Kısa süre önce, ses kayıt teknolojileri başta olmak üzere müzik üretimiyle ilgilenen herkes için yararlı bilgiler sunan Ufuk Bulut’un YouTube kanalında, ağabeyi Gökhan Bulut ile gerçekleştirdiği altı numaralı canlı yayını dinledim. Sıkı birer metalci olan ağabey-kardeş ikili, gelen bir soru üzerine, grup müziği yapmanın ve grup olarak beste üretmenin giderek daha zor hâle gelmesiyle ilgili değerli bilgiler aktardılar. Kelime kelime yazmayayım ama anlatılanlardan bir kısmını özet geçeyim. Eskiden “Elimde böyle gitar rifleri var, onlara bas yazar mısın?” gibi yaklaşımların iyi sonuçlar doğurabildiği ama günümüzde müzisyenler arası fiziksel mesafe azaldıkça müzikal uyumun da ortadan kalktığı ve kalburüstü işler çıkarmak için grup üyelerinin gündelik yaşamda da stüdyoda da birlikte uzun süreler geçirmelerinin gerektiğini söylediler. Grupların, iyi sonuçlar elde edebilmeleri amacıyla ürettikleri besteleri tekrar tekrar çalmalarının, kayıt üstüne kayıtlar yapmalarının doğru yöntemlerden biri olduğunu da sözlerine eklediler.
Video devam ederken bir an duraksadım ve PA için yazdığım -ağırlıkla- black metal albümlerini düşündüm. Hakikaten de benim bu sayfalarda takdir edip yüksek puanlara boğduğum sayısız tek kişilik proje oldu ama grup müziği yapıp da aynı puanlara ve methiyelerime mazhar olan pek az topluluk vardı. 2019 yılında yayımladığı albümle PA sayfalarına konuk ettiğimiz, dört kişilik kadrodan müteşekkil Vimur da o kadar ortanın biraz üzerinde bir puanla yolculadığım “grup müziği yapan” oluşumlardan biriydi anımsayacağınız üzere. 2020 ve 2021’i küresel salgın sorunlarıyla geçiren, belki de müzik üretim sürecinde istedikleri kadar bir araya gelemeyen ve yeni albümlerinin bilgi bölümünde kadrodan kimseyi öne çıkarmadan, bestelerin gruba ait olduğunu özellikle vurgulayan ABD’li Vimur’un yeni albümü, bahse konu koşulları göz önüne aldığımızda ne kadar iyi olabilirdi ki?
PA’da kritik yazmaya verdiğim uzun aranın ardından döndüğüm gibi bazı grupların çok beklenen albümleri hakkında kendimce yorumlar yaptım, bir kısmını okumuşsunuzdur. Yine bu albümlere, grupların kimi zaman belirli kalıplardan kurtulamadığını kimi zamansa bestecilik yönünden kendilerini aşamadıklarından ve masaya yeni bir şey getiremediklerinden hareketle öyle dev puanlar yapıştırmadığımı da görmüşsünüzdür. Kendi hâlinde müzik üretmeye ve doğru bildiği şeyi yapmaya devam eden Vimur ise hem girişte saydığım olumsuzluklardan etkilenmediğini hem de orta şekerli puanlar dağıttığım grupların düştüğü hataların yanından bile geçmediğini, üçüncü stüdyo albümüyle gösteriyor.
Adam Burke imzalı kapağında, öfkeden çıldırıp Dünya’ya ateşler salmış bir Chnoubis bulunduran “Transcendental Violence” aslında müzikal içeriğini de bir bakıma bu kapakla yansıtıyor. Zira her black metal albümünde göremeyeceğiniz bir öfke patlaması, bitip tükenmek bilmeyen ve gerek notalarla gerekse öne çıkarılmayıp bilakis sound’a tam anlamıyla enstrüman gibi yedirilen vokallerle iletilen bir gazap, yapımın inşa edildiği iskelet olup çıkıyor. “Transcendental Violence”ı benim nazarımda değerli hâle getiren ögelerin başında, albümdeki her bir parçanın sürekli bir değişim, dönüşüm içinde olması geliyor. Tekdüzelikten ölen parçaları da albümleri de keyifle dinleyebiliyorum ancak konu black metal gibi dinamizmin değerli kıldığı bir tür olunca, açıkçası işittiğim eserlerde çeşitlilik arıyorum. Bu çeşitliliği fırıncı küreğine doldurup kulağımdan boca eden “Transcendental Violence” halim selim başlayan ilk şarkısında yirmiye yakın değişim geçirerek bu beklentimi karşılayabileceğini gösteriyor. Bu değişim meselesine de biraz gireyim izninizle. Zaman zaman bazı grupların uzun süreli ve kendi içinde değişkenlik gösteren parçaları konuşulurken bu değişikliklerin, çok da organik olmadığından, sanki ilgili şarkıların, başka başka bestelerin art arda eklenmesiyle oluşturulduğundan dem vurulabiliyor. Vimur ise ürettiği şarkılardaki yapısal değişiklikleri ya organik biçimde gerçekleştiriyor ya da dinleyiciye araba çarpmış etkisi yaratacak bir tonal değişiklikle yapıyor ve bu tonal değişim, hiçbir biçimde yapay ya da eklemeymiş hissi uyandırmıyor. İşin ilginci ise yapımın ağır aksak parçası “Death Absolution” haricinde tüm eserlerde bu yapısal değişim, fazlasıyla meydana geliyor ve kendinizi şarkının gidişatına alıştırıp “Hmm, biraz sonra bu kısım kesin tekrar eder,” dediğiniz anda parça kabuk değiştirip ya öfkeden çıldıran Chnoubis’i notalarla karşınıza çıkarıyor veya ilginç melodik anlarla sizi bir anda kasetten, CD’den 90’lar black metalinin anıt eserlerini dinlediğiniz dönemlerinize döndürüyor.
Dünyanın geçirdiği epey tatsız iki seneden ilham aldıklarını düşündüğüm Vimur üyeleri, “Transcendental Violence” albümünde kariyerlerinin en iyi şarkılarından bazılarına hayat veriyor. Açıkçası, adamların beste üretme işine bu kadar eğilip kendilerini bu kadar aşmalarını hiç beklemiyordum. Dinlerken ambale olacağınızı garanti edeceğim ilk parçanın sonrasında başlayan ve albüme adını veren eser, yeni bölümlerin az tekrarla çalınarak şarkının cazip kılınması formülünü başarıyla uyguluyor ve üç dakikanın, göz açıp kapatıncaya kadar geçmesini sağlıyor. İlk bir iki dinlemede beynimi tokatlayan “Infallible Contra Animus” ise yapımın şüphesiz yıldızı. Dinleyin, neden böyle dediğimi anlayacaksınız. Tüm şarkılar hakkında kısa kısa bir şeyler paylaşmak istiyorum ama kendimi tutmam lazım. Son olarak “The Greatest Dying”in nasıl ustalıkla “Ölüm Marşı”na bağlandığını ifade ederek susayım.
Melodik ve yaratıcı rif üretme konusunda gerçekten çok iyi iş çıkaran Vimur, bunu yaparken türün öncüsü gruplara saygı duruşunda bulunmaktan da imtina etmiyor. Albümü dinlerken -klavyelerini hariç tutarak- Dimmu Borgir (3, 7), Emperor (1, 5), Immortal (5), Inquisition (5) hatta yer yer Cradle of Filth (4) anlara denk gelebileceğinizi söyleyebilirim. Klavyeli black gruplarını sevmeme rağmen Vimur’da klavye bulunmamasını bir artı olarak görüyorum ve bu şekilde devam etmelerinin iyi olacağını düşünüyorum. Az evvel de belirttiğim gibi vokal, zaten bir enstrüman gibi kullanılıyor ve sound’u kaplayan, yer yer kuyruğu da epey uzayan reverb’lerle yeni bir enstrümana olan ihtiyacı ziyadesiyle karşılıyor. Gitarlar, tekdüzeliği kırmak adına standartların dışında kullanımlara gidebiliyor ve zaman zaman yumuşak tonlara geçiş yaparak şarkıların vermek istediği hissi zirveye taşıyor. Bu tür yapımlarda üvey evlat muamelesi gören bas gitar ise üçüncü parçada olduğu gibi şarkıların melodik yapısını da gidişatını da değiştirip zenginleştiriyor. Davul cephesinde ise çeşitliliği güçlendiren bir kullanım söz konusu. Her ne kadar kulaklarım bazen trampet tarafında quantize arasa da trampet vuruşlarının doğal olması, yapımın robotik hâle gelmesini de engelliyor. Prodüksiyon tarafında küçük kusurlar içermesine rağmen (üçüncü şarkının kilit noktasında reverb kuyruğunun çat diye kesilmesi mesela) yapımı öyle yerden yere çalacağım bir mesele mevcut değil.
Eğer durmazsam bu yazı, sonsuza doğru uzayıp gidecek. İyisi mi siz “Transcendental Violence”ı vakit kaybetmeden dinleyin. Bana daha sonra teşekkür edersiniz. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Kadro Vaedis Eosphorus: Vokal, ritim gitar, sözler
Australis: Lead gitar
Kiehül Hesperos: Bas
Ætheos: Davul
Şarkılar 1. Aeonic Upheaval
2. Transcendental Violence
3. Infallible Contra Animus
4. Emanations from the Sun Behind the Sun
5. The Greatest Dying
6. Death Absolution
7. The Warrior Seers
Hem önceki albümde yaptıklarından hem de kapaktan dolayı acayip merak ediyorum bu albümü. Bu haftaki yazılarımı yazdıktan sonra hemen dinleyeceğim. Eline sağlık Oğuz.
Hem önceki albümde yaptıklarından hem de kapaktan dolayı acayip merak ediyorum bu albümü. Bu haftaki yazılarımı yazdıktan sonra hemen dinleyeceğim. Eline sağlık Oğuz.
29.05.2022
@Ahmet Saraçoğlu, 🤘🏻
Yıldızlar, ateşli oklar, aslanlar falan derken kapakta bi pavyon havası olmuş.