Avustralya’nın progresif metal dünyasına armağanlarından biri olan CALIGULA’S HORSE, modern progresif metalini 10 yıldır bizlerle paylaşan ve bu süreçte beş albüme imza atan bir grup. Progresif metalin “progresif” sıfatının altının boşalmasının ardından imdadına yetişen djent karakterli katkılar ve MESHUGGAH’nın yarattığı birtakım şeylerin de eklenmesiyle, progresif metalin başlardaki “kompleks heavy metal” durumu zaman içinde çok ama çok değişerek bambaşka bir şeye dönüşmüş durumda.
CALIGULA’S HORSE bunu hakkını vererek yapan oluşumlardan biri. Müzikleri yeterince organik, sadece trendlerin peşinden koşmak gibi bir niyetleri yok ve progresif rock’ın katmanlı dokularından da gayet pragmatik şekilde faydalanıyorlar.
Grupla tanışmamı sağlayan 2017 çıkışlı “In Contact”, sonradan önceki albümlerini de dinlememle birlikte CALIGULA’S HORSE’un o güne kadarki en iyi albümü olduğunu düşündüğüm bir çalışmaydı. Türün dinamikleri, geldiği ve gittiği yer düşünüldüğünde grup hem bugüne ayak uyduruyor hem de türün gelişimine dair rafine bir anlayış sunuyordu. Şu anda elimizde olan yeni albüm “Rise Radiant”, çıktığı günden bu yana defalarca dinlediğim ve “In Contact”ın üzerine çıkamasa da iyi bulduğum bir çalışma.
CALIGULA’S HORSE’u bilmeyenler için bazı referanslar belirtmek gerekirse, bence grup LEPROUS, KARNIVOOL, INTERVALS ve HAKEN’ın bir karışımından oluşuyor. Buna kopya çekmek, onlara özenmek gözüyle bakmayın ancak bu grupları bir blender’a atıp karıştırırsanız bence %100 bir CALIGULA’S HORSE’a ulaşmış olursunuz.
“Rise Radiant”a dair önemli konulardan biri, grubun progresif metalin “modern” olmasını sağlayan ve bahsettiğim MESHUGAHH yaratılarının metale kazandırmış olduğu birtakım şeyleri yerli yerinde ve dozunda kullanması. Djent’e can veren unison gitar ve davul kullanımları, aksak ritimler, senkop muhabbetler CALIGULA’S HORSE’un progresif metalinde daha ziyade birer motif niteliğindeler, bu sayede de grup çok kolay şekilde tribüne oynayıp kayabileceği djent kumpanyasını uzaktan sevmekle yetiniyor ve müziğinin sağa sola dağılmasını önlüyor.
CALIGULA’S HORSE’un müziği, başta vokalden ve sonra da gitar tonlarından kaynaklı birtakım hareketler neticesinde fazla sertleşme şansı bulamıyor. Bu durum grubun müziğini progresif rock yapmıyor elbet, ancak CALIGULA’S HORSE olayı yumuşatma ve pamuk helva kıvamına getirme konusunda da elini korkak alıştırmıyor. “Resonate” ve “Autum” ve aşırı kırılgan, narin şarkıların bazı bölümlerinde neredeyse PORCUPINE TREE – “In Absentia”nın en narin anlarını dinler gibi hissediyor, pamuk gibi oluyorsunuz. Albümün en iyi şarkılarından olan “Salt” gibi yapıtlarda ise grubun iki kontrastı bir arada kullandığını ve cidden çok başarılı beste örnekleri sergilediğine tanık oluyoruz. Bu albümden bir şarkı dinleyecekseniz bence “Salt”u tercih edin.
Bahsettiğim rock’a kayma anlarında hem vokal hem de müziğin genel yapısı itibarıyla hemşehrileri KARNIVOOL’a da acayip benzedikleri yerler olmuyor değil. Misal bir “Themata”, biraz zorlanıp azıcık modifiye edilse rahatça bir CALIGULA’S HORSE şarkısına dönüştürülebilir gibi sanki. Bu açıdan bakıldığında CALIGULA’S HORSE sadece metal bağlamında değerlendirilemeyecek, daha geniş bir kitleye hitap edebilecek bir grup. Yumuşadığında kaliteli, sertleştiğinde yine belirli sınırlarda, hiç öyle uçlara gitmeye niyeti olmayan bir müzik yapıyorlar.
Referans verdiğim grupların sahip oldukları özellikleri CALIGULA’S HORSE ve “Rise Radiant”ta rahatça görmek mümkün. Bunlardan biri olan vokal, müziği bazı anlarda gerçekten de LEPROUS’ın kayıp ikizine dönüştürebiliyor. Agresif kısımlarda daha baskın HAKEN ve INTERVALS benzerlikleri orta çıkarken, kırılgan şarkı ya da bölümlerde özellikle “Pitfalls”daki hisli LEPROUS’a çok yakın duran olaylarla karşılaşıyoruz. Bazı vurgularda vokalist Jim Grey’in sesi Einar Solberg’in neredeyse aynısı oluyor. Albümü ilk dinleyişimde, genizden söylediği veya kafa sesine geçtiği yerlerde “ulan bu şarkıda da mı Einar konuk değil?” diye düşünmeden edemedim. Misal yukarıdan dinleyebileceğiniz “Autumn”ın son 1 dakika 10 saniyesindeki “You were leading us into autumn ever forward” derkenki “leading us” kısımlarında. Tabii ki farkını anlıyorum ama bir heceliğine de olsa iki vokalist neredeyse aynı sesi çıkarıyor, dünyamız birden güzelleşiyor.
“In Contact”ın daha değerli bir albüm olduğunu düşünmekle beraber, “Rise Radiant”ı da keyifle dinledim. Eğer yazıda adı geçen grupların en az birini seviyorsanız ve CALIGULA’S HORSE’la ilk kez şu an tanışıyorsanız bence albümü dinlememeniz için bir sebep yok. Bu iş günümüzde bu şekilde yapılıyor ve CALIGULA’S HORSE da bunun hakkını veriyor.
Kadro Jim Grey: Vokal
Sam Vallen: Gitar, banjo, vokal
Adrian Goleby: Gitar
Dale Prinsse: Bas, vokal
Josh Griffin: Davul
Şarkılar 1. The Tempest
2. Slow Violence
3. Salt
4. Resonate
5. Oceanrise
6. Valkyrie
7. Autumn
8. The Ascent
9. Don't Give Up (Peter Gabriel cover'ı)
10. Message to My Girl (Split Enz cover'ı)
Karnivool ve leprous kadar dinlediğim bir grup değil. Ama in contact kesinlikle daha değerli albümdü.
01.06.2020
@Melkor, Bu yorumu yapmaya gelmiştim.Teşekkürler.
The Tempest hoş şarkı ama bu yeni nesil prog soundu sanırım çok bana göre değil, ben daha klasik şeylerden hoşlanıyorum.
Kapak çok hoşuma gitti.