Son iki haftadır Pasifagresif’in kritik yükünü çeken en önemli unsurlardan biri olan değerli dostum Oğuz Sel’in Mersin yakınlarındaki yazlığında kalıyoruz. Vakit geçirmek için yaptığımız aktivitelerden biri de sırayla bir grubun bir şarkısını açmak ve karşı tarafın tahmin etmesini sağlamak.
Zaten farkında olduğum, ancak bu çılgın eğlence sırasında daha da net gördüğüm üzere black metal gruplarının adını, sanını duymadan ve albüm kapağını, fotoğrafını görmeden ayrıştırmak, doğru grubu tahmin etmek son derece zor olabiliyor. Bunun sebebi elbette ki diğer tüm türler gibi black metalin de bir geleneğinin, klişelerinin, hatta kurallarının olması ve çok büyük bir çoğunluğu oluşturan grupların bu sınırlar içerisinde hareket etmeyi tercih etmesi sonucu birbirlerini andıran çok fazla unsur barındırması.
Buradan hareketle black metal dünyasında fark yaratmanın, fark edilir olmanın ve dinleyici tarafından ayrıştırılabilecek bir sound oluşturmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar black metal de diğer metal türleri gibi bir anlayış ifade ettiğinden, onlarca yıldır yapılan bir şeyi tekrarlamak; geleneklere bağlı kalmak suretiyle bu karanlık sanatı yaşatmak elbette ki her şekilde değerli ve önemli bir uğraş.
Yine de başta dediğim konuya, yani çoğunluktan farklı olabilmeye dönersem, bu gerçekten de önemli bir olay ve bunu başarabilen grupların ayrıca bir tebriği hak ettiğini düşünüyorum. Tüm bunları yazmış olmamdan ve yaptığım vurgudan; bugün bu şekilde ayrıştırılan türde, karakteristik sound’a sahip bir gruptan bahsedeceğimi anlamışsınızdır diye tahmin ediyorum.
“The Suns of Perdition” serisinin üçüncü ve son ayağı olan “The Suns of Perdition – Chapter III: The Astral Drain”, 2020′de çıkan ve o yılın en iyi black metal albümleri arasında anılan “The Suns of Perdition – Chapter II: Render unto Eden“dan sadece 2 yıl sonra bizlerle buluşan ve PANZERFAUST’un yüksek istatistiklerle oynayan üretken kimliğini tekrar hatırlamamızı sağlayan yepyeni albümü. Albümü dinlemeye başladığınız anda fark edeceğiniz üzere, “The Astral Drain” bu üçlemenin en ağır başlı, en atmosferik, en orta/yavaş tempo parçası. Şarkıların tamamı birbirine bağlanıyor ve albüm bir bütün hâlinde, uzun tek bir şarkıymış gibi akıyor. Bu yapısıyla ve bir önceki cümlede bahsettiğim unsurlarla birlikte “The Suns of Perdition – Chapter III: The Astral Drain”i “The Synarchy of Molten Bones” ve “The Furnaces of Palingenesia” sonrası çıkan bir “The Long Defeat“e benzetmeden edemiyorum. İki albüm de iniş ve çıkışlar barındıran ve tema çerçevesinde yoğunluğu asla elden bırakmadan çeşitlilikler sunan çalışmalar ve bu sayede ikisinde de benzer yoğunluklar, benzer gövde gösterileri, benzer dokunuşlar var (iki albümde de “Enantiodromia” adlı bir şarkı olması da cabası).
Grubun kurucusu, gitaristi, vokalistlerinden biri, bestecisi ve şarkı sözü yazarı, yani PANZERFAUST’un esas adamı olan Brock Van Dijk’in vites düşürdüğü “The Suns of Perdition – Chapter III: The Astral Drain” bu tarafıyla grubun ortalığı yangın yerine çeviren tarafını seven dinleyicilerini az çok üzebilecekse de üçleme içinde durduğu yer ve bir kapanış havası veriyor olması dolayısıyla benim büyük oranda beğendiğim bir mizaca sahip. Black metalin yavaşlaması, blast beat’lerin azalması bildiğimiz gibi vokalistlere yarar ve vokalistler buldukları bu geniş alanları değerlendirme fırsatı bulurlar. Genel olarak FUNERAL MIST’in bir dolu şarkısı, son DEATHSPELL OMEGA albümü, son ENTHRONED albümü “Cold Black Suns” bunlara örnek olarak verilebilir. Burada da PANZERFAUST vokalisti Goliath’ın önceki iki albüme oranla daha geniş perdeden vokal yapabildiği ya da yapabildiklerini daha net şekilde gösterebildiği bir oyun alanı görüyoruz. Albümün yer yer bilinçli olarak monotonlaştığı, tekrara bel bağladığı anlarda bir trans havası yaratmak adına uzun enstrümantal pasajlar tercih edilmiş olsa da albümün pek çok şarkısında, misal “Bonfire of the Insanities”de vokalleri çok daha çıplak ve net şekilde duyabiliyoruz.
Bir önceki albümde olduğu gibi albümün en uzun şarkısını ilk sıraya koyan PANZERFAUST, bu şarkının ardından “bir kısa interlude, bir şarkı” düzeniyle gitmeyi tercih etmiş. Bu şarkılar arasından, öncesindeki ağır havayı dağıtan ve baştan sona esip gürleyen “The Far Bank at the River Styx” haricindekiler hep orta tempoda seyreden yapıtlar. Şarkılar birbirine benzemiyor, ancak gerçek anlamda şarkı olarak nitelenebilecek 5 yapıttan 4 tanesinin yavaş ve orta tempo ağırlıklı olması yukarıda da dediğim gibi kimilerince aşırı bir mutlulukla karşılanmayabilir.
Mükemmel davulculuk performansı, tekinsiz arpejlerle oluşturulan kapkaranlık hava gibi detaylardan bahis dahi etmesem de albüm bu tarz bir orta/yavaş tempo black metal albümü tercihini renklendirecek, çeşitlendirecek bir dolu fikri içinde barındırıyor. PANZERFAUST bu sayede bir kez daha farkını ortaya koyuyor ve belki serinin ilk iki albümü kadar heyecanlandıran, ateşe veren bir iş yapmasa da derinlik, yoğunluk anlamında güçlü bir çalışmayla üçlemenin kapanışını yapmış oluyor.
Kadro Goliath: Vokal
Kaizer: Gitar
Thomas Gervais: Bas
Alexander Kartashov: Davul
Şarkılar 1. Death-Drive Projections
2. The Fear (Interlude)
3. B22: The Hive and the Hole
4. The Pain (Interlude)
5. Bonfire of the Insanities
6. The Fury (Interlude)
7. The Far Bank at the River Styx
8. Enantiodromia (Interlude)
9. Tabula Rasa
Albümlerde belli bir konsept sunabilmek, manifesto tadında işlere imza atabilmek şüphesiz övgü gerektiren bir durum, fakat diğer yandan konseptin müziği beslemesi, grubun güçlü yanlarını devredışı bırakmayı gerektirmemesi de bir o kadar önemli. Sözlere bakınca müziğin niye bu kadar durağanlaştığı anlaşılsa da, bana göre serinin ikinci albümüne göre net bir gerileme söz konusu. “Render unto Eden” son on yılın en başarılı black metal albümleri arasına hiç düşünmeden alacağım kusursuza yakın bir işti. Buysa anca grubu özel olarak seven kitleye hitap edebilir.
Net bir şekilde senenin en hakkı yenen albümü. Muhteşem bir eser. Baterist önceki albümlerde de yaptığı gibi gene enfes bir iş çıkarıyor ve özellikle parçaların yavaşladığı kısımlarda tüm yetkiyi kendine alıyor ve “benim” diyor. “Tabula Rasa” çok fena gaza getiren bir parça ancak bu demek değil ki diğer parçalar kötü aksine onlar da 10 numara. Kesinlikle dinleyin, dinlettirin, dinlemeyenlere de zorla dinlettirin!
@SileJack, Hakkının yendiğine ben de katılıyorum. Çok arada kaynayıp giden bir albüm oldu sanki. Bence geçiş parçalarının gereksizliği dışında (ki zaten onların süresi de neyse ki kısa tutulmuş genel olarak) pek bir kusuru yok albümün, çok sağlam şarkılarla dolu. Bu sefer kastıkları ritüel havası, davulcunun daha tom ağırlıklı takılması vs. de çok hoşuma gitti. Serinin önceki albümlerinden aşağı kalır bir yanı yok yani bana göre.
Albümlerde belli bir konsept sunabilmek, manifesto tadında işlere imza atabilmek şüphesiz övgü gerektiren bir durum, fakat diğer yandan konseptin müziği beslemesi, grubun güçlü yanlarını devredışı bırakmayı gerektirmemesi de bir o kadar önemli. Sözlere bakınca müziğin niye bu kadar durağanlaştığı anlaşılsa da, bana göre serinin ikinci albümüne göre net bir gerileme söz konusu. “Render unto Eden” son on yılın en başarılı black metal albümleri arasına hiç düşünmeden alacağım kusursuza yakın bir işti. Buysa anca grubu özel olarak seven kitleye hitap edebilir.
Net bir şekilde senenin en hakkı yenen albümü. Muhteşem bir eser. Baterist önceki albümlerde de yaptığı gibi gene enfes bir iş çıkarıyor ve özellikle parçaların yavaşladığı kısımlarda tüm yetkiyi kendine alıyor ve “benim” diyor. “Tabula Rasa” çok fena gaza getiren bir parça ancak bu demek değil ki diğer parçalar kötü aksine onlar da 10 numara. Kesinlikle dinleyin, dinlettirin, dinlemeyenlere de zorla dinlettirin!
28.12.2022
@SileJack, Hakkının yendiğine ben de katılıyorum. Çok arada kaynayıp giden bir albüm oldu sanki. Bence geçiş parçalarının gereksizliği dışında (ki zaten onların süresi de neyse ki kısa tutulmuş genel olarak) pek bir kusuru yok albümün, çok sağlam şarkılarla dolu. Bu sefer kastıkları ritüel havası, davulcunun daha tom ağırlıklı takılması vs. de çok hoşuma gitti. Serinin önceki albümlerinden aşağı kalır bir yanı yok yani bana göre.