“Time is running out for us / Things may never be the same / [...] / We hope one day we’ll meet again”
Rob Halford kendisine Judas Priest’te çift solo gitar kullanımının kökeni sorulduğunda cevap olarak öncelikle K. K. Downing’in Wishbone Ash hayranı olduğu bilgisini verir. Priest bu önemli topluluğu temel alarak söz konusu tekniği heavy metal’e uyarlamıştır ve şüphesiz bunun icracıları Downing ile Glenn Tipton da grubun iki ana bestecisi olarak metal tarihinin en önde gelen, en sembolik gitar ikililerinden biridir. Lakin Tipton-K. K. denince akla genelde uyum, verim gibi kavramlar gelmesine rağmen bu ilişki aslında oldukça gerilimli bir arka plana sahiptir.
Bu yazıda mevzubahis gerilimin tarihsel sonuçlarından biri olan KK’s Priest albümü “Sermons of the Sinner” incelenecek, ama buna geçmeden önce Priest tarihine Downing’in kişisel kariyeri temelinde bir göz atacağız.
* * *
60’ların sonlarında Kenneth Keith Downing Jr. epey zor koşullarda yaşamını idame ettiren Jimi Hendrix hayranı bir gençtir ve birçok akranı gibi bulunduğu durumdan çıkışı müzisyen olmakta görmektedir. Bu konudaki ilk girişimlerinden biri Al Atkins isimli kısmen tecrübeli bir müzisyenin liderliğindeki bir grubun gitarist seçmelerine katılmak olur. Reddedilmesi üzerine yakın arkadaşı John Ellis ve okul döneminden tanıdığı Ian Hill ile beraber Freight isimli bir topluluk kuracaktır. Sonra bir prova sırasında beklenmedik bir durum yaşanır. Önceki grubu dağılmış olan Atkins onları izlemesinin ardından vokaliste ihtiyaçları olup olmadığını sorar. Şaşkınlık içerisindeki genç Kenneth’in aklına otomatikman Atkins’in önceki grubunun ismi ve onu nasıl da etkileyici bulduğu gelir. Daha önce hayalini kurduğu gibi artık Judas Priest kadrosunda yer almaktadır.
İlk albüme kadar köprünün altından çok sular akar ve basçı Ian Hill hariç diğer elemanlar değişir. Topluluk fiilen vokalist Rob Halford ve gitarist Glenn Tipton’ı da kapsayacak biçimde üçlü bir liderlik yapısına kavuşmuştur, ancak zamanla Tipton’ın bestelerdeki ağırlığı artacaktır. Bu durum onu 1978’de grup içerisindeki ilk ciddi gerilimle karşı karşıya bırakır. Tipton, Downing’in kendisinin de verdiği onayla, istediği soloları seçme hakkını kazanmıştır. Downing buna cevaben, grup içerisindeki sorunların yıkıcı sonuçlar doğurmasına ket vurabilmek adına çok akıllıca bir hamle geliştirir. 1980’de hangisi tarafından yazılacağına bakılmaksızın Priest’in gelecekteki bütün şarkılarının üç bestecinin ortak mülkü sayılması konusunda yasal anlaşmaya varılmasıyla Downing, Tipton ve Halford’un gruptan elde edecekleri ekonomik kazanç eşitlenmiş olmaktadır.
1980 aynı zamanda NWOBHM ile kendi geliştirdikleri tarzın çok sayıda topluluk tarafından yeniden-üretilip toplumsal taban kazandığı ve radyo dostu Living After Midnight parçası sayesinde ABD’ye açılmayı kısmen başardıkları yıldır. Bunu takiben 1982 senesinde “Screaming for Vengeance” ile bir sonraki sıçrama gerçekleşir. You’ve Got Another Thing Comin’ ABD radyolarını fethetmiş ve Priest albüm satışlarında 2,5 milyon seviyesine yükselmiştir. 1984’teki “Defenders of the Faith” ile de müzikal tarzlarını tamamen olgunlaştırırlar.
Sorunlar bu noktadan itibaren belirecektir. İşin pazarlama boyutunda doğrudan rakipleri Iron Maiden’ın oldukça gerisinde kaldıkları gibi, aynı zamanda neredeyse tamamen ABD odaklı bir gruba dönüşmüş durumdadırlar. Bu yüzden mevcut müzikal tarzlarıyla daha ileri gidebilmeleri pek mümkün görünmemektedir. Bunun üzerine risk alıp Def Leppard, Van Halen, AC/DC gibi 5 milyon albüm satışına ulaşmayı denemeye karar verirler.[1] Aslında bu girişimin sonucu olan 1986 tarihli “Turbo” bir hayal kırıklığı değildir, fakat belirlenen amaç doğrultusunda yetersiz kalması sebebiyle grubun tarihsel seyrinde yıkıcı etkiler yaratır. Yeterli sayıda yeni hayran kazanılamazken eskilerden ciddi kopmalar yaşanmıştır. Sarsıntı o kadar belirgindir ki bir sonraki albüm “Ram It Down”da grup tam olarak ne yapacağına karar veremeyip eklektik bir çalışma ortaya koyar. Ardından, bugün bir klasik olarak değerlendirdiğimiz 1990 tarihli “Painkiller” da olumsuz gidişatı değiştiremez. Priest’in thrash metal’den etkilendiği bu albüm ticari olarak grubun 1980 sonrasındaki vasat işlerinden biridir.[2] Konserler dolmamaya, rock müzik piyasası dramatik biçimde değişmeye başlamıştır ve Priest ciddi anlamda sallanmaktadır. Gemiyi önce Halford terk eder, ama aynı dönemde Downing’in ayrılık mektubu da cebindedir.
Priest “Defenders of the Faith” sonrasında sadece kritik bir müzikal değişim yaşamaz, 1985’te Bill Curbishley’in menajerlik şirketinin grup için Jayne Andrews’ü ataması da önemli bir gerilim kaynağı olmuştur. Andrews ile Tipton’ın evlilikle neticelenecek yakın bir ilişki geliştirmesi grup içi dengeleri sarsarak Downing ile Halford’un iyice ikinci planda kalması sonucunu doğurur.
Downing bu durumdan gittikçe daha fazla rahatsız olsa dahi Nisan 2011’e kadar grupta kalmayı sürdürür. Ayrılmayı tercih etmesinde yaş itibarıyla artık rock star yaşam tarzını (onun gerçekliğinde “sex & rock ‘n’ roll”) sürdüremiyor olması da etkili olur. Önce gruba ve menajerlik şirketine mümkün olduğunca yumuşak bir ayrılık mektubu gönderir, ancak ardından olayların seyri karşısında soğukkanlılığını yitirip ikinci bir mektupta Tipton ile Andrews’e duyduğu nefreti kusacaktır. Gemileri yakmıştır ve bundan rahatsız görünmez. Tipton’ın grupta kurduğunu düşündüğü tekli yönetim yapısını reddetmiş olmanın huzuruyla büyük oranda Astbury Hall isimli malikanesine ve orada kurduğu golf dünyasına çekilmiş gibidir.
Ta ki 2018’e kadar. Golf turizmi ile ilgili planlarının suya düşüp evini satılığa çıkarmasının üzerinden sadece birkaç ay geçmiştir ki onun gruba geri dönme isteğini alabildiğine arttıran bir gelişme yaşanır. Tipton’ın Parkinson sebebiyle Priest ile konserler vermeye devam edemeyeceği duyurulmuştur. Lakin bunun sonucunda umduğu senaryo gerçekleşmez. Priest üyelerinin kendisini gruba davet etmemeleri üzerine büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktır. Demek ki grupta ipler hala Tipton’ın ellerinde, diye düşünür ve bu durumu hazmettikçe kendi Priest versiyonunu kurmaya ikna olacaktır.
* * *
“Sermons of the Sinner” ile ilgili en başta söylenmesi gereken husus bunun mesaj kaygılarıyla şekillenmiş bir albüm olduğu. Downing bir yandan Priest’in klasikleşmiş dönemlerini Tipton ve Halford’dan daha iyi temsil ettiğini göstermeye çalışırken, öte yandan gruba geri dönme arzusunu dile getiriyor. Bu ikili hareket planının, farklı gelecek senaryolarına açık bir pozisyonda konumlanmak kadar, dolaylı yoldan Priest’e dönük mesajın etkisini güçlendirmek gibi bir mantığı olduğu da düşünülebilir. KK’s Priest bir proje olarak ne kadar başarılı olursa Tipton’ın üzerindeki basınç da o kadar artacaktır ve Downing çeşitli yöntemlerle bu basıncı maksimize etmeye de çalışıyor.
Bunlara karşın “Sermons of the Sinner” Priest nostaljisi amacıyla yapılmış bir albüm değil. Downing, Priest’in upuzun kariyerindeki belli başlı beste yapılarını alıyor, bunlara “true metal” sosu ekleyip hafifçe karıştırarak power metal’e yakın bir kalıba döküyor. Bu anlamda, ortada müzisyenin kendi tarihinin tutsağı olmayan ve içerdiği farklı tatlara rağmen eğreti durmayan bir albüm var.
“Sermons of the Sinner” bir Priest albümünden umacağınız şekilde bütün gücüyle saldırarak açılıyor. Hellfire Thunderbolt ile direkt “Painkiller” atmosferine giriyoruz ve Iron Maiden’ı çağrıştıran melodik Raise Your Fists’e kadar esas olarak orada kalıyoruz. O noktadan sonra besteler 1978-1984 döneminin Priest şarkıları temelinde biçimleniyor. Genel sound açısından bunların en aykırısı Priest’in eski radyo dostu parçalarının güncellenmiş bir versiyonu olan Brothers of the Road iken, geçmişe dair en net gönderme albümün kapanışını yapan Return of the Sentinel’da görülüyor. Downing bu son şarkıda Priest klasiği The Sentinel’ın özgün bir yorumunu gerçekleştirerek albümü epik ve etkili bir tarzda noktalamış.
KK’s Priest aslında bir solo proje olmasına rağmen Downing’in bütün grup üyelerinden maksimum verim almaya çalıştığı anlaşılıyor. Tim “Ripper” Owens kişisel kariyerinin dikkat çekici ve muhtemelen en zorlayıcı vokal performanslarından birini sergilemiş. Gitarlar genel olarak gayet dinamik. Daha önce Steve Harris destekli Dirty Deeds’te[3] çalmış olan Tony Newton’ın basları oldukça önde ve etkili olduğu gibi, yeri geldiğinde kendisine solo atma imkanı dahi tanınıyor. Davullar konusunda ise, Sean Elg’in performansı tatmin edici olsa dahi, Les Binks’in yaşadığı sakatlık sebebiyle albümde çalamamış olması Priest hayranları açısından üzücü bir haberdi, zira kendisi Exciter şarkısında double bass tekniğinin metal geleneğindeki ilk örneğini sergileyerek alanında çığır açmış bir isim.[4]
“Sermons of the Sinner” gerçek anlamda yüksek enerjili bir çalışma. Ortada önümüzdeki günlerde 70 yaşına girecek biri tarafından yazıldığına inanılması pek de kolay olmayan cayır cayır bir heavy metal albümü duruyor ve aslına bakılırsa Downing’in vermek istediği mesajların bir boyutu da bu, yani hala ne kadar enerjik ve metal aşkıyla dolu olduğunu göstermek. Bunu öyle bir şevkle yapıyor ki ortaya çıkan belli bir doz aşımından bile söz edebiliriz. Downing derdini mümkün olduğunca net şekilde ifade edebilmek için epey basit ve direkt şarkı sözleri kaleme almış. Bazı parçalarda akla ister istemez Manowar geliyor. Örneğin Metal Through and Through, Warriors of the World United’a oldukça benzeyen bir şarkı.
Netice itibarıyla, metal tarihinin en önemli figürlerinden biri 10 yıl aradan sonra yeniden derileri kuşanıp[5] emektar ‘67 Flying V’sini kutusundan çıkardı. Nasıl Rob Halford ve Ian Hill’in Judas Priest ismini kullanmaya hakkı varsa veya diğer tarihi üyeleri kurucu eleman Udo Dirkschneider’ın etrafında toplanmış olmasına rağmen Wolf Hoffmann’ın grubunu hala Accept olarak görüyorsak, elbette Downing’in de Tim “Ripper” Owens ile birlikte kendi Priest versiyonunu hayata geçirmeye hakkı var. Yani artık karşımızda bir değil, iki Priest bulunuyor ve bana kalırsa K. K. Downing bu albümle beraber Priest geleneğinin halihazırdaki en önemli bestecisi olduğu iddiasını kanıtlama noktasında kayda değer bir adım attı. Eğer bir sonraki albümde grubun diğer elemanları beste ve düzenlemeler konusunda kendisine hakkıyla destek verir, prodüktör olarak profesyonel bir isimle çalışılır ve şarkı temaları değiştirilirse, pekala KK’s Priest son demlerini yaşayan geleneğin müzikal açıdan başat temsilcisi haline gelebilir hayranların gözünde. Ama diğer yandan, yukarıda değinildiği gibi, bu garip olasılık hesapları gereksiz de olabilir. Belki de kimsenin arzulamadığı bu rekabet uzamadan sonlanır ve eski yol arkadaşları onun ait olduğu yere, Judas Priest’e geri dönmesine izin verirler, kim bilir.
[1] Priest 2000’lerin başlarına kadar rock müzik piyasasında görülen belli başlı bütün trendlere kendi meşrebince yanıt vermiştir: Progresif rock – “Sad Wings of Destiny”, punk – “Stained Class”, NWOBHM – “British Steel”, glam – “Turbo”, thrash – “Painkiller”, groove – “Jugulator”.
[2] Aslına bakılırsa Priest geç kalmıştır. Hem ‘80’lerde ışıltılı ABD rock star dünyasının bir bileşeni oldukları için, hem de onlar plak şirketine “Turbo”yu teslim ettiklerinde “Master of Puppets”ın henüz yayımlanmamış olması nedeniyle Metallica’nın yükselişini fark edemezler. “Turbo” tercihi Priest için stratejik bir hatadır. Eğer 1986’da onun yerine “Painkiller” tarzı bir albüm yapabilseler grup ivmesini kaybetmez, hatta tersine etkisini katlardı.
[3] Priest’te Downing’in yerine geçen Richie Faulkner da bu toplulukta yer almış müzisyenlerden biridir. Onun çaldığı 2002 tarihli “Blown” albümünde grup ismini Deeds olarak değiştirir.
[4] Black Sabbath parçasındaki yoğun triton kullanımı sebebiyle Sabbath heavy metal geleneğinin başlatıcısı olarak kabul görse de, bir müzik tarzı olarak heavy metal’in kurucusu diğer adaylardan çok daha fazla Judas Priest’tir. 13 Şubat 1970’te Sabbath’ın başlattığı proto-metal sürecini 10 Şubat 1978 tarihinde yayımlanan “Stained Class” albümüyle Priest’in sonlandırdığı iddia edilebilir. Exciter da bu heavy metal şafağında beliren en kudretli şarkıdır.
[5] “Deri ve çivi” imajı da –Downing’in yönlendirmesiyle– metal geleneğinde ilk kez Priest tarafından kullanılmıştır. 1978 tarihli “Killing Machine” değişimin yaşandığı albümdür.
Kadro Tim "Ripper" Owens: Vokal
K. K. Downing: Gitar, besteler
A.J. Mills: Gitar
Tony Newton: Bas
Sean Elg. Davul
Şarkılar 01. Incarnation
02. Hellfire Thunderbolt
03. Sermons Of The Sinner
04. Sacerdote Y Diablo
05. Raise Your Fists
06. Brothers Of The Road
07. Metal Through And Through
08. Wild And Free
09. Hail For The Priest
10. Return Of The Sentinel
Ahmet’in de dediği gibi eline sağlık Emre. Ben de geçen gün Louder’de bir röportajını okumuştum K. K. Downing tam bu ayrılma ve birleşme meselelerini anlatıyordu. Üstüne kritiğin bunu detaylandırması çok hoşuma gitti. Klasik metal fanı olarak inceleme hiç bitmesin istedim. Konu klasik gruplara gelince detaylarda kaybolmak istiyorum. Çünkü müthiş hikayeler ve olaylar var.
Ben albümü sevdim çıktığı günden beri ara ara devamlı dinliyorum. Son cümlendeki dileğine katılıyorum umarım birleşmeyi yapıp öyle kapatırlar bu büyük hikayenin sonunu ayrıca kritiğe hiç yorum gelmemesi de ilginç olmuş. Yıllardır takip ettiğim kadarıyla site de baya Judas fanı vardı.
Ben açıkçası ilk 3 şarkıyı dinledikten sonra (Hellfire Thunderbolt , Sermons Of The Sinner ve Sacerdote Y Diablo) baya gaza geldim. Fakat albümün devamı oldukça sönük ve yavan devam etti. Bu yüzden albümü genel olarak beğendim diyemem. Vokal Tim Ripper Owens oldukça iyi iş çıkartmış fakat bestelerin ilk 3 şarkı dışında sıkıcı olması albümü dinlenilebilir kılmıyor.
Eline sağlık Emre.
11.10.2021
Sağ ol, Ahmet.
Ahmet’in de dediği gibi eline sağlık Emre. Ben de geçen gün Louder’de bir röportajını okumuştum K. K. Downing tam bu ayrılma ve birleşme meselelerini anlatıyordu. Üstüne kritiğin bunu detaylandırması çok hoşuma gitti. Klasik metal fanı olarak inceleme hiç bitmesin istedim. Konu klasik gruplara gelince detaylarda kaybolmak istiyorum. Çünkü müthiş hikayeler ve olaylar var.
Ben albümü sevdim çıktığı günden beri ara ara devamlı dinliyorum. Son cümlendeki dileğine katılıyorum umarım birleşmeyi yapıp öyle kapatırlar bu büyük hikayenin sonunu ayrıca kritiğe hiç yorum gelmemesi de ilginç olmuş. Yıllardır takip ettiğim kadarıyla site de baya Judas fanı vardı.
Neyse Stay heavy!
Ben açıkçası ilk 3 şarkıyı dinledikten sonra (Hellfire Thunderbolt , Sermons Of The Sinner ve Sacerdote Y Diablo) baya gaza geldim. Fakat albümün devamı oldukça sönük ve yavan devam etti. Bu yüzden albümü genel olarak beğendim diyemem. Vokal Tim Ripper Owens oldukça iyi iş çıkartmış fakat bestelerin ilk 3 şarkı dışında sıkıcı olması albümü dinlenilebilir kılmıyor.