“Necro” ön adlı üç grubun (1, 2) albümünü incelediğim “Ölüm Üçlüsü” serisinin bu haftaki halkasında son olarak İsveç death metal sahnesinde, bilhassa erken dönem işleri itibarıyla tür için estetik işler ortaya koyan Necrophobic’in debut albümü “The Nocturnal Silence”ı inceleyeceğim. İlk dinlediğimde bu albümden ne kadar etkilenmiş olduğumu hâlâ hatırlarım. Black metalin lanetli ve kasvetli melodilerini death metalin geleneksel enstrümantal üslubuyla buluşturan, bu sayede de belirli mecralarda “blackened death metal” olarak tanımlanan alt türün gözde albümlerinden biri olarak gösterilen “The Nocturnal Silence”, ekstrem metal türleri içerisinde melezliği göze en estetik biçimde çarpan metal albümlerinden birisi.
Vokal türleriyle, rif yapılarıyla ve tematik içerikleriyle esasen birbirlerinden karakteristik diyebileceğimiz farklılıklar gösteren death ve black metal, söz konusu “The Nocturnal Silence” olduğunda ise bu standartların ortadan kalktığı, iki türün bir potada eridiği bir vaziyete bürünüyor. Erken dönem ekstrem metal gruplarının hâlihazırda bu melez yapı üstünden güç alarak ikinci dalga gruplarına ilham kaynağı olduğunu biliyoruz ancak burada Necrophobic’in icrasını farklılaştıran ve kendi özgün dinamiklerine kavuşturan temel bir nokta var. Bu albümde, etkisini hâlâ göstermekte olan ve bir geçiş unsuru teşkil eden thrash metal ile değil, kendi çaplarında ayrı ayrı oturmuş birer müzik türü olan black ve death metal’in birbirlerinin kimyasına karışması gibi bir durumla karşılaşıyoruz. Bu sefer ekstrem metalin doğasını belirleyen unsur, kötücül tema ya da sound’larla birleştirilmiş bir thrash metal değil, hem death hem de black metalin oturmuş olan yapılarından devşirmeler yapılarak meydana getirilen bir sentez oluyor. Bu bağlamda “The Nocturnal Silence”, şayet “blackened death metal” gibi bir türden özgürce bahsedebilecek olursak, bu türün ilk albümlerinden biri olabilir. Eğer Dissection’ın ilk albümü de bu bağlamda sayılabilecekse, “The Nocturnal Silence” ile aynı yılda çıkan “The Somberlain” de (1993) gayet bu kulvarda yer alabilir ortaya koyduğu müzikal özellikler sebebiyle.
Bahsedilen melez türün, yazılıp çizildiğine göre en bariz özelliği içerik, imaj, şarkı sözü ve belirli rif yapıları itibarıyla black metalin satanik üslubunu death metalin bilhassa davullar, breakdown’lar ve enstrümantasyon nezdinde açığa çıkan müzikal mimarisiyle birleştirmesinde yatıyor. Nitekim imaj bakımından albümün kapağında, müzikal açıdan da şarkıların kendisinde tüm bu özelliklerin tezahür ettiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Öte yandan, yoğun melodik yapısı, 90’larda serpilen bir tür olması ve İsveç topraklarında doğması itibarıyla bu türün “melodik death metal” ile de epey benzerliği olduğu söylenebilir. Ancak bu melodik yapı, bahsettiğimiz albümün bünyesinde mevcut olan black metal unsurlarını hiçbir şekilde gölgelemiyor, tersine o yapının daha büyük bir keskinlik kazanmasını sağlıyor.
Esasen, kurulmasının son derece hassas olduğunu gördüğümüz bu denge, Necrophobic tarafından bilinçli bir şekilde mi ortaya kondu, açıkçası emin değilim. Çünkü grubun, 1997’de çıkan ikinci stüdyo albümü “Darkside”, debut ile kıyaslandığında özellikle sound açısından melodik death metale çok daha yakın duran bir albüm profili çiziyor, her ne kadar black metal bileşenlerini kullanmaya devam ediyor olsa da. Şahsi görüşüm, iki türün sentezi söz konusu olduğunda “Darkside”ın “The Nocturnal Silence”a kıyasla daha sentetik durduğu.
Şarkılar bazında konuşacak olursam, albümün sonuna yaklaştıkça death metal etkisinin daha yoğun bir şekilde hissedildiği göze çarpıyor. “Sacrificial Rites”, “Father of Creation” ve “Where Sinners Burn” parçaları gerek geçiş bölümleri gerekse rif-tempo düzenleri sebebiyle death metalin yırtıcılığını ve kaotik yapısını pekiştiriyor. Bununla birlikte grubun gitarlarda, Obituary ve Morbid Angel gibi gruplardan aşina olduğumuz belirli nota kombinasyonlarını da kullandığı dikkatimizi çekiyor. Açılış parçası “Awakening…”, “Before the Dawn” ve “Unholy Prophecies” gibi bestelerse melodik riflerin ve yoğun tremolo picking’lerin etkisiyle daha bir black metal havasını çağrıştıran besteler hâline geliyorlar. Toplamda 9 parçanın yer aldığı “The Nocturnal Silence”, esasen üzerine kurulduğu basit bileşenlere eklemlenen son derece klasik rifler, davullar ve melodik sololar vasıtasıyla hem dinlemesi hiç yormayan hem de oldukça keyifli bir çalışma ortaya koyuyor.
Yaydığı karanlık hava ve sergilediği melodik zenginlik sebebiyle “The Nocturnal Silence”ın; Marduk’un “Those of the Unlight”ını da zaman zaman akıllara getiren bir yanı olduğu söylenebilir. Bu nedenle Marduk’un bahsi geçen albümünü sevip de henüz Necrophobic’in bu albümünü dinlememiş olanların bir noktada “The Nocturnal Silence”ı da sevebileceğini öne sürebilirim. Neticede Marduk ve Dissection gibi İsveç’ten fışkıran ve debut’unda bu grupların erken dönem çalışmalarında olduğu gibi black/death metalin karakteristik yanlarını kendine has üslubuyla sergileyen Necrophobic, klasik diyebileceğimiz albümlerden birine imza atıyor.
Kadro Anders Strokirk: Vokal
David Parland: Gitar, klavye, söz (2-9), beste
Tobbe Sidegård: Bas, geri vokal (1), beste (4,6)
Joakim Sterner: Davul, söz (1), beste (1,2,5)
Şarkılar 1) Awakening…
2) Before the Dawn
3) Unholy Prophecies
4) The Nocturnal Silence
5) Inborn Evil
6) The Ancient Gates
7) Sacrificial Rites
8) Father of Creation
9) Where Sinners Burn
Çok çok iyi bir kritik olmuş, tebrikler. Gerçekten de death metal ve black metal sentezini güzel anlatmışsın. Albüm iki türün de sevenlerini bir araya getiren mutlu bir düğün adeta.
Dissection ve Marduk’un ilk albümleri vurgusuna katılıyorum, bu iki grubun ilk iki albümünü az da olsa seven bu albümü koşulsuz beğenir gibime geliyor. Hatta bence çiğ/erken dönem isveç death metali seven de sever. Çünkü ilk dinlediğimden beri hep bir left hand path ya da ATG’nin ilk albümleri havası alırım. O yüzden albümü hem o kategoriye koyar hem de melodik black metal havamdaysam açarım. 10/10
Bu albümü dinlediğimde gerçekten Marduk ve Dissection tınıları da aldığım için incelemede değinme gereği duydum. İşin ilginci “The Somberlain”, “Those of the Unlight” ve “The Nocturnal Silence”; bunların hepsi 1993 yılında ve İsveçli olan ekstrem metal gruplarının ellerindne çıkmış albümler. Hâl böyle olunca insan ister istemez havasında, toprağında ve müzikal bakış açılarında belirli ortak noktalar yakalayabiliyor bu grupların.
@enemyofgod, Eyvallah. Valla ben de açıkçası kritiğin yayınlanmasından bir iki gün sonra sitede Necrophobic’le ilgili haber görünce şaşırdım, bana da sürpriz oldu.
Death metalin black metal etkileşimli türlerine öncülük eden en önemli albümlerden biri. Bana göre Necrophobic’in en iyi albümü. Grubun diğer albümlerine kıyasla kendi yapısı içerisinde çok daha zengin bir müzikal varyasyon barındırıyor. Kritikte de belirtildiği gibi black metal unsurları, müziğin death metal yapısını baskılamıyor ve bu yapının içerisinde müziğin karakterini oldukça zenginleştirip güçlendiren unsurlar olarak ortaya çıkıyor. Eline sağlık Emir, gayet güzel bir kritik olmuş. 10/10
@Noshophoros, “Hâl böyle olunca insan ister istemez havasında, toprağında ve müzikal bakış açılarında belirli ortak noktalar yakalayabiliyor bu grupların.”
Abi malumun ilamı olacak belki ama müzikte -en çok da metal özelinde- ülke/bölge ve dönem/yıl karakteristiğine hep inanıyorum. Fransa’dan ‘düz’ bir şeyler çıkamaması gibi isveç’ten de hep melodik altyapılı yırtıcı şeyler çıkıyor.
Genellersek fin grupların çoğunun vokal rengi ve klavyesinden tanınması, alman thrash’inin bay area ya da doğu yakası thrash’inden net farklı olması, norveç & polonya & yunanistan black metali farkının neredeyse şıp diye anlaşılması, ispanya ve İtalya’dan çok da akıl alan kalıcı gruplar çıkmaması(lince açığım kabul) danimarka ve avustralya’nın geleneksel heavy metal’de ısrarcılığı, ingiliz doom & gotik tınısı vs. vs. hep birbiriyle karışmayan kendine özgü geleneksel soundlar.
Tabi bunlar benim öznel görüşlerim. ama bu albümde de bence aynı bölgeye ve zamana ait müzisyenlerin birbirlerinden haberleri olmasa bile “oralı olmanın” verdiği bir şahsiyet mevcut. Anlatması tarifi zor sanki biliyorum ama ancak metali fazla dinleyen bizim gibiler anlar. :)
@Twat, Evet, gerçi ben her ne kadar güncel sahneleri takip etmiyor olsam da (Fransa, Polonya vb. gibi) temelde dediğini anladım ve katılıyorum. Norveç, İsveç ve Finlandiya gibi örnekleri 90′lar black metali ölçeğinde düşününce hakikaten böyle bir şey var gibi.
Elinize sağlık güzel kritik ve güzel albüm. Bu albümdeki black metal etkileşiminin Dark Funeral ın ilk albümünde de çalmış olan ve bu albümden sonra Necrophobic ten ayrılan David Parland ın etkisinin olduğunu düşünüyorum. Ayrıca burdaki vokalist bu albümden sonra ayrılıp 2014 te geri dönmüştü.
@Fogs Kiss, Teşekkür ederim. Dark Funeral’daki “Blackmoon”un Necrophobic’teki David Parland olduğunu yeni öğrendim sayenizde. Dark Funeral üstünden düşününce dediğiniz çok makul geliyor kulağa.
Albüm bir efsane. Darkside’ı da bu albümden aşağı görmüyorum bence o da tam bir klasik. Az önce Nailing The Holy One’ı dinlerken sandalyeyi tekmeleyecektim amk.
Çok çok iyi bir kritik olmuş, tebrikler. Gerçekten de death metal ve black metal sentezini güzel anlatmışsın. Albüm iki türün de sevenlerini bir araya getiren mutlu bir düğün adeta.
Dissection ve Marduk’un ilk albümleri vurgusuna katılıyorum, bu iki grubun ilk iki albümünü az da olsa seven bu albümü koşulsuz beğenir gibime geliyor. Hatta bence çiğ/erken dönem isveç death metali seven de sever. Çünkü ilk dinlediğimden beri hep bir left hand path ya da ATG’nin ilk albümleri havası alırım. O yüzden albümü hem o kategoriye koyar hem de melodik black metal havamdaysam açarım. 10/10
05.06.2020
@Twat, Teşekkürler yorumların için.
Bu albümü dinlediğimde gerçekten Marduk ve Dissection tınıları da aldığım için incelemede değinme gereği duydum. İşin ilginci “The Somberlain”, “Those of the Unlight” ve “The Nocturnal Silence”; bunların hepsi 1993 yılında ve İsveçli olan ekstrem metal gruplarının ellerindne çıkmış albümler. Hâl böyle olunca insan ister istemez havasında, toprağında ve müzikal bakış açılarında belirli ortak noktalar yakalayabiliyor bu grupların.
Kritiğin zamanlaması süper yeni albüm haberi verildi single da 17 Haziran
06.06.2020
@enemyofgod, Eyvallah. Valla ben de açıkçası kritiğin yayınlanmasından bir iki gün sonra sitede Necrophobic’le ilgili haber görünce şaşırdım, bana da sürpriz oldu.
Death metalin black metal etkileşimli türlerine öncülük eden en önemli albümlerden biri. Bana göre Necrophobic’in en iyi albümü. Grubun diğer albümlerine kıyasla kendi yapısı içerisinde çok daha zengin bir müzikal varyasyon barındırıyor. Kritikte de belirtildiği gibi black metal unsurları, müziğin death metal yapısını baskılamıyor ve bu yapının içerisinde müziğin karakterini oldukça zenginleştirip güçlendiren unsurlar olarak ortaya çıkıyor. Eline sağlık Emir, gayet güzel bir kritik olmuş. 10/10
06.06.2020
@cemilokumus, Sağ olasın Cemil. Bu albümün, gözünden kaçmayacağını tahmin etmiştim, tam senin seveceğin türden :)
@Noshophoros, “Hâl böyle olunca insan ister istemez havasında, toprağında ve müzikal bakış açılarında belirli ortak noktalar yakalayabiliyor bu grupların.”
Abi malumun ilamı olacak belki ama müzikte -en çok da metal özelinde- ülke/bölge ve dönem/yıl karakteristiğine hep inanıyorum. Fransa’dan ‘düz’ bir şeyler çıkamaması gibi isveç’ten de hep melodik altyapılı yırtıcı şeyler çıkıyor.
Genellersek fin grupların çoğunun vokal rengi ve klavyesinden tanınması, alman thrash’inin bay area ya da doğu yakası thrash’inden net farklı olması, norveç & polonya & yunanistan black metali farkının neredeyse şıp diye anlaşılması, ispanya ve İtalya’dan çok da akıl alan kalıcı gruplar çıkmaması(lince açığım kabul) danimarka ve avustralya’nın geleneksel heavy metal’de ısrarcılığı, ingiliz doom & gotik tınısı vs. vs. hep birbiriyle karışmayan kendine özgü geleneksel soundlar.
Tabi bunlar benim öznel görüşlerim. ama bu albümde de bence aynı bölgeye ve zamana ait müzisyenlerin birbirlerinden haberleri olmasa bile “oralı olmanın” verdiği bir şahsiyet mevcut. Anlatması tarifi zor sanki biliyorum ama ancak metali fazla dinleyen bizim gibiler anlar. :)
06.06.2020
@Twat, Evet, gerçi ben her ne kadar güncel sahneleri takip etmiyor olsam da (Fransa, Polonya vb. gibi) temelde dediğini anladım ve katılıyorum. Norveç, İsveç ve Finlandiya gibi örnekleri 90′lar black metali ölçeğinde düşününce hakikaten böyle bir şey var gibi.
İsveçli öncü black death diyince Morbid’in EP yi de saymak lazım ki onun yapılış yılı 87
06.06.2020
@Retrokafa, Bu kritikte anmayı unutmuşum doğru, ama onun incelemesini de yazmıştım zamanında:
http://www.pasifagresif.com/2019/11/morbid-december-moon/
06.06.2020
@Noshophoros, vaay güzelmiş eline sağlık kardeşim. Morbid’in yeri ayrı.
06.06.2020
@Retrokafa, Teşekkür ederim sağ olasın.
Elinize sağlık güzel kritik ve güzel albüm. Bu albümdeki black metal etkileşiminin Dark Funeral ın ilk albümünde de çalmış olan ve bu albümden sonra Necrophobic ten ayrılan David Parland ın etkisinin olduğunu düşünüyorum. Ayrıca burdaki vokalist bu albümden sonra ayrılıp 2014 te geri dönmüştü.
06.06.2020
@Fogs Kiss, Teşekkür ederim. Dark Funeral’daki “Blackmoon”un Necrophobic’teki David Parland olduğunu yeni öğrendim sayenizde. Dark Funeral üstünden düşününce dediğiniz çok makul geliyor kulağa.
Albüm bir efsane. Darkside’ı da bu albümden aşağı görmüyorum bence o da tam bir klasik. Az önce Nailing The Holy One’ı dinlerken sandalyeyi tekmeleyecektim amk.