Giriş
Enteresandır, NORDJEVEL yeni albümü “Gnavhòl”ü duyurduğunda zihnimden geçen ilk düşünce “bu albüme normal bir albüm incelemesi yazmaktansa farklı bir şeyler deneyeyim” olmuştu. Ne tür bir şey yapabilirim diye düşünürken, aklıma daha önce DEVOURMENT’ın “Conceived in Sewage” albümü için yazdığım kısa hikâye ile CARCASS’ın “Surgical Steel”ı için yazdığım ve yaşadığım bir olayı anlattığım yazı geldi. Ben de albümdeki müziği tarif etmek yerine müziğin bana hissettirdiklerinden yola çıkarak bir şeyler yazmaya karar verdim.
Az sonra okuyacağınız hikâyeyi NORDJEVEL’in yeni albümü “Gnavhòl”un isminden ilham alarak yazdım. Hikâyede anlatılanların şarkı sözleriyle herhangi bir bağlantısı yok, hatta şarkı sözlerini okumadım. “Gnavhòl” grubun vokalisti Doedsadmiral tarafından uydurulan ve net bir anlamı olmayan bir kelime. O bu ismi “grubun kişisel cehennemi” olarak ifade ediyor ve “yerde açılmış, cehenneme giden bir çukur olarak düşünebilirsiniz” şeklinde açıklıyor. İngilizce “Gnaw” kelimesi “kemirmek” anlamına geldiğinden, albümde en sevdiğim şarkı olan “Gnawing the Bones”dan da esinlenerek “dünyadaki cehennem” temalı bir hikâye yazdım. Bu hikâyeyi “Gnavhòl” albümü eşliğinde okumanızı tavsiye ederim.
Hikâyenin yazımı sırasında dinlediğim albümler:
NORDJEVEL – Gnavhòl
NORDJEVEL – Fenriir EP
TANTIFAXATH – Sacred White Noise
CRAFT – Fuck the Universe
TEITANBLOOD – Death
QRIXKUOR – Poison Palinopsia
KATHARSIS – VvorldVVithoutEnd
THE ORDER OF APOLLYON – Moriah
WEREGOAT – Pestilential Rites of Infernal Fornication
BLACK CURSE – Endless Wound
DEARTH – To Crown All Befoulment
ADINI “HOŞT” SANAN KÖPEK
Yakınlarından tren geçen pek çok köyde olduğu gibi, o köyün insanları da genelde yaşlanan ve artık bir işe yaramayan köpeklerini, eti yenmeyen hayvanlarını yakındaki tren raylarına bağlar ve onlardan bu şekilde kurtulurlardı. Ekonominin durumu belliydi; herhangi bir işe yaramayacak bir boğazı beslemektense genç hayvanları doyurup yaşlılardan bu şekilde kurtulmak en mantıklısıydı. Sonuçta mermi israfı da yoktu, üstelik kurtlar parçalasın diye hayvanı dağa bırakmakla da kim uğraşacaktı.
Yıllar önce daha ufak bir yavruyken, yayla yolundaki çukurluk yerde annesine tecavüz etmeye çalışan adamın attığı taş ağzına gelmiş, acı içinde bağırarak kaçmış ve yakınlardaki bir çalının arkasına gizlenmişti. Soluk soluğaydı. Adam annesine bir şeyler yapıyordu ve o da olduğu yerde korkuyla titreyerek ne olduğunu anlayamadığı bu olayın bitmesini bekliyordu. Bakamıyordu. Kafasını uzatamıyordu. Sadece bazı sesler duyuyordu. Belli ki annesinin canı yanıyordu. Birkaç dakika sessizlikten sonra annesinin acı çığlığını duydu. Ardından hırlamalar, küçük bir arbede ve adamın avazı çıktığı kadar bağırdığını işitti. Adam acıyla inliyor, etrafa küfürler savuruyordu. Uzaklaşan adımları duyunca biraz daha bekledi ve korku dolu gözlerle yavaşça çalının arkasından çıktı. Annesi yerde hareketsiz yatıyordu. Ona doğru ilerledi. En güvenilir uzvu olan burnunun ufacık delikleri minik minik oynuyor, az önce yaşananların kokusunu almaya çalışıyordu. Annesinin gözleri açıktı. Dili, pembe siyah diş etlerinin arasından dışarı çıkmıştı. O ise daha önce karşılaşmadığı ölümün henüz koklanamayacak kadar taze oluşundan dolayı sanki bir faydası olacakmışçasına annesinin patilerini, bacaklarını yalıyordu. Diliyle boynuna doğru ilerlerken tüylerden farklı bir tat geldiğini hissetti. Kanın tadıydı bu. Ne olduğunu anlayamasa da paniğe kapılmıştı.
Annesi son anda can havliyle katilinin elini tüm gücüyle ısırıp sol el serçe parmağını parçalamış, parmağı kopmak üzere olan tecavüzcü de bunun üzerine bıçağıyla köpeğin boynunu keserek oracıkta öldürmüştü. Yavru, sanki bir faydası olacakmışçasına annesinin kesik boynunu canhıraş yalarken, atılan taşla kırılan dişi de kökünden çıkmış ve annesinin oluk oluk kan akan boğazının içinde kaybolmuştu.
Annesinin çukurluk alandaki cesedi kurtlar tarafından çabucak ortadan kaldırılmıştı. Köpeğine ne olduğunu anlayamayan, ya kayboldu ya da kurtlar tarafından boğuldu sanan sahibi de artık büyüyen yavruya annesinin eski görevini vermişti. Geceleri köye inen kurtlar kümeslere yaklaşmasın diye nöbet tutuyor, kurt gördü mü ortalığı ayağa kaldırıyordu. Ne var ki köy halkı cahildi. Cahil ve aptaldı. Kurtları kovsun diye kümesin başına diktikleri genç köpekler kurtların peşinden koşup gitmesinler diye onları tasmalarından iple bağlıyorlardı. Tavuk veya kaz çalmaya gelen kurtlar, kendilerine karşı güvenlik önlemi olsun diye oraya konan köpeklerin uzunca birer iple sabitlendiğini gördüklerinde bırakın endişelenmeyi, bugün tavuk mu yesek kaz mı diye düşünmekten kendilerini alamıyorlardı.
Sahibi olan adam gündüzleri camiye gidip herkese ahlak dersi veren, akşam kahveden eve gelince de içip içip karısını döven biriydi. Geceleri içkiden sızdığı için dışarıdaki havlamaları duymadığı çok olurdu. Bu şekilde en az on tavuğu kurtlara yem olmuştu. Karısı zaten adamın ortalıkta olmasını istemediğinden, sızan adamı uyandırmıyor ve “kurt geldiyse geldi, oh olsun, girsin yesin bütün tavukları” diye düşünerek kocasından bir nevi intikam alıyordu. Gerçi sabah uyanan adam tavukların eksildiğini görünce “ben uyanmadım hadi neyse, peki sen niye uyanmadın?” diyerek karısını bir daha döverdi ya, neyse.
Fiziken gelişmiş olsa da yaşı henüz küçük olduğu için o yavru da bu şekilde tasmasından ipe bağlanıyor, uzun tutulan ip sayesinde yeterli hareket alanına sahip olacağı düşüncesiyle kurt nöbetine bırakılıyordu. Ne var ki ipin uzun olması bir şey ifade etmiyordu. Gruplar hâlinde gelen kurtlar, daha bizim köpek havlayıp kümes sahibini uyandırmaya kalmadan işlerini hallediyorlardı. Öyle ki, sistem bu şekilde devam etsin ve yerine daha tecrübeli bir köpek konmasın diye ipe bağlı acemi köpeğe ellemiyorlardı bile. Daha ilk haftadan dört tavuğunu ve bir de kazını kurtlara kaptıran adam, kurtlarla baş edemeyen bu faydasızı sopayla dövmüş, iki gün yalını vermeyip aç bırakmış, sonra da güçlü kuvvetli büyük bir köpek satın alarak bu işe yaramazı salmıştı.
Ne var ki o henüz salındığının, defedildiğinin farkında değildi. Burayı evi bildiği için belki kendisini yeniden kabul ederler diye evin çevresinden ayrılmıyor, iki üç tavuğu gitti diye köpeği anında gözden çıkaran eski sahibinin kendisini gördüğündeki “Hoşt! Hoşt!” bağırışlarını bir çağrı sanıp sevinçle eve doğru koşuyordu. Karşılaştığı tek şeyse üzerine gelen taşlar oluyordu. Olan biteni anlamlandıramadığı için bu bir süre devam etti. O evin çevresinde gezindikçe adam “Hoşt!” diye bağırıyor, köpekse çağırıldığını düşünüp dili dışarda adama doğru koşuyor, sonra da ağzının ortasına taşı yiyordu. En sonunda gerçekten de orada istenmediğini anladı ve kuyruğunu kıstırıp soluğu daha önce hiç bilmediği yollarda aldı.
Birkaç gün aç biilaç yürümüş, çöpte bulduklarıyla idare etmişti. Açlıktan domates biber artıklarını, yumurta kabuklarını bile yemişti. Geçtiği yollardaki köylerin köpekleriyle kavga etmiş, birkaç arabanın altında kalmaktan son anda kurtulmuş, ardından da daha fazla devam edememiş ve vardığı ilk köydeki bir evin bahçesine dalmıştı. Bahçede kimsecikler yoktu. Kovulduğu evin bahçesinden daha küçük, toz toprak içinde bir yerdi. Kendisini görünce bir anda sessizleşen tavukların bulunduğu derme çatma kümesin kuytu tarafına kıvrıldı ve yorgunluğa daha fazla dayanamayıp öylece uyuyakaldı.
Dışarıdan gelen araba kornasıyla uyandı. Hava aydınlıktı. Etrafını kolaçan etti. İnsan yoktu. Tavuklar, piliçler kümesten çıkmış, hemen önünde oradan oraya koşuyorlardı. Çok açtı. Delicesine açtı. O piliçlerden birini kapıp birkaç saniyede yutma fikriyle tüyleri diken diken oldu. Kafatasının içinin ısındığını hissetti. Bunun yanlış olduğunu biliyordu, ancak açlıktan ve yorgunluktan dolayı omuriliğine kadar ürperiyordu. Tam bu sırada, olan bitenden habersiz bir tavuk kendisine biraz fazlaca yaklaştığında dişleri kilitlendi, salyaları ağzından taştı. Bir anda yerinden fırlayıp tavuğu oracıkta yeme fikriyle patileri titredi, gözleri karardı.
İçgüdüsel olarak öne atılıp hamlesini yapmak üzereydi ki sırtında kırılan sopayla sarsıldı. “Hoşt!” diye bağıran adam bir de tekme savurdu göğüs kafesine. Canhıraş biçimde bahçeden dışarı fırladı. Kovulduğu evde tavuklara, diğer hayvanlara alışık olduğundan aslında neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğini gayet iyi biliyordu, ancak açlık ve yorgunluktan dolayı bilincin yerini içgüdüleri almıştı. Yemek yemesi ve bunu hemen yapması gerekiyordu.
Kokuları takip ederek çöpe kadar ilerledi. Çöpten çiğ et kokusu geliyordu. Bin bir türlü çabayla üzerine çıkmayı başardığı konteynerin içinde, üzerinde yeşil sinekler gezen bazı iç organ artıkları buldu. Yakındaki kasap, kullanılmayan ıvır zıvırları oraya atmıştı. Zaten artık ne bulduğunun da önemi yoktu. Organik, protein içeren herhangi bir şeyi yiyebilirdi. O yağ, kıkırdak, bağ dokusu ve sinir yığınını kaptığı gibi kimsenin göremeyeceği bir yere giderek yemeye başladı.
Bir belgesele denk gelip de izlese çok acayip asabı bozulurdu. Afrika’daki sırtlanlar, akbabalar bile ondan daha sağlıklı besleniyordu.
Aradan haftalar, aylar geçti. O artık bir sokak köpeğiydi ve bu şekilde ne bulursa yiyerek hayatta kalıyordu. Bazen şansı yaver gidiyor ve eti tam sıyrılmamış kemikler buluyor, bazı günlerse etrafta koşan tek tük tavuğa horoza halleniyor, ancak sırtında kırılacak sopanın düşüncesiyle içebildiği kadar su içip orucu uykuya tutturuyordu.
Annesinin öldüğü günden beri, diliyle diş etindeki o oyuğu, kırılıp düşen dişinden boşalan yeri ne zaman hissetse çukurluk alandaki o anı hatırlıyordu. O zamanlarda anlayamadığı bu olay, farkında olmasa da zaman içinde tüm benliğini saran anlık öfke nöbetlerine yol açmıştı. Dilinin ucunu diş etindeki o minik oyuğa soktuğunda, eksik dişini hissettiğinde durduk yere hırlaması, dudaklarını açıp dişlerini göstermesi de bu yüzdendi.
Günler böylece aktı gitti. Köpek bir yaş büyümüş, neredeyse üç yaşına gelmiş, deneyim kazanmıştı. Artık çöplere ne zaman ne atıldığını az çok biliyordu. Zaten arada kendisine kuru ekmek, yemek artığı, kemik atan köylüler de vardı ve bu sayede sokak hayatına tam anlamıyla adapte olmuştu. Yine de çoğu günü karnını doyuramadan, sadece hayatta kalacak miktarda bir şeyler yiyerek geçirebiliyordu. Belki arkasından düşen bir şeyler olur diye çöp kamyonunun peşinden koştuğu da oluyordu, bir avuç yumurta kabuğu için diğer köpeklerle kapıştığı da. Hiçbir şey yiyemeden geçen iki günün ardından müthiş bir açlıkla uyandığı bir sabah yine yiyecek bir şeyler ararken, gelen kokuların cazibesine dayanamayıp arkasında çeşitli kutular, tenekeler bulunan ufak bir kamyonun kasasına atladı. Sağı solu koklayıp yiyebileceği bir şeyler ararken aracın kapısı bir anda kapandı ve her yer karardı. Bazı insan seslerinin ardından ön taraftan bir kapanma sesi duydu, motor çalıştı ve araç hareket etmeye başladı. Kapkaranlık bir odada, kutuların arasında sallana sallana ilerliyordu. Kutulardan gelen kokular yoğundu, ancak dişlerini geçiremeyeceği bir materyalden yapıldıklarından karnını doyurma şansı yoktu. Araç ilerledikçe ilerledi. Saatler geçti ve o gün henüz hiçbir şey yiyemediği için midesi kazınan köpek çareyi yine uyumakta buldu.
Ani bir frenle uyandı. Araç durmuştu. Acaba kaç saattir yoldaydı… Dışarıdan bazı sesler duydu. Birisi yürüyordu. Zifiri karanlıkta sessizce bekledi. Ardından kamyonun arka kapısı sağlı sollu açıldı. Adamın biri elindeki fenerle içeri bakıyordu. Kafasında bir kasket vardı ve hava kararmış olduğundan suratı görünmüyordu. Kutuların arasında yatan köpeğin parlayan gözlerini gören adam irkildi. Bunca yolu saatlerdir arkasında bir köpekle gelmiş olmasına çok şaşırmıştı. Beklendiği gibi, “Hoşt! Hoşt! Çık lan oradan!” sesleri eşliğinde elini kolunu sallamaya başladı. Köpek adının “Hoşt” olmadığını uzun zaman önce anladığından yine bir sopa ya da tekme yememek için hemen araçtan aşağı atladı ve karanlık araziye doğru koşarak gözden kayboldu.
Meçhule doğru koşmaya başladı. Arkada kalan kamyonun farlarının aydınlattığı asfalttan başka hiçbir şey görmüyordu. Nereye gittiğini bilmeden hızlı adımlarla ilerledi. Hava hızla kararmıştı ve etrafta tanıdık hiçbir şey yoktu. Kamyonun kasasında saatlerce yol yapmıştı; kim bilir nerelerdeydi. Karanlıkta tırıs tırıs ilerlerken midesine bıçak gibi saplanan açlığını bir kez daha hissetti. Neredeyse üç gündür sudan başka bir şey girmemiş olan midesi artık neredeyse kendi kendisini sindiriyordu. Kamyonda uykusunu aldığından artık uyumak da fayda etmezdi. Ortada ne bir çöp ne de yiyecek kokusu gelen bir hane vardı ve karşısına yeni ölmüş ya da yavaş hareket eden bir fare veya tavşan çıkmadığı sürece yürümeye devam etmesi gerekiyordu. Bir saate yakın amaçsızca yürüdü. Artık gücü tükenmişti. Tam yere yığılmak üzereydi ki gözlerini fal taşı gibi açan bir şeyle karşılaştı.
Yedi tane kurt karşıki yamaçtan aşağı iniyordu. Dehşete kapıldı. Kurtların ne kadar acımasız olduğunu biliyordu. Hemen olduğu yere çöktü. Açlığını unutmuştu. Kurtlar kararlı adımlarla aşina oldukları belli bir yöne doğru ilerlemeyi sürdürdüler. Merakına engel olamayan köpek neler olacağını görmek için gecenin karanlığında onları takibe koyuldu. Bir yandan korkuyor bir yandan da içindeki bu merak dürtüsüne karşı koyamıyordu. Yarım saat kadar sessizce peşlerinden ilerledi. Kurtlara ne fazla yaklaşıyor ne de onları kaybedecek kadar arayı açıyordu. Kurtlar bir tepeyi aşarak gözden kayboldu. O da sessiz ama seri adımlarla peşlerinden gitti, tepeyi çıktı ve tüm hayatı boyunca karşılaştığı en inanılmaz şeyi gördü.
Küçükken kovulduğu eve gelmişti. Son bir saattir küt küt çarpan kalbi daha da hızlı çarpmaya başladı. Burası orasıydı. Doğduğu, bahçesinde oyunlar oynadığı, yakınlarında annesinin öldüğü, dişinin kırıldığı, tavukların yenmesine engel olamadığı, bu yüzden sopa yediği, kovulduğu o evdi. Dili istemsiz olarak düşen dişinin oyuğuna gitti. Yine durduğu yerde hırslandı. Gergin ve heyecanlıydı. Sonra kurtları gördü. Aşağıda, gecenin karanlığında, eve doğru sessizce ilerliyorlardı. Hemen yere kapandı. Tepede olduğundan evi rahatça görebiliyordu. Evin ışıkları kapalıydı ve o da ne! Geçen yıl kendisinin yerine konan köpek de bahçenin ortasında uyuyordu!
Dışarıdaki yedi karaltı karanlıkta sessiz ve emin adımlarla hareket ediyordu. Bahçenin dibine kadar geldiler. Köpek nefesini tutmuş olanları izliyordu. Kurtlar bahçe duvarının arkasına doğru ilerleyip birer birer gözden kayboldu. Ardından da yine teker teker bahçenin içinde belirmeye başladılar. Yedisi de içerideydi. Bekçilik yapsın diye konan köpekse olan bitenden habersiz uyumaya devam ediyordu. Geçtiğimiz yıl kendisi nöbet tuttuğu zamanlarda kurtların bahçeye girmek kullandığı duvardaki o açıklığın hâlâ kapatılmadığını ve kurtların yine orayı kullandığını gören köpek sinirlendi.
Saat gece yarısıydı ve evin ışıkları kapalıydı. Belli ki herkes uykudaydı. Yedi karaltı hariç. Köpek bir an ne yapması gerektiğinden emin olamadı. Havlayıp uyuyan köpeği uyandırabilir, belki de bir sürü tavuğu, kazı kurtarabilirdi. Üstelik uyanan köpek kurtları görür de havlarsa evdeki adam tüfeğiyle çıkıp kurtları kaçırtabilirdi. Böylece bahçedeki köpek de sopa yemekten kurtulmuş olurdu.
Dili yine o oyukta geziniyordu. Daha önce hiç yaşamadığı bir şey hissediyordu tüm bedeninde. Açlıktan tavuklara dalacak kadar gözünün döndüğü o günkü gibi ürperiyor, patileri kamaşıyordu. Ancak bu açlıktan veya korkudan değildi. Bu, az sonra olacaklara müsaade etmeye karar vermiş olmasının üzerinde yarattığı yarı dehşet yarı rahatlamadan kaynaklanan bir ürpertiydi. Evet. Havlamayacaktı. Ses çıkarmayacaktı. Sessizce bekleyecek, kurtların istediklerini almasına izin verecek ve hem eski sahibinden hem de yerine konan günahsız köpekten intikam alacaktı. Bu raddeye gelmişti. Annesine yapılanlar, sahibinden gördükleri, sonrasında yaşadıkları, çöp konteynerinin dibindeki yumurta kabukları için başka köpeklerle kavga ettiği anlar, sırtında kırılan sopalar, hepsi bir anda beynine çökmüş, onu adeta paralize etmişti.
Uyuyan köpeğin dibine kadar geldi yedi kurt. Çayırlık alanda tek bir ses dahi çıkmıyordu. Ardından sanki anlaşmışçasına bir anda harekete geçtiler. Yedisi birden uyuyan köpeğin üzerine çullandı. İkisi köpeğin boynuna yönelirken bir diğeri de sesini kesmek için ağzına hamle yaptı. Ağzı ve boğazı diş dolu çeneler arasında parçalanan köpeğin dehşet dolu çığlığı ortalığı inletti. Bu arada kurtların yedisi birden köpeğin her tarafını acımasızca ısırıyor, neresi denk gelirse dişlerini oraya geçiriyorlardı. Arkasındaki dört kurt karnına ve kasıklarına saldırınca zavallı köpek şoka girmiş, adrenalin ve endorfin salgılayarak sessizce kaçınılmaz sonunu beklemeye başlamıştı.
Yukarıdaki köpekse birkaç dakika süren bu katliamı nefesini tutarak izlemiş, ardından da kurtların kümese dalıp ortalıkta tek bir kanatlı bırakmadığı o can pazarına en iyi koltuktan tanık olmuştu. Yan tarafta az önce huzur içinde uyuyan bekçi köpeğinin leşi, hırlamalar, bağırıp çağıran tavuklar, ardından da mutlak bir sessizlik… Tıka basa doyan kurtlar köpeğin leşini az daha didikledikten sonra girdikleri yerden bahçeden çıkmış ve tepelere koşarak gözden kaybolmuştu. Tüm bu yaşananlar süresince elbette ki evin ne bir ışığı yanmış ne de dışarı çıkan biri olmuştu. Belli ki evin hanımı yarın sabah hayatının dayağını yiyecekti.
Yaşananları şaşılası bir sakinlikle ve kendisini bile dehşete düşüren bir soğukkanlılıkla izleyen köpek, bir süre daha oturduğu yerde bekledi. Kurtlar yakındaki başka bir tepeye tırmanmış ve karanlığa karışmıştı. Köpek öylece durdu. Karnı ölümüne açtı, ancak bu sefer de başka türlü bir tatminin memnuniyetini hissediyordu. Acaba aşağı inmeli miydi? İnip -tabii eğer kaldıysa- kümesteki artıklarla karnını doyurmalı mıydı? Ne yapması gerektiğinden emin değildi. Sonra bir anda evin bahçe ışığı açıldı. Neler oluyordu? Eski sahibi yalınayak dışarı çıktı. Sigara içiyordu. Bu sırada kanlar içinde yerde yatan köpeği gördü. Hemen yanına koştu. Ardından kümese baktı ve artık ortada bir kümes olmadığını fark etti. Bağırış çağırışlar eşliğinde eve girdi, av tüfeğiyle döndü ve belki kurtlar yakındadır diye panikle sağa sola rastgele ateş etti.
Mermilerden biri hemen yanındaki bir taştan seken köpek korkuyla yerinden fırladı ve panikle koşturmaya başladı. Muhtemelen o hışırtıyı duyan adam köpeğin olduğu yöne doğru ateş etmeyi sürdürdü. Köpek canı pahasına karanlığa doğru son sürat koşarak kaçmaya başladı. Bir yandan da karşısına çıkabilecek kurt sürüsünün tedirginliğini yaşıyordu. Koştukça koştu. Çaresiz adamın silah sesleri uzaktan da olsa hâlâ duyulabiliyordu. Sonra birden başka birinin sesi daha duyuldu. Bir kadın sesiydi. Çığlık çığlığa bağırıyordu. Sonra adam da bağırmaya başladı, karşılıklı bağırıştılar ve bir anda bir silah sesi daha duyuldu. Sesler birden kesilmişti. Köpek durmuş, kulaklarını kaldırmış, dikkat kesilmiş dinliyordu. Ardından adamın ağladığını duydu. Sonra o da sustu ve son bir silah sesi daha yankılandı.
Artık ses çıkarabilecek kimse kalmamıştı.
Uzun uzun yürüyüp açıklık bir alana geldiğinde sabahı nasıl çıkaracağı konusunda en ufak bir fikri yoktu. Çok yorgundu, çok açtı ve boşlukta gezinmekten başka hiçbir şey yapamıyordu. O sırada uzaktan bir ses duyar gibi oldu. Burnuyla havayı koklayarak ne olduğunu anlamaya çalıştı. Ses yaklaştıkça koku da artıyordu. Bu kokuyu çocukluğundan biliyordu. Ara sıra dumanlar saçarak gelen ve büyük bir gürültü çıkararak geçip giden demir yığınının sesiydi bu.
O sırada daha yakında da başka bir hareket daha olduğunu fark etti. O tarafa doğru temkinli adımlarla ilerlediğinde, birkaç saat önce içinden indiği aracın yolun kenarında durduğunu gördü. Farları kapalıydı, motor sesi gelmiyordu. Hışırtıları duyup kulaklarını dikti. Sesin geldiği tarafa baktı ve az ileride iki karaltı gördü. Bir adam, ağır hareket eden yaşlı bir eşeği bir yere götürüyordu. Adam bir yandan fermuarından çıkardığı cinsel organını sertleştirmeye çalışıyor, bir yandan da eşeğe “Şşt! Huyt!” gibi komutlar vererek onu bir yere yönlendiriyordu. Ne olduğunu anlamayan köpek sessizce peşlerinden gitti. Az sonra kendisine yapılacak şeyden habersiz eşek de yularından çekiştiren adamın peşinden ağır ağır yürüyordu. Bir ağacın dibine geldiler. Adam eşeği yularından ufakça bir ağaca bağladı, arkasına geçti ve henüz tam sertleştiremediği cinsel uzvunu kaldırmak için telaşlı bir acelecilikle sıvazlamaya başladı. Gecenin körüydü, ortalıkta kimsecikler yoktu; zaten karanlıkta görülmeleri de çok zordu. Yine de işini bir an önce halletmek istiyordu. Daha epey uzakta olsa da yaklaşmakta olan trenin sesini duymuş, işini görüp oradan uzaklaşmayı planlıyordu. İşi bittikten sonra eşeği raylara çıkarıp trene parçalatsam mı diye de aklında geçirmişti.
Bu işi daha önce de yaptığını belli edercesine kararlı hareketlerle pantolonunu indirdi, eşeğin arkasından girmek üzereydi ki eşek bir anda panikledi ve pantolonunu indirmiş arkasında dikilen adamın göğüs kafesine tüm gücüyle çifte attı. Bir anda geriye doğru fırlayan adam ense kökünü sert bir şeye vurmuş, oracıkta yığılıp kalmıştı. Eşek gerilmişti. Burnundan soluyordu. Olduğu yerde boşluğa birkaç çifte daha attıktan sonra bağlandığı ağacın diğer tarafına geçip bağlandığı ipi çekiştirmeye başladı.
Adam dakikalardır yerde hareketsiz yatıyordu. Köpek tüm bu olanları şaşkın gözlerle izlerken bir anda artan gürültüyü ve duman kokusunu fark etti. Yaklaşmakta olan trenin farından çıkan güçlü ışık, yere döşenmiş ve boylu boyunca uzanan çelik hatlar üzerinden yansıyordu. Tren giderek yaklaşırken köpek az önce yere düşen adamın rayların üzerinde olduğunu gördü. Başını raylara çarpan adam baygın yatıyordu. Büyük bir gürültüyle gelen trenin makinisti, yerde yatan adamı ancak birkaç yüz metre kala görebilmişti. Var gücüyle kornasını çalmaya ve frene asılmaya başladı. Tren bütün gücüyle durmaya çalışıyordu, ne var ki doksan kilometre hızla giden ve onlarca vagondan oluşan yüz yirmi tonluk bir yük treninin tam olarak durması için yaklaşık bir kilometrelik bir mesafe gerekiyordu. Çığlıklar atarcasına sürtünen çeliklerin ve avazı çıktığı kadar bağıran kornanın sesiyle bir an kendine gelir gibi olan adam kafasını kaldırıp üzerine doğru gelen devasa demir yığınının korkunç güçlü ışığına kısık gözlerle baktı. Eşeğin çiftesiyle kırılan göğüs kemiği yüzünden yerinden doğrulamadı. Göğüs kafesine bıçaklar saplanıyormuşçasına güçlü bir acı ve gözlerindeki korkunç dehşet eşliğinde avazı çıktığı kadar bağırdı. Gürültü o kadar fazlaydı ki köpek de korkuyla açıklığa doğru kaçtı.
Ardından tren, o devasa cüssesiyle adamın üzerinden geçti. Adam rayların arasında yatıyor olsaydı belki kazayı daha hafif atlatabilir, belki hayatta bile kalabilirdi. Ne var ki rayın üstünden kalkamamış ve trenin dakikalar boyunca üzerinden geçmesine engel olamamıştı. Trenin ilk vagonunun tekerleklerinde de yedinci vagonunun tekerleklerinde adamdan izler vardı. Fren yapmaya devam eden tren, kulakları sağır eden sesler eşliğinde nihayet dakikalar sonra durabildi.
Trenin gürültüsü kesilir kesilmez köpek içgüdüsel bir dürtüyle adamın az önce yattığı yere koştu. Zavallı eşek korkudan ne yapacağını bilemiyor, anırıyor, ipini çekiştirip duruyordu. Köpek aceleci hareketlerle sağı solu kolaçan etti. Rayların kenarında bir kasket ve bir de fener gördü. Yakıt, ısınmış çelik ve duman da dâhil çeşit çeşit kokuyla dolan burnuyla kasketi ve feneri kokladı. Tüm o kokular cümbüşünün içinden, burnu çok daha fazla aşina olduğu bir kokuyu fark etti. Taze kanın o metalik kokusunu ilk olarak ölen annesini yalarken almıştı ve şimdi de benzer bir kokuyla karşı karşıyaydı. Duran trenin ön tarafından inen birilerinin o tarafa doğru koştuğunu duydu. Kaçmayı düşündü, birkaç metre uzaklaştı, ancak kanın kokusu açlığını depreştirmişti. Tekrar geri döndü, gözü dönmüşçesine bulduğu ilk et parçasını dişlerinin arasına kıstırıp karanlığa doğru koştu.
Koştukça koştu. Aç biilaç geçen son birkaç günde o kadar çok şey yaşamış, bu süre zarfına o kadar çok farklı duyguyu sığdırmıştı ki artık hissizleştiğini hissediyordu. Açlıktan, yorgunluktan, tanık olduklarının şaşkınlığından ürperiyor, etleri çekilir gibi oluyordu. Ne olduğuna dikkat etmeden yerden kaptığı parça bir hayli büyük ve ağırdı. Alt kısmını yere vura vura karanlıkta koşuyordu. Salyaları, ağzındaki uzvun üzerinden boylu boyunca aşağı doğru akıyor, açlıktan ölmemek adına belki de son şansı olarak gördüğü bu taptaze ete dişlerini sık sıkı geçiriyordu. En sonunda daha fazla koşamayacağını anladı. Yemeğini biraz olsun güvende yiyebilmek için etrafta kuytu bir yer, çalılık, dibine sığınabileceği büyükçe bir kaya bakınmaya başladı.
O sırada hafif eğimli bir yerden inilen genişçe bir çukur gözüne ilişti. On beş yirmi metre çapında, yakınına gelmedikçe uzaktan görülmeyen çukurluk bir alandı. Çok da fazla düşünmeden aşağı inerek çukurluğa girdi. Burası nedense ona tanıdık gelmişti ve enteresan şekilde güvende hissediyordu. Zifiriye yakın karanlıkta etrafı dinliyordu. Yakınlarda kimse olmadığından emindi. Ağzındakini yere bıraktı. Önce üzerindeki kanları yaladı. Açlığı artık karşı konulmaz bir noktaya gelmişti. Etlerin dışarı çıktığı kanlı tarafından didiklemeye başladı, ardından da gözü dönmüşçesine, etleri kopara kopara yemeye koyuldu. Belki bir saat boyunca uğraştı önünde duran yemeğiyle. Etleri büyük ölçüde temizlemiş, kemiğe kadar inmişti. Vücuduna enerji gelen köpek son birkaç gündür gördüğü, yaşadığı her şeyi unutmuştu adeta. Keyfi yerine gelmişti. Bu miktarda taze et yemeyeli ne kadar olmuştu acaba? Muhtemelen bu kadarını daha önce hiç yememişti.
Köpek güven dolu çukurunda karnını doyururken, yaklaşık bir kilometre ötede de vücudu geniş bir alana yayılan adamın cesedi parça parça toplanmış, bir türlü bulunamayan sol kolu haricinde ailesine teslim edilmek üzere poşetlere konuyordu. Yaşadığı travmanın etkisini atlatmaya çalışan eşek yere oturmuş dinleniyor, makinist ve diğer tren çalışanları ise polisin gelmesini bekliyorlardı.
Birkaç yüz metre ötede kurtlar, cansız bedenleri evlerinin bahçesinde yatan karı kocanın cesetlerini parçalarken, çukurundaki köpek de ağzındaki dört parmaklı eli kemirmeye devam ediyordu.
Daya iyisini beklemiştim ama yine de yıl sonu listesinde sağlam bi yere adını yazdırdı yine Nordjevel
İncelemeye 10, albüme 8.
29.10.2022
@Cryosleep, 🖤
Harika inceleme Ahmet Abi, kalemine sağlık.
Albümü de çok merak ettim şimdi.
29.10.2022
@Koray, sağ olasın.
Albümden net olarak beklediğimi aldım, benim için yılın en iyileri arasına girdi.
Kritik de müthiş olmuş, emeğinize sağlık.
30.10.2022
@mandrake, teşekkürler.
harika. bu tarz yazılar ve makaleler hem okurken insanın ufkunu genişletiyor, hem de -bence- siteye büyük bir değer katıyor. teşekkürler.
albüm de sürekli bir saldırı altında hissettiriyor.
31.10.2022
@dice, sağ olasın. Fırsatım oldukça ben de istiyorum bu tarz yazılar yazmak.
Yazı çok iyi olmuş eline sağlık abi. Ancak rahatsız edicilik konusunda beni pek etkilemedi. Surgical Steel yazısını okurken daraltı ve bunaltı hissi yakama yapışmıştı. Burada ise bir çeşit dark fabl okuyormuşum gibi hissettim ve yazının genel hissiyatıyla çok empati kuramadım şahsen. Yine de hakkını vermek lazım, bence daha da cesur yazıların önünü açmalı bu kritik.
Bunu belirtmeye artık gerek var mı bilmiyorum ama kalemi gerçekten güçlü bir insansın. Sitede her gün okuduğumuz standart albüm incelemelerinin yanında ne kadar çok bu tarz yazı gelirse o kadar iyi bence. Emeğine sağlık.
31.10.2022
@Yiğit, sağ olasın. Başlangıçta çok daha sert ve rahatsız edici bir şey düşünüyordum ama sonra şiddet pornosuna dönmesini istemediğim için aynen dediğin gibi karanlık bir fabla çevirmeye karar verdim. Surgical Steel gerçek olduğu için onun daha rahatsız edici olduğu ortada bence de.
Albümüne göre ileride de bu tarz şeyler yazarım, eğlenceli oluyor.
31.10.2022
@Yiğit, Surgical Steel yazısının üzerine çıkabilecek herhangi bir şey yok. Okurken kendim yaşamışım gibi kanım çekilmişti. Ha bir de, CARCASS SİKER.
31.10.2022
@Koralp, tekrar okumaya korktuğum nadir yazılardan. Göz konusunda hassasım, ne zaman o kritiği okumaya kalksam fenalıklar geliyor bana. İlk okuduğumda istemsizce duramamıştım yerimde
Beklediğimize değen harika bir yazı olmuş,tebrikler. Yazı 10 albümde 10.
31.10.2022
@Fatih, çok sağ ol.
Üzmeyen albüm, sevindiren yazı.
Valla albümü dinlerken resimlere bakmam bile yetti, kritiği okuyamadım. Maçka Parkı’nda köpekler tarafından kovalanıp, ısırıldığım (bir tanesi diş geçirdi sadece ama o kovalanmanın adrenalini yeter) gün aklıma geldi, huzursuz oldum.
Albüme gelirsem de abi black metal dediğin böyle olur ya, dördüncü dalgacılar dalgalarına baksınlar.
Parmaklarını kontrol edin.
https://twitter.com/bpthaber/status/1593536727343243265?s=46&t=0bY892FUSLIX87qzHbrIqg