Dost meclislerinde de iş icabı karaladığım yazılarda da çeşitli vesilelerle söylüyorum, dijital oyunların birçoğu, insanların zamanını alıyor belki ama onlara çok şey kazandırabiliyor da. Buralarda yazdıklarımdan bildiğiniz gibi küçük yaşlardan itibaren müzik dinlemeye meraklıyım, bu nedenle oyunların eğlence faktörlerini ve hikâye tarafında anlattıklarını bir kenara bırakırsam, içerdikleri müziklerle ufkumu genişlettiklerini rahatlıkla söyleyebilirim.
Atari salonlarına Street Fighter’ların, Mortal Kombat’ların henüz uğramadığı yıllarda bir şekilde satın aldığımız Atari 2600’de oynamaya çalıştığımız (ve evet, oynamayı bir türlü beceremediğimiz) Sneak n’ Peek adlı oyunu belki bilirsiniz. Gecenin kör vakti saklambaç oynamayı hayatlarının en büyük gayesi edinmiş iki ruh hastası veledi, tiplerine bakarsanız Cin Ali’yi yönettiğimiz oyunun müzikleri, mütemadiyen değişiyordu. Ve o zamanlar muhtemelen ilk kez duyduğum melodiler karşısında yaşadığım şaşkınlıktan ötürü şekilden şekle giriyordum. Sonraki yıllarda aldığımız çakma NES konsolunda oynadığım ve efsane müzikleri olan; Super Mario Bros. 3, Teenage Mutant Ninja Turtles, Monsters in My Pocket gibi oyunlar, melodi zengini şarkılarıyla beni benden almıştı. Tabii o dönem daha nice efsane müzikli oyun yayımlanmış ama hepsine yetişmem mümkün olamadı ne yazık ki. Kulaklarını buralarda da çokça çınlattığım Silent Hill serisinin Akira Yamaoka imzalı müzikleri de özgün müzik bağlamında harika işlerdi fakat oyunlarda bilindik sanatçılara ait eserlerin de yaygın şekilde kullanılabildiğini görmek, epey geç bir zamanda bilgisayar sahibi olan beni ziyadesiyle şaşırtmıştı.
Önceki yazının başlığı ve motosiklet sürme vurgumdan tahmin etmiş olabilirsiniz. Beni tanıdık sanatçıların şarkılarıyla başlayıp şaşırtan yapım, bugün bile efsane statüsünü yitirmeyen Grand Theft Auto: Vice City’ydi. Orijinal oyunlara erişimin çok zor olduğu, Steam gibi platformların çıkmasına daha birkaç yıl varken yayımlanan oyunda, oyun icabı ilk defa arabaya bindiğimizde bizi Michael Jackson ve şarkısı “Billie Jean” karşılıyordu. Grand Theft Auto III’ten deneyimli olduğum için karşılaşacağım başka radyo kanallarının da olduğunu tahmin ediyordum ama yalnızca rock/metal üzerine bir radyo kanalı olacağını, tahmin bile etmiyordum. 1980’li yıllarda geçen oyunun ruhuna uygun müzikler kullanılmıştı her radyo kanalında ve V-Rock adlı istasyon, Twisted Sister’ın “I Wanna Rock”ıyla başlayıp Quiet Riot gibi dev isimlerin çok bilinen parçalarıyla devam ediyordu. 2003 yılı itibarıyla ekstrem metal gruplarıyla içli dışlı olmama karşın klasikler tarafında hâliyle zayıftım ve radyo kanalında çıkan parçaların, Iron Maiden, Slayer gibi gruplarınki hariç neredeyse hiçbirini bilmiyor, bununla birlikte çalan her bir parçaya ayrı ayrı hayran kalıyordum. Birileri Spotify’a V-Rock’ın playlist’ini hazırlamış, göz atabilirsiniz.
Oyunda görev icabı arabaya binsem de keyfine motosikletle (PCJ-600 süper aletti) gezinsem de radyo kanalını mutlak suretle V-Rock’ta tutuyordum ki karşıma Ozzy Osbourne’un “Bark at the Moon” parçası çıktı. O an yaşadığım sıra dışı hissi, alevlenmeyi, çıldırmayı burada anlatamam. 2003’e kadar bir o kadar albüm devirmeme, türlü çeşitli abuk subuk müzik dinlememe rağmen, beni o denli havalara uçuran başka bir parça olmadı desem yeridir. Black Sabbath’ı ve Ozzy’yi o zamana dek çok nadir dinleyen biriyken bu şarkının yer aldığı albümü ve Black Sabbath albümlerini bulmaya çalışmıştım. Bu albümü buldum tabii ama o dönem arşivime ekleyebildiğim Black Sabbath albümü, Ozzy’nin yer almadığı ancak bana göre süper bir albüm olma vasfı taşıyan “Eternal Idol”dı.
İki kelam edeyim dedim, yine bir dolu şey yazmışım iyi mi? Tamam tamam, şimdi albüme geçiyorum.
İşin magazinsel kısmını benden çok daha iyi bilen ve uzun uzadıya anlatabilecek arkadaşlar olduğundan adım gibi eminim. Ozzy’nin, çeşitli nedenlerle Black Sabbath’tan uzaklaştırılmasından sonra kendi adıyla solo albümler çıkarmasının, iyi müzikler sunmak kadar inat gibi bir yönü olduğunu düşünüyorum. İkinci kez evlenip barklanan Ozzy’nin arkasında, Sharon gibi bir destekçisi varken harika işler çıkarması, zaten şaşırtıcı olamazdı. Direkt albüm kıyaslamalarına dair şeyler de gördüğüm için inat konusundaki düşüncemin doğruyu yansıtma ihtimali de yüksektir sanırım. Neticede sen koskoca Ozzy Osbourne’sun, Black Sabbath’ın o zamanki hâllerine gelmesinde deli manyak katkıların var ve gruptan ayrılıyor/atılıyorsun. Bunun müzikal düzlemde bir karşılığı olmalı, değil mi? Muhtemelen böylesi sığ biçimde olmasa da benzer şeyler düşünmüştür Ozzy. Hem Ozzy’nin hem de Black Sabbath’ın; sırasıyla 1980, 1981 ve 1983 yıllarında albüm çıkarması, hem de Ozzy’nin albümlerinin, Sabbath’ınkilerden bir ya da birkaç ay sonrasına denk gelmesi, o kadar da tesadüf değildir herhâlde.
Yanına Hz. Dio’yu alan Sabbath’ın 1980’de “Heaven & Hell” ile kendi hayranlarını ikiye bölen epey başarılı bir albüm yapması, Ozzy’nin, Randy Rhoads sayesinde “Blizzard of Ozz” ile fırtınalar estirmesi, yoluna yine Dio ile devam eden Sabbath’ın 1981’de “Mob Rules” ile ortalığın tozunu attırması, Ozzy’nin “Diary of a Madman” ile fena sayılmayacak işler yapması derken yıl, 1983’e geldi. İçinde, bir dönem Chris Barnes’lı Cannibal Corpse’un bile cover’ladığı “Zero the Hero” gibi baba parçaların yer aldığı “Born Again” ile ortaya çıkan Sabbath’ın çok değil 3 ay sonrasında “Bark at the Moon” ile sevenlerinin karşısına dikilen Ozzy, İngiltere haricindeki Avrupa ülkelerinde ve tabii ki ABD’de yaygın şekilde folklorik bir öge olarak çeşitli anlatılara konu olan kurt adam kılığına bürünerek şok albümün şok edicilik düzeyini artırdı. Albüme adını veren şarkı için çekilen klip şöyle dursun, albümün kapağı bile her ayrıntısıyla kurt adam temasıyla uyum gösteriyordu.
Randy Rhoads’un zamansız kaybıyla boşalan gitarist kadrosunu, kıyaslamak ne derece mümkündür bilemiyorum ama en az onun kadar başarılı olan ve kadri kıymeti pek bilinmeyen Jake E. Lee ile doldurdu. Bu da yetmezmiş gibi bu zamana kadar yer aldığı oluşumları yazsam ayrı bir paragraf açmam gereken fakat o yıllarda yıldızı, üyesi olduğu Rainbow ile parlayan Don Airey’yi klavyeye aldı. İki müzisyenden özellikle bahsetmem nedensiz değil tabii, zira “Bark at the Moon”u “Bark at the Moon” yapan, albüme ayrı bir kimlik kazandıran isimler, Ozzy ile beraber bu iki isimlerdi.
Yukarılarda bir yerlerde söylediğim gibi albüme adını veren parçanın hiçbir şekilde şakası yok, başından sonuna kadar çılgın atan bir parça ve benim de aralarında bulunduğum birçok dinleyiciye göre Ozzy’nin, kendi ismiyle çıkan albümlerindeki en iyi eser. Şarkının bu denli başarılı olmasının altında ise Jake Lee’nin parçayı, fazlalıklarından arındırmış, mümkün olduğunca rafine hâle getirmiş, önemli ve genellikle başkaları tarafından yanlış çalınan bir soloyla süslemiş, kapanışı da başta karışık gibi görünen, basit ama çok şık bir soloyla kapatması yatıyor. Eserin ana rifinin, vokal melodisinin (Yine kök notalardan çok yukarıda bir vokal melodisi, buna dikkat. Önceki yazıda da değinmiştim bu meseleye) leziz oluşu, gitarların az biraz efektle bir sağda bir solda dolanması gibi ayrıntılar, eserin usta işi ellerden çıktığının göstergesi. Her ne kadar Ozzy, bestelerin tamamının kendisine ait olduğuna dair bir ibare kondursa da albüme, parçaların arkasındaki temel ismin Jake Lee ve basçı Bob Daisley olduğu sonraki yıllarda kanıtlanmış oldu.
Farklı sürümleri olan ve şarkıların isimleri, yerleri mütemadiyen değişen “Bark at the Moon”un benim de edindiğim ilk sürümü, albüme adını veren parçayla başlayan sürümü. Bu nedenle, yaşadığım gazlı şok ardından gelen ikinci şok, tahmin ettiğiniz üzere, önemsiz gibi görünen ama aslında yürek dağlayan klavyelerle bezeli “You’re No Different”. Albümün genel hatlarıyla dinleyiciye duygu karmaşası yaşatması hedeflendiğini tahmin ediyorum zira şarkı sıralamalarında değişiklikler olsa da gaz şarkıların duygusal eserlerle dans edişi, böyle bir amaç/hedef yoksa da dinleyicilerin roller coaster ayarında bir duygu durumu yaşamasına vesile oluyor. Çok Mercyful Fate bir intro’ya sahip “Centre of Eternity” -ki farklı sürümlerde “Forever” olarak da biliniyor- albümün ballad’ı “So Tired”, yine isim değişikliklerine kurban giden hatta kimi albüm sürümlerinde kendine hiç yer bulamayan alengirli eser “Spiders” ve istense Ozzy Osbourne adı altında deli gibi karanlık ve iç ürperten müzik yapılabileceğini gösteren “Waiting for Darkness” gibi harikulade eserler, yapımın yıllara meydan okumasını sağlıyor. Hatta bununla da kalmıyor, Ozzy Osbourne ile ilk kez tanışmak isteyen müzikseverlerin, başlangıç için tercih edebilecekleri öncelikli eser olma özelliği de taşıyor bana göre.
Sound’uyla 1980’lerin başlarını hissettiren ve yayımlandığı yıl Billboard albüm listesinde 19. sıraya kadar yükselen “Bark at the Moon”, rock/metal dinliyorum diyen herkesin deneyimlemesini önerdiğim eserlerden biri.
Kadro Ozzy Osbourne: Vokal
Jake E. Lee: Gitar, geri vokal
Bob Daisley: Bas, geri vokal
Don Airey: Klavye
Tommy Aldridge: Davul
Şarkılar 1. Rock 'n' Roll Rebel
2. Bark at the Moon
3. You're No Different
4. Now You See It (Now You Don't)
5. Forever
6. So Tired
7. Waiting for Darkness
8. Spiders
Lan noluyor lan! Ratt, Saxon, Motörhead, Ozzy… Bazı çevrelerde Ozzy reisin yaptıkları şov ya da para için yapılıyor gibi bir algı var ama adamın kafası böyle, hoş para için yapsa ne olacak adamın müziği güzel, harika Lennon coverlıyor… Harika bir adam ve bence solo kariyeri Dio’dan çok daha iyi, gerçek bir rockstar.
Ozzy nin en sevdiğim albümü!!! Muhteşem bir vokale yakışan albümün tamamı muhteşem bestelerle dolu. Mezarımda çalınmasını istediğim parça Bark at the Moon !!! daha ne diyeyim.
Sadece Bark at the Moon’un sonundaki solo için bile dinlenir. 80′lerin heavy/hard rock gitar sounduna hayran biri olarak bu albümdeki gitar işçiliğini övmesem olmaz. Randy Rhodes’un ardından oluşan devasa boşluğu büyük orada kapatan bir kalite var hatta. Öyle ki üstünkörü dinleyen adama ”bu albümde de mi Randy çalmış?” dedirtebilir. Bir konsept albüm etiketi koyulamasa da kendine özgü bir havası olan ve bunu başarılı bir şekilde yaşatan bir albüm.
Metal müzikle yeni haşır neşir olduğum yıllarda pek sallamasam da ilerleyen dönemde nasıl olduysa Blizzard of Ozz’u dinlemem ile Ozzy ve müziğine bakışım bir anda değişmişti. Hikayesi bir şekilde herkesin bildiği isimler bunlar ama Randy Rhoads gerçeği her dinleyişte ben buradayım diyor. Kısacık hayatında yaptığı besteler daha sonrasında nice gitariste kapılar açtı. 80′ler ve hatta 90′lar gitar müziğine etkisi başlı başına inceleme konusu olur.
Muhteşem bir albüm. Ara ara aklıma geliyor açıp dinliyorum. Ozzy benim için hep çok özel, duygusal bir insan olduğum için de kendisini işitsel zevklerimin tanrısı olarak görüyorum. Yeşilçam filmi müziği tadındaki “so tired” bile gözüme şaheser gibi geliyor. Objektif olamıyorum. 10/10.
Lan noluyor lan! Ratt, Saxon, Motörhead, Ozzy… Bazı çevrelerde Ozzy reisin yaptıkları şov ya da para için yapılıyor gibi bir algı var ama adamın kafası böyle, hoş para için yapsa ne olacak adamın müziği güzel, harika Lennon coverlıyor… Harika bir adam ve bence solo kariyeri Dio’dan çok daha iyi, gerçek bir rockstar.
21.02.2021
@Boba Fett, Devrim oluyor devrim :) !!! Kafasın boba fett ;)
Ozzy nin en sevdiğim albümü!!! Muhteşem bir vokale yakışan albümün tamamı muhteşem bestelerle dolu. Mezarımda çalınmasını istediğim parça Bark at the Moon !!! daha ne diyeyim.
Sadece Bark at the Moon’un sonundaki solo için bile dinlenir. 80′lerin heavy/hard rock gitar sounduna hayran biri olarak bu albümdeki gitar işçiliğini övmesem olmaz. Randy Rhodes’un ardından oluşan devasa boşluğu büyük orada kapatan bir kalite var hatta. Öyle ki üstünkörü dinleyen adama ”bu albümde de mi Randy çalmış?” dedirtebilir. Bir konsept albüm etiketi koyulamasa da kendine özgü bir havası olan ve bunu başarılı bir şekilde yaşatan bir albüm.
Metal müzikle yeni haşır neşir olduğum yıllarda pek sallamasam da ilerleyen dönemde nasıl olduysa Blizzard of Ozz’u dinlemem ile Ozzy ve müziğine bakışım bir anda değişmişti. Hikayesi bir şekilde herkesin bildiği isimler bunlar ama Randy Rhoads gerçeği her dinleyişte ben buradayım diyor. Kısacık hayatında yaptığı besteler daha sonrasında nice gitariste kapılar açtı. 80′ler ve hatta 90′lar gitar müziğine etkisi başlı başına inceleme konusu olur.
Muhteşem bir albüm. Ara ara aklıma geliyor açıp dinliyorum. Ozzy benim için hep çok özel, duygusal bir insan olduğum için de kendisini işitsel zevklerimin tanrısı olarak görüyorum. Yeşilçam filmi müziği tadındaki “so tired” bile gözüme şaheser gibi geliyor. Objektif olamıyorum. 10/10.
fart at the moon