Kendimi dünyanın hem en şanslı hem de en şanssız insanlarından biri olarak görüyorum. Şanslıyım, çünkü Empyrium’u tanıyor ve seviyorum. Şanssızım, çünkü Empyrium’u tanıyor ve seviyorum.
Geçmiş zaman, yılı anımsamakta zorlanıyorum ama sanırım 2003 yılında başlayan maceramız boyunca bana, o zamana kadar yaşamadığım ve ilerleyen yıllarda da deneyimlediğim kadarıyla yine yaşamadığım ve kendimce şöyle bir gelecek projeksiyonu çizdiğimde, muhtemelen yaşamayacağım şeyler için beni derin bir gönül üzgünlüğüne sürükleyen grubun, yine yaşanmamış, yaşanma ihtimali dahi olmayan şeyler için beni, çocuk gibi ağlattığından da bahsetmeliyim. Sanki duygudurumumun bir düğmesi vardı da Empyrium şarkılarından bazıları çalmaya başladığında bu düğmeye basılıyordu, ardından 20’li yaşlarının başlarındaki neşe dolu adam, birdenbire yasa gama bürünüp ununu eleyip eleğini duvara asmış, ölümü çaresizce ve tezelden bekleyen 90’lık bir ihtiyara dönüşüyordu.
Şarkıların etkileyiciliği yetmezmiş gibi bir de yine aynı yıllarda, fısıltı gazetesinin dijital baskısını yaptığı dönemde yayılan birtakım söylentiler, grubun müziğinin kalibresinin, dolayısıyla etki ettiği alandaki hasar oranının ne denli yüksek olduğu, okuduklarım neticesinde yüzüme yüzüme çarpıyordu. Evet, bu adamların yaptığı müzikten etkilenen tek kişi ben değildim. Zira grubun konserlerinde benden de öte etkilenen kimi insanlar vardı ki konser esnasında kendi canlarına kıyıyorlardı. Öyle ki bu nedenle grubun müzik yapması engellenmiş, tam da bu nedenle grup 2002 çıkışlı “Weiland” ile sahnelere veda etmişti. Eh, zaten “The Yearning” ile acı çekmeyen, “The Ensemble of Silence”ın son dakikalarında yaşadığı üzüntüden ruhunu teslim etmeye hazırlanmayan, “Wehmut” ile uzaklara bakarken gözünden istemsizce yaş süzülmeyen, “Waldpoesie”nin ortalarındaki keman kısmında hıçkıra hıçkıra ağlamayan başka birilerinin olmaması da mümkün olamazdı. Fısıltı gazetesinin aktardıkları bunlarla sınırlı değildi tabii, söylentiler çoğaldıkça grup gözümde daha farklı bir noktaya erişiyor, şarkılar, yıldırıcı cazibelerini, katlayarak arttırıyordu.
Hikâyenin gerisini üç aşağı beş yukarı biliyorsunuz, özellikle Empyrium takipçileriyle birlikte ben de grubun tekrar bir araya gelmesini bekledim. “The Days Before the Fall” ile ben de heyecanlandım ve “Into the Pantheon”daki göz yaşartan performans kadar burada açık ettikleri yeni parçalarla grubun geleceğine dair umutlarımı yeşerttim. Netice itibarıyla 2014 çıkışlı “The Turn of the Tides”, fidanlarını Empyrium’un diktiği ve zaman içerisinde bu fidanların büyüyüp devasa çam ağaçlarına dönüştüğü beklenti ormanımın arasında ezilerek gözden kaybolmaktan kurtulamadı. Aslına bakarsanız, bu hayal kırıklığının üstünden 7 yıl geçmesine rağmen grubun geleceği ve sevenlerine sunacakları konusunda karamsarlığımı sürdürüyordum, “Über den Sternen” albümüne kadar.
Grubun, 1994’te başlayıp birkaç yıllık kayıpla devam eden kariyerinin altıncı albümü olan “Über den Sternen” en özet hâliyle eski ve yeni Empyrium arasında köprü görevi üstlenen parçalarla dolu bir eser. Birkaç dakikası müstesna, gerisini anımsamak bile istemediğim 2014 çıkışlı albümden farklı olarak grubun özüne daha yakın parçalar bulunan yapıtta, 1990’lar kederinden büyük izler yok. Evet, albümde eskiden olduğu gibi yine synth, -nihayet- Nadine imzalı flüt ve zengin yaylı kullanımı mevcut ama bu defa karanlık sayılabilecek, asgari oranda hüzünlü parçalar var. Öte yandan, parçaların tamamında “Bu Empyrium işi bir şarkı,” dedirtecek an çok az, hatta Schwadorf ve özellikle Thomas’ın vokallerini çekip alsanız, onların yerine, başka vokalistleri mikrofon gerisine koysanız ve “Bu şarkı, yeni bir neo folk grubunun eseri,” deseniz, karşınızdakileri inandırabilirsiniz.
Bununla birlikte albümün her dakikasının dolu dolu olduğunu, yapıttaki her saniyenin bir anlam ifade ettiği gibi abartılı şeyler söylemekten de kaçınacağım zira bu adamların geçmişinde, 10 saniyeye, onlarca albümün yükleyemeyeceği duyguları yüklemişlikleri var. Fakat hakkını teslim etmeliyim, geçmişe selam çakan, hadi biraz açayım, vokal girişinden itibaren “Mourners”ı andıran “The Wild Swans” albümün en Empyrium işlerinden biri. Kendi adıma bu ayarda parçaların daha fazla sayıda olmasını arzu ederdim ama grubun tam manasıyla 90’lara dönemeyeceği de ortada gibi. Albümde yine benim açımdan öne çıkan bir diğer eser, grubun uzun süredir, bu albümde olduğu gibi parçalarında sıklıkla yer bulan lir adlı enstrümanın istikamet verdiği “A Lucid Tower Beckons on the Hills Afar”.
Albümü çok defalar dinlememe rağmen adını andığım eserlerin yanında bir iki tanesi haricinde diğerlerine aman aman ısınamadığımı belirtmeliyim. Sorun bende değil, sorun Empyrium’da. Çünkü herifler geçmişte bizi öyle şarkılara muhatap kıldılar ki istemsizce kıyaslamalardan, benzetimlerden hâlâ ve hâlâ kafamı kaldıramıyorum. Yine de grubun bu yepyeni, dolgun ve geniş sound’uyla karşımıza çıkmasından, geçmişten izler taşıyan parçalarla yollarına devam etmesinden memnunum. Ama “Über den Sternen”e “Grubun şimdiye kadar yaptığı en iyi albüm…” gibi bir yakıştırma yapıp tam puan verecek kadar yolumu kaybetmiş değilim.
Şarkılar 1. The Three Flames Sapphire
2. A Lucid Tower Beckons on the Hills Afar
3. The Oaken Throne
4. Moonrise
5. The Archer
6. The Wild Swans
7. In the Morning Mist
8. Über den Sternen
Daha yılın başında sayilmamiza rağmen soen, moonspell ve empyrium sene sonu listelerinde hayal kırılikligi olarak anılacaklari albümleri vermiştir bile. Hayırlı olsun.
Bir de puanlama standartlarımız çok yüksek ya da herkesin algısı farklı sanırım.10 üzerinden 7 puan hayalkırıklığı yaşatıyorsa 7′nin altı berbat mı oluyor?
Şahsen 7-7,5 puan benim için “grubun belirli oranda kalitesini koruduğu bir albüm” anlamına geliyor.”Daha iyisini yapmışlardı ama bu da gayet iyi zevkle dinleniyor” şeklinde anlıyorum ben.Kritiklerin yazım şekli de etkiliyor olabilir bu durumu.Manipülasyona açık organizmalarız.
En nihayetinde sevmek & sevmemek göreceli tabi ama yukarıda @Erhan kendi puanını da yazdığı için bir fikir belirtmek istedim.
@Ugur, Çok iyi bir şey beklediğin gruptan ”iyi” bir şeyler gelince de hayal kırıklığı yaşanabiliyor. Ben en az 8,5 puan verebileceğim bir albüm beklentisi içindeydim.
Gerçi yok lan iyi falan da değil o kadar.
Bu arada Moonspell’in albümünden daha iyi bu albüm. Gerisini siz düşünün :D
Duygudurum benzetmesi harika. Aklıma Blade Runner’ın uyarlandığı “Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi?” kitabını getirdi belki de ona gönderme yapmışsınızdır. Orada da benzer bir alet vardı hissetmek istediğin duygunun numarasını tuşluyordun ve hissetmeye başlıyordun. Bunlardan bazıları; televizyonda ne çıkarsa çıksın izleme istediği, işine karşı yaratıcılık ve farklı açılardan bakabilme yada hiçbir şey tuşlamak istemediğinde bir şey tuşlama istediği getiren numara bile vardı.
Onun haricinde sevenlerini üzmeyecek güzel bir albüm yapmışlar beğendim ben.
@Zeitgeist, Teşekkür ederim, kitaba göndermede bulunmadım, zira eseri maalesef okumadım. Blade Runner’ı izlemiştim ama filmde böyle bir sahne var mıydı, seyredeli çok uzun zaman oldu, hiç hatırlamıyorum.
Metal dinlemeye bu grup sayesinde başlamıştım ve bu albümü hala dinlemedim. Suçlu hissettim kendimi.
Şarkıların yarısını dinledim tabi,benim için Turn Of The Tides’dan daha iyi olacağı apaçık ama tabiki de eski eserlerin yanına yaklaşamazlar.
2018′de istanbul’a geldiklerinde ilk kez canlı dinlediğimde gözümün nasıl nemlendiğini hatırlıyorum. bir de keşke eski albümleri çalsalar da hüngür hüngür ağlasam dediğimi. bir mourning beklemiyordum bu albümden, dolayısıyla beklentimin altında değil. aksine tam bir “yeni empyrium” işi. o nedenle 7 veriyorum ben de.
şu an albümün plağını döndürüyorum,kritiğin yazarının yazdığı bir çok kritiği okumayı çok seviyorum.Bunu gözden kaçırmışım.
Ben de albümü ilk dinlediğimde benzer görüşlerdeydim,hatta albümün çıktığı günün haftasında çok eski bir arkadaşımla telefonda albümü nasıl gömdüğümüzü hatırlıyorum.
Bu arada Turn of the tides a hastayım,neden bu kadar gömüldüğünü anlayamıyorum.
Bu arada albümün henüz vokalleri kaydedilmemişken,miks ve master kaydı yapılmamışken dinleyip hayran olmuşken,albüm çıkınca neden bu hisse kapıldığımı da anlayamıyorum.
Şimdi ise albümü sürekli dinlemek istiyorum.Beni götürdüğü duygular,şarkıların atmosferi,gereksiz detayların olmaması gibi şeyler ile albüm gözümde değerini oldukça arttırdı. Tek istediğim şey şu lanet pandamı sürecinin bitmesi ve çok sevdiğim Empyrium’u tekrar istanbul’da izleyebilmek.
Daha yılın başında sayilmamiza rağmen soen, moonspell ve empyrium sene sonu listelerinde hayal kırılikligi olarak anılacaklari albümleri vermiştir bile. Hayırlı olsun.
7/10
11.03.2021
@Erhan Yiğit, moonspell gayet iyi.
12.03.2021
@bahadır, Bunu yazmaya gelmiştim ahah.
Bir de puanlama standartlarımız çok yüksek ya da herkesin algısı farklı sanırım.10 üzerinden 7 puan hayalkırıklığı yaşatıyorsa 7′nin altı berbat mı oluyor?
Şahsen 7-7,5 puan benim için “grubun belirli oranda kalitesini koruduğu bir albüm” anlamına geliyor.”Daha iyisini yapmışlardı ama bu da gayet iyi zevkle dinleniyor” şeklinde anlıyorum ben.Kritiklerin yazım şekli de etkiliyor olabilir bu durumu.Manipülasyona açık organizmalarız.
En nihayetinde sevmek & sevmemek göreceli tabi ama yukarıda @Erhan kendi puanını da yazdığı için bir fikir belirtmek istedim.
12.03.2021
@Ugur, Çok iyi bir şey beklediğin gruptan ”iyi” bir şeyler gelince de hayal kırıklığı yaşanabiliyor. Ben en az 8,5 puan verebileceğim bir albüm beklentisi içindeydim.
Gerçi yok lan iyi falan da değil o kadar.
Bu arada Moonspell’in albümünden daha iyi bu albüm. Gerisini siz düşünün :D
12.03.2021
@bahadır, Bence tam tersi. Bunu sevdim ama Moonspell hayal kırıklığı.
Duygudurum benzetmesi harika. Aklıma Blade Runner’ın uyarlandığı “Androidler Elektrikli Koyun Düşler Mi?” kitabını getirdi belki de ona gönderme yapmışsınızdır. Orada da benzer bir alet vardı hissetmek istediğin duygunun numarasını tuşluyordun ve hissetmeye başlıyordun. Bunlardan bazıları; televizyonda ne çıkarsa çıksın izleme istediği, işine karşı yaratıcılık ve farklı açılardan bakabilme yada hiçbir şey tuşlamak istemediğinde bir şey tuşlama istediği getiren numara bile vardı.
Onun haricinde sevenlerini üzmeyecek güzel bir albüm yapmışlar beğendim ben.
12.03.2021
@Zeitgeist, Teşekkür ederim, kitaba göndermede bulunmadım, zira eseri maalesef okumadım. Blade Runner’ı izlemiştim ama filmde böyle bir sahne var mıydı, seyredeli çok uzun zaman oldu, hiç hatırlamıyorum.
12.03.2021
@Ouz, Filmde böyle bir sahne yok sadece kitapta var. Bu arada 1982 yapımı Blade Runner’dan bahsediyorum.
Metal dinlemeye bu grup sayesinde başlamıştım ve bu albümü hala dinlemedim. Suçlu hissettim kendimi.
Şarkıların yarısını dinledim tabi,benim için Turn Of The Tides’dan daha iyi olacağı apaçık ama tabiki de eski eserlerin yanına yaklaşamazlar.
2018′de istanbul’a geldiklerinde ilk kez canlı dinlediğimde gözümün nasıl nemlendiğini hatırlıyorum. bir de keşke eski albümleri çalsalar da hüngür hüngür ağlasam dediğimi. bir mourning beklemiyordum bu albümden, dolayısıyla beklentimin altında değil. aksine tam bir “yeni empyrium” işi. o nedenle 7 veriyorum ben de.
Albüm underrated! plağı geçti elime içim dışıma çıktı dinlerken. wintersunset ve 2. albümden sonra en iyi işlerinden biri kesinlikle…
The oaken throne manyak şarkı!sigaraya başlarım ulan ben bu şarkıya.
şu an albümün plağını döndürüyorum,kritiğin yazarının yazdığı bir çok kritiği okumayı çok seviyorum.Bunu gözden kaçırmışım.
Ben de albümü ilk dinlediğimde benzer görüşlerdeydim,hatta albümün çıktığı günün haftasında çok eski bir arkadaşımla telefonda albümü nasıl gömdüğümüzü hatırlıyorum.
Bu arada Turn of the tides a hastayım,neden bu kadar gömüldüğünü anlayamıyorum.
Bu arada albümün henüz vokalleri kaydedilmemişken,miks ve master kaydı yapılmamışken dinleyip hayran olmuşken,albüm çıkınca neden bu hisse kapıldığımı da anlayamıyorum.
Şimdi ise albümü sürekli dinlemek istiyorum.Beni götürdüğü duygular,şarkıların atmosferi,gereksiz detayların olmaması gibi şeyler ile albüm gözümde değerini oldukça arttırdı. Tek istediğim şey şu lanet pandamı sürecinin bitmesi ve çok sevdiğim Empyrium’u tekrar istanbul’da izleyebilmek.
The Three Flames Sapphire.