2020 yılı muhtemelen tüm insanların ortak nefretini toplayan bir yıl oldu. Herkesin gündeminde tek bir şey vardı, Covid. Yazının başında uzun uzun o dönemlerden bahsedip sıkmak istemiyorum ama en azından değinmem şart çünkü elimizde pandemi yüzünden çıkışı 2 yıl gecikmiş bir albüm var. 2019 sonlarına doğru albümden tekli ‘’Kimin Umrunda’’ ile kulaklarımızı şenlendiren Ufuk Özkurt’un ilk albümünün çıkması için 2022’yi beklemek zorunda kaldık. 2 yıl bir sanatçının diskografisinin penceresinden baktığımızda gerçekten uzun bir süre, malum çoğu grup ikişer yıl ara ile albüm çıkarıyor ama elimizde öyle bir albüm var ki bu iki yıl boyunca toplumsal olarak yaşadığımız her türlü olumsuzluktan besleniyor, güç buluyor ve bu sayede dinleyiciye daha derin hisler yaşatabiliyor. Belki de ilk defa bir albümün gecikmesine mutlu oluyorum çünkü muhtemelen bu albümü 2020 yılında dinleseydim beni böyle etkilemeyecekti. Bu yüzden iyi ki de geç olmuş.
İnsanlar yaşadıkları çevre ve toplumdan mutsuz oldukları zaman ne olur? Başkaldırı olur, protesto olur. Metal müzik de bence bu iş için en uygun müzik türü. Evet, ‘’Kıyamet Fragmanı’’ protest konsepte sahip bir metal albümü. Toplumsal olumsuzlukları bünyesinde toplayıp bunlara değindiği protest tavrını yer yer daha kişisel, insanın kendini bulabileceği bölümlere bıraksa da özellikle son 4-5 yılın yaşanmışlıklarının 34 dakikaya başarıyla sığdırıldığı bir çalışma.
Albümün vuruculuğunu artırmak için olacak ki epeyi nakarat odaklı bir yaklaşımla karşı karşıyayız. Nakarat odaklı şarkılar çoğu Pasifagresif okuruna hitap etmiyor bunun farkındayım ama bu yaklaşımın albüme çok başarıyla işlendiğini belirtmek isterim. Albümde vokaller nakaratlarda çok güçlü, vermek istediği mesajı hemen veriyor ve bunu gerçekten akılda kalıcı melodiler eşliğinde yapıyor. Örnek vermem gerekirse; ‘’Sesin Çıksın’’ nakaratı, Helloween’in herhangi bir albümüne koysak sırıtmayacak incelikle ve ustalıkla işlenmiş. Albümde bu nakarat odaklı yaklaşımı çoğu şarkıda hissetsek de albümün genelinde dinleyiciyi baymıyor. Albüm yeri geldiğinde keskin rifler, kirli vokaller, yeri geldiğinde ise daha üst perdeden vokaller ve aksak davullarla dinleyiciyi içinde tutmayı başarıyor. Vokaller demişken, Ufuk Özkurt’un vokallerinin çok ama çok başarılı olduğunun altını çizmek de burada önemli. Albümde vokallerin alıp götürdüğü ve şarkıları çok daha ilgi çekici (catchy) yaptığı anlar bir hayli fazla ve vokaller bunu özellikle ön plana çıkmamasına rağmen başarabiliyor.
Başlıkta da belirtiğim gibi albümde Özhan Deneç de şarkı yazımında rol sahibi ve bunu daha ilk şarkıdan hissediyoruz. Zaten yerli metal müzik piyasasını az çok takip eden herkesin bildiği gibi Özhan Deneç’in kendine has bir imzası var, bunu prodüksiyondan şarkı yapılarına kadar her şekilde hissedebilirsiniz. Bu albümde de aynı şey söz konusu, bu olumsuz bir şey değil çünkü Özhan Deneç bu işte gerçekten çok başarılı, albüme yine en iyi şekilde imzasını atmış; içinde çok başarılı klavye kullanımı ve çok iyi rifler mevcut.
Yukarıda bahsettiğim tüm konular albüme bir artı puan kazandırıyor fakat albüm hakkında beni rahatsız eden konulara da gelecek olursak paragrafımız kısa olmaz. Albümde yer yer konseptten uzaklaşma sezmemek mümkün değil. Bu özellikle ‘’Siber Fahişe’’ isimli, albümde ne aradığını 6. dinlememde bile anlayamadığım, konsepti ve konseptin beraberinde getirdiği burukluğu kalbinden bıçaklayan şarkıda çok hissediliyor.
Albümün bence en büyük eksisi ise aynı şarkı iskeletinden bir türlü sıyrılamaması. Nakarat odaklı yaklaşım başarıyla işlenmiş fakat albüm aynı şarkı iskeletinden sıyrılıp yer yer nefes alsaymış çok daha dinamik bir iş çıkabilirmiş. Nakarat odaklı yaklaşım albümün bir nebze dinamikliğini kaybetmesine yol açmış. Albümde bu yaklaşım bir tercih fakat ben en azından bazı şarkılarda yapı olarak farklı yaklaşımların albüme nefes aldıracağını ve dinleyiciyi daha çok içine çekebileceği kanısındayım.
Tüm bu olumlu yanları ve kusurları ile ‘’Kıyamet Fragmanı’’ dinleyeni sıkmayacak, hatta bazı şarkılarını tekrar dinleme isteği uyandıracak bir albüm. Her hafta yirmişer tane yeni albüm çıkan metal piyasasında eğer bizden, hayatımızdan, sokağa çıktığımızda gördüklerimizden ve gözden kaçırdıklarımızdan bir şeyler dinlemek istiyorsanız, ‘’Kıyamet Fragmanı’’ sizi pişman etmeyecek, yarı yolda bırakmayacak bir albüm.
SUBJEKTİF
Aslında bu albümün kritiğini yazmadan önce aklımda hiç böyle bir şey yoktu fakat dinlediğim albüm yaşadığım toplumun bu denli içinden olunca ben de bu müziği bir müzik türünden fazlası olarak benimsediğim için kritiğin sonuna kendimden ve albümün bana çağrıştırdıklarından bir şeyler katmak istedim. 2018 yılında üniversite 2. sınıftayken Murder King ile ve Pasifagresif ile tanıştım. O yıllar ülkede bazı şeylerin gerçekten değiştiği yıllardı ve belki de son mutlu yılımızdı. Ufuk Özkurt benim tanıştığım dönemde Murder King vokalliğini üstleniyordu, sonra gruptan ayrıldı ve her ne kadar Fırat Öz ile çok iyi iş çıkarmış olsalar da ben vokalde Ufuk Özkurt’u duyamayacağımız için üzülmüştüm, çünkü sesinin bu müziğe çok yakıştığını düşünüyordum. O dönemde Ufuk Özkurt’un solo albüm çıkarmasını çok istemiştim fakat 2020 yılında single’ı yayınlanana kadar bir daha Ufuk Özkurt’u hiç dinlemedim. Şimdi ise zor günlerimizde Ufuk Özkurt’tan bize ait bir şeyler duymak, denizdeki müsilajından kadın cinayetlerine, umutsuzluğumuzdan tünelin sonundaki ışığa kadar gerçekten bizden bir şeyler dinlemek yorucu oldu. Üzülerek belirtiyorum ki kullandığım ‘’yorucu’’ sıfatının sebebi albümün kalitesi/kalitesizliği değil. Yorucu olmasının sebebi ise değindiği konuların albümün dışına taşması, kulaklığımı çıkardığımda tema olarak albümün içinden çıkamamam. Çünkü yüzümü nereye çevirsem albümde dinlediklerimle karşılaşıyorum. Bu da bence albümün samimiyetinin en büyük ispatıdır.
Albümü üçüncü dinleyişim esnasında kendi kendime düşüncelere daldım. Aklıma sürekli George Orwell’ın ‘’Hayvan Çiftliği’’ gelip duruyordu. Elbette kitabın Stalin ve Rus Devrimi eleştirisi olduğunu biliyorum ama kitapta yine kendimize ait bir şeyler görmek mümkün. Yorucu bir coğrafyada yorucu günler yaşıyoruz. Bir gün çok umutluyken, bir başka gün gözümüzün önündeki denizin bile dayanamayıp çürüdüğünü görüyoruz, yine de bazı şeyleri kabullenmiyoruz. Tıpkı ‘’Hayvan Çiftliği’’ romanında işlerin daha kötüye gittiğini kendilerine kabul ettiremeyen, ne olursa olsun değirmenin inşasından sonra her şeyin düzeleceğine inanan hayvanlar gibi. Bazen seçim şansımız var sanıyoruz ama belli ki bizim için çoktan yapılmış seçimlere boyun eğmek ile yetiniyoruz, tıpkı romandaki hayvanlar gibi.
Yeni nesil ise belki de asla ulaşamayacağı emeklilik için hayatını devam ettiriyor, tıpkı romandaki favori karakterim Boxer gibi. Bazen her şey çok güzelken çok ufak bir şey için kavga çıkarabiliyoruz, tıpkı romandaki domuzlarla insanların poker masasında kavga etmesi gibi. Çoğu zaman herkesin eşit olduğunu savunuyoruz, bazılarının diğerlerinden daha eşit olduğunu bilmemize ve kabul etmemize rağmen, tıpkı romanda bunun ne demek olduğunu tam anlayamayan hayvanlar gibi. Kritiğini yazdığım bu albüm beni böyle bir düşünce seline itti ve dinlerken duyduğum her cümleyi yaşadığımız şeylerle bağdaştırabildim. Ufuk Özkurt çok yüksek ihtimalle okumayacak ama beni böyle düşünce seline ittiği, kendimi ve içinde yaşadığım toplumu bir albümün içinde bana buldurduğu için kendisine ve albümde adlarını bilmediğim emeği geçen herkese teşekkür ederek ve kitabın sonundan alıntı yaparak bitirmek istiyorum, elinize sağlık.
“Evin içinde korkunç bir kavga vardı. Bağırışlar, çağırışlar, masayı yumruklamalar, kuşku dolu, sert bakışlar, öfkeli itirazlar. Sorunun nedeni Napolyon ile Bay Pilkington’un aynı anda kupa birlisi oynamış olmalarıydı. Yirmi iki ağızdan yirmi iki öfkeli ses çıkıyordu, seslerin hepsi de aynıydı. Dışarıdaki hayvanlar bir domuzlara, bir insanlara, sonra yeniden domuzlara, sonra yeniden insanlara baktılar, hangisinin hangisi olduğunu söylemeye olanak yoktu…”