Bu sıcak yaz gününde neden 1999′da çıkan hüzünlü bir albüme gidiyoruz, açıkçası ben de bilmiyorum.
Uzunca bir süredir doom/gotik metal/rock tarzından bir şey yazmadığımı fark ettim ve bir de kritik isteği gelince yazayım dedim.
Bu albümü yazmak istememin diğer bir sebebi ise “Forever Autumn”un aynı dönemdeki türdaşlarından ayrışan birtakım enteresan hareketlerinin olması.
LAKE OF TEARS 1992 yılında Daniel Brennare tarafından kurulan ve günümüze de diğer tüm elemanlarını birer birer dökerek tek kişilik bir projeye dönüşen bir oluşum.
10 yıllık bir aranın ardından 2021′de “Ominous” albümünü çıkaran grup özellikle doksanlarda adından söz ettiren bir topluluktu.
Başlardaki doom metal kimliğini zamanla törpüleyen LAKE OF TEARS, üç başarılı albümün ardından 1999′da da şu anda bahsetmekte olduğum diğer bir başarılı çalışma olan “Forever Autumn”u çıkarmıştı.
Albüm adına baktığınızda ve doksanların sonlarını düşündüğünüzde sizi nasıl bir albümün beklediğini zaten aşağı yukarı tahmin edebilirsiniz. Ne var ki “Forever Autumn” her şeyiyle bir hüzün şhov değil. Bilakis, albümün genelinde aydınlık, umut dolu bir hava var.
Şarkıların epey farklı karakterlere sahip olmasının yarattığı çeşitlilikten epey güzel faydalanan albüm, piyano ve yaylı destekleriyle genişleyen ve kuru götlü bir gotik metal/rock albümü olarak kalmaktan kurtulmasıyla dikkat çekiyor.
“Forever Autumn”u farklı kılan unsurların başında albümdeki hüznü yaratmak için fark edilir düzeyde baskın bir Amerikan folk anlayışının kullanılmış olması geliyor. Özellikle yavaş tempolu, narin, kırılgan şarkılarda Brennare’nin ses renginin de etkisiyle ortaya 70′lerin ve 80′lerin Amerikan folk ve folk pop gruplarını anımsatan bir hava çıkıyor. Bu kimlik öylesine baskın ki çoğu zaman doom metal temelli, gotik metal köklerine sahip bir şey dinlediğinizi unutuyor ve kendinizi sevimli akorlar ve yumuşacık vokaller arasında buluyorsunuz.
Ne var ki Brennare ve dostları olayı çeşitlendirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. O dönem tam anlamıyla bir mutasyon yaşayan PARADISE LOST’a çok ama çok yakın karakterde şarkılar bu durumun sağlanmasında başrolü üstleniyorlar. Albümdeki karanlığın synth’lerle, daha karanlık vokallerle sağlandığı anlarda ise olay TIAMAT’a kadar ilerliyor ve ortaya her şeyiyle doksanlar sonu bir albüm çıkıyor. Spotify’da albümün açılış şarkısı “So Fell Autumn Rain”in 2 milyondan, kapanışı yapan “To Blossom Blue”nun ise yaklaşık 4 milyondan fazla dinlendiğini söylersem, LAKE OF TEARS’ın bu albümde yarattığı etkiye dair bir ipucu vereceğimi düşünüyorum.
Eğer zamanının ruhunu tam olarak yansıtan bir gotik rock/metal albümü dinlemek isterseniz, yaza sıcağa bakmadan “Forever Autumn”u dinleyebilirsiniz. Bu tarz bir albümü Ekim’de, Kasım’da dinlemek daha isabetli olacaktır elbet, ancak ben 37 derecelik Antalya sıcağında dinledim, pişman olmadım (sanki güneşin altında dinledim; püfür püfür klimanın altında dinledim).
Kadro Daniel Brennare: Vokali gitar, besteler, sözler
Mikael Larsson: Bas
Christian Saarinen: Klavye
Johan Oudhuis: Davul
Konuk:
Magnus Sahlgren: Lead gitar
Bo Hülpheres: Flüt, akordeon
Henriette Schack: Çello
Şarkılar 1. So Fell Autumn Rain
2. Hold On Tight
3. Forever Autumn
4. Pagan Wish
5. Otherwheres
6. The Homecoming
7. Come Night I Reign
8. Demon You / Lily Anne
9. To Blossom Blue
Böyle muhteşem bir albümü bu kadar yüzeysel anlatarak albüme saygısızlık ettiğini düşünüyorum ve ayrıca son derece baştan savma bir şekilde anlatılmış yıllarımın albümü. Resmen arşivde ne olur ne olmaz öyle dursun diye yazılmış yazı
Böyle muhteşem bir albümü bu kadar yüzeysel anlatarak albüme saygısızlık ettiğini düşünüyorum ve ayrıca son derece baştan savma bir şekilde anlatılmış yıllarımın albümü. Resmen arşivde ne olur ne olmaz öyle dursun diye yazılmış yazı
11.07.2022
@Moonshield, eleştiri için teşekkürler, bir dahakini daha iyi yazmaya çalışırım.
Sonraki albümlerinde aynı tadı bir türlü yakalayamadığım ilginç insanlar