Çok dolmuşsunuzdur. Sınırdasınızdır. Sorunlarınızın sebebi ve önem derecesi ne olursa olsun artık patlama noktasına gelmişsinizdir. Fakat ortada bir sorun vardır. Büyük bir sorun. Ağlayamıyorsunuz. İçinizi dökemiyorsunuz. Tek göz yaşı dahi akmıyordur gözlerinizden. Rahatlayamıyorsunuz. Bir volkan gibi patlayasınız vardır ama nafile. İçinizde yaşadığınız o bitmek bilmeyen çatışma artık katlanılmaz geliyordur. Kendinizle hesaplaşmaya ihtiyacınız vardır. Sorunun ne olduğunu çok iyi biliyorsunuz fakat dürüst olmak acı verici geliyor. Kaçmak daha kolay. Derin bir iç yolculuğa çıkmanız gerekli fakat bundan korkuyorsunuz. Lakin Tomb Raider 3 oynarken yüksek bir tepeden karşıya atlamadan önce yaptığınız gibi 3 adım geri gidip, koşmadan önce derin bir nefes aldıysanız sıkı durun, Atavist bizleri üçüncü albümleri “III: Absolution” ile derinden sarsmaya geliyor.
Doom metal nedir? Aynı sıkıcı riflerin çalıp durduğu 21 dakikalık tek düze şarkılar mı? Yoksa dinlerken varoluş sebebinizden tutun da geçmişte yaptığınız ve gelecekte yapacağınız tüm hataları daha şimdiden yüzünüze tokat gibi vuran, yeri geldiğinde boş bir kâğıda attığınız tek noktayı dahi size sorgulatan, yüreğinizi lime lime eden bir insan icadı mı? Atavist bize bu albümünü dinletirken bolca “ben kimim?” dedirtiyor. Varoluşsal bir serüvene çıkartıyor bizi.
Dürüst olacağım. Laga lugaya gerek yok, tıpkı bu albüm gibi. “III: Absolution” iki kaşınızın arasına nokta atışı yapıyor. Hem de şu oyuncak oklarla değil. Klasik çift namlulu pompalıyla yapıyor bunu. Nasıl olduğunu da hiç anlamıyorsunuz bile. Tıpkı ölüm gibi zamansız bir şekilde gelip buluyor sizi. Albümü açtığınız an çok hoşlandığınız biriyle ilk defa sohbet etme şansı bulurmuşçasına kitleniyorsunuz. Tek farkı bu albüme karşı hissedecekleriniz öyle gelip geçici bir heves olmayacak.
Albümü IG hesabımda paylaşıp, grubu etiketledim ve yılın doom metal albümü olarak nitelendirdim. Aynı okulda çalıştığımız güzide bir sınıf öğretmeni arkadaşım bu tiplerin yan kesicilere benzediğini söyledi. Katılıyorum. İt kopuk sürüleri bu herifler. Çakallar. Kesin çocukken evde kumandayı da saklamışlardır. Bu yan kesiciler sadece doom metal yapmıyorlar. Yetmiyor bir de üstüne sludge gibi kanalizasyon kokusu veren leş oğlu leş ve drone gibi serçe parmağınızı kapıya vurduktan sonra hissizleştiğiniz; 10 saniyenin 10 saat geldiği gibi bir his uyandıran iki tür müziği de işin içine katıyorlar.
Vokaller inanılmaz derecede vurucu. Dinlerken adeta dişinizi sıkıyorsunuz. Şarkı uzunlukları öyle bir ayarlanmış ki adamların bu besteleri yaparken gayet doğal ve akıcı bir süreç içinde takıldıklarını hissediyorsunuz. Her şey ne fazla ne eksik. Tıpkı şarkı adları gibi en başta bir kayıp süreci yaşıyorsunuz, hemen sonra sert bir mücadele, ardından iç yüzleşme ve affedilme çabalarınızla son buluyor albüm. Beste yapısına baktığımızda basit ve sade bir anlayış söz konusu. Ekstrem ve diğer alt-türleri çok seven fakat doom ile hiç arası olmayan birine bile gözü kapalı şekilde önerilecek düzeyde bir albüm bu. Çünkü o kadar çiğ ve gerçek bir şey ortaya çıkmış ki taşı bile çatlatır.
Yukarıdaki paragrafın son cümlesinde az bile dedim aslında. Besteler aynı anda hem inanılmaz derecede sert hem de duygusal. Dinlerken karmaşık yapıda sayısız duygu ile boğuşuyorsunuz. Şarkı sözleri genel olarak kendinizi sorgulamak üzerine. Adı gibi bir günah çıkartma, affedilme isteği. Peki bunu hak ediyor musunuz? “Şu ilk şarkıyı dinleyeyim, bakalım bir” dedikten sonra bir anda fark ediyorsunuz ki albüm bitmiş. Albüm bittiğinde umarım az önceki soruya bir yanıt bulabilmişsinizdir.
İnsanın iç yüzleşmesini çok kudretli ve duygusal şekilde anlatan önemli eserlerden biri “III: Absolution”. Atavist ne yaptığını gayet iyi bilen ve bunu en sade ve net şekilde dinleyiciye ulaştırabilen bir grup. Yaptıkları bu üçüncü albümleri ile olgunlukta neredeyse zirve yapmış durumdalar. Bundan sonra daha ne yapabilirler gerçekten çok merak ediyorum. Herkesin bir gün affedilmeyi hak etmesi dileğiyle.
58 dakikalık Sincan mevkii gasp edilme seansı gibiydi. Deli gibi 10/10 albüm