Daha ilk albümüyle piyasaya damga vuran, kalitesi ve tavizsiz sound’u ile akranlarını, hatta icra ettiği müzik türünü bile çok kısa bir zaman içerisinde etkisi altına alan grupların sayısı çok değil. Dolayısıyla bu gruplar ne zaman yeni bir şeyler çıkarsa hemen önceki işleriyle kıyasa gidiyor, varsa geçirdikleri evrimi her yönüyle analiz edip ”Acaba piyasayı bu sefer nasıl etkileyecekler?” sorusuna odaklanmaya başlıyoruz.
”Laurestine” isimli ilk albümüyle 2015′in en çok konuşulan ve en beğenilen gruplarından birisi olmayı başaran ABD’li Blackgaze/Post-Metal grubu SO HIDEOUS ile birlikteyiz.
6 yıllık kocaman bir aranın akabinde sevenleriyle sonunda buluşma zahmetinde bulunan SO HIDEOUS karşımıza bu sefer değişikli ve alengirli bir takım işlerle çıkarak post-metal’in sündürdükçe sünen, kopmak bilmeyen elastik yapısını son raddesine kadar zorlayıp yaptıkları müziği yorumlamak isteyen müzikseverleri (en azından beni) bireyselliğin ve objektifliğin çekişmeli tarafına yönlendiriyor.
Yazının sonuna geldiğimde unutmamak için en başta söyleyeyim: ”None But a Pure Heart Can Sing” her yönüyle son derece vurucu ve kendini çok çabuk sevdiren bir çalışma. 32 dakikalık süresiyle ”Laurestine”dan 8 dakika daha kısa olan albüm bu 32 dakikanın içerisinde ”Laurestine”in içine konulandan daha fazla miktarda deneysellik ve daha fazla miktarda enstrümantal kıyak bulunduruyor.
6 yıl içerisinde önemli kadro değişiklikleri yapan ve belli ki hatırı sayılır derecede müzikal evrim geçiren SO HIDEOUS’ta ilk fark edilen detay grubun kendini direkt bir post-metal/blackgaze keder tellallığından alıkoyup bu defa daha avam ama aynı zamanda da daha varoş bir müzikal fırtınanın ortasına bırakması diyebilirim. İlk şarkı Souvenir (Echo)’yu açar açmaz ”Laurestine”de bol bol görülen, MUSE’un da eskiden sıklıkla sırtını dayadığı o neo-klasik melankolinin yerine ”Onu öldürmeyin, beni öldürün. Yalvarırım!” minvalinde bir Yeşilçam kederlenmesi ile karşılaşıyoruz. 6 dakika boyunca içinden geçilen yürek sökmeli nostaljik ve sepya hüzünler The Emerald Pearl ile tekrar baş göstermeye başlayacağı sırada şarkı bir anda adeta bir Jazz dinletisine dönüşüyor ve SO HIDEOUS’ın bu albümde tam olarak ne yapmaya çalıştığını alenen görmeye başlıyoruz artık: Orkestral post-black metal.
Orkestral post-black metal etiketine ne kadar katılırsınız bilemem fakat SO HIDEOUS’ın bu albümde yaptığı şey çok açık: Yırtıcılığı tadında, orkestral düzenlemeleri ön planda bir retro metal dinletisi. Ama ”None But a Pure Heart Can Sing” müzikal manada bunlarla sınırlı değil sadece; Söz gelimi bu sepya, eski zaman barları melankolisinin üzerine özenle oturtulmuş olan Afrika, Vahşi batı ve Ortadoğu stilleri albüm içerisinde kusursuza yakın bir performansla sergilenerek daldan dala atlamanın da dersi veriliyor ve tüm bunlar gerçekleşirken tek bir albümle kimliğini ayan beyan açık eden bir topluluğun müthiş bir risk alarak bambaşka bir karaktere nasıl evrildiğine şahit oluyoruz.
İkinci paragrafta albümün kişiyi bireysellik ve objektiflik konusunda kararsız bıraktığından bahsetmiştim. Bu albümü ilk dinleyişte çok seven birisi olarak ”None But a Pure Heart Can Sing”in atılması gereken bir adım olduğunu fakat grubun evrimleşmesi noktasında atılan bu adımın arada albümsüz geçen koca boşluğu da dolduramayacağını düşünüyorum. Bundan mütevellit bu sert sıçrayışı kimileri illaki olumsuz olarak değerlendirecektir ama eğer bu benim gibi sizin de pek umurunuzda değilse ve sadece kaliteli bir müzik derdinde iseniz ”None But a Pure Heart Can Sing” derdinize derman olacaktır.
Ben ”None But a Pure Heart Can Sing”i bu yılın en iyileri arasında göstermekten şüphe duymuyorum. Albümün 2021 yılında metalde müzisyenliği gösteren, yeri ve zamanı geldiğinde birbirine oldukça uzak ikiden hatta üçten fazla müzik tarzını birbirine başarıyla iliştiren albümlerden biri olduğunu düşünüyorum ve SO HIDEOUS’ı sürpriz bir şekilde yılın Post-black metal gruplarından biri olarak ilan ediyorum.
İlk 2 parça gerçekten iyi olsa da albümün sıkıntısının kısalığı olduğunu düşünüyorum. Bu haliyle basbaya bir Ep yi andırıyor. Halbuki bu post-black ya da oryantal soslu (daha doğrusu etnik) shoegaze albümleri uzunlukları ile bilinir genelde. Thy Catafalque’ın son albümü daha iyiydi mesela. Her ne kadar tarz olarak bu albümle çok benzeşmeseler de.
kritik için teşekkürler erhan,eline kalemine sağlık,albümü 2 defa dinlemiş olmakla beraber laurestine tadı almadığımı belirtmek isterim,so hideus benim açımdan atmosfer demekti o albümüyle ben pek yakalayamadım onu bu albümde.dinlemekle fikrim değişebilir belki ancak şu an vasatın üstünde bir albüm yaptıklarını düşünüyorum benim notum 6.5/10.
Gözlemlediğim kadarıyla bu albümle ilgili üç temel bakış açısı var. Bunların ilki albümü fazla sanatsal bulup onu direkt çöp kovasına yolluyor. İkincisi albümün odağının dağınık, süresinin kısa olduğunu söylüyor. Erhan gibi benim de dahil olduğum üçüncüsü ise söz konusu çeşitliliği ve süreyi tersine olumlu faktörler olarak ele alıyor.
Bu yıl çıkan post-black metal albümleri içinde Mære (Harakiri for the Sky) ile bunu iki uç kutba yerleştirebiliriz. Biri şematik bir post-black anlayışını tekrar edip duruyor. Bu yetmezmiş gibi bir de bitmiyor! 85 dakikalık sinirsel dayanıklılık testi resmen. Diğeri ise 32 dakikada post-black metalin türlü türlü anlayışına uzanarak geniş mi geniş bir yelpaze sunuyor.
Post-black metal grupları gittikçe daha fazla birbirine benzerken So Hideous gibilerinin kıymetini bilmek lazım. Bir 9/10 da benden!
Sevenlerine saygı duymakla beraber yarrak gibi bir albüm olduğunu düşünüyorum.
11.12.2021
@P L A G U E, +1
İlk 2 parça gerçekten iyi olsa da albümün sıkıntısının kısalığı olduğunu düşünüyorum. Bu haliyle basbaya bir Ep yi andırıyor. Halbuki bu post-black ya da oryantal soslu (daha doğrusu etnik) shoegaze albümleri uzunlukları ile bilinir genelde. Thy Catafalque’ın son albümü daha iyiydi mesela. Her ne kadar tarz olarak bu albümle çok benzeşmeseler de.
kritik için teşekkürler erhan,eline kalemine sağlık,albümü 2 defa dinlemiş olmakla beraber laurestine tadı almadığımı belirtmek isterim,so hideus benim açımdan atmosfer demekti o albümüyle ben pek yakalayamadım onu bu albümde.dinlemekle fikrim değişebilir belki ancak şu an vasatın üstünde bir albüm yaptıklarını düşünüyorum benim notum 6.5/10.
Gözlemlediğim kadarıyla bu albümle ilgili üç temel bakış açısı var. Bunların ilki albümü fazla sanatsal bulup onu direkt çöp kovasına yolluyor. İkincisi albümün odağının dağınık, süresinin kısa olduğunu söylüyor. Erhan gibi benim de dahil olduğum üçüncüsü ise söz konusu çeşitliliği ve süreyi tersine olumlu faktörler olarak ele alıyor.
Bu yıl çıkan post-black metal albümleri içinde Mære (Harakiri for the Sky) ile bunu iki uç kutba yerleştirebiliriz. Biri şematik bir post-black anlayışını tekrar edip duruyor. Bu yetmezmiş gibi bir de bitmiyor! 85 dakikalık sinirsel dayanıklılık testi resmen. Diğeri ise 32 dakikada post-black metalin türlü türlü anlayışına uzanarak geniş mi geniş bir yelpaze sunuyor.
Post-black metal grupları gittikçe daha fazla birbirine benzerken So Hideous gibilerinin kıymetini bilmek lazım. Bir 9/10 da benden!
15.12.2021
@Emre Görür, iyi özetlemişsiniz. Tamamına katılıyorum. Bence de 9/10 albüm.