İlk albümüyle pagan soslu black metal konusunda Amerika’yı yeniden keşfetmemiş olsa da titrettiği gönül telleriyle beğenimi kazanan Fin dostumuz Marrasmieli, ikinci albümüyle yeniden konuğumuz oluyor.
Grup üyelerinin gençliklerinin verdiği heyecan ve motivasyonla ortaya koydukları “Between Land and Sky” özellikle dinamizmiyle aklıma kazınmış, içerdiği melodik bölümlerle ve genel şarkı kompozisyonlarıyla da grubun gelecek vadettiğini düşünmemi sağlamıştı. Önceki albümün iki sene sonrasında çıkagelen “Martaiden Mailta”, kadro bakımından genişleyen oluşumun, yer yer harika anlar sunan ama genel itibarıyla müzikal fikir savrulmalarından kendine gelememiş bir albüm olduğu izlenimi veriyor.
Mizaç yönünden önceki yapımdan hayli ayrılan “Martaiden Mailta” 1 dakika 37 saniyelik enteresan bir açılışla bizleri selamlıyor. Sonrasındaysa olduğu gibi görünmeyip göründüğü gibi olmaya çalışan ama bunu da bir türlü başaramayan “The Forest of My Soul” geliyor. İlk etapta bu şarkıya özgü olduğunu düşündüğüm parça trafiklerindeki yersiz iniş çıkışlara, şarkı kompozisyonlarındaki genel kopukluklara ve anlam bütünlüğü eksikliklerine de buradan itibaren tanık olmaya başlıyoruz. Oldukça ilgi çekici şekilde başlamasına ve avının peşinden iz süren bir kurdu andırmasına karşın çok geçmeden bir kuzuya dönüşen, sonraları ise kendini bir türlü toparlayamayan parça, albüm adına ilk hayal kırıklığını yaşatıyor. Ne var ki hayal kırıklıklarının ardı arkası, bu şarkıdan sonra da kesilmiyor. Kendinizi, terk edilmiş soğuk bir diyarın ortasında, içeride bir iki müşterisi bulunan, sıcak ve samimi bir meyhanede gibi hissetmenizi sağlayan “Ghosts of Past and Future”, yapıma dair olumsuz düşüncelerimi değiştirebilir mi diye bekliyorum ama maalesef olmuyor. Marrasmieli, yine aynı hataya düşüp şarkının seyrini, hiç olmadık şekilde değiştirip 2022 yılında artık milyar milyon defa duyduğumuz standart akor yürüyüşü temelli gitar oyunlarına başvuruyor, bu süreçte akordeondan da destek alıyor. Evet, farkındayım, gitar yürüyüşü şarkıyı açan klasik gitardan da dökülüyordu ama bir tema melodisi olmayacak kadar basit bir yürüyüşü dakikalarca vurgulamak, üzgünüm fakat bana hem acemice ve hem de kolaycılığa kaçmak gibi geliyor.
Şimdi, diğer şarkıları da böyle tek tek ele alıp tokatlamak istemiyorum zira şimdiden ellerim acımaya başladı. Albümün en büyük sorunlarından biri, az önce aktardığım gibi kompozisyonlardaki dağınıklık ve kopukluklar. Nattvind ve Zannibal kişilerinin imzasını taşıyan besteler, grubun tekli olarak yayımladığı ve belli bir bölümüyle buram buram -yine- Falkenbach kokan “The Oaks of England” dışında gerçekten vasat. Ki bu adını andığım eser de öyle ahım şahım iyi değil, hatta bırakın türün öncülerini grubun kendi standartları için bile böyle. Diğer yandan anladığım kadarıyla ekibin bir epik şarkı yapma çabası var. Yalnız bu işe girişirken duvara tosladıkları, 17 dakika süren ve sıkıcılıktan ölüp ölüp yeniden dirilen “Far in the Frozen North” ile su yüzüne çıkıyor. İsteseler üç-dört ayrı parça şeklinde oluşturabilecekleri şarkı, uzadıkça uzuyor arada bir kabuk değiştirse de yine de o “epiklik” hissini oluşturmanın yakınından dahi geçemiyor.
Yapımın en büyük sorunlarından ikincisine değinmeden kritiği sonlandırmak istemiyorum. Metal enstrümanları ve vokaller haricinde kalan enstrümanların miksi bence başarısız ve çok çiğ. Bu işin kralını, rahmetli Valfar öncülüğündeki Windir seneler seneler evvel yaptı. Yıl 2022 olmuşken ve en amatör kayıt kurulumunda bile ne harikalar yaratılabilirken akordeonun, kemanın ve bilumum metal dışı enstrümanın böyle yavan duyulması, olacak iş değil. Ha unutmadan, grup enstrüman çeşitliliği konusunda kendi sınırlarını aşmak istemiş belli ki ve Hawaii’ye özgü ukulele de Yunanistan’a has buzukiyi de şarkılarında kullanmışlar bir şekilde. Tabii buzukiden söz edince aklınıza Fedon’un “Thelo na t akouo, na t akouo, na t akouo,” şeklindeki şarkı nakaratı eşliğinde kırılan tabaklar filan gelmesin. Tespit edebildiğim kadarıyla buzukinin en net duyulabildiği yer, epik olmaya çalışan 17 dakikalık şarkının başları.
Dinlediğiniz zaman sizin de fark edebileceğiniz genel bir sıkıcılık söz konusu “Martaiden Mailta”da. Şüphesiz, bu tür müziklerle ilk kez tanışacak olan dinleyiciler için heyecan verici yerler vardır ama grup genç üyelerden oluşsa da doğal olarak daha taze bir şeyler işitme ihtiyacı duyuyorum. Evet, önceki albümde başarıyla verilen nostalji hissi iyiydi, hatta bu albüme girişmeden o albümü yeniden dinledim ve albüme dair düşüncelerimin pek de değişmediğini gördüm. Şayet pagan black metal olaylarına meraklıysanız ve ne olursa olsun dinlerim hatta severim diyorsanız, “Martaiden Mailta” size göre olabilir. Müzik konusunda daha seçici olduğunuzu düşünüyorsanız, başarılı klavye kullanımı ve yer yer güçlü atmosferine karşın teknik ve içerik yönündeki aksaklıkları/eksiklikleri nedeniyle albüm, size hitap etmeyebilir.
Ghosts of past and future ile gönlümüzü bir kez daha ele geçirmiştir. 10/10.