Metal dünyasının geri planda kalan, hatta neredeyse görmezden gelinen gruplarından biriyleyiz bugün. Son 20 yılda 9 albüm çıkaran ve buna rağmen bizim bile ilk kez bir albümünü inceliyor olduğumuz MANTICORA, aslında hatırı sayılır zamandır radarımda olan ama ne hikmetse sitede yer vermekte geciktiğimiz bir grup.
2006 ve 2007’de çıkardıkları konsept yapıdaki iki bölümlük “The Black Circus” sayesinde tanıştığım Danimarkalı grup, power metali son derece geniş bir vizyonla ele alan; progresif bir anlayışa sahip, müziğine thrash metal, death metal, speed metal gibi farklı unsurları da katmayı beceren, gerçekten yabana atılmaması gereken bir grup.
MANTICORA hakkında okuyacağınız kimi yorumlarda, geçmişte gruba alışmakta zorlandığını ifade eden dinleyicilerle karşılaşabilirsiniz. Bunun sebebi, büyük ihtimalle, grubun alışık olunmadık tarzdaki vokal melodileri ve biraz dağınık gelebilecek müzikal anlayışıdır diye düşünüyorum.
2018’de çıkan “To Kill to Live to Kill”in devamı olan “To Live to Kill to Live”e geldiğimizde ise her yerden övgüler alan bir albüm ve MANTICORA diye bir grupla yeni tanışmanın verdiği heyecanını yansıtan insanlar görüyoruz. Bunca zamandır emek veren bir grubun nihayet adını daha geniş bir çevreye duyurabiliyor olması sevindirici. Ancak bu bile çok az… Aşağıdan klibini izleyebileceğiniz hayvan gibi “The Farmer’s Tale, Pt. 3 – Eaten by The Beasts”in klibinin 1 ayda sadece 4.000 kez izlenmiş olması gerçek bir fiyasko ve ViciSolum Productions’ın böylesine bir albümün tanıtımını ne ölçüde yapabildiği konusunda ayı gibi büyük soru işaretleri barındırıyor. Neyse biz üzerimize düşeni yapalım, albümü tanıtalım.
Vokalist Lars F. Larsen’in yazdığı “MANTICORA: To Kill to Live to Kill” adlı kitapta işlenen konuyu notalara döken bu iki parçalı konseptin ikinci ayağı, ilkinde başlayan hikâyeyi devam ettiriyor. İki albümdeki şarkı isimlerine baktığınızda, “Katana” kelimesinin sık sık geçtiğini görebilirsiniz. Ayrıca “The Devil in Lisbon”, “To Nanjing”, “Goodbye Tina”, “Stalin Strikes” gibi enteresan yer ve kişi isimleri de yine şarkı isimlerinde karşınıza çıkıyor. Bu elbette ki bize işlenen bir konu olduğunu gösteriyor. Larsen’in yazdığı kitapta aşırı soğukkanlı bir kiralık katil, aşırı vahşi bir psikopat ve kanlı bir geçmişi olan bir Japon kılıcı, yani Katana var. Bu iç bileşen bir şekilde bir hikâyeyi oluşturuyorlar ve “To Kill to Live to Kill” / “To Live to Kill to Live” ikilemesi de bu şekilde ortaya çıkıyor.
Vokalist Lars F. Larsen’den devam edersek, kendisinin gayet karakteristik bir vokal tarzı var ve arkada savaş veren enstrümanların üstünde bilindik power metal vokallerinden ziyade daha pes, daha buğulu ve kadifemsi bir kimlik barındırıyor. Albümün konsept yapısı gereği vokalin ve müziğin teatral yapısı bazı anlarda öylesine güçleniyor ki karşınızda resmen death metal yapan BLIND GUARDIAN gibi bir şey buluyorsunuz. “Through the Eyes of the Killer – Filing Teeth” bu açıdan örnek verilebilecek bir numaralı şarkı. Diğer yandan Larsen’in sesinin ICS Vortex’e aşırı benzemesi dolayısıyla bazı şarkılar DIMMU BORGIR’in veya BORKNAGAR’ın ICS Vortex vokalleriyle şahlandığı o devasa, epik nakaratlarını anımsatan noktalara gidebiliyorlar. Yine Larsen’in sesi belli oranda ve daha ziyade yorum anlamında Warrel Dane’in adeta sesiyle deliliği yansıtmayı başardığı vokal tarzından da etkilendiğinden, bazı anlarda SANCTUARY dinlermiş gibi de hissetmeniz olası. Warrel’ın sesine benzeme konusunda kimsenin eline su dökemeyeceği COMMUNIC vokalisti Oddleif Stensland’dan sonra, dinlerken aklıma Warrel’ı getiren birkaç vokalistten biri Larsen.
Müzik kısmına geldiğimizde MANTICORA’nın tek kelimeyle mükemmel bir performansla 63 dakikalık bir gövde gösterisine giriştiğini görüyoruz. Albüme 15 dakikalık bir şarkıyla başlayan grup, sadece bununla bile hırslı ve tutkulu karakterini ortaya koyuyor. Rifler birbiri ardına geliyor; vokaller, sololar, davullar, aklınıza ne gelirse her şey resmen müthiş bir uyum içerisinde şov yapıyor. Üstelik de bunu şov yapalım, kendimizi ortalara atalım anlayışıyla yapmıyorlar ve bu sayede albüm bir bütün hâlinde doyumsuz bir şölene dönüşüyor.
MANTICORA ilginç şekilde az kişinin bildiği bir grup. Belki power metalin geçmişteki günahlarının ceremesini çekiyorlar, pek çok kişi daha dinlemeden power metal ifadesi yüzünden pas geçiyor. Ama bunu yaparsanız inanın büyük bir hataya düşersiniz, çünkü burada hakikaten tanık olunması gereken, her şeyiyle üst düzey, ateş gibi yanan bir metal var. “To Live to Kill to Live”i power metalin ekstrem düzeyde değişken, karakteristik, ilerlemeci ve çatır çatır bir örneğini dinlemek isteyen herkese bir saniye bile tereddüt etmeden öneriyorum. Sadece bu yıl dinlediğiniz en iyi power metal albümünü dinlemekle kalmayacak, belki de türe yönelik düşüncelerinizi sorgulayacaksınız. MANTICORA burada böyle bir şeyi başarıyor.
Kadro Lars F. Larsen: Vokal
Kristian Larsen: Gitar
Stefan Johansson: Lead gitar
Kasper Gram: Bas
Lawrence Dinamarca: Davul
Şarkılar 1. Katana – The Moths and the Dragonflies / Katana – Mud
2. To Nanjing
3. The Farmer's Tale, Pt. 3 – Eaten by the Beasts
4. Slaughter in the Desert Room
5. Through the Eyes of the Killer – Filing Teeth
6. Katana – Death of the Meaning of Life
7. Tasered / Ice Cage
8. Goodbye Tina
9. Tasered / Removal
10. Stalin Strikes
11. Ten Thousand Cold Nights
12. Katana – Beheaded
NWOBHM dönemine ve klasik heavy metale hayran olmama rağmen power metal geneli itibariyle pek sevdiğim bir tarz olmadı hiçbir zaman. En son (19 yıl önce!) Falconer’ın ilk albümüyle çok taze bir müzikle karşı karşıya olduğunu hissetmiş ve kafayı kırmıştım! Tarz olarak epey farklı olsa da bu albüm de beni benzer şekilde etkiledi. Tabii ilk albümünü Falconer’dan bile önce çıkarmış bir grubu benim nasıl olup da anca şimdi keşfedebildiğim ayrı bir konu!
Bazı metal türleri oldukça dar bir hareket alanına sahip ve bu sebeple gelişim dinamikleri kısıtlı. Evrim konusunda en sıkıntılı türlerden biri olan power metalin durumu ise bence farklı. Metalin genel seyriyle ilgilenmemekten, onu önemsememekten kaynaklı bir sorun var power için.
Peki ya tersi geçerli olsaydı? Power kendisini metalin motor gücü olan ekstrem tarzlara açsaydı karşımıza ne çıkardı? İşte Manticora bu soruya verilmiş çok güçlü bir cevap. Karşımızda gerçek anlamda sert, cayır cayır bir albüm var ve belki de daha önemlisi Manticora olayı power ile ekstrem metalin eklektik birliğinden öteye taşımayı, bir dolu ekstrem metal tekniğini kendi power çatısı altında eritmeyi de başarıyor.
Albümün beste kalitesi çok yüksek. Yaklaşık 15 dakikalık bir şarkıyla öylesine çılgınca giriyor ki albüm insan daha en baştan neye uğradığını şaşırıyor. Müzisyenlik de aynı şekilde tam bir gövde gösterisi.
Bana kalırsa modern bir klasikle karşı karşıyayız. Bu albümü Nosferatu, Into The Mirror Black gibi albümlerin yanına koyup grubun diskografisine gömülüyorum!
10/10
@şeyh hulud, 6 vermişsin. Kim hangi albüme kaç veriyor, dakikasına kadar görebiliyorum, gerçekten ilginç tercihleri var bazı arkadaşların.
Notların düşüklüğünden, her yayınlanan albüme otomatikman 1 verilmesinden şikâyet eden bazı arkadaşlar da bazı albümlere yayınlanır yayınlanmaz 1 veriyorlar. Özellikle övgü dolu yorumlar yaptığı albümlere bile 1 veren bir kitle var. Enteresan.
Nevermore – Satan’s Host kırması bir müzik derim tarif etmem gerekirse. Özellikle Nevermore fanları direkt atlasınlar.
NWOBHM dönemine ve klasik heavy metale hayran olmama rağmen power metal geneli itibariyle pek sevdiğim bir tarz olmadı hiçbir zaman. En son (19 yıl önce!) Falconer’ın ilk albümüyle çok taze bir müzikle karşı karşıya olduğunu hissetmiş ve kafayı kırmıştım! Tarz olarak epey farklı olsa da bu albüm de beni benzer şekilde etkiledi. Tabii ilk albümünü Falconer’dan bile önce çıkarmış bir grubu benim nasıl olup da anca şimdi keşfedebildiğim ayrı bir konu!
Bazı metal türleri oldukça dar bir hareket alanına sahip ve bu sebeple gelişim dinamikleri kısıtlı. Evrim konusunda en sıkıntılı türlerden biri olan power metalin durumu ise bence farklı. Metalin genel seyriyle ilgilenmemekten, onu önemsememekten kaynaklı bir sorun var power için.
Peki ya tersi geçerli olsaydı? Power kendisini metalin motor gücü olan ekstrem tarzlara açsaydı karşımıza ne çıkardı? İşte Manticora bu soruya verilmiş çok güçlü bir cevap. Karşımızda gerçek anlamda sert, cayır cayır bir albüm var ve belki de daha önemlisi Manticora olayı power ile ekstrem metalin eklektik birliğinden öteye taşımayı, bir dolu ekstrem metal tekniğini kendi power çatısı altında eritmeyi de başarıyor.
Albümün beste kalitesi çok yüksek. Yaklaşık 15 dakikalık bir şarkıyla öylesine çılgınca giriyor ki albüm insan daha en baştan neye uğradığını şaşırıyor. Müzisyenlik de aynı şekilde tam bir gövde gösterisi.
Bana kalırsa modern bir klasikle karşı karşıyayız. Bu albümü Nosferatu, Into The Mirror Black gibi albümlerin yanına koyup grubun diskografisine gömülüyorum!
10/10
Sitede ilk kez bir albüme oy verdim. Ama yanlışlıkla bastığım için kaç verdiğimi bilmiyorum.
01.09.2020
@şeyh hulud, 6 vermişsin. Kim hangi albüme kaç veriyor, dakikasına kadar görebiliyorum, gerçekten ilginç tercihleri var bazı arkadaşların.
Notların düşüklüğünden, her yayınlanan albüme otomatikman 1 verilmesinden şikâyet eden bazı arkadaşlar da bazı albümlere yayınlanır yayınlanmaz 1 veriyorlar. Özellikle övgü dolu yorumlar yaptığı albümlere bile 1 veren bir kitle var. Enteresan.
01.09.2020
@Ahmet Saraçoğlu, bence pek çok kişi 10 verme maksadıyla bilmeden yıldızların en soluna basıyor. Eğer öyleyse bu her şeyi açıklığa kavuşturur hahah.