1979’da kurulan bir grubun, o dönemdeki metal dünyasının verimliliği ve çılgın ortamı düşünüldüğünde ilk ürününü ancak 1985 yılında yayınlayabilmesi mi daha ilginç yoksa 1985’te çıkan bu EP’nin ardından 1988’de bir demo çıkarıp dağılmaları ve 2015’te bir araya gelip ilk albümlerini 2020’de çıkarabilmeleri mi? Temelleri 1979’da atılan bir grup ilk albümünü nasıl olur da 41 yıl sonra çıkarabilir?
Görünüşe göre bir metal grubu olarak kariyer kovalamak GLACIER açısından hiçbir zaman bir hedef olmamış. Tıpkı kapaklarında kullandıkları kum saati gibi onlar da kendilerini zamanın akışına teslim etmişler ve yine kapaklarında ve isimlerindeki “buzul” gibi kendilerini dondurup bunca yıl sonra geri dönecek azmi ve tutkuyu bulmuşlar.
“The Passing of Time”ı daha ilk dinleyişimde grubun bu durumuna üzüldüğümü söyleyebilirim. Böyle bir albüm çıkarabilen bir grup keşke çok daha aktif olsa, keşke seksenlerde ve doksanlarda başyapıtlara imza atsaymış diye aklımdan geçirdim. Gruba 1983 yılında katılan ve şu anda 57 yaşında olan vokalist Michael Podrybau’nun yanına çeşitli gençleri toplamasıyla meydana gelen GLACIER, bu ilk albümünde saftan da saf, katıksız bir heavy metal icra ediyor.
Grubun gitaristlerinden biri, zamanında MALEVOLENT CREATION, DIVINE HERESY, MORBID SAINT, VADER, KULT OV AZAZEL ve AGAINST THE PLAGUES gibi ekstrem gruplarda pena sallayan Marco Martell. Böylesi sıcak, pırıl pırıl bir heavy metal bağlamına dışarıdan böyle bir zehir almak GLACIER’ın ve albümün özünü bir gıdım dahi etkilememiş ve ortaya seksenler tarzı heavy metal seven neredeyse herkesin sevebileceği güzellikte bir şey çıkmış.
“The Passing of Time”ı son zamanlarda dinlediğim en tatlı, en keyifli heavy metal albümlerinden biri yapan şeylerin başında grubun geçmişe sadık anlayışını yaratıcı fikirler eşliğinde sunması geliyor. Sound olarak, fikir olarak, performans olarak her şeyiyle gerçek, trve bir heavy metal anlayışı var ve bunu zenginleştirmek adına katılan çeşitli olaylar albüme büyük zenginlik katıyor. Zaman zaman mizacını sertleştiren ve Amerikan power metaline kayan agresiflikte şeyler de sunan GLACIER, bu sayede dinleyiciyi sürekli tetikte tutuyor. Yeri geliyor “Into the Night”ta olduğu gibi RIOT tarzı speed metal taraflarına kayıyorlar, yeri geliyor “Infidel”in 1.43’ündeki gibi son dönemde bir heavy metal şarkısında duyduğum en beklenmedik geçişlerinden biriyle manyak bir dinamizm yaratıyorlar. Bununla da kalmıyorlar, “The Temple and the Tomb”un 2.35’inden itibaren cayır cayır kazıyorlar.
Podrybau’nun yüksek oktavlara çıktığında bir miktar Dickinson’ı andıran ses rengi ve grubun tamamının kusursuz performansıyla, GLACIER bunca yıl sonraki geri dönüşünü buzdan bir tahta oturarak, kafasına buzdan bir taç takarak, ağzına da buzparmak sokarak kutluyor. Şahsen daha en baştaki “Eldest and Truest”ın 41. saniyesinde elime gitar alıp tepinesim, kendimi heavy metalin güvenli kollarına emanet edesim geldi. Sanki albümdeki tüm şarkılar bunca yıl sonra ortaya çıkmayı bekleyen bir ilhamın, tutkunun, mutluluğun yansıması gibiler ve dinleyici olarak bunu hissetmek o kadar kolay, o kadar kaçınılmaz ve o kadar mutluluk verici ki…
Günümüzde kaliteli ve karakterli heavy metal bulma konusunda büyük bir arayış içinde olan şahsım adına GLACIER çok çok iyi bir hediye oldu. Keşke geçen sene keşfedip dinleseymişim, keşke geçen sene siteye kazandırsaymışım. Dördüncü paragrafta söylediğimi sonda da söyleyeyim; eğer heavy metal seviyorsanız, “The Passing of Time”ı beğenmemenizin gerçekten çok düşük ihtimal olduğuna inanıyorum. Bunca yıldır bu müziği dinliyor ve yazıyorum, bir heavy metal sevdalısı bu albümü nasıl olur da sevmeyebilir sorusuna tek bir cevap bile bulamıyorum.
80lerde bir kaç iyi albüm çıkarıp tekrar dönen gruplardan sandım ama şok, acayip komik lan kaç yıllık grup yeni albüm çıkartıyor, takdir mi etsem dalga mı geçsem hiçbir fikrim yok.
Yıllar önce youtube ta gezinirken 1985 EP lerini keşfetmiştim. “Vendetta” başta olmak üzere tüm parçalar güzeldi. Aklıma geldikçe hep dinlerdim. Şimdi şok oldum :)
Albüm 1985 ten çıkıp gelmiş gibi. Aradığım da bu zaten.
“Sands of time” başta olmak üzere tüm parçalara bayıldım.
Heavy Metal aşısı bu işte. Çok iyi geldi.
İron maiden’ın kayıp çocuğu. Çok hoş bir albüm
Album kapagi grubun 1979 kuruldugunu gosteriyor zaten :D
Tutkulular, kendilerini tebrik ediyorum. Müzik konusunda ise objektif olmak gerekirse 6/10
80lerde bir kaç iyi albüm çıkarıp tekrar dönen gruplardan sandım ama şok, acayip komik lan kaç yıllık grup yeni albüm çıkartıyor, takdir mi etsem dalga mı geçsem hiçbir fikrim yok.
Yıllar önce youtube ta gezinirken 1985 EP lerini keşfetmiştim. “Vendetta” başta olmak üzere tüm parçalar güzeldi. Aklıma geldikçe hep dinlerdim. Şimdi şok oldum :)
Albüm 1985 ten çıkıp gelmiş gibi. Aradığım da bu zaten.
“Sands of time” başta olmak üzere tüm parçalara bayıldım.
Heavy Metal aşısı bu işte. Çok iyi geldi.
Bazen ‘sikeyim ekstrem metali’ dediğim oluyor.
ilk şarkı çok tatlı bişi ya amk sürekli dinliyorum. sabah işe giderken bile aklıma riffleri geliyo bilinçaltımda şarkıyı çalıp dinliyorum.
Çok hoş bir albümdü bu ya. Bu sabah uyandığımda aklıma geldi bir kez daha çeviriyorum.