Albümü başlattıktan yaklaşık 30-35 saniye sonra kafamda beliren düşünce net şekilde buydu. Grubu ilk kez dinleyecektim. Albüm kapağına baktığımda nasıl bir şey gelebileceğini az çok tahmin edebiliyordum. Belli ki bir yıkım yaşanacaktı ve önümdeki 42 dakika boyunca işitsel bir savaşa tanık olacaktım. Lakin açılışı yapan “Four Wings Within the Samiel” bu yıkımın sadece bir hayatta kalma mücadelesi olmayacağını, bir trajediyle sonuçlanacağını da belli ediyordu.
Albümü bana tavsiye eden İsmail vilehand’in affına sığınarak, bana attığı mail’deki ifadesini buraya koymak istiyorum. “Intro o kadar korkunç etkilemişti ki beni, ilk dinlediğimde, ilk şarkının girişine kadar ayağa kalkıp öyle bekledim ne gelecek acaba diye”. Ben de zaten ona albümü dinlemeye başladığımı, tam da bu introyu dinlerken, “Hakkımda hayırlısı” yazarak iletmiştim.
“Hakkımda hayırlısı…”
Gerçekten de “Conduit” böylesi bir beklenti yaratarak başlıyor ve akabinde de bir saniye bile oyalanmadan doğrudan savaşa giriyor. Intro’da yükselen tansiyonun ardından PROSCRIPTION müziğinin beni yakalaması, “I, the Burnin Son”ın 55. saniyesindeki rifle oldu. Blackened death metalde sıklıkla kullanılan bu oktavlı rif yapısı her ne kadar yüz bin kez duyduğumuz bir formül olsa da grup bu aşırı atarlı tavrıyla ilk andan vay anam vay babam dedirtmeyi başardı.
Ardından da “Conduit”in birbiri ardına gelen taarruzları başladı. Aslına bakarsanız grup türün şablonları ve olması gerekenleri içerisinde kalan ve blackened death metalin sınırlarını genişletme derdinde olmayan bir müzik yapıyor. Lakin bu türde sivrilmek ve fark yaratmak, müziğinizle sunduğunuz adanmışlıkta ve tutkuyla dinleyiciye geçiyor. Bu türe gönül vermiş ancak sadece bu türü icra etmiş olmakla da kalabilirsiniz, bu müziği yaşadığınızı ve kanınızı akıtır gibi not akıttığınızı da hissettirebilirsiniz. İşte PROSCRIPTION bu ikinci tarafta yer alan ve albüm kapağındaki soyut laneti bize aktarabilen bir grup.
Bunun temelinde grubun müziğindeki birtakım yapı taşlarının başarısı yatıyor. Grup öncelikle tarama gitarları çok iyi kullanıyor. Bunu laf olsun diye söylemiyorum; bir araya geldiklerinde son derece sevimsiz bir atmosfer oluşturan türlü türlü atonallikler, triton şölenleri albümün her yanına yayılmış durumda. Atonal deyince akıllara GORGUTS’lar, IMMOLATION’lar, DsO’lar gelmesin. PRESCRIPTION’ın o tarz mutant bir yaklaşımı yok. Onların işi agresiflikle, yırtıcılıkla, yırtıp atmakla. Bunu bazen dediğim türde tarama gitarlarla yapıyorlar, bazen SLAYER’ın 35 yıl, DEICIDE’ın 30 yıl önce yaptığı şeylerden can bulan tekniklerle, bazen de kaçınılmaz şekilde MORBID ANGEL okulunda gördükleri derslerden ilham alarak yapıyorlar.
Tüm bunların sonucunda çıkan şeyin çok iyi olmasını sağlayansa tüm bunları aşırı akıcı ve kötücül bir kimlikle sunmayı başarabiliyor olmaları. Benzer bir katılım da vokallerden geliyor elbet. 2007 yılında Finlandiya’ya yerleşen ABD’li müzisyen Christbutcher’ın penasından ve ağzından çıkan her tür gürültü “Conduit”in büyüdükçe büyümesini sağlayan başlıca unsurlar. Yine aynı şekilde davullar da bu işi yıllardır yaptığını hissettiren birinin el ve ayaklarından çıkmış, mitralyöz edasıyla beynimizi deliyorlar.
Bu türdeki albümleri dinlerken zaman zaman birbirinin çok muadili şarkıları dinlediğimi hissedebiliyorum. Uğursuz ve lanetli bir atmosfer yaratmaya yönelik hareketler, benzer yapılar sıklıkla karşımıza çıkıyor. Başta da dediğim gibi PROSCRIPTION da bu şablonlar içerisinde hareket ediyor ve türe seviye atlatma çabası gütmüyor. Lakin bu adamların müziğinde hissedilen ilave bir acımasızlık, bir acelecilik, bir her şeyi hemen şimdi yok etme dürtüsü var. Bu sayede albüm bulunduğu tür içerisinde çok üst noktalara çıkıyor ve black/death metalin deforme evliliğinden doğan şekilsiz oğulların en dehşet verenlerinden biri olarak karşımızda dikiliyor.
Burada savaş var, burada yıkım var, burada terör var, burada adrenalin var, burada testosteron var, burada…
Kadro Christbutcher: Vokal, gitar
Cruciatus: Lead gitar
Apep: Bas
Mikko Koskinen: Davul
Şarkılar 1. Four Wings Within the Samiel
2. I, the Burning Son
3. Red Sacrament Black Communion
4. Radiant Midnight
5. Thy Black Nimbus Gate
6. Voiceless Calling
7. Blessed Feast of Black Seth
8. To Reveal the Words Without Words
9. Conduit
Çok çok başarılı bir hayvanlık. İlk dinlediğim zaman bende intro kısmından hassiktir müthiş bir şeyler olacak galiba demiştim. O günden beri aralıksız en az bir parça açıp dinliyorum. Özellikle Thy Black Nimbus Gate parçasının giriş kısmı karamsarlık oluşturabilecek her türlü duyguyu uyandırıyor.
Albümdeki şarkılar zaman zaman old school ve Doom-Death tatları da veriyor.
Kesinlikle dinlemeden geçilmemesi gereken bir albüm
“Denver, Colorado soundu” diye bir şey var ve bunun yaratıcı isimlerinin başında gelen Dave Otero bu Fin gençlerin de kaydını yapmış. Bu nedenle grubu merak etmiş ve bir şans vermiştim ama bana janrı gereği biraz fazla monoton bir albüm gibi geldi, albüme bu yüzden pek ısınamadım açıkçası.
Öte yandan Otero referansına dayanarak bir hususu da dile getirmek isterim ki, eskiden Pasifagresif’te daha teknik ve derinlemesine yorumlar okuyorduk; son bir iki yıldır ise bir albümün, kritiği yazan kişiye ne hissettirdiğine dair hikayeler okumaya başladık. Takdir edersiniz ki hissiyat oldukça subjektif bir kriter. Hiç mi olmasın? Pekala olsun ama bir yorumda hissiyatın kapladığı yer, prodüktörden, sounddan, bir albümü/grubu bir diğerine bağlayan küçük tatlı dipnotlardan veya kafayı bu müzikle bozmuş kişileri sevindirecek detaylardan daha mı fazla olsun, işte ondan pek emin olamıyorum.
@koca, aslında bu yorum kritigin başarılı olduğunu gösteriyor. Şöyle ki albüm klasik death ve black soundunu harmanlamaya çalışmış ve olmuş. Black death olayına yani bir soluk getirelim kaygısı olmadığından teknik yorumların az gelmiş olması doğal. Gerisi hissiyat zaten. Albümün soloları ve taramalı gitarları heyecan verici. Bir de bana yer yer behemoth dinliyormusum gibi geldi.
Kendimce listeler yapmayı, yılın albümlerini sıralamayı falan çok severim, ki bu sitede de yapılıyor.
Bu yıl nasıl yapacağım lan bunu? Hayvan gibi albümler yapıyorsunuz oturup kendi kendimi yiyorum hangisi daha iyi diye. Şimdiden için daraldı bak.
Neyse, taş gibi albüm. Kapağıyla, introsuyla, sıralamasıyla büsbütün bir iş var ortada. Özellikle ” Red Sacrament Black Communion”, “Radiant Midnight” ve “To Reveal the Words Without Words” müthiş parçalar.
Ana.kim… nasıl bir introsun sen arkadaş.
Oldum olası şu yaylı müzik aletlerine hastayımdır. İntroyu dinlerken sanki bütün dünya yıkılmış o kaos ve yıkılmış dünyada kocaman cadde de ortalikta kala kalmış gibi hissettim. İlk tını gelince direk aklıma The piyanist filminin afişi geldi aklıma…
Bu albümü grup önerme kısmında paylaşan arkadaşlardan görüp, spotify’da indirmiştim bir ara bakarım hesabı. Geçenlerde salondaki paşalara layık, şark köşeli oturma grubunda uzanmış “Yeni olarak neler var acaba
dinlemediklerimden?” derken bu albümü görüp play’e bastım ve intro başladı.
Kapağın çok manyak olduğundan bir ufak gerilmedim değil ama intro başlayınca koltukta kalıbı sermiş ve bacak bacak üstüne atmış bir adam olarak direkt olarak ayağa kalktım, ciddi ciddi dedim “Hayırdır ya? Bu neyin davası? Bu adamlar neyin peşinde?” diye bağırasım geldi ve ilk şarkı başlayınca aklımı kaybettim.
Bence albümün her saniyesi kusursuz ve tutku dolu. Hani şurası neden böyle diyemiyorum. Eğer zaman aşımına yenilmezse benim müzik zevkime göre gelmiş geçmiş en iyi albümlerden biri bile olabilir. Bu konuda en ufacık falsosu yok.
Kalan süre zarfında neler çıkacak bakacağım ama benim için yılın en iyi albümü bu şimdilik. Hatta güzel bir spoiler vererek ilk üçümü paylaşım, çıksın aradan:
@Ahmet Saraçoğlu, hayatımda asla unutamayacağım anlardan biri bu albümün introsunu ilk duyduğum andır. Taka tuka hızlı, sert bir black/death albümü çıkar işte diye beklerken adamlar ölümüne büyüledi. İnanılmaz bir iş.
@İlker, Bana son 3-4 yıldan şu albüm gibi, (birebir aynı müziği yapmasalar da) Black Curse’ün Endless Wound’u gibi albüm önerileriniz varsa alırım ey ahali. Gözden kaçırdığım cevherler vardır kesin.
Albüm çikita muz dinlemeyen çok şey kaçırır. Kritikteki black/ death kırması tabiri kesinlikle doğru ve bu birliktelik black soslu death ki benim en sevdiğim şekil, tersini (death soslu black) çok tutmuyorum.
Ancak her dinleyişimde bir albüme benzetiyorum tını olarak bir türlü çıkartamıyorum. Çıkartamaya çıkartamaya bütün albümü hatmettim yemin ederim ki.
Bu yorumla birlikte, sayfada “intro” kelimesini aratınca 13 sonuç çıkıyor. Bunun bir sebebi var. Gelmiş geçmiş en iyi albüm açılışlarından biri misin acaba. Her seferinde vay aq dedirtiyor.
@Ahmet Saraçoğlu, harika an gerçekten. Sabahtan beri aklıma gelen bu tarz şeyleri çalmaya çalışıyorum sonra altı üstü 2 aydır çaldığımın farkına varıp usulce metallica’ya megadeth’e geri dönüyorum…
Albüm intro’nun gölgesinde kalıyor resmen. Sanki insanlık tarihinin başından sonuna kadar tüm kötülüklere ben sebep olmuşum, insanlığı bile isteye sikip atmışım gibi hissettiriyor. Tüm ihale bana kalıyor, tüm yaşananları en ince detayına kadar görüyorum hissiyatını veriyor ve bunu sadece 1 dakika 59 saniyede yapıyor.
Perttu Pakkanen, muhtemelen dostlara destek olsun diye yaptığın şey hiç tanımadığın insanlara aklına bile gelemeyecek hisssiyatlar yaşatıyor. Büyük adamsın.
Çok çok başarılı bir hayvanlık. İlk dinlediğim zaman bende intro kısmından hassiktir müthiş bir şeyler olacak galiba demiştim. O günden beri aralıksız en az bir parça açıp dinliyorum. Özellikle Thy Black Nimbus Gate parçasının giriş kısmı karamsarlık oluşturabilecek her türlü duyguyu uyandırıyor.
Albümdeki şarkılar zaman zaman old school ve Doom-Death tatları da veriyor.
Kesinlikle dinlemeden geçilmemesi gereken bir albüm
Kapak, müzik her şey şahane. Kritiğin sonu albümü özetlemiş.
“Denver, Colorado soundu” diye bir şey var ve bunun yaratıcı isimlerinin başında gelen Dave Otero bu Fin gençlerin de kaydını yapmış. Bu nedenle grubu merak etmiş ve bir şans vermiştim ama bana janrı gereği biraz fazla monoton bir albüm gibi geldi, albüme bu yüzden pek ısınamadım açıkçası.
Öte yandan Otero referansına dayanarak bir hususu da dile getirmek isterim ki, eskiden Pasifagresif’te daha teknik ve derinlemesine yorumlar okuyorduk; son bir iki yıldır ise bir albümün, kritiği yazan kişiye ne hissettirdiğine dair hikayeler okumaya başladık. Takdir edersiniz ki hissiyat oldukça subjektif bir kriter. Hiç mi olmasın? Pekala olsun ama bir yorumda hissiyatın kapladığı yer, prodüktörden, sounddan, bir albümü/grubu bir diğerine bağlayan küçük tatlı dipnotlardan veya kafayı bu müzikle bozmuş kişileri sevindirecek detaylardan daha mı fazla olsun, işte ondan pek emin olamıyorum.
12.11.2020
@koca, baştan sona katılıyorum.
Albüm kötü diyemem ama o monotonluk albümün sonlarına doğru iyice bunalttı beni. Sondaki şarkıları ilk dinleyeyim dedim, yine olmadı. 7/10
13.11.2020
@koca, Özellikle ikinci paragrafa +1. Benim de dikkatimi çeken ve üşengeçlikten yazmaktan kaçındığım meselelerden biridir bu.
18.11.2020
@koca, aslında bu yorum kritigin başarılı olduğunu gösteriyor. Şöyle ki albüm klasik death ve black soundunu harmanlamaya çalışmış ve olmuş. Black death olayına yani bir soluk getirelim kaygısı olmadığından teknik yorumların az gelmiş olması doğal. Gerisi hissiyat zaten. Albümün soloları ve taramalı gitarları heyecan verici. Bir de bana yer yer behemoth dinliyormusum gibi geldi.
Kendimce listeler yapmayı, yılın albümlerini sıralamayı falan çok severim, ki bu sitede de yapılıyor.
Bu yıl nasıl yapacağım lan bunu? Hayvan gibi albümler yapıyorsunuz oturup kendi kendimi yiyorum hangisi daha iyi diye. Şimdiden için daraldı bak.
Neyse, taş gibi albüm. Kapağıyla, introsuyla, sıralamasıyla büsbütün bir iş var ortada. Özellikle ” Red Sacrament Black Communion”, “Radiant Midnight” ve “To Reveal the Words Without Words” müthiş parçalar.
Karamsarlık ve yıkım, bir introda en fazla bu kadar elegant biçimde işlenebilir sanırım.
Ana.kim… nasıl bir introsun sen arkadaş.
Oldum olası şu yaylı müzik aletlerine hastayımdır. İntroyu dinlerken sanki bütün dünya yıkılmış o kaos ve yıkılmış dünyada kocaman cadde de ortalikta kala kalmış gibi hissettim. İlk tını gelince direk aklıma The piyanist filminin afişi geldi aklıma…
Bu albümü grup önerme kısmında paylaşan arkadaşlardan görüp, spotify’da indirmiştim bir ara bakarım hesabı. Geçenlerde salondaki paşalara layık, şark köşeli oturma grubunda uzanmış “Yeni olarak neler var acaba
dinlemediklerimden?” derken bu albümü görüp play’e bastım ve intro başladı.
Kapağın çok manyak olduğundan bir ufak gerilmedim değil ama intro başlayınca koltukta kalıbı sermiş ve bacak bacak üstüne atmış bir adam olarak direkt olarak ayağa kalktım, ciddi ciddi dedim “Hayırdır ya? Bu neyin davası? Bu adamlar neyin peşinde?” diye bağırasım geldi ve ilk şarkı başlayınca aklımı kaybettim.
Bence albümün her saniyesi kusursuz ve tutku dolu. Hani şurası neden böyle diyemiyorum. Eğer zaman aşımına yenilmezse benim müzik zevkime göre gelmiş geçmiş en iyi albümlerden biri bile olabilir. Bu konuda en ufacık falsosu yok.
Kalan süre zarfında neler çıkacak bakacağım ama benim için yılın en iyi albümü bu şimdilik. Hatta güzel bir spoiler vererek ilk üçümü paylaşım, çıksın aradan:
1- Proscription – Conduit
2- Gaerea – Limbo
3- Cytotoxin – Nuklearth
Bu albümün introsu tarihte yaşanmış her trajedinin fon müziği olabilir.
13.12.2020
@Ahmet Saraçoğlu, hayatımda asla unutamayacağım anlardan biri bu albümün introsunu ilk duyduğum andır. Taka tuka hızlı, sert bir black/death albümü çıkar işte diye beklerken adamlar ölümüne büyüledi. İnanılmaz bir iş.
Olağanüstü güzellikte bir hayvanlık <333
12.12.2020
@İlker, Bana son 3-4 yıldan şu albüm gibi, (birebir aynı müziği yapmasalar da) Black Curse’ün Endless Wound’u gibi albüm önerileriniz varsa alırım ey ahali. Gözden kaçırdığım cevherler vardır kesin.
Albüm çikita muz dinlemeyen çok şey kaçırır. Kritikteki black/ death kırması tabiri kesinlikle doğru ve bu birliktelik black soslu death ki benim en sevdiğim şekil, tersini (death soslu black) çok tutmuyorum.
Ancak her dinleyişimde bir albüme benzetiyorum tını olarak bir türlü çıkartamıyorum. Çıkartamaya çıkartamaya bütün albümü hatmettim yemin ederim ki.
Bu yorumla birlikte, sayfada “intro” kelimesini aratınca 13 sonuç çıkıyor. Bunun bir sebebi var. Gelmiş geçmiş en iyi albüm açılışlarından biri misin acaba. Her seferinde vay aq dedirtiyor.
I, the Burning Son 1.35′te giren rif kötülüğün tanımı resmen.
21.05.2021
@Ahmet Saraçoğlu, harika an gerçekten. Sabahtan beri aklıma gelen bu tarz şeyleri çalmaya çalışıyorum sonra altı üstü 2 aydır çaldığımın farkına varıp usulce metallica’ya megadeth’e geri dönüyorum…
17.06.2021
Tekrar bunu yazmaya geldim.
15.11.2021
Bir kez daha bunu yazmaya geldim.
11.01.2022
Yine ben.
20.12.2024
Ve işte bu sabah da karşınızdayım. Sabah kafamda bu rifle uyandım.
Her yıl böyle bir kaç “çok iyi” albüm yıl sonunda ilk 15′e giremiyor. Çok üzülüyorum çok.
Son 1,5 yıldır “I, the Burning Son”ın 1.36′da giren rifinden daha badass bir şey duymadım.
Albüm intro’nun gölgesinde kalıyor resmen. Sanki insanlık tarihinin başından sonuna kadar tüm kötülüklere ben sebep olmuşum, insanlığı bile isteye sikip atmışım gibi hissettiriyor. Tüm ihale bana kalıyor, tüm yaşananları en ince detayına kadar görüyorum hissiyatını veriyor ve bunu sadece 1 dakika 59 saniyede yapıyor.
Perttu Pakkanen, muhtemelen dostlara destek olsun diye yaptığın şey hiç tanımadığın insanlara aklına bile gelemeyecek hisssiyatlar yaşatıyor. Büyük adamsın.