2000 ve 2001 yıllarında iki kez Interrail’la Avrupa’yı baştan başa dolaşmışlığı olan bir insanım. Bu yolculuklarımdaki sayısız anı arasından en ilginçlerinden bazılarını bugün konuk ettiğimiz AD NAUSEAM’ın memleketi İtalya’da yaşadım. Tek başıma çıktığım 2000’deki yolculukta, Yunanistan’dan İtalya’ya deniz yoluyla geçtikten hemen sonra yetiştiğim trende John Boy adlı Alman bir elemanla tanışmış ve yolculuğun İtalya kısmındaki 3 şehri onunla birlikte gezmiştim.
Bu şehirler arasından Venedik, tüm yolculuğun en sıra dışı anlarından birini barındırıyordu. John’la şehri dolaştıktan sonra kalacak yer bulamadığımızdan dışarıda yatmaya karar verdik ve uykumuz gelince de birer şişe şarap alıp uyku tulumlarımızı tren istasyonunun önündeki kaldırıma serdik. Şarabımızı içip aynı yerde yatmakta olan birtakım başka gezginlerle muhabbet ettikten sonra, yorgunluk ve şarabın da etkisiyle saat 02.00 sularında kaldırımda uykuya dalmıştık.
Sabah bineceğimiz Ventimiglia treni 9.00 civarındaydı, bu yüzden iyice uyuyup dinleneceğimizi umuyorduk. Lakin bu mümkün olmadı. Diyeceksiniz ki yazdığın grup İtalyan diye neden durduk yere İtalya anılarını anlatıyorsun, şov yapıyorsun… Yazıya bu şekilde başlamamı sağlayan şey, AD NAUSEAM’ım bana verdiği başlıca hissin delilik olması ve o kaldırımda yattığım o gecenin bir deli tarafından noktalanmış olması. Sabah 06.00 civarında, kaldırımda yatan diğer gezginlerle birlikte, aramıza oturmuş avazı çıktığı kadar bağırarak İtalya millî marşını okuyan yaşlı bir kadın tarafından uyandırıldık.
Venedik’teki bir kaldırımda uyuyor olmak yeterince ilginç değilmiş gibi bir de Venedik’in delisine denk gelmiştik (uzattım, hemen bağlıyorum).
Şu anda da karşımızda İtalya’nın delisi diyebileceğimiz bir grup var. Venedik’e 1 saat mesafedeki minicik yerleşim Schio’dan bizleri selamlayan AD NAUSEAM; metal bağlamında delisiyle meşhur İtalya’nın adı anılmadan geçilmemesi gereken son dönem manyaklıklarından biri. Davide Tiso ve EPHEL DUATH; İtalyan ve Lübnan kökenleri bulunan Fransız müzisyen Maxime Taccardi ve K.F.R; Ferdinando “Herr Morbid” Marchisio ve FORGOTTEN TOMB; Andrea Aimone/Davide Billia ikilisi ve PUTRIDITY, İtalya ve metal denince aklıma gelen başlıca ruh hastaları arasında. Şimdi bunların arasına, müzisyen bazında olmasa da AD NAUSEAM’ı da rahatlıkla ekleyebiliriz. İki Matteo ve iki Andrea’dan kurulu dört kişilik AD NAUSEAM görünürde 2011’den beri, ama esasında 2003’e kadar uzanan bir avangart/teknik death metal grubu.
AD NAUSEAM’ı delilik mertebesine yükselten şey, grubun müziğinde görülen ilham kaynaklarıyla birlikte gerçekten de çok kişisel, özgün bir karanlığa yelken açıyor olması. Yakın zamanda çıkan ikinci albümleri “Imperative Imperceptible Impulse”ta, AD NAUSEAM’ın yoğun şekilde beslendiği birtakım grupları bir blender’a atarak çok ince çektirdiğini ve ortaya bir uyumsuzluklar senfonisi çıktığını görüyoruz. Grubun müziğini tarif etmek için dominant karakterli birkaç grubun adını anmak esasında yeterli olacaktır. Bunların başında GORGUTS ve DEATHSPELL OMEGA geliyor. AD NAUSEAM bu iki demirbaşa yaslanan bir müzik icra ediyor. Buradan dallanıp budaklanan müzik ULCERATE, IMMOLATION, DODECAHEDRON, NERO DI MARTE, DISKORD gibi oluşumlar arasında gezinen bir şizofreni, bipolarlık içerisinde debelenip duruyor.
Dezonant riflerin tahta oturduğu AD NAUSEAM müziği; büyük oranda bulanık rifler içerse de zaman zaman daha tane tane fikirler, arpejler, şunlar bunlar da sunarak tamamen bir dezonans worship olmaktan kurtuluyor. Bu açıdan bakınca grubun müzikalliği kesinlikle tek boyutlu değil. DEATHSPELL OMEGA, GORGUTS ve IMMOLATION’ın öğrettiklerini aşırı benimseyip müzikal olmaktan uzak, kısa ömürlü tedirginlikler yaratan pek çok grubun aksine AD NAUSEAM’ın çok daha tutarlı, çok yönlü ve boyutlu bir müzik yaptığına şahit oluyor. Yeri geliyor, açılış şarkısı “Sub Specie Aeternitatis”te gördüğümüz gibi şarkının son 3 dakikasını accelerando davullara ayırıp gerginlik yaratıyorlar, yeri geliyor “Horror Vacui”da ve “Human Interface to No God”ın kapanışında görüldüğü üzere IMPERIAL TRIUMPHANT’vari tuhaf atmosferlere yer veriyorlar. Tüm bu delilik içerisindeki kilit nokta ise AD NAUSEAM’ın konsantrasyonunun bir an olsun dağılmaması ve grubun her şarkıyı nakış gibi işlemeyi başarması.
Bu işlemeler, bin bir tane detay, albümün her yanını saran sayısız fikir, nihayetinde “Imperative Imperceptible Impulse”ı son derece ihtişamlı bir şeye dönüştürüyor. Grubun çok rahat şekilde reçele dönüşebilecek bir ana fikri bu denli başarıyla uygulamış olması ve ilhamları apaçık ortada olsa da kendine özgü bir atmosfer oluşturabilmesi, AD NAUSEAM’ı ve “Imperative Imperceptible Impulse”ı bu yılın heyecan verici olaylarından biri yapıyor. Yazıda adı geçen grupları ve bu grupların dayattığı müzikal yaklaşımları seviyorsanız hiç tereddüt etmeden dinlemenizi öneririm.
Kadro Andrea P.: Vokal, gitar
Matteo G.: Gitar
Matteo B.: Bas
Andrea S.: Davul
Şarkılar 1. Sub Specie Aeternitatis
2. Inexorably Ousted Sente
3. Coincidentia Oppositorum
4. Imperative Imperceptible Impulse
5. Horror Vacui
6. Human Interface to No God
Bir süredir dezonant metal cazibesini kaybediyor gibi görünüyor. Birkaç yıl önce bu tarzdaki her grubun üzerine atlanırken artık bu alandaki en iyi gruplar bile yeterince ilgi çekemeyebiliyor. Ad Nauseam bunun en güncel örneği.
Tabii bu şaşırtıcı bir durum değil. Olay kanıksandı. Gruplar büyük oranda şaşırtıcı ve özgün olmaktan çıktı. Tarihsel olarak en önemli grup olan Deathspell Omega epeydir dinamizmini kaybetmiş gibi duruyor. Death alanında Ulcerate, black geleneğinde Imperial Triumphant öne çıkıyor gibi. Bakalım olay nereye evrilecek.
@Emre Görür, En iyisi yapıldı. Bundan sonra dediğin gibi kanıksanmış albümler göreceğiz. DsO ve Ulcerate bile atonallik seviyesini aşağı çekmiş durumda. Ve bence doğrusunu yapıyorlar. Aynı albümleri yapmanın bir anlamı yok. Diğer yeni gruplar veya en üst seviyeye ulaşamamış gruplar ise diğer büyük grupların yıllar önce yaptığını yapıyor. Bana bu konuda heyecan veren tek grup şu an Gorguts. Bu müziğin en büyüklerinden olmasına rağmen Gorguts hala kanıksandıracak kadar tüm hünerlerini sergilemedi bence. Başyapıt seviyesinde bir albüm yaparsa Gorguts yapar. DsO ve Ulcerate artık atonal metal derdinde değiller. İki grup da son albümleriyle bunu kanıtladı. Bir de bu tür müziği yapmak kolay değil. Her grup bu müziği rahatlıkla yapabileceğini sanıyor. Eğer kötü icra edilirse berbat bir dinleti haline dönüşme potansiyeline sahip bir tür.
@deadhouse, aslında atonalitenin metal içerisinde çok büyük oranda ekstrem türler ile özdeşleşmesi ilginç bir konu. Bunun metalin geneline yayılması beklenebilir.
Karışık duygular besliyorum albüme karşı. 3 gündür bu saatlerde iş yüküm hafiflediği ve nispeten odaklanabildiğim zamanlarda açıyorum. Dikkat, emek ve zaman isteyen bir iş olduğunun farkında olarak hak ettiği değeri vermeye özen gösteriyorum. İnce ayrıntılar, güzel fikirler, küçük tatlı prodüksiyon oyunları takdirimi kazanıp algılarımı sürekli açık tutmamı sağlasa da bir yerden sonra benzettiğim grubu dinleme isteği yiyip bitiriyor beni. ”Aaaaağbi onu asıl falanca yerde yiyeceksin” diye heves siken arkadaştan hallice insanlar vardır ya…
”yav güzel de bunu asıl Imperial Triumphant’tan dinlemek lazım”
” bak şurası Pleiades Dust gibi, ama bu da kötü değil”
”neydi Portal’ın o şarkısı yaa…”
”ulcarate’in son albümü de maşşaaall”
gibi nidalarla kendi iç sesimle kendimin hevesini kırıyorum. Çalışmamış galiba albüm bende ya. Yorumun sonlarına gelirken bile fikrimin değiştiğini fark ettim. Güzel ama… Öbürü daha güzel.
Spotify’da bulunmadığı için bayadır öteliyordum dinlemeyi sonunda kendisiyle tanışma şerefine nail oldum ve çeşitli mecralarda aldığı övgülerin tamamını hak ettiğini gördüm. Arkadaşlar yukarıda ‘Entel feridun’ kıvamında gayet seviyeli ve güzel bir tartışma yapmışlar ama söylenenlerin tek bir kelimesine dahi katılamıyorum maalesef. ”Olay kanıksandı” ne demek ya? Piyasada Cattle Decapitation, Sodom, Mastodon, Dying Fetus gibi metal öncülerinin izinden ilerleyen yüzlerce grup var ve onlarcası güzel işlere imza attı.
Deathspell Omega ve Ulcerate bu albümde yapılmak istenen şeyin zirvesine çıkmış olabilirler ama ‘atonal ve sıradışı’ black death yapan diğer yeni gruplara ve onların albümlerine de asla hayır demem açıkçası. Yarın bir gün bakarsınız daha yenilikçi bir anlayış ile başka bir grup gelir ve o zaman da belki ‘Deathspell Omega’dan dahi iyi” deriz belli olmaz kapıları açık tutmak lazım.
Tekrar albüme gelecek olursam listeme yazdım bile ilk 10′dan yerini ayırdım. Adamsın Ad Nauseam o davullar o ziller nedir öyle kitapsızlar.
Grubun adını görünce aklıma exercises in futility iv geliyor. Güzel kritik teşekkürler
the needle drop kritiğinden beri pa kritiği de bekliyordum.
ellerine sağlık ahmet saraçoğlu.
https://www.youtube.com/watch?v=CWqSCn0SG10
Bir süredir dezonant metal cazibesini kaybediyor gibi görünüyor. Birkaç yıl önce bu tarzdaki her grubun üzerine atlanırken artık bu alandaki en iyi gruplar bile yeterince ilgi çekemeyebiliyor. Ad Nauseam bunun en güncel örneği.
Tabii bu şaşırtıcı bir durum değil. Olay kanıksandı. Gruplar büyük oranda şaşırtıcı ve özgün olmaktan çıktı. Tarihsel olarak en önemli grup olan Deathspell Omega epeydir dinamizmini kaybetmiş gibi duruyor. Death alanında Ulcerate, black geleneğinde Imperial Triumphant öne çıkıyor gibi. Bakalım olay nereye evrilecek.
15.03.2021
@Emre Görür, En iyisi yapıldı. Bundan sonra dediğin gibi kanıksanmış albümler göreceğiz. DsO ve Ulcerate bile atonallik seviyesini aşağı çekmiş durumda. Ve bence doğrusunu yapıyorlar. Aynı albümleri yapmanın bir anlamı yok. Diğer yeni gruplar veya en üst seviyeye ulaşamamış gruplar ise diğer büyük grupların yıllar önce yaptığını yapıyor. Bana bu konuda heyecan veren tek grup şu an Gorguts. Bu müziğin en büyüklerinden olmasına rağmen Gorguts hala kanıksandıracak kadar tüm hünerlerini sergilemedi bence. Başyapıt seviyesinde bir albüm yaparsa Gorguts yapar. DsO ve Ulcerate artık atonal metal derdinde değiller. İki grup da son albümleriyle bunu kanıtladı. Bir de bu tür müziği yapmak kolay değil. Her grup bu müziği rahatlıkla yapabileceğini sanıyor. Eğer kötü icra edilirse berbat bir dinleti haline dönüşme potansiyeline sahip bir tür.
15.03.2021
@deadhouse, aslında atonalitenin metal içerisinde çok büyük oranda ekstrem türler ile özdeşleşmesi ilginç bir konu. Bunun metalin geneline yayılması beklenebilir.
bass gorguts u andırıyor
Karışık duygular besliyorum albüme karşı. 3 gündür bu saatlerde iş yüküm hafiflediği ve nispeten odaklanabildiğim zamanlarda açıyorum. Dikkat, emek ve zaman isteyen bir iş olduğunun farkında olarak hak ettiği değeri vermeye özen gösteriyorum. İnce ayrıntılar, güzel fikirler, küçük tatlı prodüksiyon oyunları takdirimi kazanıp algılarımı sürekli açık tutmamı sağlasa da bir yerden sonra benzettiğim grubu dinleme isteği yiyip bitiriyor beni. ”Aaaaağbi onu asıl falanca yerde yiyeceksin” diye heves siken arkadaştan hallice insanlar vardır ya…
”yav güzel de bunu asıl Imperial Triumphant’tan dinlemek lazım”
” bak şurası Pleiades Dust gibi, ama bu da kötü değil”
”neydi Portal’ın o şarkısı yaa…”
”ulcarate’in son albümü de maşşaaall”
gibi nidalarla kendi iç sesimle kendimin hevesini kırıyorum. Çalışmamış galiba albüm bende ya. Yorumun sonlarına gelirken bile fikrimin değiştiğini fark ettim. Güzel ama… Öbürü daha güzel.
Spotify’da bulunmadığı için bayadır öteliyordum dinlemeyi sonunda kendisiyle tanışma şerefine nail oldum ve çeşitli mecralarda aldığı övgülerin tamamını hak ettiğini gördüm. Arkadaşlar yukarıda ‘Entel feridun’ kıvamında gayet seviyeli ve güzel bir tartışma yapmışlar ama söylenenlerin tek bir kelimesine dahi katılamıyorum maalesef. ”Olay kanıksandı” ne demek ya? Piyasada Cattle Decapitation, Sodom, Mastodon, Dying Fetus gibi metal öncülerinin izinden ilerleyen yüzlerce grup var ve onlarcası güzel işlere imza attı.
Deathspell Omega ve Ulcerate bu albümde yapılmak istenen şeyin zirvesine çıkmış olabilirler ama ‘atonal ve sıradışı’ black death yapan diğer yeni gruplara ve onların albümlerine de asla hayır demem açıkçası. Yarın bir gün bakarsınız daha yenilikçi bir anlayış ile başka bir grup gelir ve o zaman da belki ‘Deathspell Omega’dan dahi iyi” deriz belli olmaz kapıları açık tutmak lazım.
Tekrar albüme gelecek olursam listeme yazdım bile ilk 10′dan yerini ayırdım. Adamsın Ad Nauseam o davullar o ziller nedir öyle kitapsızlar.