Hayatta en sevdiğim şey olan Mastodon’un son albümünü objektif bir şekilde doğrularıyla ve yanlışlarıyla burada anlatmam eminim çok zor olacaktır. Ama en azından düşüncelerimi ve hislerimi aktarabilirsem zihninizde bir şeyler canlandırabilirim diye düşünüyorum.
Mastodon uzun bir süre boyunca çok özel bir gruptu fakat The Hunter’dan sonra işler değişti ve daha zamanla az özel bir grup olmaya başladılar. Hushed and Grim’de de durumlar aynı şekilde devam ediyor. Bir yandan albümü oldukça özgün, yenilikçi ve deneysel bulsam da zaman zaman Mastodon veya başka gruplardan aldığımız tatları yeniden deneyimlediğimiz bir albüm olmuş. Albüm adına söyleyebileceğim en büyük eksi de kesinlikle bu. Misal albümün geneline baktığımızda atmosferik kısımlarda Crack the Skye özellikle Oblivion benzeri bir tavır var. Grup bunu daha az belirgin etmek için her zamanki gibi ciddi sound değişikliklerine ve farklı melodik anlayışlara giderek benzerliği örtmeye çalışmış ve bu anlarda dahi bir miktar tazelik sunabilmiş. Bunun yanında önceki iki albümden fazlasıyla alışık olduğumuz verse’lerin Troy Sanders, nakaratların ise Brann Dailor tarafından okunduğu verse-verse-chorus-verse-chorus-chorus yapılı Pushing the Tides, Ghost ve QotSA etkilenimli Teardrinker ve Cold Dark Place kayıt döneminde kaydedilmiş gibi duyulan Pendulous Skin gibi kendi içinde fazla yenilik bulundurmayan şarkılar, orijinallik konusunda albümün diğer bazı zayıf anları olmuş.
Yenilenen noktalara gelmek istersek sludge’dan girip zaman içerisinde stoner’a kayan tarzları, bu dönemlerinde de daha doom tarzlı bir hal almış. Doom tarzlı diyorum çünkü hiçbir zaman tam olarak anıldıkları türü yapmayan Mastodon bu albümde de belirli bir türe bağlı kalmayışını sürdürmüş. Sickle and Peace ve More Than I Could Chew’da bildiğimiz doom metal damarına daha yakın riff’ler sunmuş olsalar da Gobblers of Dregs’de doom metal’a oldukça farklı bir yaklaşım kazandırmışlar.
Yenilenen olarak anmak istemediğim fakat önceki dönemlere göre bariz şekilde değişikliği hissedilen vokal dağılımlarından bahsetmem gerekirse dağılım konusunda üzüldüğümü, performans konusunda ise memnun kaldığımı söyleyebilirim. Başta Troy Sanders ve Brent Hinds arasında paylaşılan ve zamanla Brann Dailor’ın da katılmasıyla oldukça büyük bir çeşitlilik kazanan vokaller, bu albümde çeşitliliğini önceki birkaçına kıyasla kaybetmiş. Emperor of Sand’de birçok şarkıda bulunan 3 ana vokalist olayının biraz ucunun kaçırılmış olmasından dolayı bu albümün 3 ana vokalistli şarkılardan sadece 2 tane içermesi isabet olmuş. Fakat diğer bir yandan Brent Hinds’ın bulunduğu iki şarkının da 3 elemanın birlikte söylediği şarkılar olması üstüne albümde hiç konuk vokal bulunmaması, çeşitliliği Mastodon standartlarında bir hayli düşürmüş.
Vokaller, hatta özellikle Brann Dailor’ın vokalleri ise bu albümde grubun müziğinde belki de en çok gelişen nokta olmuş. Brann Dailor’ın sesini oldum olası sevmiş olsam da Ember City ve Roots Remain gibi esasında oldukça hüzünlü olması gereken şarkıları neşeli bir biçimde ele almasının yanı sıra, her daim müziğin en yumuşak noktalarında söze giriyor olması performansına dair bir eksiydi. Ancak bu albümde kendisini geliştirdiğini görüyoruz ki More Than I Could Chew, Gobblers of Dregs ve Gigantium gibi şarkılarda albümün en üzücü ve en yıkıcı bazı vokallerini sergilemiş. Yetmezmiş gibi Blood Mountain’dan beri yaptıkları en agresif şarkı olan Savage Lands’te müziği asla katletmeden vokal yapabilmiş. Troy Sanders ise Mastodon’da alışık olduğumuz sesinden farklı, muazzam bir performans sergilemiş ve ağzını açtığı her anda enstrümanları bastırıp testosteron seviyesini yükseltmiş. Brent Hinds ise ana vokallerini yaptığı The Beast ve Peace and Tranquility’de efsane bir blues sanatçısı gibi duyulmuş.
Seleflerine nazaran hem şarkı sayısı hem de toplam süresi bir hayli yüksek olan Hushed and Grim, çıkmadan önce sıkıcı olabileceğinden ve şarkılar arası yeterli çeşitlilik sağlayamayacağından dolayı birçok kişinin gözünü korkutuyordu. İnsanlar da korkmakta haklıydı fakat Hushed and Grim her şarkısı en azından iyi olan ve fazlasıyla çeşitlilik sunan bir albüm. Albümün genel sınırlarını çizen, klasik bir Mastodon açılış parçası olan Pain with an Anchor, albümün en güçlülerinden olan progressive doom metal parçası More Than I Could Chew, Brent Hinds imzalı country rockvari The Beast, Rush’ın Signals dönemini andıran Skeleton of Splendor ve gitar müziğinden uzak, kariyerlerinin en deneysel parçalarından Dagger gibi şarkılar ile albüm içinde oldukça büyük bir çeşitlilik sağlamışlar ve 15 şarkıyı mükemmel olmasa da oldukça iyi bir şekilde dizmişler.
Albüm atmosferik olarak The Crux ve Sickle and Peace’te Crack the Skye vari bir yol izlese de bu iki albümü karşılaştırmanın pek doğru olduğunu düşünmüyorum. Crack the Skye’da bir dünya enstrüman, arka vokal ve daha fazlasını kullanan grup Hushed and Grim’de daha bitkin bir müzik yaptığı için daha sade bir müzikal altyapı oluşturmuş. Misal albümün daha parlayan anlarından olarak gördüğüm Gobblers of Dregs ve Eyes of Serpents’ta daha bitkin bir formda, zar zor ayakta durabilen güçsüz bir Mastodon görüyoruz. Bu sadelik ve çiğliğin de iyi bir melankolik bir atmosferi sağladığını düşünüyorum.
Zar zor ayakta duran Mastodon, atmosfer bir yana sözler ve konsept ile de karşımızda. Aslında konsept demek yanlış olur. Her ne kadar ölen menajer ve dostları Nick John’a adanmışlığı albüm boyu hissetsek bile albümde süre gelen bir hikaye yok. O yüzden Hushed and Grim’e konsept albüm demektense teması olan bir albüm demeyi tercih ederim. Sözler ise bildiğimiz mitolojik yaratıklar ve kozmik temalar içeren Mastodon sözlerinden olmadığı için Hushed and Grim duygusal olarak en ağır albümleri olmuş.
Grubun her geçen albümle daha da ön plana çıkan elemanı Brann Dailor’ın vokal performansı bir yana davul ve perküsyonlarda bizi şaşırtmayacak kadar iyi; diğer bir yandan da farklı bir performans sergilemiş. İlk tekli Pushing the Tides’ın yayınlanmasıyla Emperor of Sand ve Crack the Skye’da kullanılan bin bir türlü perküsyonu göremeyince hayal kırıklığına uğramış, perküsyonların sadece Brendon O’Brien prodüksiyonuna özgün olduğunu düşünüp oldukça üzülmüştüm. Fakat sonrasında anladım ki Brann Dailor perküsyonlar konusunda ayrı bir olgunluk kazanıp daha oturaklı ve sakin şarkı trafikleri oluşmasını sağlamış; perküsyonları sadece konması şart olan yerlere koymuş. Davul performansında da daha müziğe hizmet eden, eskiye nazaran ataklaradan arındırılmış bir performans sergilemiş.
Albümdeki bir diğer eksi ise Brent Hinds’ın Mastodon müziğine eskisi kadar katkıda bulunmaması diyebilirim. Yazdığı solo’ları son birkaç albüme kıyasla daha çeşitli ve iyi bulsam da diğer elemanların yaratıcılığının tükendiği noktalarda devreye girseymiş, Hushed an Grim’i Crack the Skye’dan bu yana çıkmış net en iyi Mastodon albümü yapabilirmiş.
Mastodon 20 yıllık kataloglarının duygusal olarak en yoğun, dramatik ve içine girmesi en zor albümleriyle karşımıza çıkıyor. Yarısına aşina olduğumuz, diğer bir yarısı da bir o kadar farklı olan bu 86 dakikalık albümü belki grubun diskografisinde en tepelere koyarsınız belki de beğenmezsiniz ama mutlaka belirli noktalarda acı çekersiniz.
Milenyum metalinin Lamb of God, Gojira, Machine Head, Trivium ve Slipknot gibi gruplarla birlikte en büyük bayrak taşıyıcılarından ve dünyanın en kendine has gruplarından birinin, MASTODON’un son model albümü ”Hushed and Grim” hakkında konuşuyoruz bugün; Başlıktan anlaşılacağı üzere MASTODON’a ”Canım, cicim, güzelim” gibi iltifatlarda bulunup grubun samimiyetsiz bir kediciği olmaktansa dobra dobra dökülüp sizlere karşı siper almayı yeğleyeceğim. İnceleme başlığını öyle yazmamın tek sebebi ise grubun sıçsa beğenecek olan taraftarlarına neşeli bir atıf olmasından ibaret. Sözü fazla uzatmadan girişeyim:
İncelemeyi yazarken düşüncelerimi şunun üzerinde şekillendireceğim: ”Hushed and Grim” çok iyi bir albüm. Ancak! grubun şu zamana kadar yazdığı en iyi şarkıları bünyesinde tutmakla birlikte en sıkıcı ve en nahoş şarkıları barındırdığı da bir gerçek
”Hushed and Grim” bu yıl çok açık ara farkla en çok beklediğim albümdü ve dolayısıyla kendisine olan beklentim de çok yüksekti. Genius isimli şarkı sözü platformu Mastodon sayfasında yeni albümün Ekim’de geleceğini Nisan ya da Mayıs ayında ağzından kaçırmıştı, köşede isimsiz bir şekilde ”September” yazısını da görmüştüm fakat sonradan yeni single ortamlara düşene dek o yazı oradan geri kalkmıştı. Neyse grubun bu zamana kadar çıkarmış olduğu bütün albümleri çocuğum gibi sevdiğimi ve ”Emperor of Sand”e de aile üyelerimden biriymiş gibi davrandığımı da hesaba katarsak ”Hushed and Grim”e aileye katılacak yeni bir kardeş gözüyle bakmam da çok olasıydı.
MASTODON’un ”Hushed and Grim”de neyi başardığını ve neyi eksik bıraktığını anlatabilmek için öncelikle ”Crack the Skye” bakılması gerekiyor. ”Crack the Skye” ile derin sulara inip, müziğini ruhanileştirip progresif bir tabana yayan MASTODON çoğu dinleyiciye göre progresif metalde bir çığır açmıştı. O albüm ile kendi müziğine hiç olmadığı kadar bütünsel yaklaşıp ardından ”The Hunter” ile daha hırçın ve daha tane tane müzik anlayışına tekrar dönen grup gerçek hayatta verdiği bazı kayıpların etkisi ile ister istemez melankolikleşmeye ve zaman zaman da durulmaya başlamıştı ama genel itibariyle grup yıkıcı ve eğlendirici formundan asla vazgeçmemişti. Hala ”Vazgeçmedi” aslında ama görünen o ki The Motherload’da zenci karıları twerk yapsın diye klibe alan, Steambreather’da azraili ayyaş edip sokağın ortasında bayıltan MASTODON bu ironik ve aykırı tavrından bu albümde bir miktar ödün vererek işi daha ciddiyete bindirmiş.
Albüm muazzam derecede iyi bir intro sıfatına sahip Pain with an Anchor şarkısıyla açılıyor, klasik, risksiz, taş gibi bir parça olan The Crux ile devam edip nihayetinde grubun her albümde göstermekten çekinmediği deneysel öğelerinin albümdeki ilk ayağı olan Sickle and Peace’a geçiyor. Burada grubun son 5 albümdür soluksuz yaşadığı benzersiz cenabetlikler silsilesinin bir yansımasını görmeye başlıyoruz; ”Crack the Skye”da başlayan ve her albümün öncesinde birisinin ölümü etkisinde yaratılan bütün albümlerin ortak noktası olan grubun bu cenabet kaderi kendisini bu sefer hiç olmadığı kadar büyük gösteriyor bu albümde. Misal Sickle and Peace, Skeleton of Splendor ve Had it All gibi ağır tempo parçalar MASTODON’u ölüm kavramıyla daha önce hiç olmadığı kadar ölümle iç içe gösterirken grubun bunu albümde daha sakin sulara inerek yaptığını da görebiliyoruz.
En başta ”15 değil de 11 şarkı bulundursaydı, 1 buçuk saat değil de 1 saat olsaydı çok daha iyi olurdu” diyerek kendi kendime özet geçtiğim ”Hushed and Grim”de yukarı paragrafta bahsi geçen ”başkalaşma” sürecinin bir sonucu olarak iyice progresifleşme ve maalesef bazen sıkıcı hale gelme gibi bir takım olumsuzlukları barındırdığını söylemek istiyorum. Evet, MASTODON çoğu metal platformu ve müzik otoriteleri tarafından artık bir ”Progresif metal” etiketiyle anılıyor fakat ”Hushed and Grim”de bulunan bu progresif durum ”Crack the Skye” ile bütüne yayılmış olmak yerine kendisini şarkı şarkı gösteriyor. Örnek verecek olursam Pushing the Tides ve Peace and Tranquillity gibi MASTODON’un net en iyi şarkılarından olan parçaların hayvanlığını ve coşkusunu daha üzerinizden atamadan albüm anında vites küçültüp sizleri Dagger, Had It All ve Gobblers of Dregs gibi şarkıların insafına bırakıyor. Diğer paragrafa geçmeden ayrıca sözünü etmek istediğim bir şey var; The Beast adeta Brent Hinds de şarkı söylesin diye koyulmuş gibi duruyor. Hatta durmuyor, bağırıyor adeta.
Troy Sanders Instagram’da yayınlandığı bir röportajında pandemide evden çıkmadıklarını ve devasa sayılarda şarkı sözü yazıp beste yaptıklarını, bunların da hepsini ”Ehh sikerler!” deyip albüme kattıklarını söylemişti. 1 saat 26 dakika uzunluğunda en uzun MASTODON albümü olma özelliğini eline alan ”Hushed and Grim”in bu kadar uzun olmasının nedeni kısaca pandemi, yer yer aşırı sıkıcı hale gelmesinin sebebi ise koskoca 1 saatin arkasından gelen aradaki Savage Lands olmasa insanı kabız edecek 4 şarkının (Dagger, Had It All, Gobblers of Dregs ve Eyes of Serpent) arka arkaya gelmesi. Albüm bu şarkılar yüzünden son iki çeyrekte öyle bir hal alıyor ki kendimi bir an PORCUPINE TREE dinlerken buldum desem yeridir. Bütün olarak incelendiğinde çok muhteşem durmayan şarkıların tek tek incelendiğinde bu 4 şarkı da dahil üst seviye birer MASTODON şarkısı olduğunu ancak albüm içerisinde bütünlüğü yine de tam anlamıyla sağlayamadıklarını düşünüyorum.
Bu yazıyı hazırlarken olumsuzluklar üzerinden gitmeyi tercih ettim çünkü albümün sahip olduğu güzel şeylere zaten önceki işlerden hep aşinayız. Nasıl ”Emperor Of Sand”de yıkıcı bir melankolinin üstüne yerleştirilmiş bir yırtıcılık var ise, nasıl ”Once ‘Round the Sun”da o harika trippy atmosferinin arasında coşkulardan coşku beğeniyor isek, ya da nasıl ”The Hunter”ın etli butlu miksinin tadını öküzlüğün ve yaratıcılığın kucağında çıkarıyor isek, ”Hushed and Grim” de bizlere sunduğu o gri, soğuk ve acımasız tavrını eşsiz bir biçimde göstermeyi başarıyor. Kendisini MASTODON’un en kötü albümü olarak görene de sözüm olmaz en iyisi olarak görene de. Sonuçta MASTODON üzerine düşeni yine yaparak gerçek manada ”yepyeni” bir şey çıkarmayı zaten başarmış.
Tane tane yapısıyla ”The Hunter” ile, melankoli bakımından ise ”Crack the Skye” ile benzeşen ve ince bir kol hareketiyle de ”Emperor of Sand”e selam çakan ”Hushed and Grim” içerdiği bazı bütünsel ve ‘dikkati tek bir yerde toparlayamama’ olumsuzluklarına rağmen bence MASTODON’un külliyatında tıpkı öncekiler gibi bambaşka bir yere oturmayı başarıyor, grubun o kendini tekrara düşme çizgisinde öte tarafa düşmeyerek, kendi eşsizliğini ilan ederek MASTODON namına yaraşır bir yapıt olmayı hak ediyor. Albümü her ne kadar grubun diskografisinde nereye koyacağımı henüz kestirememiş olsam da bu yıl sonunda nerede duracağını tahmin edebiliyorum, edebiliyoruz.
“Hushed and Grim” MASTODON için büyük, metal sektörü için daha büyük bir adım.
Kadro Troy Sanders: Vokal, bas
Brent Hinds: Vokal, gitar
Bill Kelliher: Gitar, geri vokal
Brann Dailor: Vokal, davul
Şarkılar 1. Pain with an Anchor
2. The Crux
3. Sickle and Peace
4. More Than I Could Chew
5. The Beast
6. Skeleton of Splendor
7. Teardrinker
8. Pushing the Tides
9. Peace and Tranquillity
10. Dagger
11. Had It All
12. Savage Lands
13. Gobblers of Dregs
14. Eyes of Serpents
15. Gigantium
Ellerinize sağlık. Daha önce de dediğim gibi haber kısmındaki yorumumu aynen yapıştırıyorum. Fikir güncellemelerimi buradan yapacağım:
Bir süredir albümü kafamda nereye konumlandıracağımı bilemediğimi söylemiştim. Albümün son albümlerden farklı olarak eğlenceli şarkılardan uzaklaştığı ve his olarak Crack the Skye melankolisine yöneldiği belli ancak benzer bir tat da alamıyordum. Bu yüzden dün gece tüm dikkatimi vererek önce CtS, sonra da bu albümü dinledim ve albümü analiz etmeye çalıştım.
Öncelikle his ve atmosfer olarak CtS benzeri bir şey hedeflense de arada büyük bir yaklaşım ve nüans farkı olduğunu düşünüyorum. Öncelikle CtS’ın aksine bu albümde bir katmansızlık, dolayısıyla da verilmek istenen atmosferde bir cılızlık olduğunu düşünüyorum. CtS’da üst üste binmiş pek çok farklı ses, nereden ne çıkacağını tahmin edememe, sürekli farklı bir gitar oyunu, altlardan gelen hammondlar, klavyeler, prodüksiyonda en altlara gömülü birtakım vokal partisyonlarının derinlerden baş vermesi derken albümün atmosferi gökyüzünü tamamen dolduran bir cumulonimbus bulutuna dönüşürken, bu albüm parçalı bulutlu olmaktan öteye geçemiyor.
Albümde duyulan öğelerin, örneğin riflerin tek tek bakınca çoğunlukla iyi olduğunu düşünüyorum ama atıyorum vokal melodileriyle birleşince bir seviye atladığını da düşünmüyorum. CtS’da bu durumun tam aksi vardı. Orada tekil öğeler kimi zaman kulağa iyi gelirken kimi zaman da garip geliyordu, ama birleştikleri zaman birbirlerinden kuvvet alırcasına bambaşka bir güce dönüşüyorlardı, adamın aklını alıyorlardı.
Ayrıca albümde ciddi bir mühendislik hatası olduğunu düşünüyorum. Bir kere bu kadar uzun bir albüm yapılacaksa ya hit şarkı sayısı daha fazla olmalı, ya da atmosfer çok daha yoğun olmalı. O konuda yanlış bir karar verdiklerini düşünüyorum. Örneğin Peace & Tranquillity ile Gobblers of Dregs arası fazla öznel kalmış ve kendi yaşadıkları duyguları şarkılara yansıtamamışlar, dinleyicide karşılık bulamamış. İlla ki bu şarkıları tek tek seven olacaktır ama bu şarkıların peşpeşe gelmesi bana göre albümün ağırlık merkezini bozmuş ve fazla yer kaplayan bir seri haline gelmiş. Albümün temposu uzun süre fazlasıyla düşüyor ve tansiyon o kadar stabil hale geliyor ki kendimi sönmüş bir kamp ateşinin başında hiçbir şey yapmadan oturuyormuşum gibi hissettim. Tam bu aradan sonra gelen kapanış şarkıları Eyes of Serpent ve More Than I Chew’un trafik olarak ikizi sayılabilecek Gigantium (ikisinin de 3.30 sonrası dramatik değişikliğine dikkat) bence albümün en iyi şarkılarından ikisi, bu sebeple de albüm bittiğinde tüm negatif anlara rağmen iyi bir şey dinlediğimiz yanılgısı yaratabiliyor. Yani o aradaki 5 şarkıyı (yaklaşık 30 dakika), tüm münferit iyi anlarına rağmen feda edip albümden tamamen çıkarsak ve albümü 10 şarkıya indirsek, albüme daha büyük hizmet etmiş oluruz.
Albümle ilgili bir diğer şikayetim de şarkı yapılarının çoğunlukla lineer olması ve nereye gideceğini kolayca kestirebiliyor olmamız. Halbuki geçmişten iyi biliyoruz ki isteseler son derece dolambaçlı, çatallaşıp farklı yollara giden ve sonra tekrar o yolları kesiştiren şarkı trafikleri yazabiliyorlar. Örneğin, büyük bir daire çizdikten sonra başladığı yere dönen The Czar. Bu bakımdan Brann’ın vokaliyle ilgili olan eleştirilere katılmıyorum, onun vokalleri de olmasaydı bu albüm kulağa biraz daha tekdüze gelebilirdi bence. Hastası olduğumdan değil, sadece çeşitlilik yaratması bakımından vokallerinin kalmasını tercih ederim.
Tüm bu sebeplerden albümün zaman testini geçemeyeceğini, yıllar sonra “ya açayım da Hushed & Grim’i komple dinleyeyim” dedirtmeyeceğini düşünüyorum. Yine de bu görüşlerimin kesin olmadığını, dinledikçe görüşlerimde değişiklik olabileceğini de söyleyeyim. Albüm o kadar uzun ki defalarca dinleyip şarkıların bütünüyle oturup oturmadığını anlamak zor oluyor. Yine de uzun uzun analiz yapmayı özlemişim valla, bunu daha sık yapmaya çalışacağım. Bu yorumu albüm kritiği çıkınca onun altına kopyalayıp, görüşlerimde bir değişiklik olursa da orada güncelleme yapacağım.
Albümü en zayıf 2 Mastodon albümünden biri olarak görüyorum. Peki bu gece gündüz albümü dinlememe engel mi? – Hell No!
Gigantium şarkısı tutarsa Mastodon’dan Torche vari bir stoner pop albümü bekleyebiliriz sanki. (3-5 yıl sonra ben demiştim demek için bu yorumu yapıyorum)
Tan’ın yazdığı ilk kritiğin ikinci paragraf başında şöyle bir cümle geçiyor: ”daha zamanla az özel bir grup olmaya başladılar.”
sanırım ‘zamanla DAHA az özel bir grup olmaya başladılar’ demek istediğiniz. cümlede anlatım bozukluğu var. okurken dikkatimi çekti.
onun dışında iki kritikte de güzel olmuş.
albüm hakkında ise düşüncelerim şu: gerek süresi, gerek parçalardaki yoğunluk ve atmosfer açısından yeni bir albümden çok iyi bir toplama albüme benziyor. ben epey beğendim ve dinlerken de keyif aldım. 8
Albümden Dagger, Had it All, Eyes of Serpents ve Gobblers and Dregs şarkılarını çıkararak bir PL yaptım. Şarkı sırasını da kafama göre düzenledim. Akıyor valla.
Dediğim şarkıları sevmediğimden değil albümün siradan dinlerken baydığı için çıkardım böyle daha iyi oldu valla.
@Erhan, Sözünü ettiğim şarkılar haricinde albümün bütün şarkılarının çok iyi olduğunu düşünüyorum. Mastodon bu haliyle bile bu sene çıkan albümlerin yüzde 99′unu patak manyağı yapar.
Hushed and Grim bütünlük olarak zayıf olabilir ama şarkılarının her biri gerçekten sanat eseri.
Defalarca şans verip bu kadar sevildiğine göre boş değillerdir diyip dinlediğim ama bir türlü ısınamadığım bir grup Mastodon. Bu albümü de aynı amaçla dinledim ama değişen bir şey yok. Bir şeyler kaçırıyorum ama çözemedim.
Albüm meh ama ‘Had it All’da Troy’un vibratosuna doyamadım.
Brent’in vokalinin orda burda kattığı dinamikler yerine şu cheesy Brann vokallerinin grubu domine ediyor olması hiç benlik değil. Ama yalan yok bu kadar progresif bir iş de beklemiyordum ben. Teardrinker, Show Yourself gibi dayayıp geçerler diyordum. Bu da bir şeydir.
En son söyleyeceğim şeyi başta söyleyeceğim. Hushed and Grim, gayet iyi bir albüm ancak Mastodon’un en zayıf albümü. Bunda -şimdi olmasa bile- yıllar içinde herkesin eninde sonunda hemfikir olacağını düşünüyorum. Netten okuduğuma göre albümün teması ‘Grief’ ve ‘ölümden sonra yaşam’ gibi kavramlar üzerine. (Yanılıyorsam düzeltin)
Ama albümün zayıf noktası bu değil. Şarkıların kendi başına iyi olsa bile albümün bütünlüksüz olması. Açıkçası ilk çıkan single Pushing the Tides’ı çok beğenmiştim ama albümün en kısa (ve bilindik) ve karakteristik Mastodon şarkısı albüm içinde kaynayıp gidiyor. Tekrarlayan, sürekli ‘biz bu albümde bunu yapmaya çalıştık’ dercesine önümüze çıkan kavramlar (peace, hushed, tranquillity) (grim, savage) da cabası. Daha steril bir şekilde sunulabilirdi bu eş anlamlı ifadeler. Şarkıların çoğu bile albümün adını unutturmamak amaçlanmış gibi ‘Hushed and Grim’ yani sakin başlayıp gaddar sona eriyor. Bilale anlatır gibi lirikleri haketmedik be Mastodon!
Tamamen öznel görüşlerim bunlar genel olarak. Paralel bir evrende 6,9,10,11 ve 14. Şarkılar herhangi bir grup elemanının side projesi olarak veya bir Ep olarak sunulsaydı, The Beast biraz daha adı gibi yırtıcı olsaydı, Gobblers of Dregs biraz da kırpılsa albümün hakkı 9 idi. Ama bu haliyle 7,5/10
En sevdiklerim ve sürekli dinlediklerim: More than I Chew, The Crux, Savage Lands(en favorim), Gigantium
Bende dinleme isteği uyandıran bir olmadı, olamadı. Bu biraz benimle de ilgili olabilir çünkü The Hunter dışında Mastodon müziği eskisi kadar ilgimi çekmiyor. Yine de kötü albüm demem, içinde sevdiğim şarkılar var.
@M, Brent Hinds ile Matt Pike’ın birlikte yapacağı albümü bekliyorum artık. Hinds yazdığı şarkıları o gruba sağladığına göre birlikte zaman geçirmelik sıradan bir yan projeden daha fazlasıyla karşılaşırız diye umuyorum.
Garip bir albüm olmuş. Biraz daha dingin ve kasvetli atmosfer yaratmaya çalışmışlar. Açıkcası ilk 9 şarkı boyunca gayet keyifli gidiyordu ama Dagger ve sonrasında gelen şarkılarda tempo iyice düştüğü için ara ara sıkılmadım desem yalan olur.
Şarap gibi albüm. Bu kadar acı çektirme seviyesi yüksek bir albümü 1.5 saat uzunluğunda yapmak ve bunu da dinleyiciyi bir şekilde müziğe bağlı tutarak gerçekleştirmek tam bir büyük grup işi. Albüm bunu gerek yerinde gelen tempo değişimleri, gerek atmosferik süslemeler, gerekse akılda kalıcı vokal melodileri ile sağlıyor ve sürükleyici bir damar kesme senfonisi sunmayı başarıyor. Tabi prodüksiyonun da payını es geçmemek gerek. O konuda zaten belirli bir standartları vardı ama yine de albümün özünü çok iyi yansıtan bir sound olduğunu söylemek lazım. Son olarak grubun radyo dostu şarkılarla dolu bir albüm yazmak yerine daha derinlikli bir albüm yapmaya yönelmesi ve onun da altından gayet güzel biçimde kalkması, hayatında en çok dinlediği grup Mastodon olan biri olarak beni inanılmaz tatmin etti.
Genel olarak beğenilmiş galiba bu albüm ya. Pek umursamıyordum yıllardır Mastodon dinlemiyorum ama bakıcam.
Elinize sağlık. Yalnız Tansolo’nun puanına epey şaşırdım. İncelemeye göre 6.5 falan eder anca albüm. Albümdeki olumsuzluklardan epey bahsetmişsin. 8.5 vermen garip olmuş.
Ellerinize sağlık. Daha önce de dediğim gibi haber kısmındaki yorumumu aynen yapıştırıyorum. Fikir güncellemelerimi buradan yapacağım:
Bir süredir albümü kafamda nereye konumlandıracağımı bilemediğimi söylemiştim. Albümün son albümlerden farklı olarak eğlenceli şarkılardan uzaklaştığı ve his olarak Crack the Skye melankolisine yöneldiği belli ancak benzer bir tat da alamıyordum. Bu yüzden dün gece tüm dikkatimi vererek önce CtS, sonra da bu albümü dinledim ve albümü analiz etmeye çalıştım.
Öncelikle his ve atmosfer olarak CtS benzeri bir şey hedeflense de arada büyük bir yaklaşım ve nüans farkı olduğunu düşünüyorum. Öncelikle CtS’ın aksine bu albümde bir katmansızlık, dolayısıyla da verilmek istenen atmosferde bir cılızlık olduğunu düşünüyorum. CtS’da üst üste binmiş pek çok farklı ses, nereden ne çıkacağını tahmin edememe, sürekli farklı bir gitar oyunu, altlardan gelen hammondlar, klavyeler, prodüksiyonda en altlara gömülü birtakım vokal partisyonlarının derinlerden baş vermesi derken albümün atmosferi gökyüzünü tamamen dolduran bir cumulonimbus bulutuna dönüşürken, bu albüm parçalı bulutlu olmaktan öteye geçemiyor.
Albümde duyulan öğelerin, örneğin riflerin tek tek bakınca çoğunlukla iyi olduğunu düşünüyorum ama atıyorum vokal melodileriyle birleşince bir seviye atladığını da düşünmüyorum. CtS’da bu durumun tam aksi vardı. Orada tekil öğeler kimi zaman kulağa iyi gelirken kimi zaman da garip geliyordu, ama birleştikleri zaman birbirlerinden kuvvet alırcasına bambaşka bir güce dönüşüyorlardı, adamın aklını alıyorlardı.
Ayrıca albümde ciddi bir mühendislik hatası olduğunu düşünüyorum. Bir kere bu kadar uzun bir albüm yapılacaksa ya hit şarkı sayısı daha fazla olmalı, ya da atmosfer çok daha yoğun olmalı. O konuda yanlış bir karar verdiklerini düşünüyorum. Örneğin Peace & Tranquillity ile Gobblers of Dregs arası fazla öznel kalmış ve kendi yaşadıkları duyguları şarkılara yansıtamamışlar, dinleyicide karşılık bulamamış. İlla ki bu şarkıları tek tek seven olacaktır ama bu şarkıların peşpeşe gelmesi bana göre albümün ağırlık merkezini bozmuş ve fazla yer kaplayan bir seri haline gelmiş. Albümün temposu uzun süre fazlasıyla düşüyor ve tansiyon o kadar stabil hale geliyor ki kendimi sönmüş bir kamp ateşinin başında hiçbir şey yapmadan oturuyormuşum gibi hissettim. Tam bu aradan sonra gelen kapanış şarkıları Eyes of Serpent ve More Than I Chew’un trafik olarak ikizi sayılabilecek Gigantium (ikisinin de 3.30 sonrası dramatik değişikliğine dikkat) bence albümün en iyi şarkılarından ikisi, bu sebeple de albüm bittiğinde tüm negatif anlara rağmen iyi bir şey dinlediğimiz yanılgısı yaratabiliyor. Yani o aradaki 5 şarkıyı (yaklaşık 30 dakika), tüm münferit iyi anlarına rağmen feda edip albümden tamamen çıkarsak ve albümü 10 şarkıya indirsek, albüme daha büyük hizmet etmiş oluruz.
Albümle ilgili bir diğer şikayetim de şarkı yapılarının çoğunlukla lineer olması ve nereye gideceğini kolayca kestirebiliyor olmamız. Halbuki geçmişten iyi biliyoruz ki isteseler son derece dolambaçlı, çatallaşıp farklı yollara giden ve sonra tekrar o yolları kesiştiren şarkı trafikleri yazabiliyorlar. Örneğin, büyük bir daire çizdikten sonra başladığı yere dönen The Czar. Bu bakımdan Brann’ın vokaliyle ilgili olan eleştirilere katılmıyorum, onun vokalleri de olmasaydı bu albüm kulağa biraz daha tekdüze gelebilirdi bence. Hastası olduğumdan değil, sadece çeşitlilik yaratması bakımından vokallerinin kalmasını tercih ederim.
Tüm bu sebeplerden albümün zaman testini geçemeyeceğini, yıllar sonra “ya açayım da Hushed & Grim’i komple dinleyeyim” dedirtmeyeceğini düşünüyorum. Yine de bu görüşlerimin kesin olmadığını, dinledikçe görüşlerimde değişiklik olabileceğini de söyleyeyim. Albüm o kadar uzun ki defalarca dinleyip şarkıların bütünüyle oturup oturmadığını anlamak zor oluyor. Yine de uzun uzun analiz yapmayı özlemişim valla, bunu daha sık yapmaya çalışacağım. Bu yorumu albüm kritiği çıkınca onun altına kopyalayıp, görüşlerimde bir değişiklik olursa da orada güncelleme yapacağım.
Albümü en zayıf 2 Mastodon albümünden biri olarak görüyorum. Peki bu gece gündüz albümü dinlememe engel mi? – Hell No!
Gigantium şarkısı tutarsa Mastodon’dan Torche vari bir stoner pop albümü bekleyebiliriz sanki. (3-5 yıl sonra ben demiştim demek için bu yorumu yapıyorum)
07.11.2021
@owlbos, The Beast şuanda kafamı güzel yapıyor, mastodon öyle bir grupsun ki en iyi olmayan anlarında bile damarlarımda geziyorsun.
07.11.2021
@owlbos, Blacken the Cursed Sun ile cümleyi tamamlamana tav oldum. On numarasın, cansın Owlbos
09.11.2021
@Erhan, Eyvallah Erhan sende öylesin, yazın her zamanki gibi tek solukta okundu.
29.08.2022
@owlbos, Albüm akıyor ulan
Tan’ın yazdığı ilk kritiğin ikinci paragraf başında şöyle bir cümle geçiyor: ”daha zamanla az özel bir grup olmaya başladılar.”
sanırım ‘zamanla DAHA az özel bir grup olmaya başladılar’ demek istediğiniz. cümlede anlatım bozukluğu var. okurken dikkatimi çekti.
onun dışında iki kritikte de güzel olmuş.
albüm hakkında ise düşüncelerim şu: gerek süresi, gerek parçalardaki yoğunluk ve atmosfer açısından yeni bir albümden çok iyi bir toplama albüme benziyor. ben epey beğendim ve dinlerken de keyif aldım. 8
Albümden Dagger, Had it All, Eyes of Serpents ve Gobblers and Dregs şarkılarını çıkararak bir PL yaptım. Şarkı sırasını da kafama göre düzenledim. Akıyor valla.
Dediğim şarkıları sevmediğimden değil albümün siradan dinlerken baydığı için çıkardım böyle daha iyi oldu valla.
Deneyin.
https://open.spotify.com/playlist/6MHTCE4cWchFwXklz0fW76?si=9_N4a8nkR_inS5ITU6mrcA&utm_source=copy-link
28.11.2021
@Erhan, Sözünü ettiğim şarkılar haricinde albümün bütün şarkılarının çok iyi olduğunu düşünüyorum. Mastodon bu haliyle bile bu sene çıkan albümlerin yüzde 99′unu patak manyağı yapar.
Hushed and Grim bütünlük olarak zayıf olabilir ama şarkılarının her biri gerçekten sanat eseri.
Defalarca şans verip bu kadar sevildiğine göre boş değillerdir diyip dinlediğim ama bir türlü ısınamadığım bir grup Mastodon. Bu albümü de aynı amaçla dinledim ama değişen bir şey yok. Bir şeyler kaçırıyorum ama çözemedim.
Albüm meh ama ‘Had it All’da Troy’un vibratosuna doyamadım.
Brent’in vokalinin orda burda kattığı dinamikler yerine şu cheesy Brann vokallerinin grubu domine ediyor olması hiç benlik değil. Ama yalan yok bu kadar progresif bir iş de beklemiyordum ben. Teardrinker, Show Yourself gibi dayayıp geçerler diyordum. Bu da bir şeydir.
En son söyleyeceğim şeyi başta söyleyeceğim. Hushed and Grim, gayet iyi bir albüm ancak Mastodon’un en zayıf albümü. Bunda -şimdi olmasa bile- yıllar içinde herkesin eninde sonunda hemfikir olacağını düşünüyorum. Netten okuduğuma göre albümün teması ‘Grief’ ve ‘ölümden sonra yaşam’ gibi kavramlar üzerine. (Yanılıyorsam düzeltin)
Ama albümün zayıf noktası bu değil. Şarkıların kendi başına iyi olsa bile albümün bütünlüksüz olması. Açıkçası ilk çıkan single Pushing the Tides’ı çok beğenmiştim ama albümün en kısa (ve bilindik) ve karakteristik Mastodon şarkısı albüm içinde kaynayıp gidiyor. Tekrarlayan, sürekli ‘biz bu albümde bunu yapmaya çalıştık’ dercesine önümüze çıkan kavramlar (peace, hushed, tranquillity) (grim, savage) da cabası. Daha steril bir şekilde sunulabilirdi bu eş anlamlı ifadeler. Şarkıların çoğu bile albümün adını unutturmamak amaçlanmış gibi ‘Hushed and Grim’ yani sakin başlayıp gaddar sona eriyor. Bilale anlatır gibi lirikleri haketmedik be Mastodon!
Tamamen öznel görüşlerim bunlar genel olarak. Paralel bir evrende 6,9,10,11 ve 14. Şarkılar herhangi bir grup elemanının side projesi olarak veya bir Ep olarak sunulsaydı, The Beast biraz daha adı gibi yırtıcı olsaydı, Gobblers of Dregs biraz da kırpılsa albümün hakkı 9 idi. Ama bu haliyle 7,5/10
En sevdiklerim ve sürekli dinlediklerim: More than I Chew, The Crux, Savage Lands(en favorim), Gigantium
Bende dinleme isteği uyandıran bir olmadı, olamadı. Bu biraz benimle de ilgili olabilir çünkü The Hunter dışında Mastodon müziği eskisi kadar ilgimi çekmiyor. Yine de kötü albüm demem, içinde sevdiğim şarkılar var.
20.11.2021
@şeyh hulud, cok uzulerek soyluyorum ki bende de dinleme istegi uyandirmadi. Elim sürekli crack the skye veya leviathan a gidiyor.
21.11.2021
@M, Brent Hinds ile Matt Pike’ın birlikte yapacağı albümü bekliyorum artık. Hinds yazdığı şarkıları o gruba sağladığına göre birlikte zaman geçirmelik sıradan bir yan projeden daha fazlasıyla karşılaşırız diye umuyorum.
21.11.2021
@şeyh hulud, bende aşırı heyecanlıyım bunun için.
21.11.2021
@şeyh hulud, Brent Hinds ile Alabama’daki en ucuz striptiz kulübe gidip aids kapasım var.
Garip bir albüm olmuş. Biraz daha dingin ve kasvetli atmosfer yaratmaya çalışmışlar. Açıkcası ilk 9 şarkı boyunca gayet keyifli gidiyordu ama Dagger ve sonrasında gelen şarkılarda tempo iyice düştüğü için ara ara sıkılmadım desem yalan olur.
kaset gibi bir albüm. hala çok seviyorum.
Zaman geçtikçe daha da sevdim. Mastodon çok çok değerli bir grup.
Toplama albüm gibi, dinlerden bir şeyler yerine oturmuyor nedense.
Brann Dailor’ın sesinin aynı anda hem enerjik hem de melankolik olabilen efsunlu bir tınısı var. Böyle ağlayan palyaço gibi acayip bir şey.
Bu arada Brann Dailor’ın gerçekten palyaçolarla ilgili bir kitabı var.
Şarap gibi albüm. Bu kadar acı çektirme seviyesi yüksek bir albümü 1.5 saat uzunluğunda yapmak ve bunu da dinleyiciyi bir şekilde müziğe bağlı tutarak gerçekleştirmek tam bir büyük grup işi. Albüm bunu gerek yerinde gelen tempo değişimleri, gerek atmosferik süslemeler, gerekse akılda kalıcı vokal melodileri ile sağlıyor ve sürükleyici bir damar kesme senfonisi sunmayı başarıyor. Tabi prodüksiyonun da payını es geçmemek gerek. O konuda zaten belirli bir standartları vardı ama yine de albümün özünü çok iyi yansıtan bir sound olduğunu söylemek lazım. Son olarak grubun radyo dostu şarkılarla dolu bir albüm yazmak yerine daha derinlikli bir albüm yapmaya yönelmesi ve onun da altından gayet güzel biçimde kalkması, hayatında en çok dinlediği grup Mastodon olan biri olarak beni inanılmaz tatmin etti.
Yıllardır albüm mü benlik değil yoksa ben mi albüme bir türlü giremiyorum ya da albüm cidden tırt mı kararsızım.