# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
AT THE GATES – The Nightmare of Being
| 09.07.2021

Kafes dövüşü.

Pasifagresif diye bir site olmasının ve şu anda bu satırları okuyor olmanızın en önemli sebeplerinden biriyle; “dinlediğim şeyle ilgili bir şeyler yazmalıyım” düşüncesini bende ilk kez oluşturan; bileğime dövmesini yaptırdığım grupla, AT THE GATES’le birlikteyiz bugün. 1998 civarında “Blinded by Fear”ı duyan 17 yaşındaki Ahmet, hemen ertesi gün Akmar Pasajı’na gidip albümü almıştı. Bir sonraki gün yazlığa gideceğimiz için albümü o gün dinleyememiş, yazlığa bırakmıştım. Çok net hatırlıyorum. Yazlığa akşamüstü saatlerinde varmıştık. Bir şeyler yiyip içtikten ve anneannemle, dedemle, dayımlarla muhabbet ettikten sonra zaten akşam olmuştu. Ben de albümü sabah erken saatte, kimseler kalkmamışken dinlemeye karar verdim. CD’yi discman’e taktım, kapının yakınına koydum. Çok başka bir heyecandı. “Blinded by Fear” daha önce duyduğum hiçbir şeye benzemiyordu. IN FLAMES’ten, DARK TRANQUILLITY’den CARCASS’tan ve benzeri önemli isimlerden sadece birer şarkı duyduğunuzu ve bir anda inanılmaz, yepyeni bir şeyle karşılaştığınızı düşünün. METALLICA’lar, MEGADETH’ler, IRON MAIDEN’lar, SEPULTURA’lar, PANTERA’lar çoktan hatmedilmiş, içselleştirilmiş; şimdi de karşınızda “Purgatory unleashed, now burn the face of the earth!” diye haykıran bir şey var. Şu an bunu yazarken bile ürperiyor insan…

Sabah erkenden kalkıp 06.00 civarında yazlıktaki yürüyüş parkuruna gittim. 800 metrelik tartan bir pist. Bir tur yaklaşık 7-8 dakika sürüyor. “Blinded by Fear” bittikten hemen sonraki 1-2 saniyelik sessizlikteki merakımı, acaba ne gelecek heyecanımı tahmin edebilir misiniz bilmiyorum ama “Slaughter of the Soul”un bileğimde dövmesi de olan “GO!”suyla birlikte benim için “AT THE GATES DÜNYANIN EN İYİ MÜZİĞİNİ YAPIYOR” hissi çoktan oluşmuştu bile. “Cold”un zehirli rifleriyle birlikte güneşli bir Ağustos sabahında üşüyordum adeta. “Under a Serpent Sun”ın sonuna doğru Tompa “Stricken numb by fear I fall!” diye haykırınca, “Suicide Nation”ın girişinde “Utopia! Lost in chaos!” bağırışıyla, “Unto Others”da akustik gitar üstüne “You walk through what is me” diye girdiğinde, adımlarım soyutlaşıyordu adeta. Mekân ve zaman kavramı kaybolmuştu. Her şeyimle çok sevdiğim bu metal denen şey beni sandığımdan da fazla ele geçirecekti, beni kendine esir edecekti, onsuz yapamamamı sağlayacaktı, beni ben yapacaktı.

AT THE GATES’le tanıştığım bu zamanlarda AT THE GATES diye bir grup yoktu tabii. 2-3 sene önce dağılmış, 90’ların öğüttüğü sayısız efsanevi grup arasına adını yazdırmıştı. Yıllar sonra, 2014 yılında, yine aynı yazlığın balkonunda, yine sabahın 6.00’sında gerçekleşeceğini hiç tahmin etmediğim bir şey yapıyor ve yeni AT THE GATES albümünün incelemesini yazıyordum. Aylardan Kasım’dı, bu yüzden albümü ilk kez dinlediğimdeki 06.00’nın aksine hava daha aydınlanmamıştı. 15 yıl arayla, aynı yerde, aynı saatte, AT THE GATES bana imzasını atıyordu…

Bu yazıya böyle geçmişe dönük bir girişle başlamak istedim. Bunun sebebi neler yaşadığımı, AT THE GATES’in manevi anlamda bende nasıl bir yeri olduğunu göstermek değil aslında. Bunun sebebi, hayatımın en önemli anlarından bazılarında yer eden bu müziği yaratan bu grubun, kuruluşundan 31 yıl sonra çıkardığı albümle beni sarsmayı, ne kadar önemli bir grup olduğunu bana tekrar hatırlatmayı ve 30 yıldır bu müziği dinleyen 40 yaş üstü bir insanın tüylerini dakikalarca ürpertmeyi başarmış olması.

“The Nightmare of Being”.

Sizi bilmem ama ben çok önemli bir albümle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Çok iyi bir AT THE GATES albümünden daha fazlasıyla, sadece müzikal anlamda üst düzey olmanın ötesine geçen bir şeyle muhatap olduğumuza inanıyorum. Bunun sebebi AT THE GATES’in geçmişinde, en başarılı olduğu noktalarda, efsane olmasını sağlayan konularda yatıyor aslında.

“Slaughter of the Soul” ile birlikte metal tarihinin en ilham verici oluşumlarından biri hâline gelen AT THE GATES, geri dönüşü sonrasında çıkardığı ilk iki albümde bir yandan “Slaughter of the Soul II”yi yapmamaya çalıştığını hissettiriyor, bir yandan da aslında bunu yapabilecek olmasına rağmen yapmıyor oluşunun sancılarını çekiyor gibiydi. “At War with Reality” de “To Drink from the Night Itself” de iyi, çok iyi albümlerdi ancak AT THE GATES’in belli bir sound içine sıkışmış olduğunu hissettirmeden de edemiyorlardı. Yalan söylemeyeceğim. “At War with Reality”ye verdiğim 10’da da “To Drink from the Night Itself”e verdiğim 9,5’ta da duygusal davrandığım su götürmez bir gerçek. Bunu tartışmaya gerek yok. AT THE GATES benim için müzikten öte bir noktada durduğundan kendime hâkim olamadığımı ve gerekenden yüksek notlar verdiğimi şu andan baktığımda rahatça görebiliyorum. Şu an baktığımda ikisine de 8 verirdim. Ama bundan pişman değilim. AT THE GATES için abartmaya da tutarsız olmaya da değer.

Bugüne baktığımızda, AT THE GATES’in kendini tekrarlamamak, denemeler yapmak, yeniliklere kucak açmak noktasında kendi kendine çizdiği sınır ve inşa ettiği kafesin türdaşları IN FLAMES ve DARK TRANQUILLITY’ye kıyasla çok daha dar olduğunu görüyoruz. AT THE GATES, oyunun en önemli kurallarından bazılarını belirlediği geçmişinde, bir yandan metal tarihine imzasını atmış ancak bunun getirdiği bazı sorumluluklar gereği kendi geleceğini de kısıtlamıştı. Dolayısıyla AT THE GATES, uzun vadede kendisini sınırlayacak ve belki de sıkıntıya sokacak bir yolun tutkunu olarak müzik yapıyor; belki de ileride başını belaya sokacak bir yaklaşım çerçevesinde tarih yazıyordu. Bu açıdan bakınca AT THE GATES, belki de bir nevi “Göteborg Sendromu” yaşıyordu.

Zira AT THE GATES müziğinin beste anlayışı, rif yazım tarzı, melodik kimliği ve atmosferik bağlamı, grubun modernleşmesini ve şaşırtıcı şeyler sunmasını zorlaştıracak yapıdaydı. AT THE GATES’i, “Slaughter of the Soul”daki karakteri kanıksadığınız anda AT THE GATES’in işi zora giriyordu, çünkü sürpriz yapma noktasında elleri büyük ölçüde bağlıydı.

Çünkü AT THE GATES karanlıktı. AT THE GATES kötücüldü. Yavşaklığa gelmezdi. Ancak ve ancak zamanında çizdiği yoldan ilerleyebilirdi.

AT THE GATES “Slaughter of the Soul”dan sonra dağılmamış olsaydı bile kariyerinin bir noktasında bir “Reroute to Remain”, hatta bir “Projector” dahi çıkaramazdı. Üzerinde eğreti dururdu, ona “yakışmazdı”.

Yeni albümün çıkmasına çok kısa bir süre kala duyduk bu albümde deneysel bir şeyler yapacaklarını. Tompa üstüne basa basa “denemek istediklerimizi denedik” diyor, grubun dinleyicilerini meraklara düşürüyordu. Daha yakın zamanda, kendi karakterinden sapacağını ifade eden; kitlesine “aman diyeyim” dedirten ve buna rağmen destan yazan ULCERATE gibi bir örnek vardı aslında. AT THE GATES de yaptığı şeyde ustaydı ve sevenlerini hayal kırıklığına uğratacak bir şey yapmazdı. Herhalde yapmazdı. Yapmazdı değil mi?

Tam 1000 kelime yazdıktan sonra, nihayet albüme geçebilirim.

AT THE GATES; ölümüne hayranı olmaktan gurur duyduğum, beni asla yarı yolda bırakmayacağını bildiğim AT THE GATES, “tüm kariyerinin” en önemli albümlerinden biriyle karşımızda. “The Nightmare of Being” bir grubun, kendi sound’u içinde sıkışmış gibi gözüken bir grubun ustalık, zekâ ve deneyim ile bu kafesi nasıl kırabileceğini gösteren olağanüstü bir albüm. Olağanüstü diyorum, çünkü burada ANATHEMA, KATATONIA, OPETH veya benzerleri gibi bir tür değişimi yok. Burada “bu alanda yapılabilecekleri yaptık, artık başka bir alana geçiyoruz” düşüncesi yok. Burada yüz binlerce dinleyicinin bile “bu alanda artık şaşırtabilecekleri, heyecan yaratabilecekleri pek bir şey kalmadı” diye düşünmesine rağmen o alanın sandığımızdan çok daha geniş olduğunu gösteren bir yaklaşım var.

Burada 30 yıldır bildiğimiz melodik death metalin sandığımızdan daha geniş bir perspektifte ele alınabileceğini gösteren bir kudret var.

Albümdeki şarkıları tek tek ele almaya gerek yok. Alınsa alınır aslında; her biri üzerinde konuşulmayı hak eden fikirlerle, deneylerle, gövde gösterileriyle dolu. Ama tüm bu deneyimi güzel ve değerli kılan şey, “The Nightmare of Being”in bir bütün hâlinde, başından sonuna, devasa bir ustalık eseri olması. Kendimi yokluyorum, çok ama çok uzun zamandır içinde bu kadar ustalık olan başka bir albüm dinlediğimi hatırlamıyorum. AT THE GATES yapı itibarıyla gerçekten de sınırları belli bir müzik yapıyor, belirli dinamikleri entegre edebileceğimiz(i sandığımız) bir tür dâhilinde hareket ediyor ve buna rağmen kendinden hiç ödün vermeden, kendini başkalaştırmadan, kendini muazzam boyutta zenginleştirerek ve tazeleyerek sunmayı başarıyor.

Sadece albümün en deneysel gözüken şarkıları “Garden of Cyrus” veya “Cosmic Pessimism”den söz etmiyorum. En “AT THE GATES gibi AT THE GATES” şarkılarda bile grubun yola yeni koyulduğunu düşündürtecek bir heyecan, tutku, nefes alıp verme var. Daha deneysel denebilecek anlar; “ooo saksafon koymuşlar”, “vaaay black metal arpeji atmışlar” gibi noktalar bile AT THE GATES karakteri içerisinde yerlerine oturuyor ve sanki grup bunları yıllar önce de yapabilirmiş de şimdi yapmayı tercih etmiş gibi doğal bir düzlemde sunuluyorlar.

Bence AT THE GATES’in burada yaptığı en ama en önemli şey de bu zaten: deneyselliği deneysellik gibi göstermekten çıkarmak ve içselleştirilmiş bir müzikal anlayış olarak sunmak. Bunu öylesine akıcı ve organik şekilde yapıyorlar ki dinlerken “AT THE GATES’e ne olmuş böyle?” diye değil, “AT THE GATES sen neymişsin be” diye düşünüyoruz. Resmen çeyrek asırdan uzun zamandır bildiğimiz grubu yeniden keşfediyoruz. Dahası, bir şeyler keşfeden sadece biz de değiliz; esasında AT THE GATES de burada bir şeyler denemekten öte kendi kendini keşfediyor. “Bu adamlar Slaughter of the Soul’u yaptı, daha ne olsun”dan daha da fazlası olduğunu hem bize hem de kendisine gösteriyor.

Biraz daha detaylara inelim. Albümde dikkat çeken en önemli olaylardan biri de prodüksiyon. “The Nightmare of Being”, “To Drink from the Night Itself”teki boğuk havanın çok daha uzağında bir sound’a sahip ve albümde kullanılan tonla fikir, yan enstrümanlar ve progresif yapı düşünüldüğünde bu tercih ziyadesiyle artı puan yazıyor. Albümde yaylılar, klavyeler, saksafon, AT THE GATES’te az rastladığımız düzeyde clean gitar ve çıplak bas kullanımı var ve hepsi de bu prodüksiyon içerisinde kulağa harika geliyorlar. Albümün bir karakter ortaya koymasında bu gibi detayların önemi de büyük.

Çeşitli vesilelerle konusu geçtiği için Tompa’nın vokallerine de değineyim. Kimi dinleyiciler rahatsız olmuş olsalar da ben bu albümdeki Tompa vokallerinden hiç rahatsız değilim. Elbette ki yaş alıyor ve sesi yıpranıyor, ancak özellikle bu albümün atmosferi açısından bu yıpranmışlık bile bana bir lezzet olarak geliyor. “Tompa’nın sesinde sıkıntı var” olarak değil, 30 yıldır böğürüp haykıran bir adamın savaş yaraları olarak görüyorum bunları ve Tompa’yı daha da çok seviyorum, uzaktan uzaktan kucaklıyorum.

Son olarak da kişisel bir yorumla incelemeyi noktalayacağım. Evet, burası bir müzik sitesi ve ben de müzik yorumlayan bir insanım. Ancak insan bir şeyi bu kadar çok sahiplenince ve bu kadar uzun süredir dinleyince onu herhangi bir grubun herhangi bir albüm çıkarması gibi göremiyor. Belki başka gruplar için de geçerli olabilir, ama şu an için AT THE GATES özelinde kendimi müzik yorumlayan birinden ziyade, hayatında yer etmiş gruplardan biri tarafından çok sevindirilmiş mutlu bir dinleyici olarak görüyorum. Metal basınında albümle ilgili yorumlara baktığımda doğal olarak objektif, duygusallıktan uzak yorumlar görüyorum. 6/10’lar, 7/10’ler, “genel olarak daha önce duyduğumuz şeyler” gibi yorumlar göze çarpıyor. Ama şöyle bir baktığımda, ben her tür müziği yorumlayan ve AT THE GATES’e de -kendi kimlikleri dâhilinde, olması gerektiği gibi- herhangi bir grup muamelesi yapan bir Pitchfork olamam. Albümü kesinlikle yeterince sindirmeden, yeterince dinlemeden incelediklerini düşündüğüm Angry Metal Guy da olamam. “The Nightmare of Being” incelemesinin altına “For the fans of: Amon Amarth, Opeth, Metallica” yazacak kadar olayın dışında kalmış ve yüzeyselleşmiş Kerrang hiç olamam. İlk dinlemesinde albümden nefret ettiğini söyleyen, kullanılan yaylıları “siz CRADLE OF FILTH değilsiniz, boşverin yaylıları” şeklinde özetleyen ve AT THE GATES’in progresifleşmesini anlamsız bulan Banger TV de olamam. Bu yüzden yazdıklarımı da verdiğim notu da abartılı bulabilirsiniz, saygı duyarım.

Bu seferlik böyle kabul edin. Bu müziğe de bu gruba da aşık birinin içindekileri dökmesi ve mutluluğunu paylaşması olarak görün. Çünkü 23 yıllık azılı bir AT THE GATES dinleyicisi olarak ben “The Nightmare of Being” sayesinde çok ama çok mutluyum.

9,5/10
Albümün okur notu: 12345678910 (8.23/10, Toplam oy: 97)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2021
Şirket
Century Media Records
Kadro
Tomas Lindberg: Vokal
Martin Larsson: Gitar
Jonas Stålhammar: Gitar
Jonas Björler: Bas
Adrian Erlandsson: Davul

Konuk:
Andy LaRocque: Solo (1)
Şarkılar
1. Spectre of Extinction
2. The Paradox
3. The Nightmare of Being
4. Garden of Cyrus
5. Touched by the White Hands of Death
6. The Fall into Time
7. Cult of Salvation
8. The Abstract Enthroned
9. Cosmic Pessimism
10. Eternal Winter of Reason
  Yorum alanı

“AT THE GATES – The Nightmare of Being” yazısına 54 yorum var

  1. enemyofgod says:

    Öncelikle kritik çok güzel olmuş.”AT THE GATES sen neymişsin be” lafı bu albüme verilecek en iyi yanıt. Bu albüm At the Gates olmuş her şeyin toplamı gibi,veya sıfırdan bir At The Gates görüyoruz,ne olursa olsun At The Gates olduğunu hissettiriyor.

    Spectre Of Extinction’daki muhteşem Andy LaRocque solosu, muhteşem Touched By The White Hands Of Death şarkısı, Cult Of Salvation’daki muhteşem Dissection vari black metal riffleri, Cosmic Pessimism’in muhteşem nakaratı gibi yaz yaz bitmeyen muhteşem detaylar bu albümü muhteşem kılıyor.

    Objektif notum: 9/10
    Subjektif notum:10/10

    At The Gates, seni çok seviyorum.

    enemyofgod

    @enemyofgod, bu arada yaylıları beğenmeyen Banger TV Terminal Spirit Disease albümündeki yaylıları unutmuş herhalde.

  2. Cryosleep says:

    Ellerine sağlık abi. AT THE GATES SİKER.

  3. Erhan says:

    Zikredilen inceleme platformlarından birisi günde 3 kritik atacağız desturu ile hareket edip niceliğe abanan, beş para etmez albümlere 4.5/5 puan verip niteliği yok sayan, çıkan her albüme yılın albümü gözüyle bakan bir okuyucu kitlesine sahip AMG sitesi.

    Diğerleri zaten malumunuz:
    Best albums of 2021 diye arattığınız da sonuçların en tepesinde Evanescence’ı, Epica’yı ve Architects’i gösteren siteler.

    Burayı sevdiğimden söylemiyorum ama dünyada PA’dan daha iyi bir inceleme platformu yok. Bu konuda ciddiyim.

    ATG’nin sitede çok yüksek notlar almasının duygusallıktan ileri geldiği zaten aşikar ama bu bence olması gereken bir şey. Puanlama olayı çok kişisel ve işin içine duygular ister istemez karışır. Zaten müzik bunun için değil midir?

    Ahmet abinin yine duygusal davranıp yüksek puan verdiğini düşünüyorum ama farketmez 9.5 etmiyorsa da en az 9 eder zaten.

    Albüm güzel, gayet güzel. Başka bir sitede ben 87/100 puan vermiştim.

    Yılın albümü olmadığı ortada ama tartışmasız en iyilerinden.

    D

    @Erhan, Yoruma kesinlikle katiliyorum, cok haklisin. Cok uzun yillardir muzigi dinlemekle beraber, incelemeleri okumak ve farkli bakis acilarindan degerlendirmeleri, dusunceleri edinmek hosuma gidiyor. Bu nedenle firsat buldukca yerli ve yabanci kaynaklardan incelemeleri okumaya calisiyorum. Bence de PA bu konuda cogu mecrayi tokatlar.

    Teknik ve muzikal anlamda degerlendirilmesi disinda, Ahmet abi ve diger inceleme yazan arkadaslarin ayni zamanda olayi icsellestirmeleri ve duygusal olarak da bir degerlendirmeden gecirmeleri bence cok guzel ve cok samimi. Zaten muzik bunun icin var.

    Bu arada Ahmet abi, cok iyi inceleme, cok iyi album. Eline saglik, keyifle okudum.

    deadhouse

    @Erhan, Evanescence eskiden iyi gruptu. Takip etmeyeli 15 yıl oluyor ama ilk çıktıklarında yeni bir soluk getirmişlerdi mainstream rock müziğine. Ortamlarda dalga geçildiğine bakma bence. Bring me to life şarkısını hala nostalji amaçlı dinlerim.

    Erhan

    @deadhouse, Ortamlarda dalga geçildiğine bakmıyorum. Dalga geçildiğini de şimdi duydum valla. Vokalistleri ”Prodüktörler bizi Linkin Park II olmamız için zorlamışlardı” demişti. Keşke LP2 olarak devam etselermiş :D

  4. whileshesleepssevenbiri says:

    Son zamanlarda dinlediğim en iyi albüm, son zamanlarda okuduğum en iyi kritik.

  5. koca says:

    Albümün tüm ATG diskografisindeki en progresif iş olduğunu düşünüyorum ve her dinleyişimde albümden farklı tatlar alıyorum. Yaylılar, üflemeliler, bol arpejli atmosferik pasajlar, vb., hepsi ATG müziğine çok yakıştırılmış. At War With Reality’nin biraz fazla “modern”, To Drink From the Night Itself’in ise açıkça “berbat” prodüksiyonundan sonra bu albümdeki sound bana muhteşem geldi. Uzun süre dinleyeceğim, 10-15 yıl sonra geri dönüp baktığımda çok güzel anacağım bir yapıt bu. Çok beğendim.

  6. Angry Metal Guy’da yazanlar bizim İsmail vilehand’nın İngilizce yazan versiyonu gibiler, en kral albümlere 2-3 veriyorlar, kimsenin siklemediği, Spotify’da 200-300 dinleyici olan grupların vasat albümlerinde yılın albümü diyorlar, çünkü müzikten bir tek onlar anlıyor.

    Necrobutcher

    @allahınKocası, hahahah buna yoruma gümledim

  7. Yiğit says:

    Başlarda tereddüte düşsem de en sonunda sevdiğime kanaat getirdim. Dinledikçe hislerim hep olumlu olarak arttı albüme karşı. Ulan gaza gelip mi beğendim diye düşünürken dinledikçe gerçekten hep yukarı çıkıyor. Daha erken ama ben artık seneler sonra bile bu albümü açınca ”evet amk at the gates!!” diyeceğime net eminim.

  8. deadhouse says:

    Eleştiri çeşitliliğini seviyorum. At the Gates’in bir başka sitede 6-7 almasından rahatsız olmuyorum. İnanarak vermişlerse o puanı sıkıntı yok. Herkes her şeyi beğenmek zorunda değil.

    Yazıdaki At the Gates’in albümdeki yenilikleri sanki 40 yıldır denemişcesine dinleyiciye hissettirmesi çok iyi bir tespit.

    Gerçekten de ustalık eseri bir albüm.

  9. Unanimated says:

    Ben de albümü çok sevdim. At the Gates’in bu değişiklikleri yapması gerekiyordu çoktan. Albümün prodüksiyonu efsane olmuş. Ama tompa’nın vokalini tam benimseyemedim. Deneysel kısımlar ile bildik atg müziği şarkılar içinde keskin bir şekilde ayrılmış bu yüzden biraz sıkıntı duysam da bestelerin güzelliği bu noksanı kapatmış. Her ne kadar sikertmeli atg müziğini daha çok seveceğimi bilsem de bu albüm bize onların farklı yönlerini gösterdiği için kıymetli. Benim puanım 8.5

  10. P L A G U E says:

    Albüm hakkındakı fikrimi birkaç gün önce belirtmiştim. Asıl söylemem gereken ise, ben Tompa’nın bu yıpranmış sesini eski halinden çok daha fazla seviyorum. Kritikte de bahsedildiği gibi albümün atmosferine de son derece yakışıyor.

  11. owlbos says:

    Albümü henüz yeterli sayıda dinledigimi düşünmüyorum ama albüm akıyor ve kesinlikle zerre sıkmıyor. Henüz aklımı alan pek fazla an yaşatmasada duyduğum hiç bir şeyden de şikayetçi değilim. ATG belkide ancak böyle bir albümle kimlik genişletebilirdi diye düşünüyorum. Notum 7.5/10

    ismail vilehand

    @owlbos, buna da epey katılıyorum.

    owlbos

    @owlbos, Bu album hakkındaki nihayi dusuncem, ATG’nin yapmak zorunda oldugu bir gecis albumu oldugu. Bundan onceki 2 hatta 3 album gibi zıpkın, daha net ATG kimligi ile daha ne kadar gidilebilirdi, artik yeni bir seyler yapmak zorundaydi grup. Neticede progresif yaklasimlari hosuma gidiyor tek sorun bu kimligi henuz tam oturtmus degiller bence.

  12. Berca B. says:

    3 aydır inanılmaz yoğunum, bu süreçte bu sene çıkan hiçbir şeyi dinleyemedim ve bu yoğunluğum bir süreliğine bugün itibariyle bitti. Albüme dair bir nota bile duymadım, kapağını bile ilk defa gördüm ve kritik de sağ olsun şu an en çok merak ettiğim albüm bu. Uzun zamandır müzik bile dinleyememenin etkisiyle bayadır bir albüm için bu kadar heyecanlanmamıştım, adam gibi dinleyince buraya yorumu bırakıcam.

  13. Opethsevenbiri says:

    Dinlemek için Ahmet abinin kritiğini bekliyordum. Ya Allah bismillah.

  14. Emre Görür says:

    At The Gates gibi köklü ve önemli bir grubun “Death metalin King Crimson’ı olmak istiyoruz” diyerek böyle bir albüm yapması bence de çok önemli bir olay. Muhtemelen yeni nesil grupları görüp “Yahu biz çok arkaik kaldık” falan dediler. Ama tabii albümü yazarken bir denge tutturmaya çalıştıkları açık. Bu yüzden ben bunun bir geçiş albümü olduğunu sanıyorum. Eski hayranları uzaklaştırmadan onlara yeni bir yolu kabul ettirmeye çalışıyor gibiler. Bu da albümü zayıflatıyor haliyle. Ayrıca yapılan denemelerin yeterince güçlü oldukları kanısında da değilim. Grubun tarihsel önemini falan bir kenara bırakıp salt müzikal açıdan bakarsak bana göre albümün alabileceği maksimum puan 7,5/10. At The Gates isminin ağırlığı sebebiyle ben bunu 8′e tamamlarım. Fazlası bence abartı olur.

  15. trivago says:

    the fall into time’ın main riffi savatage-morphine child’ın 1:28′de giren riffine benziyo hatta aynısı. ATG’de hırsız çıktı amk. inanmıyorsanız dinleyin.

  16. Rzeczom says:

    epey uzun, iyi bir kritik olmuş. elinize sağlık. albüm içinse aynısını söyleyemem. beni pek sarmadı. o yüzden puan da vermek istemiyorum.

    slaughter of the soul ve son iki albümle yola devam edicem.

    ismail vilehand

    @Rzeczom, katılıyorum.

  17. Ş. Yıldırım says:

    Çıkmadan evvel temkinli yaklaşıyordum ama çıktığından beri de başka bir şey dinleyemiyorum. Uzun süredir bir albümün iti köpeği olmamıştım, iyi geldi valla

  18. Necrobutcher says:

    Albümü ben de çok sevdim ama bir çok atg fanını uzeceginden zerre şüphem yok.

  19. mahakali says:

    Aşırı derecede At The Gates hayranı sayılmam. Bir sene içerisindeki favori albümüm hiç At The Gates olmadı. Bu albümden yayımlanan şarkıları ise aşırı sevmiştim. Albümü de seveceğime de emindim ve öyle oldu. Her şarkı üzerine aşırı yoğunlaşılmış belli ki, araya atılmış, bu da bir şekilde albüm içinde gider diye düşünülmüş bir an yok.

    Bir grubun büyük veya küçük ölçüde farklılaşması her zaman risk içerir. At The Gates bu değişimden alnının akıyla çıkmış.

    Beni en çok etkileyen anlar;

    The Fall Into Time (özellikle 4. dakika sonrası)

    Garden of Cyrus

    The Paradox

    Cult of Salvation ve Abstract Enthroned’daki black metalvari riffler dikkatimi çekti.

    Tompa’nın sesinde sıkıntı var mı yok mu bilemem ama ben bu adamın vokal tarzını çok seviyorum.

  20. crowkiller says:

    At War With Reality kritiğini Ankara’da askerdeyken çarşı izninde internet kafede okumuş ve dinlemiştim, pasif agresif ismini gören tertip ”bu ne la bebe gay tanışma sitesi mi ehe ehe ”demişti, hey gidi günler, bakkala bıraktığım telefona albümü atıp Kızılay’dan Çankaya’ya yürümüştüm sonra, 7 sene geçmiş lan vay arkadaş

  21. Erhan says:

    Cult of Salvation’u al To Drink from the Night Itself’e koy sırıtmaz. Öyle müthiş rifleri var.

    owlbos

    @Erhan, Katılıyorum.

  22. ihsanoird says:

    2010 sonrası çıkan en iyi ATG albümü. Hayvan gibi iyi. Yukarıda da bahsedildiği gibi Tompa’nın vokalleri beni hiç rahatsız etmedi, hatta albümün genel karanlık havasına pozitif anlamda katkı yapmış bence.

  23. Cryosleep says:

    Baştan sona tekrar dinledikten sonra kafadan 9/10 verdim. Taş gibi albüm.

  24. Noumena says:

    Albüm güzel, söylenecek herşeyi Ahmet abi kritikte söylemiş zaten, eline sağlık.

    Ama 9,5 etmez bana kalırsa, 7,5’luk bir albüm bu. Kayıt kalitesi sayesinde bir önceki albümden daha dinlenilebilir olsa da önceki iki albümde bence daha güçlü besteler vardı. Yine de takdir edilesi bir iş olduğunu düşünüyorum.

  25. Backbone says:

    Güzel albüm, ama bence son 3 albümün en zayıfı. Neden?

    Kritikte bundan önceki iki albümün de aslında 8′lik edeceği, ama duygusal sebeplerle 9.5-10 verildiği söylenmiş. Bence ikisi de abartısız 10′luk albümler, At the Gates ile Ahmet abi kadar bir duygusallığım asla olmamasına rağmen 10′luk albümler.

    At War with Reality’nin HER şarkısının HER riff’ini inanılmaz iyi olarak görüyorum. Baştan aşağı istisnam bile yok.

    To Drink From the Night Itself ise boğuculuğuya ve şarkı başlarının “meh” dedirterek başlayıp, biterken ise “oha amına koyim” dedirten anlarıyla çok iyi bir albüm.

    Bu albüm ise, bence birkaç şarkı dışında her anıyla mükemmel değil. Mesela diğer albümlerden şarkı ayıramayan ben, bu albümün en iyileri Cult of Salvation ve Cosmic Pessimisim diyebiliyorum.

    Yine de kesinlikle güzel ve bir süre dinletecek bir albüm, benim puanım 8/10.

  26. Dysplasia says:

    Bence reunion albümü bu olmalıydı ve şimdiye kadar üstüne koya koya gitmeliydiler gibi geliyor. Denedikleri şeyleri sevdim ama albüm beni tam da doyurmadı. son üç içinde tDFtNI benim için hala önde.

    Dysplasia

    @Dysplasia, Cosmic Pessimism dinlerken şu son cümlemden şüphe duyuyorum.

    ismail vilehand

    @Dysplasia, buna çok katılıyorum.

  27. Murad says:

    Malesef azılı bir AtG fanı olarak ben sevemedim albümü. Bana hitap etmedi ve bunun sebebi asla deneysellik, progresif fikirler falan değil. Aynı şeyler grubun ilk iki albümünde de vardı ve ben o albümlerin de hastasıyım. Ama albüm bana o hissiyatı, o duyguyu geçiremedi. Yine de asla kötü ya da vasat demek haddime değil. Üstadlardan beklenecek düzeyde gayet güzel rifler, fikirler, besteler var yine albümde. Ama sevmek için çok uğraşsam da olmadı, içime sinmedi albüm.

    ismail vilehand

    @Murad, katılıyorum.

  28. ismail vilehand says:

    Güzel albüm. Sevdim.

    Uzak ara tarihin en zayıf Tompa vokalleri.

    “Touched by the White Hands of Death” albümdeki tek ATG şarkısı.

    To Drink from the Night Itself > At War with Reality > The Nightmare of Being

    Bu albümü bile sevdiysem çok net adam kayırma yapıyorum. 2005 yılından sonra hiç bir Dark Tranquillity albümünü baştan sona dinlemediğim için kendimi suçlu hissettim. Meğerse ATG onlardan daha farklı, daha “true” bir grup değilmiş.

    Ben ölümüne Tompa fanıymışım. Ne derece ATG fanı olduğum tartışılırmış. Bunu öğrenmiş oldum.

    Rzeczom

    @ismail vilehand, ”2005 yılından sonra hiç bir Dark Tranquillity albümünü baştan sona dinlemedim”

    gerçekten ayıp etmişsin. 2016 yılında çıkardıkları Atoma’nın bonus şarkıları bile feci derecede iyiydi.

  29. crowkiller says:

    https://www.youtube.com/watch?v=ZwD7ocVSbNo&ab_channel=MetalInjection

    daha yeni görüyorum, çok iyi cover

    THE BLACK DAHLIA MURDER / REVOCATION – Terminal spirit disease

    Dysplasia

    @crowkiller, Haberi hala anasayfada duruyor.

  30. Luminiferous says:

    singleları ilk başta beğenmediğim utanıyorum var ya şu an. en iyi 2. albümleri, nolur devamı gelsin.

  31. Guinan says:

    Cosmic Pessimism hiç ATG gibi değil ama uyandırdığı his tam olarak ATG. Anladınız işte neyse öyle yani

    Dysplasia

    @Guinan, Girişini duyduğumda en sevindiğim şarkı benim de bu.

  32. Melkor says:

    Çıktığı günden beri ara ara dinliyorum hiç mi sıkmazsın be. Albümde tam bir ustalık eseri ihtişamı var. Önceki iki albümü de sevmiştim fakat ilk defa iyi ki geri dönmüşler dedirttiler. Çok büyüksünüz aq. 9/10

  33. Unanimated says:

    Terminal spirit disease bu albümü tokatlar

  34. enemyofgod says:

    Seni çok seviyorum.

  35. deadhouse says:

    Dün yatmadan evvel dinledim. Ninni gibi geldi. 45 dakika su gibi geçti.

  36. ismail vilehand says:

    Babanız Carcass

  37. Ali says:

    We dont live, we are lived
    Pessimism, the last refuge of hope

    Şu nakaratın etkisinden 2.5 aydır çıkamadım. Ara ara gelip güncellerim.

  38. Zeitgeist says:

    Zerre sıkılmadım hala bu albümden. Çok güzel bir şekilde yaşlanıyor, bundan 5-10 yıl sonra 2021′de çıkan albümlerin çoğu unutulacak ama bu albümü dinlemeye devam edeceğiz.

  39. Melkor says:

    Gitar desen o biçim, yaylısı, saksafonu, negatif basmayan pessimismi de var. Daha ne olsun, çok klas albüm ya.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.