Albüme dair içeriklere geçmeden evvel, ülkemizde gerçekleşen depremlere ilişkin birkaç kelam etmek istiyorum. Dürüst konuşmak gerekirse, olayların meydana gelmesinden bu yana psikolojik olarak bir albüm incelemesi yazabilecek durumda değildim. Hatta şu an bile bu yazıya giriş yaparken zorlandığımı bilmenizi isterim. Lakin Ahmet abinin geride bıraktığımız günlerde yazdığı SCHIZOPHRENIA incelemesinin ilk paragrafında da belirttiği gibi sanırım bir noktada sitenin aktivitelere devam etmesi en azından psikolojik olarak bizlere daha iyi gelecektir. Üzüntü, öfke, anksiyete, isyan vb. gibi sayısız duygulardan oluşan bir yoğunluğun içerisindeyken, bu sitede yayınlanacak her bir inceleme belki bizlere az da olsa biraz nefes alma, kafa dağıtma imkanı sunabilir. Benim de bu zor günlerde bir inceleme kaleme alabilmemi sağlayan yegane motivasyon da bu açıkçası.
Depremin hem doğrudan sıkıntılarına hem de yarattığı psikolojik etkilerine maruz kalmış herkese buradan şahsım adına büyük geçmiş olsunlar diliyor, buradaki deprem başlığı altında gördüğüm kadarıyla zor zamanlarda maddi/manevi yardım eli uzatan bütün site takipçilerine de ne kadar teşekkür etsem az olacağını söylemek istiyorum. Kavgalar, fikir ayrılıkları vs. her zaman olabilir, ama bunlar bir kenara, insanlığımızı esas böyle zor zamanlarda gösterebildiğimiz gerçeğini hesaba katarak gerçekten de site içerisindeki bu dayanışma ve desteğe hayranlık duyuyorum.
Bu incelemede konumuz gördüğünüz üzere İsveç’in death metal devlerinden Hypocrisy ve onun kariyerinde önemli bir miladı teşkil eden albümü “Abducted”. Sevgili Cemil Okumuş’un, çok da uzak olmayan bir zaman önce yazdığı “Penetralia” incelemesinin ardından içimde yeniden bir Hypocrisy dinleme isteği uyandı. Buna binaen yakın zaman önce gerçekleştirdiğimiz bir telefon konuşmasında – Cemil zamanında PA vasıtasıyla tanıdığım ve iletişimimizi koparmadığımız yakın bir dostumdur – bol bol Hypocrisy konuştuk ve neredeyse grubun tüm diskografisini ele aldık. Açıkçası grubun ilk iki albümü dışındaki işlerine hiç hakim değildim, dinlememiştim. Ama Cemil’in incelemesinden sonra iki gün içerisinde üç albüm haricinde kalan bütün Hypocrisy albümlerini dinledim ve fikirlerimi onunla paylaştım. Nihayetinde, grubun “Abducted” albümü üzerine bir inceleme yazmanın hoş olabileceğinde karar aldık ve sağolsun sevgili Cemil böyle bir incelemeyi benden kesinlikle okumak isteyeceğini söyleyerek beni bu noktada yazmaya teşvik etmiş oldu.
İlk iki albümünde son derece klasik, geleneksel ve old-school standartlarında bir death metal icra ederek Florida’daki “keşif zamanlarından” edindiği birikimi bizlere sergileyen Peter Tägtgren, grubun 3. albümü “The Fourth Dimension” ile birlikte hem tematik hem de enstrümantal ifade biçimi olarak ciddi bir değişikliğe gitmeye karar vermişti. Şarkıların yapısal olarak yine ekstrem unsurlar içermesiyle birlikte çok daha mid ve slow tempolara kaydığı, tematik kurgularınsa dünya dışı varlıklar ve onların insanlarla etkileşimlerine evrildiği bu yeni müzik anlayışında Tägtgren ve grubu özgün bir üslup oluşturmuştu. Hypocrisy dinleyicilerinin bazıları için hâlâ grubun en iyi albümü olarak gösterilen “The Fourth Dimension”ın ardındansa Hypocrisy, bu ünvanı onunla paylaşacak ve söz konusu iddiada ondan çok daha büyük bir çoğunluk elde edecek “Abducted” albümünü piyasaya sürdü.
Bana kalırsa da “Abducted” grubun en iyi albümüdür. Çünkü bugün Peter Tägtgren’in günümüzde hem bir gitarist/vokalist hem de bir frontman olarak iyi yapmasıyla övündüğü ne varsa hepsinin bir gövde gösterisi olarak kendine yer bulduğu albüm bu. Albümde son derece kolay tüketilebilir bir sound ve şarkı karakteristiğiyle buluşan bir bestecilik anlayışının sayesinde Hypocrisy, kendine ciddi bir ticari başarı getiren formülünü de ortaya koyarak gelecekte yayınlayacağı daha nice albümün tamamlanmış iskeletini de bize sunuyor “Abducted” ile.
Intro “The Gathering”in ardından gelen iki şarkı “Roswell 47” ve “Kiling Art” bugün Hypocrisy klasikleri arasında girmiş, grubun neredeyse her konserinde çalınan parçalar. İlkinin konserlerde eşlik etmelik bir marş havası taşıması; ikincisininse birbirinden azman riflerle ve davullarla kafaları duvardan duvara vurdurtma arzusu yaratması, eski death metal kimliğinin ardından getirilen bu yeni anlayışı uygulamada Tägtgren’in ne kadar iddialı olduğunu gösterircesine vurucu performanslar içeriyor. Dolayısıyla burada frontman’in kendisi için ayrı bir paragraf daha açmak gerekiyor.
Yıllarca Hypocrisy’i büyük ölçüde teğet geçmiş bir dinleyici olmama rağmen frontmanin ismini duymadığım mecra neredeyse kalmamıştı. Bunun nedenini anladığım esas albüm de “Abducted” oldu. Vokal bahsi bana kalırsa, gitaristliğinden çok daha büyük bir paya sahip Tägtgren için. Hem high-pitched scream’leri, hem deep death growl’ları bir şarkı içerisinde yer alan çok kısa zaman aralıklarında bile müthiş bir ustalıkla yapabilen frontman’in onca başarılı ekstrem metal vokalisti arasında dahi ayrıcalıklı bir yere oturabileceğini anlıyorsunuz. Hatta Napalm Death ya da Carcass gibi gruplardan da aşina olduğumuz ölçüde grindcore’a özgü çok daha derin brutal vokallerde kendine yer bulabiliyor müzisyende. Fakat bütün bunlara ek olarak, misal albümün kapanışını yapan “Drained” adlı şarkıda olduğu gibi clean vokal performanları da icra ediyor müzisyen. Bu arada şarkının, bir metal ballad’ı nasıl yazılır sorusuna adeta ders niteliğinde bir cevap verdiğini de eklemek lazım. “Drained” olsun ya da ileriki yıllarda yayınladıkları self-titled (“Hypocrisy”, 1999) albümlerindeki “Paled Empty Sphere” gibi bir şarkı olsun, Hypocrisy frontmaninin zaman zaman hem işin enstrümantal kısmında hem de vokal kısmında ciddi ciddi Pink Floyd’u da çalıştığını gösterir nitelikte işler bunlar.
Anladığım kadarıyla söz konusu grup Hypocrisy olunca, albümlerinin incelemelerinde şarkı yapılarından ziyade bir bütün olarak muhtevaya odaklanmak çok daha yerinde bir tercih olur. Çünkü grubun ve grubun doğrultusunu tayin eden kurucusunun müzik performansında en öne çıkan nokta, elde edilen birikimin nasıl bir ifade biçimiyle ortaya konduğu meselesi oluyor. Hypocrisy elinden çıkma hiçbir çalışma, daha önce ortaya konmamış bir nitelik sergilemiyor. Örneğin, özellikle de uzaylılar konseptinin benimsenmesinden sonra klavye kullanımının baskınlaşmasının arkasında, mevcut atmosferi vermek için zamanında bu işin üstadı noktasına gelmiş Nocturnus gibi grupların nasıl çalışıldığını (teknik olarak değil, şarkıya tematik katkısı bağlamında), işin daha old school death tarafına bakan kısımlarda Morbid Angel, Malevolent Creation, Deicide gibi grupların Hypocrisy’e nasıl hocalık yaptığı; melodik death tarafına bakan durumlarda ise “doom/death sentezi + melodik rifler/sololar + nakarat = ballad ya da orta tempo agresyonu” gibi mevcut formülizasyonlarla nasıl karma ve zengin bir icranın sergilendiğini anlıyorsunuz. Dolayısıyla Hypocrisy, bütün ilham kaynaklarını yapay durmayacak biçimde tek bir potada eritmeyi başarmış ve bu sayede kendi karakteristik sound’unu elde etmiş bir ekstrem metal grubu olarak herkesin kolay kolay başaramayacağı ölçüde zor bir işe imza atıyor. Hâliyle “Abducted”, eğer bütün bu açılardan bakarsanız tüm taşların olması gerektiği gibi yerine konduğu bir çalışma olarak bu kadar önemli. Hem bu derece eklektik bir yapı taşıyıp, hem bir o kadar kolay tüketilebilir bir icra ortaya koymak; bunları mevcut kimyada sırıtmayacak bir sound ile buluşturmak ve hem de ticari potansiyeli arttırmak… Sayısız grup ve albüme prodüktörlük yapmış Tägtgren’in, neden prodüktör olarak bu kadar tercih edildiğinin de önemli gerekçeleri bunlar.
13 şarkı içeren albümde, hangi kafa yapısındaysanız ona hizmet edecek bir şarkı bulmak mümkün işin güzel tarafı. Melankolik sulara yelken açmak için “The Arrival of the Demons (Pt. 2)”, “Drained”, “Sleepin’ Away”; kafa göz yarmak için “Killing Art”, “Point of No Return”, “Abducted”, yürüyüş hızında kafa sallamak için “Roswell 47” vs.
Albümün ve genel olarak Hypocrisy’nin en büyük sıkıntısı sanırım şarkı sözleri. Dürüst olmak gerekirse şarkı sözü benim için hiçbir zaman müziğin önüne geçmemiştir. Hatta çoğunlukla dikkatimi bile çekmez önem sırasında. Bununla birlikte, albümün ve grubun bu noktada biraz olması gerekenden de fazla sıradan olduğunu söylemek zorundayım maalesef. Ama bu da devede kulak olsun. Neticede Hypocrisy’i herkes böyle biliyor, bu hâlini kabul ederek seviyor.
Diskografisi hâyli kabarık olan grubun kariyerinde hem bir dönüm noktası hem de ciddi bir atılım olan “Abducted” böylece adını death metal severlerin listelerine yazdıran, dikkatlerini cezbeden bir çalışma hâline geliyor ve bunu da sonuna kadar hak ediyor.
Kadro Peter Tägtgren: Gitar, klavye, davul, vokal, söz, beste
Mikael Hedlund: Bas, beste (2, 3, 8, 11)
Lars Szöke: Davul, beste (3, 6, 8)
Şarkılar 1) The Gathering
2) Roswell 47
3) Killing Art
4) The Arrival of the Demons (Part 2)
5) Buried
6) Abducted
7) Paradox
8) Point of No Return
9) When The Candle Fades
10) Carved Up
11) Reflections
12) Slippin’ Away
13) Drained
Eline sağlık Emir. Albümü her açıdan oldukça kapsamlı bir şekilde ele alan bir inceleme olmuş. Hypocrisy’nin en iyi albümünün hangisi olduğu sorusu, grubun kariyeri içerisinde death metal anlayışı açısından birbirinden belirgin şekilde ayrılan iki dönem olduğu ve her ikisi de kendi yapısı içerisinde ele alınması gerektiği için cevaplanması zor bir soru. Fakat her iki dönem için de ayrı ayrı düşünürsek ben de Abducted’ın grubun melodik dönemindeki en iyi albümü olduğunu düşünüyorum. Grubun melodik karakterli death metal anlayışının en belirgin örneği bu albüm.
@cemilokumus, Sağ olasın Cemil. Yani tabii, klasik death metal dönemine bakacak olursak grubun “Osculum Obsenum” gibi bir albümü var ortada en iyilerden, gerçi benim favorim o devreden “Penetralia”. Dediğinde haklısın, “Abducted”ı daha çok melodik döneme geçtikten sonraki en iyi albümü olarak kastetmiştim.
Eline sağlık Emir. Hypocrisy bir türlü içine giremediğim, sadece Virus albümünü iyi bildiğim bir grup. Sebebini bilmiyorum, umarım ileride daha çok severim. Bu albümden birkaç şarkı dinlemişliğim var ama en iyi albümü diyorsan ilk fırsatta dikkatli şekilde dinleyeceğim.
@Ahmet Saraçoğlu, Teşekkürler Ahmet abi. “En iyi albüm” noktasında Cemil’in dediği gibi tarz olarak ayrışan dönemlere göre değerlendirmek lazım. O kısmı vurgulamayı gözden kaçırmışım sanırım kritikte.
Bu arada, eğer 1 albüm dışında Hypocrisy’i az biliyorsan naçizane önerim; grubun “Osculum Obsenum”, “The Fourth Dimension” ve “Abducted” albümlerini peş peşe dinlemen, diskografilerinde oldukları şekliyle. Yaşadıkları değişimi çok güzel seyredebiliyorsun öyle, Üçü de zaten iyi albümler. Dersen ki ama vaktim yok, yardır “Abducted”dan.
Hypocrisy ilk dinlemeye başladığım death metal gruplarındandır. Hatta o zaman çıkardıkları Into the Abyss albümünün bende özel bir yeri vardır (testere sounduna rağmen)
Sanırım dönem ayrımını 2000 öncesi ve sonrası şeklinde yapıyorsunuz. Burada selftitled albüm de çok kıymetlidir. Sonraki dönem işlerinde ise Virus albümü sertliği ile kulak dolduruyor.
Kısacası bu grubun tüm albümleri incelemeyi hak ediyor. Kısa sürede sitede yer alması temennisiyle.
@hf, Dönem ayrımını daha çok albümlerde icra edilen death metal stiline ve tematik değişimlere göre yapıyoruz hocam. Mesela grubun ilk iki albümünde müzik anlamında daha old school standartlarda yapılan bir death metal icrası var ve şarkı sözleri/temaları da buna göre şekilleniyor.
Ama mesela “The Fourth Dimension”dan itibaren daha melodik bir death metal anlayışına kayış var ve şarkı sözleri/temaları da uzaylılar, hükümet komploları vs. gibi şekilleniyor. Ayrıma gittiğimiz temel noktalar bunlar.
Self-titled albümlerini ben de çok severim hocam; özellikle “Pale Empty Sphere” şarkılarının hastasıyım diyebilirim o albümden.
Hypocrisy gibi çok albüm çıkarmış gruplar söz konusu olunca hocam, albümlerinin hepsini siteye kazandırmak biraz zor ve uzun bir süreç oluyor. Açıkçası başka tarzlarda başka bir sürü albüm de yazılabileceğinden sıranın bütün albümlere gelmesi her zaman mümkün gözükmüyor. Ama spesifik olarak “şu albümün incelemesini sitede görmeyi çok isterdim” şeklindeki beyanları mümkün olduğunda dikkate alıp siteye kazandırmaya çalışıyorum.
@Emir, Evet aslında objektif olarak bakınca tüm önemli albümleri sitede var sayılır. Belki bir de The Final Chapter albümü eklenirse yeterli bile olabilir.
Şarkı şarkı dinleme konusu da çok doğru. O yüzden mesela çoğu hit şarkının yeniden kaydedilmiş halini içeren 10 Years of Chaos and Confusion ve aynı ayarda live albüm olan Hell over Sofia – 20 Years of Chaos and Confusion albümleri de favorilerim arasında.
Ellerine sağlık, tüm kritiklerini zevkle okuyorum, yine güzel bir kritik olmuş.
Hypocrisy’i seviyorum fakat o kadar, ötesi olmuyor benim için. Tüm albümlerine fiziksel olarak sahip olsam da albümlerinin tamamını sıkılmadan dinleyemiyorum. Çok güzel şarkıları var aynı zamanda dinlerken sıkıldığım, zerre akıcılığı olmayan şarkıları da var.
En güzel albüm durumu yukarıda “cemilokumus”un da belirttiği gibi kişiden kişiye değişiyor. “Abducted” bana göre bu tanıma pek uymuyor, uyanı da gayet iyi anlayabiliyorum. Mesela bu albümden sonra çıkardıkları “The Final Chapter” ya da “A Taste of Extreme Divinity” bu albümden daha iyi bana göre.
@Bloodshot, Teşekkürler hocam değerli görüşleriniz için. Bilmek sevindirdi.
Kesinlikle haklısınız diğer konuda. Hypocrisy bana kalırsa da şarkı şarkı dinlerken keyfi daha çok çıkan gruplardan. Sevdiğim albümleri var tabii, ama her albümü çok ideal olmayabiliyor ve kişiden kişiye göre değişiyor. Mesela “Abducted” hakkındaki yorumunuzu anlayabiliyorum, çünkü ben de keza “The Final Chapter” albümüne pek ısınamadım açıkçası.
Ama önemli olan günün sonunda hepimizin bir şekilde bu grupta sevebileceğimiz, kendimizden bir şeyler bulabilmesi. Bu minvalde de Hypocrisy gerçekten değerli grup.
Dipnot: Bence “Hypocrisy”, bir ekstrem metal grubu için harika bir isim.
@Emir, Hocam sizlerin siteye yazdığı kritikler/haberler emin ol benim görüşlerimden çok daha değerli, yorumuma cevap için de ayrıca teşekkür ederim.
Cevabına da %100 katılıyorum. En basit örnekle “Adjusting the Sun” şarkısında yerimde duramazken, şarkıyı yıllardır (albümün ilk çıktığı zamandan beri-evet dinazorum-) sıkılmadan dinlememe rağmen öffleyenleri de sıkılanları da çok gördüm. İşin garibi melankolik depresif, içe dönük bir müzik yapmamasına rağmen bu kadar bireysel olan bir grup bilmiyorum. Yani Slayer – Reign in Blood herkes için bir klasiktir fakat Hypocrisy’de senin benim klasik olarak gördüğüm bir şarkısı/albümü başkası için sıradan olabiliyor. Bu bağlamda Hypocrisy bu ilginçliği ile de çok değerli bir grup.
Dipnot: Bence de “Hypocrisy”, bir ekstrem metal grubu için harika bir isim.
Grubun en iyi albümü olmakla birlikte bence türünün karşılaması gereken her şeyi karşılayan bir albüm. Kritik de çok başarılı ve keyifli olmuş, teşekkürler. Bir de Point of No Return müthiş bir şey, çok daha fazla ilgiyi hak ediyor.
@lammoth, Merak ediyorsan izle her türlü. Zaten 13 bölümlük bir seri, akıp gidiyor. Henüz yeni bitirdiğim için seri hakkında kesin şeyler söylemek istemiyorum ama uzun zamandır ihtiyacım olan animeydi. Söyleyebileceğim tek şey günümüz dünyasıyla ilgili son derece korkunç tespitlere sahip.
Eline sağlık Emir. Albümü her açıdan oldukça kapsamlı bir şekilde ele alan bir inceleme olmuş. Hypocrisy’nin en iyi albümünün hangisi olduğu sorusu, grubun kariyeri içerisinde death metal anlayışı açısından birbirinden belirgin şekilde ayrılan iki dönem olduğu ve her ikisi de kendi yapısı içerisinde ele alınması gerektiği için cevaplanması zor bir soru. Fakat her iki dönem için de ayrı ayrı düşünürsek ben de Abducted’ın grubun melodik dönemindeki en iyi albümü olduğunu düşünüyorum. Grubun melodik karakterli death metal anlayışının en belirgin örneği bu albüm.
13.02.2023
@cemilokumus, Sağ olasın Cemil. Yani tabii, klasik death metal dönemine bakacak olursak grubun “Osculum Obsenum” gibi bir albümü var ortada en iyilerden, gerçi benim favorim o devreden “Penetralia”. Dediğinde haklısın, “Abducted”ı daha çok melodik döneme geçtikten sonraki en iyi albümü olarak kastetmiştim.
Eline sağlık Emir. Hypocrisy bir türlü içine giremediğim, sadece Virus albümünü iyi bildiğim bir grup. Sebebini bilmiyorum, umarım ileride daha çok severim. Bu albümden birkaç şarkı dinlemişliğim var ama en iyi albümü diyorsan ilk fırsatta dikkatli şekilde dinleyeceğim.
13.02.2023
@Ahmet Saraçoğlu, Teşekkürler Ahmet abi. “En iyi albüm” noktasında Cemil’in dediği gibi tarz olarak ayrışan dönemlere göre değerlendirmek lazım. O kısmı vurgulamayı gözden kaçırmışım sanırım kritikte.
Bu arada, eğer 1 albüm dışında Hypocrisy’i az biliyorsan naçizane önerim; grubun “Osculum Obsenum”, “The Fourth Dimension” ve “Abducted” albümlerini peş peşe dinlemen, diskografilerinde oldukları şekliyle. Yaşadıkları değişimi çok güzel seyredebiliyorsun öyle, Üçü de zaten iyi albümler. Dersen ki ama vaktim yok, yardır “Abducted”dan.
Hypocrisy ilk dinlemeye başladığım death metal gruplarındandır. Hatta o zaman çıkardıkları Into the Abyss albümünün bende özel bir yeri vardır (testere sounduna rağmen)
Sanırım dönem ayrımını 2000 öncesi ve sonrası şeklinde yapıyorsunuz. Burada selftitled albüm de çok kıymetlidir. Sonraki dönem işlerinde ise Virus albümü sertliği ile kulak dolduruyor.
Kısacası bu grubun tüm albümleri incelemeyi hak ediyor. Kısa sürede sitede yer alması temennisiyle.
15.02.2023
@hf, Dönem ayrımını daha çok albümlerde icra edilen death metal stiline ve tematik değişimlere göre yapıyoruz hocam. Mesela grubun ilk iki albümünde müzik anlamında daha old school standartlarda yapılan bir death metal icrası var ve şarkı sözleri/temaları da buna göre şekilleniyor.
Ama mesela “The Fourth Dimension”dan itibaren daha melodik bir death metal anlayışına kayış var ve şarkı sözleri/temaları da uzaylılar, hükümet komploları vs. gibi şekilleniyor. Ayrıma gittiğimiz temel noktalar bunlar.
Self-titled albümlerini ben de çok severim hocam; özellikle “Pale Empty Sphere” şarkılarının hastasıyım diyebilirim o albümden.
Hypocrisy gibi çok albüm çıkarmış gruplar söz konusu olunca hocam, albümlerinin hepsini siteye kazandırmak biraz zor ve uzun bir süreç oluyor. Açıkçası başka tarzlarda başka bir sürü albüm de yazılabileceğinden sıranın bütün albümlere gelmesi her zaman mümkün gözükmüyor. Ama spesifik olarak “şu albümün incelemesini sitede görmeyi çok isterdim” şeklindeki beyanları mümkün olduğunda dikkate alıp siteye kazandırmaya çalışıyorum.
15.02.2023
@Emir, Evet aslında objektif olarak bakınca tüm önemli albümleri sitede var sayılır. Belki bir de The Final Chapter albümü eklenirse yeterli bile olabilir.
Şarkı şarkı dinleme konusu da çok doğru. O yüzden mesela çoğu hit şarkının yeniden kaydedilmiş halini içeren 10 Years of Chaos and Confusion ve aynı ayarda live albüm olan Hell over Sofia – 20 Years of Chaos and Confusion albümleri de favorilerim arasında.
Bu vesileyle tekrar elinize sağlık.
Ps: Benim selftitleddeki favorim Elastic Inverted Vision
Ellerine sağlık, tüm kritiklerini zevkle okuyorum, yine güzel bir kritik olmuş.
Hypocrisy’i seviyorum fakat o kadar, ötesi olmuyor benim için. Tüm albümlerine fiziksel olarak sahip olsam da albümlerinin tamamını sıkılmadan dinleyemiyorum. Çok güzel şarkıları var aynı zamanda dinlerken sıkıldığım, zerre akıcılığı olmayan şarkıları da var.
En güzel albüm durumu yukarıda “cemilokumus”un da belirttiği gibi kişiden kişiye değişiyor. “Abducted” bana göre bu tanıma pek uymuyor, uyanı da gayet iyi anlayabiliyorum. Mesela bu albümden sonra çıkardıkları “The Final Chapter” ya da “A Taste of Extreme Divinity” bu albümden daha iyi bana göre.
15.02.2023
@Bloodshot, Teşekkürler hocam değerli görüşleriniz için. Bilmek sevindirdi.
Kesinlikle haklısınız diğer konuda. Hypocrisy bana kalırsa da şarkı şarkı dinlerken keyfi daha çok çıkan gruplardan. Sevdiğim albümleri var tabii, ama her albümü çok ideal olmayabiliyor ve kişiden kişiye göre değişiyor. Mesela “Abducted” hakkındaki yorumunuzu anlayabiliyorum, çünkü ben de keza “The Final Chapter” albümüne pek ısınamadım açıkçası.
Ama önemli olan günün sonunda hepimizin bir şekilde bu grupta sevebileceğimiz, kendimizden bir şeyler bulabilmesi. Bu minvalde de Hypocrisy gerçekten değerli grup.
Dipnot: Bence “Hypocrisy”, bir ekstrem metal grubu için harika bir isim.
16.02.2023
@Emir, Hocam sizlerin siteye yazdığı kritikler/haberler emin ol benim görüşlerimden çok daha değerli, yorumuma cevap için de ayrıca teşekkür ederim.
Cevabına da %100 katılıyorum. En basit örnekle “Adjusting the Sun” şarkısında yerimde duramazken, şarkıyı yıllardır (albümün ilk çıktığı zamandan beri-evet dinazorum-) sıkılmadan dinlememe rağmen öffleyenleri de sıkılanları da çok gördüm. İşin garibi melankolik depresif, içe dönük bir müzik yapmamasına rağmen bu kadar bireysel olan bir grup bilmiyorum. Yani Slayer – Reign in Blood herkes için bir klasiktir fakat Hypocrisy’de senin benim klasik olarak gördüğüm bir şarkısı/albümü başkası için sıradan olabiliyor. Bu bağlamda Hypocrisy bu ilginçliği ile de çok değerli bir grup.
Dipnot: Bence de “Hypocrisy”, bir ekstrem metal grubu için harika bir isim.
Grubun en iyi albümü olmakla birlikte bence türünün karşılaması gereken her şeyi karşılayan bir albüm. Kritik de çok başarılı ve keyifli olmuş, teşekkürler. Bir de Point of No Return müthiş bir şey, çok daha fazla ilgiyi hak ediyor.
Serial Experiments Lain’i izliyordum, Protocol: Layer 09′un başında Roswell olayından bahsediyordu, direkt uçtum buraya.
02.12.2023
@Cryosleep, abi söylendiği kadar efsane bir seri mi?
02.12.2023
@lammoth, Merak ediyorsan izle her türlü. Zaten 13 bölümlük bir seri, akıp gidiyor. Henüz yeni bitirdiğim için seri hakkında kesin şeyler söylemek istemiyorum ama uzun zamandır ihtiyacım olan animeydi. Söyleyebileceğim tek şey günümüz dünyasıyla ilgili son derece korkunç tespitlere sahip.
02.12.2023
@Cryosleep, Neden sadece 1 sezon. Ben de izleyeceğim. Bilim Kurgu ve Anime denince akan sular durur.