Son birkaç haftadır seksenlerde çıkmış ve büyük oranda geri planda kaldığını düşündüğüm çeşitli albümleri PA dağarcığına katmaya çalışıyorum. Bunların bazıları power metalin ilk örnekleri arasına sokulabilecek yapıtlarken bazıları da NWOBHM’nin nispeten gizli kalmış yapıtlarından oluşuyor. Bugün de heavy metalin epik tarafının gelmiş geçmiş en önemli, en özgün gruplarından biri olan MANILLA ROAD’un bence en iyi birkaç albümünden olan “Crystal Logic”ten bahsedeceğiz.
Kimisi için bilinmez, kimisi için başyapıt kabul edilen bir albüm “Crystal Logic”. Heavy metal tarihinin büyük oranda geri planda kalmış en önemli gruplarından olan MANILLA ROAD; hard rock, space rock ve progresif rock ilhamlarıyla başladığı kariyerinin üçüncü albümü olan “Crystal Logic”te heavy metale sıkı sıkıya tutunmuş ve türün epik tarafından ilerleyecek pek çok grubun ilham alabileceği derinlikte müthiş bir albüm sunmuştu.
Eşsiz bir atmosferi, çok kendine özgü bir melankolisi ve günümüzden bakınca müthiş bir nostalji hissi olan “Crystal Logic”, MANILLA ROAD’un her şeyi diyebileceğimiz ve 2018 yılında ne yazık ki aramızdan ayrılan Mark Shelton besteleri, vokalleri ve gitarlarıyla vücut bulan bir çalışma. Grubun kariyerinde yazdığı en iyi ve en bilinen şarkılardan bazılarını içeren “Crystal Logic”, enteresan bir çekiciliğe ve bağımlılık yapma özelliğine sahip diyerek incelemeyi derinleştirmeye başlayalım.
Belki de tüm zamanların en çok bilinen MANILLA ROAD şarkılarından olan “Necropolis”i, “Crystal Logic”i ve “Dreams of Eschaton” başyapıtını bünyesinde barındıran albümdeki en önemli konu; Shelton’ın, grubu ilk kez dinleyenlerin yadırgayabileceği, belki alışmakta güçlük çekebileceği tarzdaki vokalleri. Belli oranda “metal söyleyen Ian Anderson” olarak özetleyebileceğim ve MANILLA ROAD dinleyicileri için bırakın sorun olmayı bir lütuf olan bu vokaller, ilk kez MANILLA ROAD dinleyecek dimağlara başta biraz tuhaf gelebilir. Ne var ki bu vokallerin albümdeki nostaljik karakterle birlikte çok iyi yaşlandığına inanıyor, bu albüme başka herhangi bir vokalin uymayacağını düşünüyorum.
Tarz olarak baktığımızda MANILLA ROAD’un bu albümde ANGEL WITCH, IRON MAIDEN ve CIRITH UNGOL tarzına yakın bir çizgide ilerlediğini görüyoruz. Albümün en önemli özelliği şarkılar arasında son derece değişken yapılar sunabiliyor olması. “Crystal Logic”e adını veren şarkıda görülen yarı enerjik yarı damar hava “The Ram”de yerini son derece gaz, power metale yakın duran bir yapıya bırakıyor. Hard rock karakteriyle AC/DC’ye göz kırpan “Feeling Free Again”de grubun albümün nispeten dışına çıkan bir yola girdiğine tanık olurken, “The Veils of Negative Existence”ta ise MANILLA ROAD’un doom metal tarafının güzelliklerine doyma fırsatı elde ediyoruz.
“Crystal Logic” için melodilerle dolu bir albüm denmese de özellikle vokal yazımı albüme melodik bir kimlik katmayı başarıyor. Gitar üzerinden ilerleyen melodiler IRON MAIDEN gibi şarkının merkezinde konumlanmasa da kimi şarkılarda belli bir ağırlığa sahipler. Özellikle bazı soloların akılda kalıcı ve melodik karakteri de “Crystal Logic”in alametifarikalarından biri. Hem gitarın hem de vokallerin melodik anlamda en çok öne çıktığı şarkıların başında nakaratıyla ışıldayan “Crystal Logic” geliyor. Shelton’ın 1.04 civarında ilk kez karşımıza çıkan nakarattaki “crystal logic” ifadesine kattığı melodik yorumun gitarla desteklenmesi, bu albümün en karakteristik anlarından birini oluşturuyor. Aynı nakaratın 2.30’da farklı bir karakterde ve daha çeşitlendirilmiş, nameler katılmış vokallerle söylenmesi ise benim için MANILLA ROAD’ın alametifarikalarından biri olarak ışıl ışıl parlıyor.
Bahsedilmeden geçilmeyecek diğer bir şarkı olan yaklaşık 11 dakikalık “Dreams of Eschaton”da ise grubun çok farklı pek çok müzikal anlayışı bir arada sunduğunu görüyoruz. Girişinde Orta Çağ ozanı havasıyla giren şarkı, akabinde GHOST’un “Infestissumam”da yaptığı kimi şeylerin neredeyse bire bir aynısı denebilecek kötücül ve nostaljik olaylara giriyor. Şarkının yarısına kadar yükselen tansiyon, bu noktadan sonra IRON MAIDEN x PINK FLOYD evliliği gibi bir şeye dönüşüyor ve bu şekilde noktalanıyor. Cidden müthiş bir şarkı.
“Crystal Logic” bence heavy metal, epik heavy metal, doom metal, power metal gibi klasik türleri seven herkesin mutlaka dinlemesi gereken bir albüm. MANILLA ROAD hiçbir zaman herkesin bildiği bir grup olmadı ama bilenler onların ne kadar değerli olduğunun daima farkındaydı. Metal dünyasına 18 tane birbirinden güzel albüm bırakan Mark Shelton’ı da bu vesileyle anmış olalım, bir kez daha huzur içinde yat diyelim.
Kadro Mark Shelton: Vokal, gitar, besteler
Scott Park: Bas
Rick Fisher: Davul, geri vokal
Şarkılar 1. Prologue
2. Necropolis
3. Crystal Logic
4. Feeling Free Again
5. The Riddle Master
6. The Ram
7. The Veils of Negative Existence
8. Dreams of Eschaton
9. Epilogue
Her ne kadar genel metal çevresi tarafından bilinmese de türe değer verenlerce değer bulan gruplardan, modern metal dinleyicisi maalesef bu tarz albümlerden, gruplardan mahrum kalıyor ya da kendini keyif alamayacak hale getiriyor.
Son 10 sene içinde çıkanları saymazsak (ki onlar da kötü değildir) boş albümü olmayan bir grup. Mark Shelton keşke hayatta olsaydı da şöyle Arthur Rizk’in masabaşı işlerini üstlendiği harika bir albüm yapsalardı birlikte.
ABD metal tarihinin en önemli, ama aynı zamanda kıymeti en az bilinmiş gruplarından biri. Shelton’ın müziğini sevenler Hellwell’e de bir göz atsın derim: https://www.youtube.com/watch?v=mHvux_mTZYw
Bir heavy metal albümüne göre değişik bir melankoli var bu albümde. İlk dinlediğimde kafamda bazı şarkıların sözlerini değiştirip aşk şarkılarına dönüştürüyordum. Mesela Necropolis’in nakarata giden kısmı şöyle:
Never thought it would be like this
It feels like I’m living inside a dream
But my mind tells me I’m
Lost in Necropolis, lost in Necropolis
Benim versiyonum ise şöyle:
Never thought it would be like this
It feels like I’m living inside a dream
But my heart tells me I’m
Lost in your heart and love, lost in your heart and love
Her ne kadar genel metal çevresi tarafından bilinmese de türe değer verenlerce değer bulan gruplardan, modern metal dinleyicisi maalesef bu tarz albümlerden, gruplardan mahrum kalıyor ya da kendini keyif alamayacak hale getiriyor.
Son 10 sene içinde çıkanları saymazsak (ki onlar da kötü değildir) boş albümü olmayan bir grup. Mark Shelton keşke hayatta olsaydı da şöyle Arthur Rizk’in masabaşı işlerini üstlendiği harika bir albüm yapsalardı birlikte.
ABD metal tarihinin en önemli, ama aynı zamanda kıymeti en az bilinmiş gruplarından biri. Shelton’ın müziğini sevenler Hellwell’e de bir göz atsın derim:
https://www.youtube.com/watch?v=mHvux_mTZYw
Bir heavy metal albümüne göre değişik bir melankoli var bu albümde. İlk dinlediğimde kafamda bazı şarkıların sözlerini değiştirip aşk şarkılarına dönüştürüyordum. Mesela Necropolis’in nakarata giden kısmı şöyle:
Never thought it would be like this
It feels like I’m living inside a dream
But my mind tells me I’m
Lost in Necropolis, lost in Necropolis
Benim versiyonum ise şöyle:
Never thought it would be like this
It feels like I’m living inside a dream
But my heart tells me I’m
Lost in your heart and love, lost in your heart and love
Muhteşem albüm ama kim sever Nekropol’ü.
24.04.2022
lost in your eyes and love olacaktı yanlış yazmışım. İki kere heart olmaz üst üste. Takıldım akşam akşam. :D
İşte böyle şarkıya şiire romantizm gerek. Ancak gerçek hayatta çok tasvip etmiyorum. En iyisi bdsm dermişim.