Artık Vader albümü inceleme işine girdiğimde fazla zorluk çekmiyorum nedense. İlk bir iki şarkıyı dinlediğimde albüm hakkında genel bir kanı oluşuyor. Biraz introlu, yavaştan bir giriş yapıyorsa daha detaylı ve katmanlı albüm oluyor; eğer direkt kafa göz giriyorsa genellikle thrash metal ağırlıklı, daha basit türde oluyor. Sabırsızlığımdan dolayı işi gücü bırakıp, aslında yazmakta olduğum diğer bir Vader albümünü bırakarak hemen yeni albüme girişmek istiyorum.
Belki de Death Metal camiasında en üretken ve istikrarlı isimlerden biridir Vader. 1983’te kurulduğundan beri ortaya kaliteli işler koymuş, önemli isimleri kadrosunda bulundurmuş ve hâlâ ilk günkü gibi yardırmayı amaçlayan bir grup. Aynı zamanda grubun oluşumundan sonraki en stabil kadroya sahipler ve yaklaşık 10 senedir devam eden bir birliktelikleri var. Kemik kadrosunu kaybettikten sonra kısa süre bocaladıktan sonra oluşturduğu kadroyla uyumlu işler ortaya koyuyorlar. Bunlardan en iyileri 2011 yılında çıkardıkları “Welcome to the Morbid Reich” ve 2014’te çıkan “Tibi Et Igni” idi. Bu ikisi Vader diskografisinde en tepeye oynayacak yapıtlardı gerçekten.
Fakat nedense en son çıkan “The Empire” bana çok palas pandıras yapılmış, pek özensiz bir albüm gibi gelmişti. Hâlâ da doğru düzgün oturup dinlediğim olmamıştır. Gerçi Vader arada sırada bu tarz işlere girişiyor, örneğin “Impressions of Blood”dan sonra çıkan “Necropolis” de buna dâhil edilebilir. Yani son zamanlarını genellediğimde çok iyi albüm sonrası ortalama çıkarmak gibi bir huyları var.
2020’ye geldiğimizde artık karşımızda veteran bir grup var. Bu yüzden ilk beklentim “The Empire” gibi baştan savma bir albüm olmuştu. Fakat söylemek haddim olmasa da Vader beni bu albümde oldukça şaşırttı. İlk olarak Polonya’dan çıkan tüm albümlerin prodüksiyonundan sorumlu Wiesławski kardeşler yerine daha modern işlerde ismini duyduğumuz Scott Atkins isimli arkadaş var. Aslında genel olarak sound “The Empire” albümünden çok da farklı değil, ama daha temiz olduğu kesin. Özellikle davullar tane tane duyuluyor, gitarlar biraz kısık ve geri planda kalsa da oldukça net ve temiz tonlara sahip.
Beni şaşırtan kısma gelirsek; albüm “Shock and Awe” gibi oldukça klişe *bread and butter* denilen bilindik Vader tipi bir şarkı ile başlıyor. İlk duyduğumda beni hiç şaşırtmamış, hatta umutsuzluğa sürüklemişti. Albümü dinlerken bu süreç “Into Oblivion”la devam etti. Çünkü bunlar daha önce duyduğumuz Vader şarkılarıydı. Çok farklı olaylara girmeyip bilindik formüller üzerinden gideceklerini düşünmeye devam ettim. Kısa ve thrash ağırlıklı Vader şarkıları bir dinleyici olarak beni her zaman soğutmuştur. Çünkü Piotr gerçekten inanılmaz şarkı yazabilme yeteneğine sahip, deli gibi rif üretebilen bir insan.
“Despair” de aynı şekilde çok kısa ve basit bir thrash metal rifi üzerinden gidip daha anlamadan bitiyor.
“İşte bu!” dediğim an ve sürprizlerin ardı ardına gelmesi de “Incineration of the Gods”ın davullu girişi ile başlıyor. Bir sonraki rifte neler olacağını kestiremediğim Vader şarkıları her zaman favorim olmuştur. Burada da Piotr’ın groove yüklü riflerine tanık oluyoruz ve delişmen sololar da birbirini takip ediyor. Girişi ve ana rifi “Xeper”in yavaşlatılmış hâli olan “Sanctification Denied”, ardı ardına atılan lead’ler ve hatta kovboy filmlerinden duyduğumuz motiflere bile ev sahipliği yapıyor. “And Satan Wept” de diğer bir Vader yardırması.
“Emptiness” bana daha çok “The Empire” için yazılmış ama bu albüme kalmış bir şarkı gibi geliyor. Tek beğendiğim özelliği hard rock’vari soloları oldu. Grup harika riflerle bezeli “Final Destination”da bizi adeta geçmişe götürüyor. Bana göre albümdeki en etkileyici şarkı ise kesinlikle Polonya thrash metalinin kült isimlerinden olan Acid Drinkers’ın bir parçası olan “Dancing in the Slaughterhouse” oldu.
Orijinaline yakın olarak koro vokallerin dâhil edilmesi, arkada histerik gülme seslerinin gelmesi albümün kimyasına çok iyi uymuş. Diğer favorim ise son parça olan “Bones”. Albümün geneline kıyasla yavaş bir tempoda ilerleyen bu parça albümdeki en groovy riflere sahip, Dimebag’vari bir solodan sonra yardırmaya başlıyor ve son ana kadar sürüklüyor.
Anladığım kadarıyla artık Piotr kısa ve öz albümler yapmaya çalışıyor. Şarkıların içine “aaa ben burasını tanıyorum” dedirten geçmişe dönük rifler koyarak eskiye atıflar yapmayı da seviyor. Onun haricinde yine 30 dakikaya sığan, dinleyiciyi fazla sıkmayacak, ama konserlerde kemik seslerinin geleceği ve çoğu zaman son yıllarda ağırlık verdikleri thrash metalin sadeliğini özümseyen bir müzikle hayatlarına devam ediyorlar. Bunu iyi veya kötü anlamda söylemiyorum tabii, sadece artık çok fazla rif içeren daha derinlikli şarkılar yerine biraz daha basit seviyede şarkılar yazıyorlar. Bu konuda “Necropolis” ve “The Empire” bana göre büyük birer başarısızlık örneğiydi, ama “Solitude in Madness” tam anlamıyla olmuş diyebilirim. Grubun çok iyi performans sergilediği, olgunlaşmış, neredeyse 40 yaşına bir yaklaşmış Vader dinletiyorlar bize. “Despair” sonrasında başlayan kısımdan itibaren albümün uzun süre playlist’imde döneceğini şimdiden kestirebiliyorum.
Kadro Peter: Vokal, gitar
Spider: Gitar
Hal: Bas
James Stewart: Davul
Şarkılar 01. Shock And Awe
02. Into Oblivion
03. Despair
04. Incineration Of The Gods
05. Sanctification Denied
06. And Satan Wept
07. Emptiness
08. Final Declaration
09. Dancing In The Slaughterhouse
10. Stigma Of Divinity
11. Bones
Demek ki mesele sadece aynı müzik yapmak değilmiş. Aynı müziği sıkıcı halde yapan gruplara duyurulur. Zevkle dinlenecek bir albüm yapmışlar. Kötü gün dostu Vader. Puan gayet yerinde. Bence de 8.
Vader’in Litany ve Black to the Blind ile birlikte süresi en kısa albümü. Mevzuyu hiç uzatmadan yarım saatte tokatlıyorlar. Böyle kısa ve net albümlere bayılıyorum.
Kritikte bir çok noktaya katılmasam da , herkesin zevki farklı deyip geçiyorum. Fikir ayrılığı yaşadağım için kötü bulduğum bir kritik ama çatır çatır albüm olmuş.
çok iyi bir kritik olmuş,vaderi baya severim ama son albüm o kadar da ilginç değil, her zaman yaptıklarını sürdürmüşler sanki çok yeni bir şey yok gibi geldi ve biraz baydı açıkcası, farklı zamanlarda farklı moodlarda tekrar dinlemem lazım kesin kanıya varmak için.
bu arada en sevdiğim albümleri Welcome to the Morbid Reich
@crowkiller, Teşekkür ederim. WTTMR, Vader’ın en deneysel, hatta kendi içinde progresif sayılabilecek albümü ve benim de çok sevdiğim albümlerinden birisi. Return to the Morbid Reich şarkısındaki Dimmu Borgir tarzı semfonik girişe hastayım. I am who feast upon your soul ve don’t rip the beasts heart out fena şarkılar.
Solitude in Madness’a tekrar şans vermeni tavsiye ederim. Bones’dan başlayabilirsin.
Solitude in Madness – Mailorder edition’a decapitated saints’i değilde eski albümlerden 4 şarkıyı yeniden kaydedip koymuşlar. Wings,carnal,triumph of death , red passage.
Demek ki mesele sadece aynı müzik yapmak değilmiş. Aynı müziği sıkıcı halde yapan gruplara duyurulur. Zevkle dinlenecek bir albüm yapmışlar. Kötü gün dostu Vader. Puan gayet yerinde. Bence de 8.
pek vader dinlemedim ama kritik öyle güzel ki şimdi açıp bakıcam tadına.
07.05.2020
@necrobutcher, Teşekkür ederim.
Vader’in Litany ve Black to the Blind ile birlikte süresi en kısa albümü. Mevzuyu hiç uzatmadan yarım saatte tokatlıyorlar. Böyle kısa ve net albümlere bayılıyorum.
Hayli sağlam albüm gerçekten, şöyle yarım saatten bile kısa sürede derdini anlatan kaliteli death metalin hastasıyım.
Kritikte bir çok noktaya katılmasam da , herkesin zevki farklı deyip geçiyorum. Fikir ayrılığı yaşadağım için kötü bulduğum bir kritik ama çatır çatır albüm olmuş.
08.05.2020
@Bloody Rose, senin güzel gönlün sağolsun kardeşim (esnaf mode off). Albümü beğendiğine sevindim.
çok iyi bir kritik olmuş,vaderi baya severim ama son albüm o kadar da ilginç değil, her zaman yaptıklarını sürdürmüşler sanki çok yeni bir şey yok gibi geldi ve biraz baydı açıkcası, farklı zamanlarda farklı moodlarda tekrar dinlemem lazım kesin kanıya varmak için.
bu arada en sevdiğim albümleri Welcome to the Morbid Reich
11.05.2020
@crowkiller, Teşekkür ederim. WTTMR, Vader’ın en deneysel, hatta kendi içinde progresif sayılabilecek albümü ve benim de çok sevdiğim albümlerinden birisi. Return to the Morbid Reich şarkısındaki Dimmu Borgir tarzı semfonik girişe hastayım. I am who feast upon your soul ve don’t rip the beasts heart out fena şarkılar.
Solitude in Madness’a tekrar şans vermeni tavsiye ederim. Bones’dan başlayabilirsin.
https://www.youtube.com/watch?v=RAsshq_CCQ8
11.05.2020
@Exorsexist, söylemeyi unutmuşum,albümden en sevdiğim şarkı bones zaten :) bu arada yeni albüme decapitated saints re-record koymayı unutmuşlar :)
16.05.2020
Solitude in Madness – Mailorder edition’a decapitated saints’i değilde eski albümlerden 4 şarkıyı yeniden kaydedip koymuşlar. Wings,carnal,triumph of death , red passage.
17.05.2020
@crowkiller, Decapitated Saints’i Welcome to the Morbid Reich albümünde yeniden kaydetmişlerdi zaten, tekrardan yaptılar mı bilmiyorum.
17.05.2020
@Exorsexist, ben de ona istinaden demiştim zaten
ÇOK İYİ ALBÜM. süresi de 30 dakikanın altında olduğu için defalarca kez dinleme isteği uyandırıyor.
benden 9 çalışır.