“Artık insanlara teknik death metal yaptığımızı kanıtlamaya ihtiyacımız yok.”
Pasifagresif tarihinde ilk kez aynı kişiyle üst üste iki kez röportaj yapıyoruz. Yakın zamanda yayınladığımız THULCANDRA röportajının ardından şimdi de Steffen Kummerer’ın diğer grubu; teknik death metalin günümüzdeki en önemli figürlerinden biri olan OBSCURA’yla birlikteyiz. Çok hoşsohbet bir insan olan Steffen’la OBSCURA’nın müthiş yeni albümü “A Valediction”ı çok detaylı şekilde konuştuk. Bunun yanı sıra gruptaki eleman değişikliklerinden tutun da teknik death metalin günümüzdeki durumuna kadar birçok konudan bahsettik ve ortaya bize göre Pasifagresif’in 13 yıla yaklaşan tarihinin en kapsamlı, en dolu röportajlarından biri çıktı. Aslında buna bir röportajdan ziyade bir sohbet gözüyle de bakabiliriz, zira göreceğiniz üzere kahkahalarla dolu, konunun konuyu açtığı bir söyleşi oldu. Aşağıda sizi gayet doyurucu bir sohbet bekliyor, o yüzden lafı daha fazla uzatmadan OBSCURA’nın dünyasına adımımızı atalım.
Röportaj: Ahmet Saraçoğlu
Tekrar merhaba Steffen, yaklaşık 3 haftadır konuşmuyoruz haha, görüşmeyeli nasılsın?
Haha, gayet iyiyim teşekkürler. Sen nasılsın?
Ben de iyiyim sağ ol. Sizi “Cosmogenesis”ten bu yana dinliyorum ve gerçek bir OBSCURA hayranı olduğumu söyleyebilirim. Tüm albümlerinize sahibim ve şu anda seninle “Omnivium” tişörtümü gitmiş şekilde konuşuyorum, haha
Haha, çok iyiymiş. Bunu duymak çok güzel.
Sormak istediğim çok fazla şey var, o yüzden hemen başlayalım. OBSCURA’nın “Cosmogenesis”le başlayan dörtlemesi “Diluvium”la sona erdi ve şimdi “A Valediction” ile yeni bir sayfa açıyorsunuz. Yeni grup üyeleri, yeni bir yapımcı, yeni bir stüdyo, kapağı çizen yeni bir sanatçı ve yeni bir müzik şirketi. Yeni albümü yaklaşık 50 kez dinledim ve şimdiden “Akróasis”le birlikte favori iki OBSCURA albümümden biri oldu. Siz ilk patlamanızı “Cosmogenesis”le yaptınız ve o albümün OBSCURA açısından büyük önemi olduğu ortada, ancak ben içinde barındırdığı “insani dokunuş” nedeniyle “A Valediction”ın kariyerinizdeki en önemli eşik noktası olduğunu düşünüyorum. Sen neler söylersin?
Açıkçası albümün genel çerçevesini ifade etmiş oldun. Bu yeni albümün veya yeni sayfanın esas amacı, bu grubun gerçekte ne olduğuna biraz daha odaklanmaktı. Biz dört müzisyeniz, dünyayı turluyoruz, sürekli konser veriyoruz ve bu albümde konser kalitemizi artırmayı amaçladığımı söyleyebilirim. Önceki albümlerimizdeki bazı şarkıları canlı olarak çalmak ekstrem düzeyde çaba istiyor. Stüdyo kolaydır. Stüdyoda kompleks bir şeyi kolayca besteleyebilirsiniz. Sahnede ise tek bir hakkın var ve o tek seferde doğru yapmalısın haha. Mesela bir klip çekerken istersen aynı şeyi 200 kez çekip en iyisini seçebilirsin. Burada tek hakkın var ve çaldığın şey bu denli kusursuz performans istediğinde sahnede bir konser vermekten ziyade bir gitar, bas veya davul kliniği düzenliyormuşsun gibi oluyor. Bu da sahnede çalarken zevk almanı, hayranlarla etkileşime girmeni engelliyor. Ortak bir enerjide buluşamıyorsunuz. Artık bu şekilde çalmak istemiyorum. Hiç istemiyorum. Bunu yaptım, çok yaptım, kimseye enstrümanlarımızı çalabildiğimizi kanıtlamak zorunda değiliz. Sahnedeyken sahnenin tadını çıkarmak istiyoruz. Yazdığımız bazı şeyler… “Sindirimi kolay” demek istemiyorum ama canlı çalınan ortamda daha iyi işlediklerini söyleyebilirim. Prodüktörümüzü de bu yüzden, daha organik bir sound istediğimiz için değiştirdik. Bahsettiğin insani dokunuş da bu yüzden ve bu sayede ortaya çıktı. Zaten Fredrik Nordström bu tarafıyla tanınıyor. Yaptığı tüm albümler nefes alıyor. Gerçek bir grubun çaldığını hissediyorsun. Onun elinden çıkan hiçbir albümde bir yapaylık, bir sunilik duymadım. Olayın bir tarafı bu. Diğer taraf ise şarkı sözlerinden kaynaklanan bir değişim. Önceki dört albümde çok soyut temalardan bahsettik. Şimdiyse biraz daha doğrudan, biraz daha kişisel bir taraftan yaklaşıyoruz. Albüm kapağını yapacak kişiyi de bu nedenle değiştirdik. Photoshop yerine elle çizilen bir şey olmasını istedik. Sanırım yağlı boyanın da dâhil olduğu bazı teknikler kullanıyor. Bu sayede albümün görsel tarafı da teknik olmaktan çıkıp daha kişisel bir yöne doğru kaydı. Hatta bence daha içten şekilde, bu grubun özüne daha yakın biçimde ortaya çıktı. Bunu grubun yeniden vücut bulması olarak ifade edebiliriz. Esasında aynı şeyi “Cosmogenesis”te de yaşamıştım. Yeni bir kadro, yeni bir yapımcı. Bu albümde olan biten her şey “Cosmogenesis”te de olmuştu aslında. En büyük fark, şu anda büyük şirketler arasında geçiş yapıyoruz. Son 10-15 yıl içerisinde geliştik, albümler çıkarmaya devam ettik ve her yeni albüm bir öncekinden daha başarılı oldu. Her seferinde bir öncekinden daha fazla turladık ve bakalım bu yeni albüm bizi nereye götürecek. En önemlisi, bu albümü yazarken çok keyif almış olmamız. Sadece biz değil; prodüktöründen şirketine kadar herkes bu olumlu havayı hissetti. Albümün çıkışına birkaç gün kaldı ve gerçekten çok heyecanlı olduğumuzu söyleyebilirim.
Peki Nuclear Blast’e geçişiniz de planlı mıydı? Yani bu dörtleme bitince diğer her şeyle birlikte şirketi de değiştireceğiz diye düşünüyor muydun, yoksa denk mi geldi?
Planlı değildi, ancak Relapse’le dört albümlük bir anlaşmamız vardı ve “Diluvium” çıktığında anlaşma tamamlanmış oldu. Yıllar içerisinde bana ulaşan ve geleceğe dair planlarımızı soran şirketler oldu. Dolayısıyla birkaç şirketle temas hâlindeydik ve sonuçta Nuclear Blast’te karar kıldım. Bunun sebebi de en iyi fikirlerin, hedeflerin onlardan gelmesiydi. Bütçeden bahsetmiyorum, daha yüksek bütçe teklif edenler de oldu ancak beni ilgilendiren bu değil. Ben uzun vadeli olarak çalışmak istiyorum. Şimdi karşımızda bir triloji var ve birbiriyle bağlantılı üç albüm çıkarma hedefine sahibiz. Gerçekçi olmalıyız; sonuçta biz bir sonraki METALLICA olmayacağız. Dengeli olmalıyız. Ne yapabiliriz? Ne tür bir yöne gidebiliriz? Bu dengeyi oturtmuş durumdayız, bu yüzden şu andaki konumumuzdan dolayı çok ama çok mutluyum.
Önceki dört albümde yapımcı olarak DARK FORTRESS’tan V. Santura, albüm kapaklarında ise Orion Landau ile çalıştınız. Onlar “A Valediction”la birlikte kendileriyle çalışmayacağınızı biliyorlar mıydı? Bunu onlara nasıl söyledin?
V. Santura’yla oturup konuştuk, ona durumu anlattım. Orian Landau Relapse Records’ın kadrolu tasarımcısı ve sanırım şirket kurulduğundan beri orada çalışıyor. Önceki dört albümün re-release’leri olacak, dolayısıyla onunla gelecekte de çalışmayı istiyorum. Bu konularda herhangi bir sorun yok, her şey yolunda.
“A Valediction” incelememin başlığını “20 yılı geride bıraktılar, önlerindeki 20 yılı da bu albümle şimdiden kurtarıyorlar” şeklinde yazdım.
Hahahahaha bu harika! Hahaha!
Bunu deme sebebim, bence bu albümle pek çok yeni kapılar açıyorsunuz ama diğer yandan hâlâ OBSCURA olmaya devam ediyorsunuz. Albüm son derece müzikal ve doğal şekilde bestelenmiş, ki bu durum teknik death metal bağlamında her zaman bu düzeyde karşımıza çıkmıyor. “A Valediction”ı dinlediğimde OBSCURA’nın bundan sonra da birbirinden farklı yapıda, değişken karakterde pek çok albüm çıkarabileceğini hissediyorum ve bir OBSCURA hayranı olarak bu beni mutlu ediyor.
Ben de tam olarak bu şekilde düşünüyorum. Geçmişimizi kopyalamak istemiyoruz, daha önce yaptıklarımızı tekrardan yapmak istemiyoruz. Dolayısıyla bu mantıklı bir adım diye düşünüyorum. Esasında bu tarz bir şeyler yapabileceğimizi son iki albümde ufak ufak göstermeye başlamıştık. Açıkçası ben yeni albümün büyük bir değişim olduğunu çok da düşünmüyorum. Evet, bir dörtleme yaptık ve şimdi de bir üçleme yapacağız ama benim için bu son derece direkt, dümdüz devam eden bir yol. Önümüzdeki iki albümü şimdiden planlamış durumdayım; kapakları nasıl olacak, renk temaları, albüm isimleri, bazı şarkıların isimleri, hepsi hazır. Önümüzdeki yıl yeni albüm yazımına başlayacağız ve esas amacımız bu şekilde ilerlemek ve müzik yapmanın keyfini yaşamak. Sonuçta ekstrem metal çalıyoruz ve bunun belirli kısıtlamaları var. Hiçbir zaman o büyük pop grupları gibi olmayacağız, ancak yine de elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışacak ve bu süreçten keyif almaya bakacağız. Müzik yapmaktan keyif olmak. Son yıllarda bunu sağlamayı başardığımızı düşünüyorum.
Sadece YouTube’daki kayıt aşaması videolarınıza, kliplerin kamera arkası görüntülerine bakınca bile keyif aldığınızı görmek mümkün ve bir dinleyiciniz olarak bu heyecanınıza, yeni bir sayfa açışınıza tanık olmak çok güzel. Yeni sayfa demişken, albümün adını neden “A Valediction” koyduğunuzu sormak istiyorum. “Valediction” “vedalaşma” anlamına geliyor ve bu albümde önceki dörtlemeyle vedalaşmanın yanı sıra kişisel birtakım vedalaşmalar da söz konusu. Hayatını kaybeden yakınlarınız oldu, sona eren dostluklar oldu. İnsanlar şunu merak edebilir: madem yeni bir döneme giriyorsunuz, bu dönemi neden yeni döneme merhaba diyerek değil de geçmişe elveda diyerek adlandırıyorsunuz?
Hahaha, güzel bir soru. Çünkü bazen bir şeyi geride bırakmak yeni kapılar açmanın en iyi yolu olabiliyor. Mesela “Diluvium” kapağına bakarsan, o Büyük Patlamayı ifade ediyordu. Her şeyin sonu. Tüm sonların sonu. “A Valediction”da ise geçmişin bir yansıması var, bu yüzden de bu tarz bir yaklaşımı olmasının daha doğru olduğunu düşündüm. Bir sonraki albüm çıktığında bunu daha iyi anlayabilirsiniz diye düşünüyorum. Albümde bahsedilen konulara baktığımızda; arkadaşları, aile üyelerini, grup elemanlarını kaybetmek olayın bir tarafı. Diğer tarafta ise daha önce hiç bahsetmediğim pek çok hikâye var. Örneğin Doğu Almanya’dan kaçışımız. THULCANDRA röportajında söylememiş olabilirim ama duvar yıkılmadan önce ailemle birlikte Doğu Almanya’dan kaçtık. Her şeyi arkamızda bıraktık ve Avusturya, Macaristan, oradan Hollanda üzerinden Batı Almanya’ya kaçtık. Enteresan zamanlar. Her şeyi arkanızda bırakıyorsunuz ve gelecekte sizi nelerin beklediği konusunda da en ufak bir fikriniz yok. Hiçbir şeyiniz olmaksızın, sadece azminizle her şeyi sıfırdan inşa etmeye başlamanız gerekiyor. Albümde bu konulardan da bahsetmek istedim. Mesela “Devoured Usurper”da sahte arkadaşlıklardan söz ettim. Bu tarz şeyleri geride bırakmak adına onlardan bahsetmenin sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Tabii albümde pozitif tarafa kayan şarkılar da var. “In Adversity”, “When Stars Collide” gibi. Bahsedilen konular melankolik, lakin bunu yansıtan müzikler… Mutlu demek istemiyorum ancak insanı yükseltiyorlar. Tüm bu çeşitliliğin “A Valediction” başlığı altında toplanması albümü müzikal tarafın yanı sıra şarkı sözleri açısından da ilginç hâle getiriyor. Tüm bunların Eliran Kantor imzalı harika bir görsel içerisinde tek bir büyük resme dönüşmüş olması da bana kalırsa son derece dengeli bir sonuç ortaya çıkarıyor.
Her şeyin belli bir konsept içerisinde uyumlu olmasını ne kadar çok sevdiğini biliyorum. Kliplerde kullandığın mikrofonun iç kısmını klip ve albüm kapağındaki renk paletine uygun şekilde bronza boyamış olmanız da bunun göstergesi haha
Hahaha, o detayı görmüşsün, çok iyi!
Pozitiflik ve insanı yukarı çekmek demişken, albümün mutlu bir havasının olduğunu düşünmüyorum ancak barındırdığı pozitif havayı alabiliyorum. Kapakta ön plandaki üzgün gibi duran figürü arkadan kavrayan, ona sarılan feminen, meleksi bir karakter var. Bahsettiğin pozitif havayı o mu temsil ediyor?
O konuda farklı bir bakış açım var. Kapak aynı anda hem ayrılmayı hem de bir arada olmayı simgeliyor. Kapaktaki iki karakterden biri ölmüş, diğeri yaşıyor. Ancak hangisinin hangisi olduğu belirsiz. Bu belirsizliği farklı şekillerde yorumlayabilirsin. Ön tarafta bulunan, üzgün dediğin figür erkek karakter. Ölü olan o olabilir ve onu arkadan tutan aydınlık karakter de o kişinin ataları olabilir. Ya da arkadaki karakter ölen bir çocuk olabilir ve önde de buna üzülen zavallı bir adam olabilir. Bu durum bana şairane geliyor, çünkü hem çok sade hem de pek çok farklı yoruma açık. Eliran’a kapak konusunda pek çok fikir verdim ancak sonuçta karşınızda duran şey onun aklından çıktı. Bence muhteşem bir görsel. Şu anda elimde albümün plak versiyonu var ve çok güzel görünüyor.
Albümde bahsedilen sıkıntılar, kaybedilen yakınlar gibi temaların yanı sıra bahsettiğimiz bu pozitif havayı da düşündüğümde, albümde “In Unity” ve “In Adversity” gibi tamamen zıt kavramları ifade eden şarkılar olması ilgimi çekti. Onlar neyi sembolize ediyor?
“In Unity” Doğu Almanya’yı terk edişimizi soyut şekilde anlatırken, “In Adversity” ise her şeyi bilen bazı insanları hayatınızdan çıkarmanızı ifade ediyor. Bazen sizden üstün olduklarını düşünen ancak tek başlarına olduklarında hiçbir şey ifade etmeyen insanlardan kurtulmanız gerekebiliyor. Bu tür insanları kendi egolarına terk etmek en iyisi oluyor. Ben bu şekilde düşünüyorum. Bu şekilde daha mutlu olursunuz. Size yanlış yapan insanları önemsemeyin, onları görmezden gelin, hayatınızdan çıkarın ve unutun.
Albümdeki insani dokunuşa geri dönmek istiyorum. Bundan 12-13 yıl önce yayınlanan bir videonuz vardı. Christian ve Jeroen bir bilgisayar karşısında oturmuş, “Universe Momentum”un Guitar Pro projesinden bir şeyler dinletiyorlardı.
Hahahaha!
O sıralarda bu havalı gözüküyordu tabii. Sevdiğin müzisyenler sana besteledikleri bir şarkıyı gösteriyorlar falan. Bugüne geldiğimizde, “A Valediction”daki müzik kulağa çok daha organik geliyor. Bir adamın gitarını alıp taş gibi rifler yazdığını kafanızda canlandırabiliyorsunuz. Dolayısıyla önceki dört albümdeki kusursuz, her şeyiyle modern, kısmen soğuk karakterden sonra bu albümün bu şekilde ortaya çıkmış olmasından dolayı çok mutluyum.
Bence şu anda yaptığımız şeye en yakın duran albümümüz “Cosmogenesis”, çünkü o sırada da spontane şekilde beste yapıyorduk ve o albümdeki şarkılar canlı olarak çalma testini geçmişti. “Cosmogenesis”teki şarkıların yarısı daha albüm çıkmadan önce iki farklı kadro tarafından canlı olarak çalınmıştı. O albümdeki 3-4 şarkı tamamen Guitar Pro’da yazılmıştı. Diğerlerini ise geleneksel şekilde, prova yaparken yazmıştık. Her detayı aşırı derecede detaylı şekilde düşünülmüş müzik ile canlıda çalınabilirliği test edilmiş müzik arasındaki dengenin kurulmuş olması, “Cosmogenesis”in gayet rahat sindirilebilen bir albüm olmasını sağlamıştı. Sonraki üç albümde besteleri genelde Guitar Pro’da yaptık ve şarkıların her detayını planlayarak ilerledik. Yeni albümdeyse bu yaklaşımı biraz geri çektik. Şarkıların çoğu gitarla yazıldı, ancak Christian’ın “Universe Momentum”da olduğu gibi Guitar Pro’da yazdığı birkaç şarkı da var.
“A Valediction” bir üçlemenin ilk ayağı. Peki bu üçlemenin teması tam olarak nedir? Çünkü baktığımda albümde “Orbital Elements II” gibi “Cosmogenesis”le bağlantılı bir şarkı var, diğer yandan “When Stars Collide” klibinde vintage spor arabalar kullanıyorsunuz haha. Nasıl bir bağlantı kurmam gerekiyor?
Hahaha. Bu biraz uzun bir hikâye aslında. “A Valediction”da küçük küçük hikâyelerden örülen daha büyük bir tema var ve dediğin gibi üçlemenin bir parçası. Ancak bu üçleme her detayı birbiriyle iç içe geçmiş, asla dışına çıkılamayan, kaskatı bir tema da içermiyor. Önceki dört albüme göre daha yumuşak bir kabuğu var, bu sayede daha özgür hareket edebiliyoruz. İlk iki single’a karar verdikten sonra diğer single’lar konusunda bir türlü karar veremedik ve albümü en iyi temsil eden 3-4 şarkıyı, kendi karakterlerini en uçlarda yansıtan şarkılar arasından seçmeye karar verdik. En solda “Devoured Usurper” yer alıyor; old-school, mağara adamı death metali. ENTOMBED’un kullanabileceği türde d-beat bir bölüm dahi içeriyor ve teknik death metal çerçevesinde düşünülemeyecek detayları var. Diğer taraftaysa insanların kafasında soru işaretleri uyandırmak istediğimiz bir şarkı olan “When Stars Collide” var. Albümde tesadüfen yer alan Björn Strid’in clean vokalleri gibi beklenmedik şeyler içeriyor. Bu kontrastın altını daha da kalın çizmek için bu şarkılara uyacak yapıda klipler çektik. “When Stars Collide” için bir seksenler havası sunmak istedik ve doğal olarak bıyık, güneş gözlükleri ve büyük arabalar kullandık. “Devoured Usurper”da ise çok karanlık, kokuşmuş bir zindana girdik. Albüme adını veren şarkının klibinde melankolik bir hava istedik, “Solaris”i “A Valediction”ın ilk temsilcisi olarak seçtik, çünkü o şarkının geçmişte yaptıklarımızla yeni trilojide yapacaklarımızın köprüsü olduğuna inanıyoruz. Daha kısa ve direkt bir şarkı, ancak rif yapıları, blast beat’ler, sweep’ler, vokaller hepsi yerli yerinde. Bu şarkıları dinleyicilerimizin albümü merak etmesini sağlayacak şekilde düzenledik ve bahsi geçen dört şarkıyı yayınlayarak albümün çok yönlülüğünü göstermeye çalıştık. Konsept konusuna gelince, bir sonraki klibimizde buna dair biraz daha fazla fikir sahibi olabileceğinizi düşünüyorum çünkü albümden başka klipler yayınlamayı da düşünüyoruz.
Björn Strid’in katkısı demişken, albümün vokal kayıtlarına ilişkin YouTube videosunun bir yerinde Fredrik Nordström’ün telefonu çalıyor ve telefon ekranında “Björn Strid” yazıyor. Bu düzeyde bir tesadüften mi bahsediyorsun? Haha, kayıtlar sırasında Björn aradı ve Fredrik de “Albümde söylesene” mi dedi yani?
Buna yakın. Vokalleri ve akustik gitarları kaydetmek için Göteborg’a gittiğimde günde iki şarkıyı tamamlayacağız şeklinde bir takvimimiz vardı. Pre-production kayıtlarını dinleyip şarkıları analiz ederken Fredrik’e “burada şöyle bir şey istiyorum, şurada bu tarz bir şey istiyorum” şeklinde yorumlar yapıyordum. Bu kısma geldiğimizde de “kısmen SOILWORK’e benzeyen bir şey istiyorum” dedim. Fredrik de “SOILWORK gibi olsun istiyorsan Björn’ü arayalım” dedi. Üç gün sonra onun söylediği kısmın kaydı elimizdeydi. Çok spontane gelişti. Björn’ün Fredrik’i aradığı anı yakalamış olmamız çok hoş oldu. O sırada kendisinden ne tür vokaller istediğimizi sormak için aramıştı haha! İki farklı versiyon kaydetti. Biri scream vokallerle biri de şarkıda duyduğunuz clean vokaller. Kesinlikle tesadüfi gelişti ve onun bu albümde yer almış olmasından dolayı gurur duyuyorum, çünkü SOILWORK’ü çok seviyorum, hatta THE NIGHT FLIGHT ORCHESTRA’yı biraz daha fazla seviyorum haha!
Haha gerçekten mi?
Çok iyi müzik yapıyorlar.
Ben de SOILWORK’e bayılıyorum. “A Predator’s Portrait” tüm zamanların en sevdiğim albümlerinden biridir.
Muhteşem bir albüm. SOILWORK’e hak ettiği değer verilmiyor diye düşünüyorum, ama grup olarak çok iyi gidiyorlar ve Björn için de her şey yolunda.
Gruba dönersek; Christian, Jeroen ve David albüm yazımının hangi safhasında gruba katıldılar? “A Valediction” yeni THULCANDRA albümü gibi bir grup çalışması mı yoksa katıldıklarında sen zaten albümün büyük kısmını yazmış mıydın?
Yazılan bazı şeyler vardı, ancak büyük kısmını birlikte oluşturduk. Ortak bir çaba sonucu ortaya çıktı. Dördümüz de her şarkıdan sorumlu gibiyiz. Bazı şarkıların kabasını bir kişi oluşturmuş olabilir ancak her birinin bir grup çalışması olduğunu söyleyebilirim. Mesela açılış şarkısı “Forsaken”, albümdeki en eski şarkı. Hatta normalde “Forsaken” “Diluvium”un açılış şarkısı olacaktı.
Hadi ya.
O albüme düşünülen versiyonu yaklaşık 10 dakika sürüyordu ve diğer elemanlar şarkıdan çok emin olamadığı için o albüme koymamıştık. Sonra yeni üyelerle birlikte şarkıyı biraz törpüledik ve bir anda “A Valediction”ın açılışı oldu. Ortasında çok uzun bir bölüm daha vardı, uzun bir solo bölümü vardı ve buraları kırpınca bence iyi bir açılış şarkısı oldu.
Şarkı yazımı konusunda en çok ilgi çeken şarkılardan biri şüphesiz ki “When Stars Collide”, çünkü şu ana dek yaptığınız en OBSCURA olmayan şarkı olabilir. Öncelikle şarkının giriş rifinin GATES OF ISHTAR – “Wounds”un girişiyle neredeyse aynı olması tesadüf mü yoksa planlanmış, saygı duruşu gibi bir şey mi?
Hahaha! GATES OF ISHTAR’ın şarkısına çok benzediğini sonradan fark ettik. Şarkıdaki seksenler havasından Christian sorumlu, o yüzden GATES OF ISHTAR konusuyla ilgili olarak Christian’ı arayıp ona sormalısın hahaha!
Anladım, tamamdır. Şarkının genelinde de OBSCURA’dan duymaya alışık olmadığımız pek çok şey var. IN FLAMES’vari bir havası var, senin Tompa’ya benzeyen haykırışların var, hard rock solosu, Björn’ün clean’leri… Şarkı tamamlandığında durup “bu gerçekten de bir OBSCURA şarkısı mı?” diye düşündüğünüz oldu mu?
Bu albümde 10 yıl önce olsa yapmayacağımız şeyleri daha fazla yapmak istedik. 2010-2011 dolaylarında “yo hayır bu yeterince death metal değil”, “insanlar laf eder” falan diyerek pek çok harika fikri çöpe attık, pek çok iyi fikri değerlendirmedik. Şimdiyse bunu umursamıyoruz. 20. yılımızı geride bırakıyoruz ve “insanlar bizden bunu beklemez” düşüncesiyle hareket ediyoruz. Bu yüzden de “Devoured Usurper” ve “When Stars Collide” albümün iki zıt kutbunu oluşturuyorlar. “When Stars Collide” üzerinde çalışırken Christian bana güneş gözlükleri ve arabalar fikriyle geldiğinde çok eğlendik, ancak bunun gerçekleşeceğini düşünmüyorduk. Şimdiyse videoyu yapmış ve yayınlamış durumdayız. Graz’a gittik, harika bir çekim yaptık ve sonuçtan da çok memnunuz. Artık insanlara teknik death metal veya progresif death metal yaptığımızı kanıtlamaya ihtiyacımız yok. Fredrik Nordström’ün de dediği gibi önemli olan “BoM”dir: “Best of metal”.
Adını andığın şarkılardan biri olan “Devoured Usurper”da da bariz bir MORBID ANGEL etkisi, hatta neredeyse göndermesi var. OPETH de zamanında “Master’s Apprentices”ı yaptığında bunu MORBID ANGEL’a bir saygı duruşu şeklinde yorumlamıştı. Siz bu şarkıya o tarz bir kimlik verdiniz mi?
Bir albüm yazdığında albümün dengeli olması adına birtakım dinamikleri belirlemen gerekiyor. Biz de ilk albümümüzden beri her albüme bu tarz çok yavaş, ezici bir şarkı koyuyoruz. İlk albümde “Nothing” bu görevi görüyordu, “Headworm”de bunu yaptık, “Omnivium”daki “Ocean Gateways”de yaptık, “Akróasis”teki “Ode to the Sun” böyleydi, “Diluvium”da “An Epilogue to Infinity” böyleydi ve şimdi de bu şarkı var. Bilinçli olarak her albüme bu tarz çok yavaş, ezici bir şarkı koyuyoruz. “Devoured Usurper”ın bu kadar old-school olmasını düşünmüyorduk ama bu şekilde oldu haha. Şarkıyı parça parça bir araya getirdik ve sonuç bu şekilde, aşırı derecede old-school olarak karşımıza çıktı. Şarkı karşıma geldiğinde ben de olabildiğince old-school, çok derin, Corpsegrinder’vari guttural vokaller yapmam gerektiği biliyordum, çünkü şarkı adeta bunu istiyordu. Şarkı bu yanıyla albümde farklı bir yerde duruyor ancak bu tür şarkılar albümlere dinamizm katıyor. Baktığın zaman, bu şarkının hemen sonrasında çok hızlı, teknik ve neo-klasik bir parça olan “The Beyond” geliyor ve bu kontrastlar albüme nefes aldırıyor, sıkıcılaşmasını önlüyor. Hem müzisyen hem de dinleyici açısından.
O zaman biraz daha kişisel konulara gelelim. Christian ve Hannes 2014’te gruptan ayrıldı. Grubun çok önemli bir parçasıydılar ve pek çok insan bu duruma şaşırdı. Geçtiğimiz yıl da Linus, Rafael ve Sebastian bir anda, topluca gruptan ayrıldılar. Christian’ın 2014’teki ayrılık sebebinin ellerinde yaşadığı fokal distoni olduğunu biliyorum, ancak bazı insanlar senin çalışılması zor biri olduğunu öne sürdüler. Çünkü baktığın zaman bu kadar yetenekli adam bir sebepten, üstelik de toplu hâlde gruptan ayrılıyorlar. Geçen yıl grubun %75’inin bir anda ayrılmasından bahseder misin? Bu da mı gruptaki her şeyin yenilenmesiyle alakalıydı yoksa başka bir sebebi mi var?
Bugün dahi üçünün gruptan neden ayrıldığını bilmiyorum. Son turnemiz çok iyiydi ve turneden bir hafta sonra bana bir mail attılar ve gemiden ayrılmak istediklerini, kendi istedikleri şeyi yapacaklarını söylediler. Benim açımdan sorun yok. Ben grup dışındaki konularda kime ne yapması gerektiğini söyleyen biri değilim, ancak konu OBSCURA olduğunda kararları ben veririm. OBSCURA yaklaşık 20 yıldır ortamlarda, dünyayı turluyor, ticari açıdan da son derece başarılı bir grup. Diğer projelere bakarsak, onlar stüdyo projeleri. Tabii ne yapmak istiyorlarsa yapabilirler, benim için hava hoş. Ben şahsen açık ve doğrudan iletişimi seven biriyim ve bu olayda bu yoktu. Her şeyi çok daha iyi yapabileceğini düşünen pek çok insanla karşılaştım ama sonuçta burada olan, devam eden, dünyayı turlayan ve albümler çıkarmaya devam eden kişi benim. 20 yıldır, 2 grubumla birden. Ben son derece doğrudan, lafı çarpıtmadan konuşan bir insanım. Bu yolda bana katılmak isterseniz, buyurun. İstemezseniz, bunu anlayışla karşılar ve başarılar dilerim. Son 15 yıl boyunca sadece bir kişiyi gruptan kovmak zorunda kaldım. Diğer tüm ayrılanlar hayatlarında başka bir şey yapmak istedikleri için OBSCURA’dan kendileri ayrıldılar.
Christian’ın ayrılması konusunda asıl şaşırtıcı konu, OBSCURA’dan sonra SPAWN OF POSSESSION’a katılmış olmasıydı. Sonuçta bu sağlık sorunu varsa, SPAWN OF POSSESSION’ın gitarları da icra açısından son derece zor. OBSCURA’dan ayrılışıyla ilgili olarak “acaba bir sorun mu oldu?” diye düşünülmesine neden olan şeylerden biri de buydu sanırım. Christian demişken, bu aralar durumu nasıl? “Solaris” playthrough videosunda fokal distoni nedeniyle mi o eldiveni giyiyor? Bu sorun onu nasıl etkiliyor?
Christian’ın fokal distoni adı verilen bir problemi var ve strese bağlı olarak bazen orta parmağını ve yüzük parmağını kullanmakta sorun yaşıyor. 10 yıl önce birlikte turlarken büyük bir grup değildik. Şartlar zordu, albüm ve turne takvimimiz çok sıkışıktı. Her şey için kıçımızı yırtarcasına çalışmamız gerekiyordu. Bu 10 yılda grubu bugünkü hâline getirdim. Çok çalıştım. Şimdi her şey daha kolay. Bize yardım eden bir ekibimiz var. Bu yüzden stres faktörü azaldı, ancak Christian bu sorundan muzdarip olmayı sürdürüyor ve o eldiveni de o yüzden takıyor. SPAWN OF POSSESSION’a gelince, onlarla hiç canlı çalmadı, sadece “Incurso”daki soloları çalmak için onlara katılmıştı.
Peki bir dolu konser içeren “A Valediction” turnesinde yer alabilecek mi? Üst üste o kadar gece sahneye çıkıp çalabilecek durumda mı?
Bunu göreceğiz. Eğer sıkıntı çekerse sahnede bir başkası çalar.
Umarım sorun yaşamadan çalabilir. Albüme dönersek, iki şarkıdan daha bahsetmek istiyorum. Bunlardan biri “Orbital Elements II”. Öncelikle şarkıya bayıldım. Söylemek istediğim şeyse şarkının ortalarında bir yerde kulağıma gelen MEGADETH, hatta “Burning Bridges” dönemi ARCH ENEMY havası. Hani şu “dııı dıt dıt dırııı… dıt dıt dırıııı” olan kısım.
Evet anladım.
Bu da OBSCURA’dan duymadığımız tarzda bir şey. THULCANDRA röportajında senin İsveç melodik black/death metal tutkundan ve bunu THULCANDRA’ya empoze edişinden bahsetmiştik. Bu yüzden diğer bazı ilham kaynaklarını da bu albüme entegre etmek istedin mi acaba diye düşünmeden edemedim. Bunlar planlı şeyler mi?
İkisi de diyebilirim. “Orbital Elements II”dan bahsedersek, her albümde bir enstrümantal şarkı geleneğini sürdürüyoruz. Daha önce de dediğim gibi, “A Valediction”ın “Cosmogenesis”le örtüşen pek çok tarafı var, dolayısıyla albümün için bir Paskalya yumurtası yerleştirmek ve “Orbital Elements”taki karakteri devam ettirmek istedik. Ancak “Orbital Elements II”nun esas amacı konserlerde çalmak için bestelenmiş olması. Çünkü baktığın zaman, şarkının soloları albüm kitapçığında yazan müzisyenlerin isim sırasıyla karşımıza çıkıyor. Herkesin kendi solosu var. Önce gitaristlerin, sonra basçının, ardından da davulcunun solosu var ve sanki sahnede her müzisyenin kendini göstermesi için yazılmış gibi. O şarkının amacı oydu. MEGADETH etkisine gelirsek, “Orbital Elements”ın ilk bölümünde de benzer tatlar vardı. Sonuçta bu büyük oranda planlı olarak, belli bir amaç için yazılmış bir şarkı.
Sormak istediğim son şarkı da kapanışı yapan “Heritage”. Şarkı sözleri elimde olmamasına rağmen sözleri anlayabiliyorum, ancak senden duymak daha iyi olacaktır elbet. “Heritage” büyük bir kelime, “miras” anlamına geliyor ve kapanıştaki şarkının adı bu olunca içinde özel bir anlam barındırabileceğini düşündüm. “Heritage” ne anlatıyor?
“Heritage”ın arkasında pek çok hikâye var aslında. Öncelikle kapanış şarkısı olması amacıyla yazıldı, çünkü “Forsaken” albümü çok uzun bir akustik intro ile açıyor ve “Heritage” da bilinçli olarak çok çok uzun süren akustik bir outro ile kapatıyor. Bu şarkıyı Sean Reinert’ın öldüğü hafta yazdım. Şarkıdaki CYNIC ve DEATH tatlarının sebebi de bu. Sean Reinert ile DEATH DTA’de birlikte çaldım. Bunu daha önce duymuş olan var mı bilmiyorum ama “Cosmogenesis”teki davulları Sean Reinert’ın çalması durumu vardı. Şarkıların pre-production hâllerini ona göndermiştim ama e-postalara o kadar geç cevap veriyordu ki biz albümü kaydedip final master’ları Relapse’e teslim ettikten sonra e-postalarımdan birine cevap verdi hahahahaha. Sonrasında onunla oturup bu olayı konuşup bayağı gülmüştük. Sonuç olarak bu şarkı gerçekten özel, kişisel bir şarkı. Sean gerçekten de çok komik bir insandı. DEATH DTA’de onunla müzik yapmak çok güzeldi ve gerçekten hiç beklenmedik şekilde, çok erken aramızdan ayrıldığını düşünüyorum. Sanırım kalbiyle ilgili bir sorundu. Çok sıkıntılı dönemler yaşadığını biliyorum; diziyle ilgili sorunları oldu, menisküs sorunu vardı, davul çalamıyordu, sağlıksız yaşamaya başladı. Daha sonra ameliyat oldu, spora başladı, çok kilo verdi. Her şey yoluna girmiş gibi gözükürken de maalesef aramızdan ayrıldı. Ondan birkaç hafta sonra da Sean Malone’u kaybettik. Bu şarkı onları onurlandırmak için yazıldı. Şarkının vokal düzenlemesinden bahsedecek olursam, bugüne kadar en çok zorlandığım şeylerden biri oldu. Daha önce hep vocoder ile çalıştık, ancak bu şarkıda albüm kapağında gördüğünüz şeyi şarkıya yansıtmaya çalıştım. Kapakta iki karakter var ve albümü CD ya da plak olarak alırsanız kitapçıkta bu durumu daha iyi görebileceğinizi düşünüyorum. Hayatta sürekli sorular soruyoruz ve cevaplar alıyoruz. Ben de şarkıda bu durumu kullanmak istedim. Bildiğimiz death metal vokalleri sorular soruyor ve vocoder’lı vokaller bu soruları cevaplıyor. Nakarattaki bazı sözlerde de ikisinin buluşması gerekiyor. Stüdyoda bunun düzenlemesini yapmak çok ama çok zordu. Fredrik de bunu “bir senfoni içindeki senfoni” olarak nitelendirdi hahahaha! Sanırım bu şarkıyı sadece vokal kanalları olacak şekilde insanlara dinletmeliyim, çünkü bir orkestra gibiler. Vocoder’ın ilginç tarafı da bu. Bir koro, bir klavye ve bir senfoni orkestrasını sizi aynı anda sunabiliyor. Tamamen nasıl kullandığınıza bağlı. Harika bir şey.
Bu soruyu sorduğuma ve cevabını doğrudan senden aldığıma çok memnun oldum Steffen. Sean Reinert ve Sean Malone yeri dolmaz müzisyenlerdi, onları da bu vesileyle anmış olalım. İki sorum kaldı. Biraz uzun sorular, ancak hazır dünyanın en önemli teknik death metal gruplarından birinin kurucusunu bulmuşken bunu seninle konuşmak ve düşüncelerini almak istiyorum. Teknik death metal 2000’lerle birlikte eskiye göre çok daha cilalı, steril bir hâl aldı. Bunun önemli müsebbiplerinden birinin Sumerian Records olduğunu düşünüyorum. Son yıllarda birbirine çok benzeyen, birbirinin muadili gruplar ortaya çıktı; bilirsin, her biri birer Guitar Pro arayüzü gibi duyulan gruplar.
Hahahaha!
Haha! Hatta Unique Leader gibi şirketlerin dahi belirli albümlerde bu trene binmekte bir beis görmediğini düşünüyorum. OBSCURA’ya baktığımda, her iki dönemin en iyi taraflarını yansıtır nitelikte bir grup. Doksanların, DEATH, CYNIC, ATHEIST, ANATA, THEORY IN PRACTICE gibi grupların otantikliğine ve orijinalliğine de sahipsiniz; diğer yandan BEYOND CREATION, GOROD, FIRST FRAGMENT gibi günümüz grupları gibi tamamen bugüne ait olmayı da başarıyorsunuz. Sen teknik death metalin gelişimini ve evrimini nasıl görüyorsun?
Ben yapılan her şeyin son derece ilgi çekici olduğunu düşünüyorum, çünkü pek çok grup farklı yönlere giden işler yapıyor. İlk adımlarını attığın sırada elbette ki bazı başka gruplara benzeyebiliyorsun ve bu da gayet doğal şekilde bazı kıyaslamalara neden oluyor. Ancak diğer yandan tamamen kendi sound’unu yaratmayı başaran çok iyi gruplar da var. Ben bu grupların nereye doğru gideceğini, neye dönüşeceğini çok merak ediyorum. Mesela RIVERS OF NIHIL’a, ALLEGAEON’a, hatta REVOCATION veya BEYOND CREATION’a baktığında hepsinin kendine has bir sound oturttuğunu görebiliyorsun. 10-15 yıl önce kurulan gruplar ve sürekli gelişmeyi sürdürüyorlar. Bence bu çok ilgi çekici bir durum. Üstelik yeni gruplar da türemeye devam ediyor. Mesela ben VEKTOR’ü de bu sahnenin bir parçası olarak görüyorum.
Katılıyorum.
Dolayısıyla bence hâlâ ilgi çekici olmayı sürdürüyor. Ben bu türün bir hayranı olmaya devam ediyorum. Sadece teknik death metal özelinde de değil. Metalin geneli için konuşuyorum. Çıkan her yeni grup adına mutluyum. Çaldığımız bir şehirde bizden önce yerel bir grup çıkarsa onları izlemeye çalışıyorum, varsa demolarını, CD’lerini veya onları dinleyebileceğim bir link istiyorum. Bazen harika bir grupla karşılaşabiliyor ve sonradan onları beraberinizde turneye çıkarabiliyorsunuz. BEYOND CREATION’da bu şekilde olmuştu. “Omnivium” turnesindeydik ve onlar da Montreal’de çalan yerel bir gruptu. Onları duyar duymaz bizimle Avrupa’da turlamalarını sağlamalıyız diye düşünmüştük ve birkaç yıl sonra da bunu gerçekleştirdik. Sahne bu şekilde işliyor. Herkesin müziğini kolayca insanlara sunabildiği ortada, ancak önemli olan orijinal, otantik, kendinize ait bir şey yaratmanız gerekiyor ve ancak bu sayede kalabalıktan, gruplar çorbasından ayrıştırılabiliyorsunuz. Sürekli çok iyi yeni gruplar çıkıyor ve gelecekte bizimle birlikte turneye çıkarmak istediğim gruplardan oluşan upuzun bir listem var hahaha! Kısacası bence gayet sağlıklı işleyen, canlı bir sahne var. Dünya tekrar eskiye döndüğünde, herkes özgürce hareket edebildiğinde bunu tekrar göreceğimize, sahnenin tekrardan canlanacağına inanıyorum.
Müziğe dair en güzel şeylerden biri de bu zaten. Hangi grubun daha iyi olduğunu sonsuza dek tartışabilirsin haha. ARCHSPIRE müthiş bir grup. Her şeyleri aşırı ekstrem ve yaptıkları her şeye bayılıyorum. O yüzden onları Japonya ve ABD turnelerimize davet ettik. FIRST FRAGMENT da aynı şekilde. Müziklerini ve grup elemanlarını çok sevdik ve onları Avrupa turnemize davet ettik. Sonuçta teknik death metal dediğin şey bir sürü “nerd”den oluşan büyük bir piyasa hahaha!
Haha! Madem “büyük” dedin, o zaman ben de son soruma geleyim. Günün birinde AC/DC, METALLICA, IRON MAIDEN, RAMMSTEIN gibi gruplar emekli olduğunda stadyumları dolduracak metal grubu kalmaması gibi bir durum olacağını düşünüyorum. Rock grupları, pop grupları olacak elbet ancak metal özelinde stadyum dolduracak devasa grupların çağı sona ermiş olacak. Bunca yıldır durmaksızın turlayan bir müzisyen olarak senin bu konudaki görüşlerini merak ediyorum. Tüm bu gruplar ortadan kalktığında Wacken’ın, Hellfest’in headliner’lığını kimler yapacak? Tabii ki çok büyüyebilecek yeni gruplar da var, ancak 40-50.000 kişilik devasa bir festivalin herkes tarafından kabul edilen mutlak headliner’ı olabilmek başka bir şey sanki.
Çok iyi bir soru, ancak cevaplaması kolay değil. Bence her zaman için özgün, farklı, çok çalışan, uzun vadeli projeleri olan bir grup mutlaka çıkacaktır. Ancak bunların yanında bu grubun çok şanslı olması ve doğru anda doğru yerde olması da gerekir. Bunların tümü gerçekleşirse bahsettiğin gibi yeni headliner’lar ortaya çıkabilir. Mesela GHOST’a baktığında, canlı olarak izlemesi çok eğlenceli bir grup görüyorsun. Aynı şekilde bir konserlerine gittiğim AMON AMARTH’a bakınca da öyle, ki bence onlara “death metalin IRON MAIDEN’ı” diyebiliriz hahaha!
Haha aynen!
Yahut İngiltere’den ARCHITECTS var, onları da bir sonraki turnelerinde izlemek istiyorum. Tüm bu grupların potansiyeli var, ancak son kararı elbette ki dinleyici verecek. Devasa prodüksiyonlu bir pop grubu düşün; hayranları geçer not vermediği sürece anlamsız bir plastik parçasından farklı değildir. Dolayısıyla pek çok doğru şeyin bir araya gelmesi gerekiyor. Bir sonraki büyük headliner kim olacak sorusuna gelince, açıkçası ilk aklıma gelen grup GHOST ve bence bunu hak ediyorlar.
Haha anladım. Biliyorsun, zamanında LAMB OF GOD çıktığında da bazıları onları “yeni PANTERA” olarak görmüştü. TRIVIUM veya GOJIRA’yı yeni METALLICA olarak adlandıranlar oldu. Belki de headliner kavramı değişecek ve mutlak tek bir headliner yerine her zaman bir sürü büyük grup izleyeceğiz.
Bekleyip görelim. Eminim birileri 3D printer’dan AC/DC elemanlarını basar ve bundan 50 yıl sonra, tüm grup elemanları aramızdan ayrılmış olsa bile hologramlar falan eşliğinde AC/DC konserleri düzenlenmeye devam eder. Kim bilir, haha!
Haha! Katılıyorum. Konserler demişken, umarım artık sizi de İstanbul’da çalarken görebiliriz. THULCANDRA röportajından sonra birkaç organizatör arkadaşımla konuştum, bakarsın size ulaşan birileri olur.
Dediğim gibi, bunu çok isteriz. Türkiye’ye hiç gelmedim ve gelip orada çalmayı gerçekten çok isteriz.
Öyleyse bu güzel söyleşiyi noktalayabiliriz. Zaman ayırdığın için teşekkürler Steffen. Yeni albüm için bir kez daha tebrikler; seninle görüşmemiz biter bitmez albümü tekrardan başlatacağım haha. Bunca yıldır verdiğiniz ilham için de ayrıca teşekkürler ve hem albüm hem de turneler konusunda umarım her şey istediğiniz gibi gider.
Seninle bir kez daha konuşmaktan dolayı çok mutlu oldum Ahmet. Harika bir sohbet oldu, çok keyif aldım. Eğer İstanbul’a gelirsek veya sen Almanya’ya gelirsen oturup birlikte bir şeyler içip muhabbet etmek çok güzel olurdu. Tekrardan çok çok teşekkürler, görüşmek üzere.
Teklifin için çok sağ ol, böyle bir fırsat olursa mutlaka haberleşiriz.
Eline sağlık, güzel muhabbet olmuş. Sean Reinert’ın Obscura’da çalma ihtimali sağlam bir ‘hassiktiir’ çektirdi. Bayaa ıslak rüya gibi bir şey. Beyond Creation’ı desteklemesi de ayrı bir güzellik.
Thulcandra röportajı da harikaydı bu röportaj da harika olmuş bir çırpıda okudum. Steffen gerçekten çok hoş sohbet biri. Sesli düşünüyorum, ne güzel hazır samimiyeti arttırmışken Agresif Musiki’de Steffen ile 3 saat Dissection övdüğünüz bi bölüm gelir mi…..
Albümün dair detayları birinci elden öğrenmek inanılmaz. kendi kendime hiç fark etmeyeceğim bazı önemli, ufak ayrıntıları öğreniyorum ve bu ufak tefek ayrıntılar bende albümün manevi boyutunu arttıyor.
Sağ olun arkadaşlar. 2004’ten beri sayısız grupla röportaj yaptım, belki de en çok keyif aldığım röportaj bu olmuştur. Son kısımdaki davetten zaten görülüyordur, o da baya keyifle konuştu, anlattıkça anlattı. 1 saat süremiz vardı, 59 dakikanın sonlarında bitirdik görüşmeyi. Hatta Thulcandra röportajından sonra Nuclear Blast’e kendisi mail attı “Pasifagresif.com ile röportaj ayarlayalım” diye.
Muhteşem bir röportaj olmuş, tebrik ederim. Hem sorduğunuz sorulara hem de sorma üslubunuza bayıldım. Steffen’ın her cevabının zekice ve şık olmasıyla birlikte kendisini daha da sevdim.
Albümü de aşırı sevdim, en sevdiklerimde üst sıralara çıktı direkt. Ama şu an hâlâ A Valediction ile Gloire éternelle arasında kaldım, hangisi daha iyidir diye karar veremiyorum ama Gloire’ı çok daha fazla kez dinlediğim için şimdilik onu daha çok seviyorum diyebilirim.
Anata’yı sorunuzda kullandığınız örnekle birlikte öğrendim ve hemen dinlemeye başladım, teşekkür ediyorum.
Okuduğum en keyifli röportajlardan biri oldu, elinize sağlık.
Yalnız “… ama sonuçta burada olan, devam eden, dünyayı turlayan ve albümler çıkarmaya devam eden kişi benim” ve “Bu 10 yılda grubu bugünkü hâline getirdim” ifadelerine biraz takıldım açıkçası.
Birkaç ay evvel hannes grossman konuk olduğu bi podcastte buna değinmişti. “O zamanlar obscura underground sahnede takılan, çok da bilinmeyen bir gruptu. Chris’le ben obscura’ya katıldıktan sonra bi demo yapıp relapse’e gönderdik, kabul ettiler ve relapse’le anlaştık. Olayı abartıp obscura’nın bütün başarısını buna bağlamıyorum, yanlış anlaşılmasın ama grubun başarısının kökeninde chris ve benim necro geçmişimizin olması var açıkçası” minvalinde konuşmuştu. O demo’yu da bizzat münzner’in kanallarıyla relapse’e gönderdiler zaten.
Ben baya katılıyorum burda hannes’in dediğine. Cosmogenesis öncesi bilinen bir grup değildi obscura. Cosmogenesis’le beraber ciddiye alınan, sahnede kendine yer edinmeye başlayan bir grup olmalarının sebebi de cosmogenesis’in çok iyi bi albüm olmasından falan kaynaklanmıyo kanımca. Obscura hype’ının esas sebebi “necro elemanlarının yeni grubu” olarak bilinmeleriydi. Yoksa cosmogenesis esasında vasat üstü bi albümden fazlası değil çoğunlukça. Obscura hayranları çok sevebilir ama bugün albüm grubun adını duyurduğu ölçüde komünitenin büyük çoğunluğunca kabul gören bir albüm değil, cosmogenesis’e kıyasla çok daha fazla kişi tarafından adını türün en iyileri arasına yazdıran ama çıktığı dönem cosmogenesis kadar grubu duyuramayan çok albüm var. Cosmogenesis’le isim yapmalarının sebebi münzner ve grossman’dı, yoksa birkaç iyi parça haricinde albümde çok da bir şey yok hakikaten. Hatta albümün en hit parçalarından biri olan universe momentum tamamen münzner bestesi ve münzner onu aslında necro için bestelemişti, parçayı muhammed’e dinletince muhammed beğenmemiş parçayı, kabul etmemiş. Düşününce iyi ki kabul etmemiş diyorum. Albümdeki en iyi 3 parçadan biri aslında ama epitaph klasmanının yakınında bile değil. Hülasa demek istediğim grubun adını duyurmasının esas sebebi “aha yeni necro” hype’ıydı, cosmogenesis’in çok iyi bi albüm olması değildi.
Steffen da suni hype’tan oluşan zemini iyi değerlendirdi, üstünü doldurmayı başardı. Ama orası için de “grubu 10 yılda bugünkü haline getirdim” demezsin be usta. 10 yılda çıkan parçaların yarısı sana ait değilken demezsin en azından. Haklı kibir insana yakışıyor da repütasyonunun yarısını başkalarına borçlu birine çok da gitmiyo sanki.
Bugün tekrar dinledim podcasti. Muhammed’in mükemmeliyetçiliğinin hannes’i zihinsel anlamda ne kadar yıprattığı aradan 15-16 sene geçse de hala bariz gözüküyor. Hannes mi çok kırılgan biri yoksa muhammed zalim mi bilemedim. Diğerlerinin anlattıklarıyla beraber değerlendirince dışarda pırlanta gibi ama evde terör estiren, bi çiçek bi böcek, pasifagresif bi modelmiş gibi duruyo. Çok merak ederdim nasıl bi adam diye, hannes’in wagner örneği epey aydınlatıcı oldu. 2 saatlik muhabbetin en az 40 dakikası muhammed ve necro muhabbeti zaten, adama bütün kapıları açan şey o olunca konu sık sık oraya bağlanıyor haliyle. Podcasti yapanlar da decrepit birth ve odious mortem üyeleri. Aynı sahneyi paylaşan adamların muhabbeti ilgi çekici geliyo bana. Tavsiye ederim.
Eline sağlık, güzel muhabbet olmuş. Sean Reinert’ın Obscura’da çalma ihtimali sağlam bir ‘hassiktiir’ çektirdi. Bayaa ıslak rüya gibi bir şey. Beyond Creation’ı desteklemesi de ayrı bir güzellik.
Thulcandra röportajı da harikaydı bu röportaj da harika olmuş bir çırpıda okudum. Steffen gerçekten çok hoş sohbet biri. Sesli düşünüyorum, ne güzel hazır samimiyeti arttırmışken Agresif Musiki’de Steffen ile 3 saat Dissection övdüğünüz bi bölüm gelir mi…..
Albümün dair detayları birinci elden öğrenmek inanılmaz. kendi kendime hiç fark etmeyeceğim bazı önemli, ufak ayrıntıları öğreniyorum ve bu ufak tefek ayrıntılar bende albümün manevi boyutunu arttıyor.
Su gibi akan muhteşem bir röportaj olmuş gerçekten. Uzun zamandir bu kadar dolu dolu roportaj okumamistim helal olsun Ahmet abi.
Mükemmel röportaj. Obscura yeni albümüyle benim için çok daha ilgi çekici bir hal aldı. Umarım bu kafada devam ederler.
Bal börek olmuş valla tebrikler. Albümü de sindirdim mi tamamdır.
Sağ olun arkadaşlar. 2004’ten beri sayısız grupla röportaj yaptım, belki de en çok keyif aldığım röportaj bu olmuştur. Son kısımdaki davetten zaten görülüyordur, o da baya keyifle konuştu, anlattıkça anlattı. 1 saat süremiz vardı, 59 dakikanın sonlarında bitirdik görüşmeyi. Hatta Thulcandra röportajından sonra Nuclear Blast’e kendisi mail attı “Pasifagresif.com ile röportaj ayarlayalım” diye.
21.11.2021
@Ahmet Saraçoğlu, Konser de gerçekleşir umarım.
Ofiste okumaya başlayıp eve geçince devam ettim okumaya. Gerçekten dolu dolu muazzam bir sohbet olmuş. Emeğine sağlık Saraçoğlu.
Muhteşem bir röportaj olmuş, tebrik ederim. Hem sorduğunuz sorulara hem de sorma üslubunuza bayıldım. Steffen’ın her cevabının zekice ve şık olmasıyla birlikte kendisini daha da sevdim.
Albümü de aşırı sevdim, en sevdiklerimde üst sıralara çıktı direkt. Ama şu an hâlâ A Valediction ile Gloire éternelle arasında kaldım, hangisi daha iyidir diye karar veremiyorum ama Gloire’ı çok daha fazla kez dinlediğim için şimdilik onu daha çok seviyorum diyebilirim.
Anata’yı sorunuzda kullandığınız örnekle birlikte öğrendim ve hemen dinlemeye başladım, teşekkür ediyorum.
21.11.2021
@Moridin, teşekkürler, rica ederim.
Valla dolu dolu olmuş. Biraz daha devam etsin istedim okurken. Türkiyeye de gelirler umarım.
Harika bir röportaj daha. Muhabbet aşırı sardı. Yine de obscura sevmiyorum kendisi kusura bakmasın.
Okuduğum en keyifli röportajlardan biri oldu, elinize sağlık.
Yalnız “… ama sonuçta burada olan, devam eden, dünyayı turlayan ve albümler çıkarmaya devam eden kişi benim” ve “Bu 10 yılda grubu bugünkü hâline getirdim” ifadelerine biraz takıldım açıkçası.
Birkaç ay evvel hannes grossman konuk olduğu bi podcastte buna değinmişti. “O zamanlar obscura underground sahnede takılan, çok da bilinmeyen bir gruptu. Chris’le ben obscura’ya katıldıktan sonra bi demo yapıp relapse’e gönderdik, kabul ettiler ve relapse’le anlaştık. Olayı abartıp obscura’nın bütün başarısını buna bağlamıyorum, yanlış anlaşılmasın ama grubun başarısının kökeninde chris ve benim necro geçmişimizin olması var açıkçası” minvalinde konuşmuştu. O demo’yu da bizzat münzner’in kanallarıyla relapse’e gönderdiler zaten.
Ben baya katılıyorum burda hannes’in dediğine. Cosmogenesis öncesi bilinen bir grup değildi obscura. Cosmogenesis’le beraber ciddiye alınan, sahnede kendine yer edinmeye başlayan bir grup olmalarının sebebi de cosmogenesis’in çok iyi bi albüm olmasından falan kaynaklanmıyo kanımca. Obscura hype’ının esas sebebi “necro elemanlarının yeni grubu” olarak bilinmeleriydi. Yoksa cosmogenesis esasında vasat üstü bi albümden fazlası değil çoğunlukça. Obscura hayranları çok sevebilir ama bugün albüm grubun adını duyurduğu ölçüde komünitenin büyük çoğunluğunca kabul gören bir albüm değil, cosmogenesis’e kıyasla çok daha fazla kişi tarafından adını türün en iyileri arasına yazdıran ama çıktığı dönem cosmogenesis kadar grubu duyuramayan çok albüm var. Cosmogenesis’le isim yapmalarının sebebi münzner ve grossman’dı, yoksa birkaç iyi parça haricinde albümde çok da bir şey yok hakikaten. Hatta albümün en hit parçalarından biri olan universe momentum tamamen münzner bestesi ve münzner onu aslında necro için bestelemişti, parçayı muhammed’e dinletince muhammed beğenmemiş parçayı, kabul etmemiş. Düşününce iyi ki kabul etmemiş diyorum. Albümdeki en iyi 3 parçadan biri aslında ama epitaph klasmanının yakınında bile değil. Hülasa demek istediğim grubun adını duyurmasının esas sebebi “aha yeni necro” hype’ıydı, cosmogenesis’in çok iyi bi albüm olması değildi.
Steffen da suni hype’tan oluşan zemini iyi değerlendirdi, üstünü doldurmayı başardı. Ama orası için de “grubu 10 yılda bugünkü haline getirdim” demezsin be usta. 10 yılda çıkan parçaların yarısı sana ait değilken demezsin en azından. Haklı kibir insana yakışıyor da repütasyonunun yarısını başkalarına borçlu birine çok da gitmiyo sanki.
16.01.2022
Bahsettiğim muhabbeti 43. dakikadan itibaren dinleyebilirsiniz: https://youtu.be/ga6_ZSYb3Oc
Bugün tekrar dinledim podcasti. Muhammed’in mükemmeliyetçiliğinin hannes’i zihinsel anlamda ne kadar yıprattığı aradan 15-16 sene geçse de hala bariz gözüküyor. Hannes mi çok kırılgan biri yoksa muhammed zalim mi bilemedim. Diğerlerinin anlattıklarıyla beraber değerlendirince dışarda pırlanta gibi ama evde terör estiren, bi çiçek bi böcek, pasifagresif bi modelmiş gibi duruyo. Çok merak ederdim nasıl bi adam diye, hannes’in wagner örneği epey aydınlatıcı oldu. 2 saatlik muhabbetin en az 40 dakikası muhammed ve necro muhabbeti zaten, adama bütün kapıları açan şey o olunca konu sık sık oraya bağlanıyor haliyle. Podcasti yapanlar da decrepit birth ve odious mortem üyeleri. Aynı sahneyi paylaşan adamların muhabbeti ilgi çekici geliyo bana. Tavsiye ederim.