechon EP
| 27.03.2023

Deccal’e, onu dizginleyenin gözünden bakmak.

Emir Şekercioğlu

Bu Deathspell Omega incelemesinde grubun “Chaining the Katechon” adlı EP formatındaki çalışmasını ele alırken yazının bütününü temelde üç bölüme ayıracağım. “Konsept” başlıklı ilk bölümde elimden geldiğince, nasıl ki her Deathspell Omega çalışması belirli bir düşüncenin ya da temanın merkezi etrafında dönüyorsa, bu çalışmada da işin özünü teşkil eden konuya dair araştırmalarımı ve yorumlarımı aktaracağım. “Müzikalite” başlığı altında olacak ikinci bölüm, çalışmanın bir Deathspell Omega eseri olarak müzik açısından nasıl bir yerde durduğuna ilişkin belirli analizlere yer verecek iken “Sonuç” başlıklı son bölümde de neden “Chaining the Katechon”un esasen grubun diskografisindeki en kilit rolü oynayan eserlerinden biri olduğunu göstermeye çalışacağım.

2008 yılında, yani grubun üçlemesinin ikinci halkası olan “Fas – Ite, Maledicti, in Ignem Aeternum” albümünden yalnızca bir sene sonra diğer bir Fransız black metal oluşumu S.V.E.S.T ile birlikte ortaya konan Veritas Diaboli Manet in Aeternum ana başlığı altında yayınlanmıştı “Chaining the Katechon”. Bu nedenle, çalışmanın bütünü aslında “Veritas Diaboli Manet in Aeternum: Chaining the Katechon” gibi uzun bir başlık taşıyor. The Metal Archive’a baktığımızda öğreniyoruz ki 2008’de hem grubun kendine has bir çalışması olarak EP formatında, hem de S.V.E.S.T ile birlikte bir split olarak yayınlanmış. Split olarak yayınlanmış olan versiyonunda, “Veritas Diaboli Manet in Aeternum” adlı 04:36 kadar süren bir şarkı S.V.E.S.T grubuna ait gözüküyor.

Bizim ana konumuz başlı başına “Chaining the Katechon” olacak. Çünkü mevcut eser, her ne kadar grubu seven insanlar nezdinde şaşırtıcı derecede az anılsa da (grubun EP’leri söz konusu olduğunda bile) esasen grubun en iddialı çalışmaları arasında bulunuyor kanaatimce. EP hakkında internette kısa bir araştırma yapanlar, bu eserin esasen Gorguts’ın “Pleiades’ Dust” adlı tek şarkı formatındaki eserini çıkarmasında ne kadar büyük bir ilham kaynağı olduğunu görebilirler. Luc Lemay, verdiği röportajlarda “Pleiades’ Dust”ın meydana getirilme sürecinde bol katmanlı tek bir şarkıdan oluşan şarkı yapma fikrini büyük oranda Meshuggah, Porcupine Tree ve Deathspell Omega’nın bu formatta meydana getirdiği eserlerden ilham alarak oluşturduğunu söylüyordu (Sırasıyla; “I”, “The Incident” ve “Chaining the Katechon”). Hâliyle “Chaining the Katechon”, 22 dakika 12 saniyelik süresiyle belirli birkaç müzikal temanın (Klasik müzik terminolojisine ait bir terim olarak tema, “theme”) varyasyonlarını içeren tek bir şarkı formatında oluşturulan bir eser.

An itibarıyla diskografisini metafizik bir bağlamdan daha dünyevi, seküler ama yine son derece alegorik tonlar taşımaya devam eden bir düzleme kaydıran Deathspell Omega; “Chaining the Katechon” ile metafizik uzamın sınırları içinde dolaştığı o evresinde yer alıyor. Çünkü “Katechon” olgusu, ziyadesiyle spesifik bir vurguya ve son derece derin alt tonlara sahip. Yani bir Deathspell Omega çalışmasından beklenebileceği gibi. Sözün burasında lafı daha fazla uzatmadan, çalışmanın konseptine geçmek istiyorum.

1) Konsept

Başlıkta yer alan “Katechon” kelimesinin ne manaya geldiğini araştırmaya başladığımda, grubu tanıyanlar için şaşırtıcı olmaktan uzak ama kendi hâlinde değerlendirildiğinde yine epey ilginç bir dinsel bağlamla karşılaştım. Varlığını Deathspell Omega’nın bu eserini dinleyene değin bilmediğim – ki grubun en takdir ettiğim yanı bu – Katechon konsepti, Aziz Paul’ün yazdığı “Selaniklilere İkinci Mektup” başlığıyla Yeni Ahitin bünyesinde yer alan enteresan ve esasen Kıyamet anlatılarıyla yakından bağlantılı bir “figüre” ya da bir “şeye” atıfta bulunuyor. Doğal olarak Yunanca kökenli olan bu kelime; “dizginleyen”, “zapt eden”, “alıkoyan” gibi manalar taşıyor. Sonrasında öğrenyoruz ki Aziz Paul bizlere Katechon’u; İsa’nın yeryüzüne ikinci gelişinden önceki evrede ortaya çıkacak olan Anti-Christ’ın (bizce yaygın bilinen adıyla, “Deccal”) serbest kalmasını engelleyen, yani onu dizginleyen bir “olgu” olarak tanıtıyor. Katechon’un temelde bir insan mı, yoksa insan üstü bir varlık mı olduğuna ilişkin tartışmalar da bir netlik yok, çünkü Aziz Paul bunu açıklamıyor. Hatta daha çok kafa karıştırıyor. Çünkü, Aziz Paul’un bu kelimeyi Yunanca kullanımında ikilik söz konusu. “Selaniklilere İkinci Mektup”ta bu kelimeyi hem τὸ κατέχον olarak nötr artikelle (τὸ) hem de ὁ κατέχων olarak maskülen artikeliyle (ὁ) yazdığı için azizin muhteva bakımından “birinden” mi ya da “bir şeyden” mi bahsettiğine ilişkin net bir fikir edinemiyoruz.

Bununla birlikte Hrstiyanlık’ta belirli bir Kıyamet figürünün muhtevasına ilişkin gördüğümüz bu tarz muğlaklıklara İslam’dan da aşinayız. Benzer biçimde İslam müfessirleri ile filozofları da uzun zaman boyunca Yecüc ve Mecüc, Dâbbetü’l-arz gibi eskatalojik varlıkların niteliğini ortaya koymaya, onları tanımlamaya çalışmışlardı. Örneğin; Moğol İmparatorluğu taş üstünde taş bırakmayıp Harzemşahlar, Abbasiler gibi İslam devletlerini yıktıklarında, Bağdat Kütüphanesi’ni yerle bir ettiklerinde Orta Çağ’da yaşamış bazı İslam bilginleri, ellerindeki ifadelere ve alametlere göre Yecüc ve Mecüc’ün aslında “Moğol kavmi” olduğuna ilişkin son derece politik beyanlara yer vermişlerdi. Benzer şekilde Dabbeü’l-arz için de zaman zaman mitolojik anlatılara, zaman zamansa politik alt tonlara kayan yorumların yapıldığı görülebilir. Bu “politik” alt ton, Katechon konusu için de bir o kadar önemli, çünkü araştırdığımızda öğreniyoruz ki Katechon “siyaset felsefesi” ve “politik teoloji” gibi branşlarda zamanında epey tartışılan bir konu olmuş.

Hristiyanlık’ta Katechon, İslam geleneğinde görebileceğimiz “Büyük Kıyamet Alametleri” ölçeğinde büyük bir zemine sahip. Nasıl ki güneşin batıdan doğması ve yeryüzünde Dabbe’nin belirmesi İslami ölçüde büyük alametler ise Katechon’un Deccal’i bir noktada tutmayı bırakması ya da “artık tutamaması” neticesinde de Anti-Christ yeryüzüne iniyor Hristiyanlık inancında. Böylelikle Deathspell Omega’nın EP ismini, “Katechon’u Zincirlemek” olarak çevrilebilecek bir başlıkla ifade ederken nasıl bir şey ima ettiğine dair de ilk elden baya fikir sahibi oluyoruz. Katechon’u zincirleyerek ortaya çıkacak olan o felaketin tetikleyicisi biz miyiz, Anti-Christ mı, Tanrı mı, yoksa kendi felsefi evreninde Deathspell Omega’nın spesifik bir şeye ilişkin bir metaforu mu bu; bunların hiçbirine dair grubun net bir cevap verdiğini görmedim sözlerde.

Katechon konseptine ilişkin söylenebilecek ve tartışmanın önemli olan diğer kanadını teşkil edebilecek mevzu da bu simgenin politik çıkarımları. Zamanında Roma Katolik Kilisesi ve Bizans Ortodoks Kilisesi’nin bazı otoriteleri, Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlık ile olan tarihsel ilişkisi üzerinden Katechon’un aslında “Roma İmparatoru” (kavramı bir “kişi” olarak düşünürsek”) ya da “Roma İmparatorluğu” (kavramı bir “şey” olarak düşünürsek) olabileceği fikrini ortaya atmışlar ki ilk bakışta tuhaf gözükse de hem tarihsel bağlamdan hem de EP üzerinden irdeleyince ilginç bir argümana dönüşüyor. Çünkü tarihsel açıdan bakarsak Diocletianus gibi Roma imparatorları Hristiyanlara ağır eziyetler çektirerek, “Katechon’un zincirlenmesi” bağlamında “Anti-Christ’ın serbest kalmasını” tetikleyen bir yorum kazanabiliyor dinsel bir alegorinin dünyevi tezahürü olarak. Madalyonun diğer yüzünden bakarsak ama, örneğin İmparator Constantin’den başlayarak (“Constantine the Great”) Hristiyanlık’ı benimseyen ve hatta onu devletin resmi dini hâline getiren bir Doğu Roma olgusunun tarihsel varlığından da bahsedebiliriz. İkinci durumda da imparator, benimsediği Ortodoks Hristiyan inancını dünyada egemen kılarak Katechon’un safında yer alır ve hem Anti-Christ’ın ortaya çıkacağı zemini hem de İsa’nın onu alt ederek inananları ulaştıracağı kurtuluşu “geciktirir” zamanın akışı içerisinde. İşin bu kısmında, Katechon üzerinden dönen politik tartışmayı daha yakın bir tarihe çekelim şimdi. Konseptin politik tarafı üzerinde hâyli kafa yormuş “modern” bir isim, özellikle Deathspell Omega’nın “The Furnaces of Palingenesia” albümüyle birlikte irdelenmeye başladığı ideolojik zeminler düşünüldüğünde epey manidar bir isme dönüşüyor. Bu isim, zamanında Nazi Partisi’nin önemli bir figürü olarak görev yapmış ideolog ve hukukçu Carl Schmitt.

Dönemin Nazi propagandalarında önemli bir rol oynayan Das Reich gazetesinde yer almış 1942 tarihli bir makalesinde Carl Schmitt, Alman İmparatorluğu’nun “katechontic” bir rolü olduğunu ima ederek esasen bu rolü “uzun süreli bir gecikmeye sahne olmuş kıyametin gerçekleşmesini şimdiden önlemek” olarak tanımlıyor . Katechon’un, Antik Roma İmparatorluğu’nun entelektüelleşme sürecini temsil eden bir kavram olarak irdeleyen Schmitt, Hristiyanlık tarihini anlama noktasında bu simgenin ne kadar hayati olduğunu vurguluyor. EP’nin yayınlandığı yıllarda henüz ortada “Paracletus” bile yokken grubun, dinleyicilerini o günlerden perde arkasında nelere hazırladığı da böylece ortaya çıkıyor (“The Furnaces of Palingenesia”nın içeriğini ve “The Long Defeat”in yayınlandığı tarihi hatırlayalım).

Ancak Schmitt’in bu argümanlarına, İtalyan bir Marxist düşünür olan Paolo Virno’dan antitez yöneltiliyor (döneme bakın ki bir Nazi sempatizanı ideolog ile bir Marxist düşünür Hristiyanlık tartışması yapıyorlar!). Virno; Katechon’un Anti-Christ’ı zapt ederken aslında onu yenecek olan İsa’nın ikinci kez yeryüzüne gelişini ve buna bağlı olarak inananların kavuşacağı nihai kurtuluşu da engellediğini/geciktirdiğini söyleyen paradoksal bir zarf atıyor. Virno aynı zamanda, Katechon’u “herkesin herkese karşı savaşını” ve “totaliteryanizmi” de geciktiren bir olgu olarak tanımladığı için, nasıl ki Schmitt bu simgeyi Nazi Almanyası için politik bir kontekste oturtuyorsa kendisi de aynı simgeyi Marxist düşüncesinin zeminine yediriyor. Peki bu ikili arasındaki tartışma Deathspell Omega’yı ne kadar bağlıyor? Ahmet abinin çevirisini yaptığı Bardo Methodology röportajında grubun “son derece zıt” ideolojik fraksiyonlardan oluştuğu ve bu politik gerilimin, sanatsal yaratımlarının doğasında temel bir kimya olduğu vurgulanıyordu hatırlarsanız. Buradan bakınca, Schmitt ile Virno düzleminde yürütülmüş dinsel/politik bir Katechon tartışması, Deathspell Omega’nın kendi iç dünyasına dair dinleyicilerine sunduğu çok dolaylı bir “ayna yansımasına” dönüşüyor.

“Katechon Zincirlendiğinde” nihayetinde erişilecek bir kurtuluş da mümkün hâle geliyor, çünkü Deccal serbest kalıyor ve buna karşılık İsa yeryüzüne iniyor. Fakat Deccal’in doğuracağı sonuçlar var insanlık için, “Kıyamet”in bir enkarnasyonu söz konusu… Dolayısıyla korkunç bir yıkım, çöküş, ters yüz oluş kesinlikle kaçınılmaz. Öte yandan grubun, Hristiyan Tanrı kavramı ve onun mahiyeti üzerine ulaştığı bir yargı da mevcut. Bu nedenle grup, söz konusu süreçte Hristiyanlık’ın metaforunu kullansa da onun zamansal sürecini ve imgelemini o dinin bir ters yüz edilişinden yorumladığı için tam burada esasen “kurtuluş” imgesini de farklı bir bağlamda yorumlamak zorunda bırakıyor bizi. Yani, Deathspell Omega böyle bir düşünce zinciriyle dinleyicilerine “Kurtuluş’un ontolojik imkansızlığı” şeklinde öbeklendirilebilecek bir yaklaşım sunuyor olabilir mi? Üçlemenin kronolojik sırasını bir kenara bırakıp onlarda sunulan tüm düşüncelerin özüne yoğunlaşalım ve şunu düşünelim; eğer ki Deathspell Omega için tanrı olgusu kötücül, yozlaşmış bir değer taşıyorsa, insanın da bu durum karşısında durduğu konum ortadaysa ve nihayetinde Katechon zincirlendiğinde Deccal serbest kalıyorsa, tüm bunların ardından gerçekten de “kurtuluş” mümkün olabilir mi? Deathspell Omega’nın baktığı yerden diyebiliriz ki bu sorunun cevabı çok net bir “hayır” gibi görünüyor.

2) Müzikalite

“Fas – Ite, Maledicti, in Ignem Aeternum”u grubun en yıkıcı ve en karanlık çalışması olarak görüyorum. “Paracletus”u ise en olgun, oturmuş ve müzikal açıdan en bütüncül çalışması olarak. Fakat grubun en çok dinlediğim eseri “Chaining the Katechon” olabilir. Bu iki albümün arasında konumlanmış bir eser olarak ikisinden de hem biçim hem de içerik olarak parçalar taşıyor ve büyük oranda “Paracletus”da dinlediğiniz duygusal yoğunluğa çok ciddi bir ön hazırlık teşkil ediyor.

Şarkının ilk dört dakikası, özellikle üçlemenin ikinci halkasından sonra Deathspell Omega’dan beklenmeyecek ölçüde damardan giriş yapan bir tabiata sahip. Intro mahiyetinde en ufak bir pasaja ya da hazırlığa bile yer vermeden, hem vokalle hem de enstrümantasyonla çat diye konuya giren grup bahsettiğim bu aralıkta öyle üzgün ve melankolik sularda geziyor ki bunu son derece agresif bir icra içerisindeyken nasıl böylesine güzel hissettirebildiğine ilişkin o fikirsizlik içinde sizi kitleyiveriyor.
Çalışmada sunulan müzikal mimari, grubun besteciliğinin gösterdiği üst düzey seviye açısından bir başka nitelikli kanıt. Dürüst konuşmak gerekirse, tek bir uzun şarkıdan oluşan albüm/EP formatının tutkulu bir müdavimi sayılmam. Çünkü çoğu durumda o bütüncül şarkının illaki kendini bir noktada inorganik hissettirdiği ve geçişler arasındaki dengeyi iyi ayarlayamadığı durumlar oluyor. Bana kalırsa, kendi kulvarlarında en başarılı işlere imza atmış grupların bile her zaman içine düşebileceği bir risk. Bu noktada “Pleiades’ Dust” ve onun meydana gelmesinde Gorguts’a bir ilham olmuş “Chaining the Katechon” arasında bir kıyaslama yerinde olur.

Yapıtın bütününü gerçekten sevmeme rağmen “Pleiades’ Dust”ın, oluşturulma sürecindeki ilham kaynaklarından biri olan “Chaining the Katechon” ile kıyaslandığında onun kadar bütüncül ve akışkan bir eser olmadığını düşünüyorum. Muhtevaları, konseptleri ve müzikal yaklaşımları elbette birbirinden çok farklı olan iki eseri kıyasladığımın farkındayım, ancak eleştirimin temel noktası zaten bu saydıklarımdan hiçbirine dayanmıyor. Bana kalırsa yeteneğinin ve tecrübesinin ışığında elinden gelenin en iyisini ortaya koymuş olmasına rağmen Luc Lemay çalışmanın bazı yerlerinde gerektiğinden fazla düşünmüş – hatta belki fazla müdahalede bulunmuş? – ve geçişler arasındaki dengeyi şarkının tam bir bütün olarak hissettirilebilmesi açısından yeterince organik hâle getirememişti. Buna karşılık “Chaining the Catechon”, hem son derece agresif ve blast-beat’lerin hiç susmadığı anlarda hem de bir o kadar hüzünlü ve hissiyat bakımından bolca Fransız Varoluşçluğu içeren müzikal muhtevasına karşın beste yapısı açısından inanılmaz derecede akıcı bir eser. Ha tabii “Pleiades’ Dust” da Deathspell Omega’ya, “The Synarchy of Molten Bones”un oluşturulma sürecinde bir takım ilhamlar vermişti elbette (Cult Never Dies röportajına bakabilirsiniz grubun), neticede Gorguts ve Luc Lemay’in nasıl bir fenomen olduğunu biliyoruz. Ama “Katechon” özelinde düşünürsek tekrar, grubun böyle zor temalarla ve zor bir müzikle deyim yerindeyse tereyağ gibi kaygan olmayı başarmış bir kompozisyon sunması, üstelik “Fas…”tan sonra bunu yapması “Chaining the Katechon”u benzerlerinden, hatta bizzat Deathspell Omega’nın diğer eserlerinden bile farklı bir konuma yerleştiren esas nokta bana kalırsa.

Deathspell Omega dinlerken belki de birtakım vicdan problemlerinin doğmasına en çok sebebiyet veren kişi olabilecek Mikko Aspa kişisine ayrı bir paragraf ayırmayı gerekli görüyorum bu çalışma nezdinde. Aspa’nın vokalleri esasen “Si Monvmentvm Requires, Circvmspice” albümünden itibaren black metal dinleyicileri nezdinde takdir gördü ve grup tarafından bir vokalist olarak tercih edilmesine ilişkin kararın eleştirisi daha çok Aspa’nın problematik kişiliği, yan projeleri ve eğer kollektifin ana merkezi sol tandanslı bir görüş benimsiyorsa bu durumda teşkil ettiği sağ kanattan kaynaklandı. Yoksa vokal stili sebebiyle eleştirildiğini pek görmedim. Fakat zannediyorum ki Aspa esas “Paracletus” albümündeki performansıyla Deathspell Omega dinleyicileri için gerçek anlamda önemli ve farklı bir konuma erişti, bilhassa da o albümdeki “Abscission” parçasıyla. Zaman geçtikçe vokal tarzında gözle görülür ilerleme kaydeden vokalistin grup bünyesindeki kariyeri boyunca, gerçek anlamda sıçrama gerçekleştirdiği evresinin tam da “Chaining the Katechon”dan “Paracletus”a uzanan o evrede meydana geldiğini düşünüyorum. Bir noktadan sonra yalnızca nefret ve değer çürümüşlüğü pompalamakla kalmayıp buna ek olarak metafizik hezeyanların da çığırtkanlığını artistik bir üslupla yapmaya başladığı bir dönem söz konusu Aspa için burada. Önceki çalışmalarda bazen düz metin okur gibi söyleyen ve tansiyonun yükseldiği yerlerde çoğunlukla volümünü arttırmakla yetinen vokalist, “Chaining the Katechon”da baya baya acı dolu nidalara, farklı tonlamalara yer veriyor. Öte yandan, diğer grup üyelerinin enstrümanları başında ortaya koyduğu iniş çıkışlarda ya da geçişlerde vokalist ile öyle güzel bir uyum yakalanmış ki tam da yukarıda değindiğim o akıcılığı gerçekleştiren en önemli bileşenlerden biri hâline geliyor bu uyum. Bu yüzden Aspa nezdinde bu EP’ye ilişkin nihai sözüm, “Sezar’ın hakkı Sezar’a” şeklinde.

Deathspell Omega, “misyonu” gereği standart bir kalıpta durmayı tercih eden bir grup olmadığından ve zaten son derece norm yıkıcı bir bestecilik anlayışı sürdürdüğünden ötürü herhangi bir çalışmasında benimsediği üslup son derece o çalışmanın doğasına özgü olabiliyor. Bu yüzden “Chaining the Katechon” her ne kadar üçlemenin ikincisi ile üçüncüsü arasında konumlanmış olmasından ötürü bu ikisinden de bariz izler taşıyan bir iş olsa da örneğin, tam aynı aralıkta çıkmış bir diğer EP “Mass Grave Aesthetics” ile gerek prodüksiyon gerekse bestecilik açısından ciddi ayrışma gösteriyor. Dolayısıyla mantıken “Katechon” EP’sindeki müziğin özelliklerini “Mass Grave Aesthetics”te de görmeyi ve bu sayede ikisinin de aynı frekansta dolaşan çalışmalar olabileceğini doğal bir şekilde bekleyebilecekken, tam tersine de en azından müzikal yaklaşım açısından benzer tınlamadıklarını görüyorsunuz. “Mass Grave Aesthetics” sanki “Si Monvmentvm…” öncesinde ya da hemen sonrasında yapılmış bir izlenim verirken – belki gerçekten öyledir ama daha geç piyasaya sürülmüştür, emin değilim o yüzden – “Chaining the Katechon”un sunduğu işitsel tecrübe gerçekten de grubun müzikal evriminin doğal bir sonucu şeklinde konumlanıyor ve kronolojik ilerleyişte daha “güncel” hissettiriyor.

3) Sonuç

Eğer ki Deathspell Omega’nın diskografisini özellikle “Si Monvmentvm Reqvires, Circvmspice” albümünden itibaren kendi içinde tutarlı bir bütünün birbirini tamamlayıcı parçaları olarak tarif edeceksek, grubun albüm formatındaki işleri kadar EP formatındaki işlerinin de önem bakımından aşağı kalır yanı olmadığını söyleyebiliriz rahatlıkla.

Farklı zaman dilimlerinde grup üyelerinin de dile getirdiği gibi müzikal yolculukları kendi içerisinde tutarlı bir muhtevaya ve metodolojik bir yaklaşıma sahip, black metal gruplarının çok büyük bir kısmının aksine. Öyle ki “Chaining the Katechon”un müzikal üslubundaki değişim bile başlı başına bu hususu doğrulamaya yetiyor. “Fas – Ite, Maledicti, in Ignem Aeternum” albümünün nefes aldırmaz şiddeti ve taviz vermeyen karanlığı ardından grubun, bu EP ile beraber ipleri yavaş ama gözle görülür bir şekilde gevşetmeye ve müziğini dinleyiciler için görece biraz daha “işitsel işkence” olmaktan çıkarmaya başladığı anlaşılıyor. “Paracletus” çalışmasının birçokları için grubun başyapıtı olarak görülmesinde bu durumun epey baskın geldiğini düşünüyorum; yine agresif ve vurucu olmasına karşın daha kontrollü bir kaos ve insan olmanın getirdiği bazı duygulardan kaçamayacak olmaya ilişkin itiraf niteliğinde duygu yüklü aranjmanlar vardı onda. “Chaining the Katechon”, triolojinin üçüncü halkasına geçiş yapmadan önce işte bu sıçramaya, gerçekleşen değişime ilişkin deneylerin uygulamaya konduğu ve bunların tek bir şarkı formatında muazzam bir akıcılıkla meyvelerini verdiği bir çalışma olarak konumlanıyor.

9/10
Albümün okur notu: 12345678910 (7.15/10, Toplam oy: 53)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2008
Şirket
Norma Evangelium Diaboli
Kadro
Hasjarl: Gitar
Khaos: Bas
Mikko Aspa: Vokal

Konuk:
Spica: Ek vokal
Şarkılar
1. Chaining the Katechon
  Yorum alanı

“DEATHSPELL OMEGA – Veritas Diaboli Manet in Aeternum: Chaining the Katechon EP” yazısına 9 yorum var

  1. şeyh hulud says:

    Abimle benim bu kapaktaki poza çok benzer bir çocukluk fotoğrafımız var.

  2. Aim says:

    19:42′de giren riff = ciddi ciddi hayatımda duyduğum en iyi rifflerden biri, sanat eseri.

    Bu müziği yapan adamlar paralel evrenlerin birinde direksiyonu popüler müziğe falan kırsalardı, bu yetenekle nasıl bir iş çıkardı çok merak ediyorum. Belki bir altın çağ falan yaşardı dünya popüler müzik adına kim bilir.

    DsO hakkında bir şeyler okumak her zaman çok keyifli, yazı da oldukça güzel, ilginç bilgiler var. Yazarın eline sağlık.

  3. “Kénôse” ve “The Synarchy Of Molten Bones” arası Deathspell Omega müziğin başına gelmiş en muhteşem şeylerden biri. Çok özlüyorum ve bir daha asla öyle olamayacaklarını bilerek üzülüyorum.

    deadhouse

    @ismail vilehand, Kenose derken bile ürperiyorum. İsmi o kadar kötücül ve şeytani ki.

    Yiğit

    @ismail vilehand, bence “Kénôse” ve “The Synarchy Of Molten Bones” arası hiçbir dso işinden daha iyi değil ama yine de baş tacı.

  4. Seyfettin Dursun says:

    Ayrıntılı inceleme için teşekkürler. Önemli bulduğum bir detayı da ben eklemek isterim. Şarkının tek Fransızca sözünde Mikko şöyle diyor: “Le verdict ne vient pas d’un coup, le processus lui-même se transforme au fur et à mesure en verdict.” (Karara bir anda varılmaz; tüm süreç yavaş yavaş bir karara dönüşür.) İşte hem Katechon kavramı hem de şarkının kendisi, bir bireyi/kararı değil, sürecin kendisinin nihai dönüşümünü ve kıyametin/deccalin ortaya çıkışını örnekliyor. Bu sadece gerçek sanatçıların yapabileceği ve hissettirebileceği bir söz-müzik uyumu bana kalırsa.

  5. vatay says:

    Deathspell Omega okumaları da dinleme ile benzer keyfi sağlıyor bana. Ellerinize sağlık.

  6. şeyh hulud says:

    Şunu düşündüm geçen: Christian Bouche acaba DsO ve NoEvDia’nın albüm satışlarından elde ettiği parayla geçinebiliyor mudur, yoksa ayrıca profesyonel olarak yaptığı bir işi de var mıdır? Eğer varsa bu adam ne zaman çalışıyor, ne zaman bu kadar şeyi okuyor, ne zaman NoEvDia ile ilgileniyor, ne zaman şarkıları yazıp kaydediyor, keşiş gibi acayip adanmış bir hayat yaşıyor olması lazım.

  7. 12ParmakBağırsağı says:

    Elinize sağlık hocam, çok güzel bir yazı olmuş. Mass Grave Aesthetics konusundaki tahmininizde haklısınız bu arada, şarkı ilk SMRC – Fas arasında içinde Antaeus ve Mutiilationun da olduğu bir splitte yayınlanıyor. Metal-Archives’ten kaldırmışlar ama vikipedi linkini bırakayım: https://en.wikipedia.org/wiki/Mass_Grave_Aesthetics

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.