New York’un brutal death metal devi Suffocation, kariyerine muhteşem bir başlangıç yaptıktan sonra müzikal bazda epey inişli çıkışlı bir tablo sergiledi ve bu yüzden her albümüyle kendisinden bahsettiren bir grup oldu, hem olumlu hem de olumsuz açılardan tabii. İmzası hâline gelen blast beat’ler, break down’lar Suffocation dinlediğimiz zaman karşılaşmaktan en keyif aldığımız yanı olurken bu grubun, diğer yandan da maalesef bir dinleyici olarak albümlerin prodüksiyonlarından şikayet eder konumda bulduk kendimizi. Bu da ister istemez, söz konusu grubun albümlerini dinlerken kişide şu içsel mücadeleyi doğurabiliyor zaman zaman; “Aslında şarkılar iyi ama prodüksiyon kötü olduğu için mi tat alamıyorum, yoksa şarkılar esasen zayıf bu yüzden prodüksiyon daha mı çok göze batıyor?”. Ne yazık ki her ikisi de albümden albüme geçerli olabiliyor Suffocation için.
İlk Suffocation incelemem olduğundan ötürü hem kafamda bu gruba dair oluşmuş düşüncelerimi tartıyor hem de incelemekte olduğum albümün hakkını vermek istiyorum. O yüzden konu biraz yavaş ilerlerse şimdiden kusura bakmayın.
“Effigy of the Forgotten”, “Breeding the Spawn” ve “Pierced From Within”… Bu üç albümü “bir arada düşününce”, bahsedilen prodüksiyon sıkıntısı daha ikinci albümden kişinin zihninde belirmeye başlıyor. Suffocation klasikleri sayılırken ilkinin ve üçüncüsünün destansılığı arasında “Breeding the Spawn”un gördüğü tatsız muamelenin açıklaması da buradan alıyor kaynağını, grubun kendisinin de gayet farkında olduğu üzere. Fakat yazının ilk paragrafının sonlarına doğru değindiğim o paradoksun, grubun diskografisinde bilhassa iki albüm için çok da geçerli olmaması gerektiğini düşünüyorum. Bunlardan biri, benim için Suffocation’ın genel olarak 2000’lerde yaptığı en iyi albüm olan “Blood Oath” ise ikincisinin de “Souls to Deny” olmasıdır.
“Souls to Deny”, esasen Suffocation’ın müziğinde kendini çok nadiren belli eden o melodik, hafif bir salon dansı ritminde kendini gösteren time signature’ın albümün geneline yayılacak ölçüde açığa çıktığı ilk ve belki de tek albüm. Bunu derken ne kastettiğimi biraz daha açayım; “Jesus Wept”in 1:07’inci anında giren o ritmi düşünün. Esasen “Effigy of the Forgotten” gibi alttan alta grindcore temelli olup vahşiliğini ve mağara adamı kimliğini daha baştan belli eden bir albümde böyle bir ritmin bulunmasını şaşırtıcı olduğu kadar hazla karşılayan tek kişi ben değilimdir diye düşünüyorum. Keza “Brood of Hatred”in 2:29’uncu anında giren ve outro’ya kadar yayılan o rifler… Bestelerin o betonarme yapısında çatlaklar yaratıp oradan çıkış yolu bulan bu gevşeme, rahatlama ve yer yer melankolik melodilerin etkileşimiyle birleşen bu ritimlerin dayandığı bazı kalıplar, farklı notasyonlarla “Blood Oath” albümüne ismini veren ilk parçayı da baştan başa örüyor. Suffocation’ın her zaman göstermediği bu yanı, benim; grubu dinlerken aldığım en büyük hazlardan birisi açıkçası. “Souls to Deny”ın farkı, albümün ne öncesinde ne de sonrasında grubun barındırmadığı ölçüde melodik bir altyapı barındırması ve albümdeki şarkıların her birinde son derece can alıcı riflerin parçaları baştan sona esir alması.
Hem ismiyle hem de “Jesus Wept”in metronom bazında çok daha yavaşlatılmış olan o geçiş bölümünü ana rif olarak kullandığı intro’suyla, parçanın bir nevi devam bölümü olan “To Weep Once More”; açılış şarkısı “Deceit”in iddialı ve güçlü girişinden sonra dinleyiciye albümün barındırdığı zengin yapının mesajını vermeye başlıyor. Albüm her ne kadar kimi dinleyiciler için prodüksiyon açısından çok fazla problem içeriyor olsa da (“Pierced From Within” sonrasındaki hemen hemen her Suffocation albümünde olabileceği gibi) parçaların her birinin son derece kaliteli, odağı kendine çeken, melodik olmakla birlikte brutal doğasından da taviz vermeyen çekicilikte bestelendiğini söyleyebilirim. Bir kıyaslama yapılacak olursa, ilk üç albüme nazaran “Souls to Deny”ın dinlemesi daha kolay, daha rahat akılda kalan ve sevilebilen derecede düzenlemelere yer vermesi de bu durumu doğruluyor gibi. Bunları albümün artıları olarak dillendirmekle beraber, grubun bazı dinleyicileri için de söz konusu durumun olumsuz yönde değişimler olarak algılanabileceğini de yadsımıyorum tabii ki.
Çalışmada dikkatimi çeken ve bahsetme gereği duyduğum diğer bir konu ise Suffocation’ın “Souls to Deny”da sanki biraz Morbid Angel’dan esinlenmesi. New York death metal sahnesinin Floridalı gruplara kıyasla melodik yapılara ve ilk elden kulaklar için çekici gelebilecek aranjmanlara pek yer vermeyişiyle, o kendine has brutal death havasını kazandığı bilinir. En basitinden, her iki sahnenin öne çıkan gruplarından Immolation, Incantation ve Suffocation üçlüsünü Death, Morbid Angel ve Obituary üçlüsüyle kabaca karşılaştırmak bile (en genel hatlarıyla tabii) hadiseyi belirginleştirir. Fakat buradaki durum biraz farklı. Albüm kapağının, 2000 çıkışlı “Gateways to Annihilation”a hafiften gönderme yapması bir kenara (iki albümün arasında 4 sene olduğunu da belirteyim), özellikle bazı riflerde Trey Azagthoth’un kabaca söylersek kendi trademark’ı hâline gelmiş olan düzenlemelere yer verildiği görülüyor. “Demise of the Clone” şarkısı bu duruma güzel bir örnek.
Son olarak bahsetmek istediğim konu da albümdeki şarkıların, birbiri arasında güzel bir köprü kurması. Bu durum albümü oldukça akıcı bir hâle getiriyor. İlk iki parçanın cazibesinden sonra, epey tekinsiz denebilecek bir intro ile açılan “Souls to Deny” şarkısı, hemen beraberinde gelen “Surgery of Impalement”ın vahşiliği, “Subconsciously Enslaved” ve “Immortally Condemned” ikilisinin (arda arda dinlemek cidden ölümcül bu iki şarkıyı) birbirinden can alıcı rifleri derken ne ara son parçaya geldiğinizi anlamayabilirsiniz. En azından albümü dinlerken benim yaşadığım tecrübe bu şekilde oldu.
En genel hatlarıyla özetleyecek olursam “Souls to Deny”, Suffocation’ı seven ve henüz bu albümüne dikkat kesilmemiş olan herkesin dinlemesini, daha önce dinlemiş olup pek içine giremeyenlerinse en azından bir kez daha şans vermesini önerdiğim ölçüde nitelikli bir çalışma. Diskografide bulunduğu yer itibarıyla “Pierced From Within” gibi bir klasiğin ardından gelmesi biraz talihsizlik olsa da 2000’lerle beraber ciddi değişimler geçirmeye başlamış olan metal camiası içinde kendine özgü güzel bir havası var “Souls to Deny”ın.
Kadro Frank Mullen: Vokal
Terrance Hobbs: Gitar, bas
Guy Marchais: Gitar
Mike Smith: Davul, bas
Şarkılar 1) Deceit
2) To Weep Once More
3) Souls to Deny
4) Surgery of Impalement
5) Demise of the Clone
6) Subconsciously Enslaved
7) Immortally Condemned
8) Tomes of Acrimony
Albümü çok severim ama ilk üç Suffocation başyapıtından en önemli farkı gitarda Doug Cerrito’nun olmamasıdır bence. Kritikte atlanmış ve fakat çok önemli bir detay.
@koca, Evet bahsetmeyi unutmuşum haklısın. Yalnız şöyle de bir durum var; “Despise the Sun” çalışmasını bir EP olmasından ötürü saymazsak ve albüm bazında konuşursak, bildiğim kadarıyla Doug Cerrito “Pierced From Within” sonrası hiçbir Suffocation albümünde çalmadı. Diğer albümlerde de ismi ya logo tasarımında ya da “Breeding the Spawn”dan alınıp tekrar kaydedilen parçalarda geçtiği için teknik olarak dediğin sadece “Souls to Deny” albümüne mahsus bir durum değil.
Eline sağlık Emir. Souls to Deny’ın Suffocation diskografisinde nerede durduğunu ve müzikal açıdan grubun diğer albümlerinden nasıl ayrıldığını oldukça doyurucu bir şekilde açıklayan bir kritik olmuş. Albüm 9, kritik 10.
Albümü çok severim ama ilk üç Suffocation başyapıtından en önemli farkı gitarda Doug Cerrito’nun olmamasıdır bence. Kritikte atlanmış ve fakat çok önemli bir detay.
08.08.2021
@koca, Evet bahsetmeyi unutmuşum haklısın. Yalnız şöyle de bir durum var; “Despise the Sun” çalışmasını bir EP olmasından ötürü saymazsak ve albüm bazında konuşursak, bildiğim kadarıyla Doug Cerrito “Pierced From Within” sonrası hiçbir Suffocation albümünde çalmadı. Diğer albümlerde de ismi ya logo tasarımında ya da “Breeding the Spawn”dan alınıp tekrar kaydedilen parçalarda geçtiği için teknik olarak dediğin sadece “Souls to Deny” albümüne mahsus bir durum değil.
Eline sağlık Emir. Souls to Deny’ın Suffocation diskografisinde nerede durduğunu ve müzikal açıdan grubun diğer albümlerinden nasıl ayrıldığını oldukça doyurucu bir şekilde açıklayan bir kritik olmuş. Albüm 9, kritik 10.
Kritiği çok beğendim ellerinize sağlık. Albümü de daha önce dinlememiştim ama mutlaka dinleyeceğim.
müthiş kritik çok iyi. Albüm zaten toptenimde.
kritik çok güzel biraz da okuduğum yerde dinleyeyim
Günde bi kere ver, ondan sonra da kimseyi arama.