Metalin yeryüzündeki en havalı şeylerden biri olduğu 1985-1990 arasında ortalığa saçılan sayısız grubun bu müziğin bugünlere gelmesinde büyük etkisi olduğu ortada. Pamuk tarlalarındaki işçilerden Birmingham’daki madencilere uzanan ve akabinde çok daha farklı, bambaşka düzlemlere yayılan metal evreninde, bu 5 yıllık dönemin apayrı bir yeri ve önemi var. Altmışların sonlarında başlayıp yetmişlerde esas tohumları atılan fikirlerin seksenlerin başında verdiği meyveler, bu on yılın ikinci yarısında eşi benzeri az görülen bir üretkenlik ve cesaretle büyümeye, olgunlaşmaya başlamıştı.
Bu sıralarda İskandinavya’nın mahsul olarak verimsiz, fikir olarak çok verimli topraklarından sayısız müzikal oluşum peydahlanıyor ve bu güzel ve yalnız ülkeler boylarından büyük işlere kalkışarak konumuz olan müziğin yapı taşlarından bazılarını döşüyorlardı. İşte o dönemlerde ortaya çıkan ve en uçlardaki, en sıra dışı müziği yapmak isteyen buluğ çağındaki birtakım insanlar tohumları ABD’de atılan death metalin Avrupa kolunu temsil etmeye başlamışlardı.
Bu oluşumlardan biri de daha ortada ENTOMBED bile yokken; DISMEMBER, GRAVE, CARNAGE, GROTESQUE gibi geleceğe şekil verecek isimler yeni kurulmuşken Norveç’te ortaya çıkan diğer bir death metal grubu olan CADAVER’dı. İlk 3 yılında çıkardığı demoların ardından 1990 ve 1992’de çıkan albümleriyle black metal sahnesiyle adından söz ettiren Norveç’in death metale yönelik görece ender katkılarından birini yapan grup, akabinde dağılmış, 2004’te yeni bir albümle dönmüş ve sonra tekrar sessizliğe gömülmüştü. Zaman içerisinde kadrosunda Norveç’in en değerli figürlerinden olan Czral, Apollyon gibi isimleri de barındıran grubun esas adamı, grubun kurucusu olan Anders Odden’dı (Neddo). CADAVER’dan vazgeçmeyen Neddo, grubun bu üçüncü dirilişini olabildiğince tehditkâr ve iddialı kılmak adına yanına MEGADETH davulcusu, üstün insan Dirk Verbeuren’i de alarak bir kez daha ortamlara atıldı.
Bu atılışın meyvesi olan “Edder & Bile”, CADAVER’ın death metal kimliğini pek çok açıdan özetleyen bir albüm olarak karşımızda duruyor. “Symphonies of Sickness” ve “Necroticism – Descanting the Insalubrious” anlayışına yakın duran; yer yer akıllara İngiliz CANCER’ın paçozluğunu da getiren; çirkin, sevimsiz bir death metal…
32 yıl önce kurulan bir death metal grubundan bahsettiğimiz için, CADAVER’ın sahip olacağı death metal anlayışı da aşağı yukarı tahmin edilecektir diye düşünüyorum. Grup yer yer tremolo riflere abanan çirkin mi çirkin pasajlar sunuyor; yeri geliyor çok daha groovy bir kimlikle CARCASS ekolünü devam ettiriyor. Kapanışı yapan “Let Me Burn”de rastladığımız türde; akıllar belli oranda AUTOPSY’yi ve hatta BOLT THROWER’ı dahi getirebilecek yavaş ve acılı ölümler de sunuyor, Verbeuren’in kendine has Dirk blast’iyle bezeli yük treni tadında ezişler de yapıyor.
Dirk blast demişken Dirk’e de bir parantez açalım. Sadece 31 dakika süren ve başlayıp bir anda biten albümde CADAVER’ın alışık olduğumuz atarlı, yırtıcı death metalini günümüzün prodüksiyon anlayışı ve Verbeuren’in gözden kaçması imkânsız dominasyonu eşliğinde görüyoruz. Mustaine’le nasıl bir sözleşme imzaladılar bilmiyorum, lakin Mustaine gibi bir adamın Verbeuren’in içinde yer almak istediği her projede bulunabilmesine imkân veren bir yaklaşım sunması ve Verbeuren’i özgür bırakması takdire şayan. “Sen artık MEGADETH davulcusunun; öyle death metalmiş grindcore’muş yok artık” da diyebilir ve Verbeuren de MEGADEH’te çalma fikri eşliğinde bunu gayet de kabul edebilirdi. Ancak Mustaine böyle bir kısıtlamaya gitmemiş ve bu sayede Verbeuren’i MEGADETH’le aynı sayfada görmemizin imkânsız olduğu oluşumlarla bir arada da görebiliyoruz.
Burada esas önemli olan şey CADAVER’ın bunca yılın ardından bu kadar gerçek, bu kadar özüne sadık bir death metal ile geri dönmüş olması. Neddo’nun içindeki sönmeyen alev ve taze kan Dirk’ün de katılımıyla CADAVER tam da adı gibi; kadavra gibi kaskatı, ceset kokan bir albüm ortaya koymuş. Rifse rif, varyasyonsa varyasyon, kazımasyonsa kazımasyon…
Eğer death metal seviyorsanız ve çok uzun zamandır bu işin içinde olan bir zihnin sunduğu katıksız, saf, özbeöz bir death metali bünyenize almaya hazırsanız, CADAVER “Edder & Bile”la üzerine düşeni layıkıyla, hakkını vererek yapıyor. Şu albüme şöyle bir bakıyorum ve her dinleyişte daha iyi görüyorum ki, işini bilen tecrübeli adamların yaptığı şey öyle ya da böyle kendini belli ediyor, mutlaka öne çıkmayı başarıyor.
Kadro Neddo: Vokal, gitar, bas
Dirk Verbeuren: Davul
Konuk:
Jeff Becerra: Vokal (2)
Kam Lee: Vokal (3)
Şarkılar 1. Morgue Ritual
2. Circle of Morbidity
3. Feed the Pigs
4. Final Fight
5. Deathmachine
6. Reborn
7. The Pestilence
8. Edder & Bile
9. Years of Nothing
10. Let Me Burn
Verbeuren’in tekniğine, hızına, kapasitesine vs diyebilecek hiçbir şeyim yok, olamaz zaten ne haddime – ayrıca çok kafa bir eleman olduğu da muhakkak – ama çaldığı davullarda yaratıcılık ve bestecilik anlamında hiçbir yenilik veya “vay be” dedirtecek an bulamıyorum ben. Adeta Chris Broderick”in davulcu hali gibi geliyor bana, ki ikisinin de Megadeth’te olması, Mustaine’in Friedman sonrasında “şarkı inşa eden” sanatçılar değil de “şarkı çalan” müzisyenler/işçiler aradığına bir örnek adeta. Nerede Menza-Friedman yaratıcılığı nerede Verbeuren-Broderick düzlüğü… Bu albümde de yine akılda kalıcı hiçbir davul partisyonu bulamadım kendi adıma. Bu durum Scarve’da da böyleydi, Soilwork’te de, Loomis’in solo albümünde de. Tamam müthiş hızlısın, çeviksin, ataksın da tüm çaldıkların bir Holy Wars introsu etmez be abi:(…
Verbeuren’in tekniğine, hızına, kapasitesine vs diyebilecek hiçbir şeyim yok, olamaz zaten ne haddime – ayrıca çok kafa bir eleman olduğu da muhakkak – ama çaldığı davullarda yaratıcılık ve bestecilik anlamında hiçbir yenilik veya “vay be” dedirtecek an bulamıyorum ben. Adeta Chris Broderick”in davulcu hali gibi geliyor bana, ki ikisinin de Megadeth’te olması, Mustaine’in Friedman sonrasında “şarkı inşa eden” sanatçılar değil de “şarkı çalan” müzisyenler/işçiler aradığına bir örnek adeta. Nerede Menza-Friedman yaratıcılığı nerede Verbeuren-Broderick düzlüğü… Bu albümde de yine akılda kalıcı hiçbir davul partisyonu bulamadım kendi adıma. Bu durum Scarve’da da böyleydi, Soilwork’te de, Loomis’in solo albümünde de. Tamam müthiş hızlısın, çeviksin, ataksın da tüm çaldıkların bir Holy Wars introsu etmez be abi:(…