Avustralya’nın Melbourne kentinden çıkmış, tarifi inanılmaz zor ve yarım düzine hipsterdan oluşan çılgın bir grup King Gizzard & The Lizard Wizard. Kendilerinin Melvins ekolünden geldiğini söylemek doğru olur. Şahsen Buzz Osbourne’un sesini ve gitar stilini çok sevmeme rağmen müziklerini ilgi çekici bulamadığımı söylemeliyim. Daha çok, yarattıkları sıra dışı ve kategori tanımayan albümlerini muazzam buluyorum. Bu yüzden 20 tane albümlerini dinleyeceğime best of’’larını dinlesem bana yeter.
Piyasaya çıktığı 2012 yılından beri ara vermeden hatta bazı yıllarda iki, bazı yıllarda aynı anda dört albüm birden çıkarıyor bu manyak herifler. Toplamda 15 albümleri var, yuh! Fakat ülkemizde yeterince bilinmediğini düşünüyorum ve gözlemliyorum. Altın Gün’ün de pek çok kez yer aldığı müzik programı olan KEXP reklamını sıkça yaparak grubu dünyaya tanıtmaya çalıştı böylece dünya çapında inanılmaz bir hayran kitlesi edindiler. Özellikle hipster müzik çevresi tarafından çok fazla biliniyorlar.
Benim grubu keşfetmem de bu albümle birlikte oldu, diskografinin tamamına hâkim değilim ancak “Flying Microtonal Banana” isimli albümlerini dinledim. Fazlaca Türk müziğinden etkilenilmiş, aslında bağlama ile çalmak istemesine rağmen çeşitli sebeplerden dolayı yapamamışlar, onun yerine microtonal banana adını verdiği gitarı icat etmiş.
Çok inanılmaz bir müzik yelpazesinden besleniyorlar ve bunların hepsini aynı şarkı içinde kullanıp boca ettiklerinden saykedelik, progresif, jazz, blues, 60’lar ve 70’ler rock, metal, hatta Türk müziği dahil ne ararsan ^kullanıyorlar. Stu Mackenzie, hippie ve boş vermiş tavırlarıyla genç kızların sevgilisi haline gelmiş durumda zaten. Röportajlarında iki kelimeyi bir araya zor getiren bu arkadaş sahneye çıktığında virtüöze dönüşüyor, çılgınlar gibi sololar atıp, flüt üflüyor.
Alakasız olacak ama bir konserinde stage dive yapıp, seyircilerin tepesinde sahile götürülüp, sörf yapıp, tekrar seyircilerin tepesinde konser alanına geri dönerek konsere devam etme gibi absürt olayları var. İnternette kendisi hakkında arama yaptığımda çıkan sonuçlar gerçekten komikti. “Rüyamda Stu’yu gördüm, muhteşemdi’”, “Stu, senden çocuğum olsun istiyorum” gibi şeylerden bahsediyorum. Buldukları şarkı ve albüm isimlerinden tutun, yaratıcılıkta sınır tanımamaları, konser sırasında bile birden çok enstrümanı kullanmaları gibi gerçekten muazzam işleri başarıyorlar.
King Gizzard & The Lizard Wizard’ın ilk ve sanırım tek thrash-heavy metal albümleri ve konsept nedeniyle günümüze uyan enteresan bir öngörüsü var. Bir röportajında Stu bunu dünyanın gitgide korkunç bir hâl alması ve iyice yolundan çıkmasından etkilenerek yazdığını söylüyor, gerçekten de doğru. Teknoloji, açgözlülük, zengin-az gelirli insanların gelir uçurumu kombine olduğu zaman ortaya korkutucu sonuçlar çıkıyor.
Yazmaya Covid-19’un pandemiye dönüşmeden başlamamla birlikte benim 2019 yılında en çok dinlediğim albümlerden birisi ve hâlâ dinlemekten keyif aldığım bir albüm olduğundan özel bir yeri var. Albümde A ve B şeklinde iki adet konsept var. A kısmı Dünya’da geçiyor ve daha çok günümüze dair referansları konu alıyor, B kısmı ise daha çok bilim-kurgu boyutuna geçiyor ve daha komplike bir hâle geliyor, yine de iki farklı konu ortak noktada buluşuyor. Benim tercihim şarkı sözü ve kulakta kalıcılık açısından ilk bölüm, ama sertlik ve müziğin kaotikliği oluşturan ikinci kısmı.
Planet B
Davulla başlayıp baya baya thrash metal gitar tonuyla devam ediyor ve ardından çılgın atan soloyla mevzuya son sürat giriş yapılıyor.
“Open your eyes and light the fluid.”
Daha ilk şarkıdan Stu’nun fantezi dünyasındaki karakter bize yaşadığı Dünya’yı anlatıyor. Kıtlık başlamış, yiyecekler yok olmuş, çölleşmiş, hastalık, ne ararsan var. İnsanlar kek yemeyi rüyasında görüyor. Tam bir post-modern dünya. Tek yol zorunlu göç. Ama para desen o da yok. Açgözlü insanlar yüzünden Dünya terk edilmeye mahkûm bırakılmış.
“There is no Planet B.”
Mars for the Rich
“I’m just a poor boy
Living frugally
I see Mars on TV
I see people happy
Mars for the privileged
Earth for the poor”
Müthiş “catchy” bir şarkı, ana rifi olsun, aradaki enstrümantal bölümü olsun kafayı sürekli sallayıp ritim tutturacağınız şekilde orta tempoda ilerleyen ve nakaratıyla akıllara kazınan türden. Burada hikâyeyi post-modern dünyada yaşayan insanın gözünden dinliyoruz.
Fakir fukara halk dünyada yaşamaya terk edilmişken, parası olan zenginler Mars’a gidip koloni kurmuşlar, keyifleri yerinde, gülüp oynuyorlar. Aynı zamanda Dünya’da kalanlar kendilerini doyurmak için var güçleriyle çalışıyor ve kendilerini sorguluyorlar: “acaba ben de bir gün Mars’a gidebilecek miyim?” Mars’ta hayat gün geçtikçe güzelleşirken, Dünya iyice çürümeye doğru gidiyor. Ama yok öyle…
“Just forget it, ya ain’t coming here
The ticket’s too dear
I stare sadly into my beer
That world has no place for me”
Hiç boşa ümitlenme koçum, senin paran yetmez diyor ve birasını yudumlamaya devam ediyor. Çünkü Mars zenginler için. İşçisin sen işçi kal, köleliğe devam.
“Mars for the Rich”
Organ Farmer
Tipik bir thrash metal şarkısı. Girişi Slayer’ı anımsatıyor. Albümdeki en hızlı parçalardan biri ve sözlerinde farklı konulara değiniyor. Ben bu şarkının ikinci bölüme daha çok yakışacağını düşünüyorum. Aynı zamanda albümün en kısa ve vurucu şarkısı.
Çürümeye bırakılan Dünya’da her türlü halt dönüyor. Çivisi çıkan insanların iyice çevreye, hayvanlara, hatta insanlara dahi nasıl zarar verdiğinden dem vuruluyor.
“Human laboratory
Kill the squid, cut the tree
Arrogant human being
Meadow’s vast, body parts pulled apart
Partly smart, partly art, partly not”
Zenginlerin istediği gibi top oynayıp, -Çin de olduğu gibi- insanların organlarını çalmaları, hayvanları katletmeleri, üzerinde test yapmaları ile korku filmi gibi bir Dünya’da yaşadığımızı bir kez daha anlıyoruz.
Superbug
Benim albümdeki favori şarkım. En az 100 defa dinlemişimdir. Yavaş ve ağır tondan giden gitarlarla tam bir Black Sabbath şarkısı. Neredeyse tüm sözlerini ekleyeceğim çünkü gerçekten ironik.
“Superbug coming up
Feels like he’ll never stop
Shoulda used phages
Instead you took ages
Superbug gave a shrug
And ate all your prescription drugs
And never, ever, ever stopped
Deadly contagious
And inter-generational
Never ever ever stops
And never ever gives a fuck”
Superbug denilen bir virüsün/bakterinin dünyaya gelişi, hiçbir şeyi siklememesi ve jenerasyonlar boyunca durmadan insanları enfekte edip, ilaçlara rağmen durmayışı konu ediliyor.
“Superbug in my blood
Superbug made of the disturbing stuff”
İnsanları enfekte eden bu virüs bir türlü durmuyor, üretilen ilaçlar, antibiyotikler yararsız kalıyor.
“H1N1 was a flop
Anti-microbial
Resistance is futile
Superbug is like a truck
Penicillin is a duck”
H1N1 adı verilen virüse bile rahmet okutacak olan bu virüs insanları fazla antibiyotik kullanımına zorluyor ve neredeyse tüm insanları katlediyor. Tüm bunları Stu’nun kırçıllı sesiyle “supeeerrrrbuuggg madeee offf dissturrbinggg stufff” diyen sesiyle bitiriyoruz.
Venusian 1
Hayatımda ilk defa “Venusian oneee” şeklinde bir giriş yaptığına tanık olduğum bu şarkıyla birlikte albümün 2. bölümüne geçiş yapıyoruz. Aynı zamanda tam bir Metallica şarkısı, hatta Stu da bununla birlikte James’in vokalini neredeyse birebir taklit ediyor.
Açıklaması daha zor ve hızlı gelişiyor olaylar, konsept tamamen kurguya bağlandığından bazı yanlış anlatımlar olabilir. Stu’nun açıklamasına göre yeryüzünden canlı kalan bir grup isyancının Venüs’e zorunlu göç etmesini konu alıyor. Yaşadıkları yeryüzünü geride bırakan bir grup insan uzay gemisinde yola çıkıyorlar. Geminin adı “Venusian 1”, kaptanın kafası fazla çalışmadığından gezegene inmek için Güneş’in çekiminden faydalanmak istiyor. Kendi mürettebatına söyle temkinlerde bulunuyor
“I heard there’s a holy yellow sky
Just make sure you close your eyes
Outside air will bring your death
Just make sure you hold your breath”
Perihelion
“Space is the place for the human race
Chasing the race for the new place
Days on our old place waste”
Savaşlar, doğa katliamı, hava kirliliği, iklim değişikliği ile bir insan ömrü kadar kısa bir sürede Dünya’nın bir tarafına koyan insan, çareyi diğer gezegenlerde arıyor. Boyutu, Güneş’e yakınlığı ve diğer birçok benzerlikler göstermesi sebebiyle Dünya’nın kız kardeşi olarak görülen Venüs gezegeni ise ilk hedef. Tüm kadro gemiye binmiş, heyecanla Venüs’e iniş yapmaya girişiyorlar.
“Melting humans and everything they bring
In a blink, the sun will drink their things
Grinning sun has sinners for dinner”
Tabii bizim gezegenimiz gibi bir atmosfere sahip olmayan Venüs, karbondioksit ve sülfürik asitten oluşmasından dolayı daha gemiyi indiremeden Güneş’i görmesiyle eriyip gidiyor. “Venusian 1”a Allah’tan rahmet, sevenlerine baş sağlığı diliyoruz.
Venusian 2
Diğer şarkılarda olduğu gibi bu da tam bir Metallica şarkısı. “Venusian 1”ın yanıp kül olmasından sonra “Venusian 2” adlı gemiye bağlanıyoruz. Kokpitten olan biteni izleyen geminin kaptanı, mürettebat ilk geminin geldiği hâli görmesine rağmen inatla, cahil cesaretiyle gitmeye devam ediyor. Güneş’in çıkışına rağmen olacaklardan habersiz son sürat gemiyi Venüs’e indirmeyi başarıyor.
“Fingers getting warm
And eyes are turning gold
Evil twin is coming in”
Self-Immolate
Yine bir Slayer-Metallica şarkısı ile karşı karşıyayız. Çok gaz bir ritim gitarla başlayıp harika bir koro ve nakaratla devam ediyor. Hayatlarında ilk defa metal albümü yazmalarına rağmen ortaya çıkan sonucun son derece başarılı olduğunu Self Immolate ile anlıyoruz. 0.46’da giren gitar James Hetfield’ın elinden çıksa şaşırmam. Sanki Stu, James’in ritim gitar yeteneğini 90’lardan günümüze getirmişçesine ritim gitar çalıyor. Aynı başarıyı da tüm şarkı boyunca farklı yerlerde gösteriyor, aynı girişi 2.32 ve 3.47’de yine harika bir girişle süslüyor.
Venusian 2’nin Venüs yüzeyine inmesiyle birlikte insanlar delirmeye, değişik paranoyalar yaşamaya başlıyor. Yüzey sıcaklığı nedeniyle gemi de yanmaya başlıyor ve insanlar yavaş yavaş yanarak eriyorlar. Zıplaya zıplaya kendilerini ateş topuna dönüştürüyorlar.
“I have gone insane-o
I lust for volcano
Be with molten lava
Give me my Nirvana”
Hell
“God, it’s pretty hot down here
Under surface
Antichrist has tempted me
With a purpose”
Yanarak hayatlarına veda eden mürettebat kendilerini cehennemin ta dibinde buluyor ve olaya kendileri de şaşırıyor. Yüzyıllar boyunca işledikleri günahların sonucu olarak karşılarında Şeytan’ı görüyorlar
“Here I was thinking I’d die
I see a thousand flies and wings and tails and spines
Nausea-less, resoluteness near the entrance
Satan points me to the rats’ nest”
Her şeyin bittiğini düşünürken birden Şeytan ve onun hizmetkârlarını karşılarında bulan insanlar ne yapacağını şaşırmışken, Şeytan’ın “Infest the Rats’ Nest” talebiyle karşılaşıyorlar, yani -büyük ihtimalle- Mars’ı istila etmekle görevlendiriyorlar.
Hikâyeyi burada sonlandırmakla birlikte aslında devam serisine açık kapı bırakıyor grup. Stu Mackenzie ve ekibi çılgınlar gibi Motörhead, Metallica ve Slayer etkilenimlerini kullanıp kendi müziklerine adapte etmişler ve ortaya tek kelimeyle muazzam bir şey çıkmış!
Söz yazarlıkları, albüm kapağı, müzisyenlikleri, tüm bileşenleriyle birlikte özgünlükte çığır açmak diye buna derim.
Kadro Stu Mackenzie: Vokal (1-9), gitar (1-9), bas (6, 8, 9)
Joey Walker: Bass (1-5, 7, 8), geri vokal (3, 5-9), gitar (6, 9)
Michael Cavanagh: Davul (1-9), geri vokal (7-9)
Cook Craig: Gitar (2, 4, 5, 6, 9), geri vokal (5-9)
Ambrose Kenny-Smith: Geri vokal (4-9), armonika (1, 2, 6, 9)
Eric Moore: Geri vokal (8, 9)
Şarkılar 1. Planet B
2. Mars for the Rich
3. Organ Farmer
4. Superbug
5. Venusian 1
6. Perihelion
7. Venusian 2
8. Self-Immolate
9. Hell
Yazıyı okumadım şöyle bir inceledim ve bir inanılmışlık hissettim bunu daha öyle okumak yerine çayımı-ev poğalarımı alıp sindire sindire okumaya karar verdim hahahaha yapıcam bunu.
grup harika, her işleri farklı kafada ve harika. bu arada yazıda bizim ülkede pek bilinmediği yazılmış ama 2018 Ağustos’unda Küçükçiftlik’te hatırı sayılır bir kalabalık topladı grup. :)
Albüm puanı ise çok düşük, bu da aslında ne kadar kaliteli olduğuna işaret ediyor albümün.
@Oğul, Doğrudur, konserden haberim yoktu, ama Türkçe kritik araması yaptığımda sonuç alamadım, onu bıraktım google trends den baktığım zaman da 2017 ve 2018′de olan ani sıçramadan başka arama vs yok.
“Albüm puanı ise çok düşük” – on üzerinden dokuz puan nasıl düşük olabiliyor anlamadım.
Vay be bu albüm geçen sene çıkmasına rağmen, rateyourmusic sitesinde en çok oy alan 19′uncu thrash metal albümü şu anda. Arise gibi bilinen bir albümün bile bir tık üstünde yani. Öyle çok oy toplamış.
Bence müthiş albümdü. Övmeye başlasam çok uzun sürer, “ne abartmışsın oğlum” dedirtir, dinleyecek olanları soğuturum. O yüzden siz bana bakmayın, dinleyin işte.
Yazıyı okumadım şöyle bir inceledim ve bir inanılmışlık hissettim bunu daha öyle okumak yerine çayımı-ev poğalarımı alıp sindire sindire okumaya karar verdim hahahaha yapıcam bunu.
Geçen senenin bence en şuursuzca eğlenceli albümlerinden biriydi.
Süper grup, süper müzik.
grup harika, her işleri farklı kafada ve harika. bu arada yazıda bizim ülkede pek bilinmediği yazılmış ama 2018 Ağustos’unda Küçükçiftlik’te hatırı sayılır bir kalabalık topladı grup. :)
Albüm puanı ise çok düşük, bu da aslında ne kadar kaliteli olduğuna işaret ediyor albümün.
04.04.2020
@Oğul, Doğrudur, konserden haberim yoktu, ama Türkçe kritik araması yaptığımda sonuç alamadım, onu bıraktım google trends den baktığım zaman da 2017 ve 2018′de olan ani sıçramadan başka arama vs yok.
“Albüm puanı ise çok düşük” – on üzerinden dokuz puan nasıl düşük olabiliyor anlamadım.
04.04.2020
@Exorsexist, hocam sizin oyunuzdan değil, okuyucuların oylamasından söz etmiştim. :)
Vay be bu albüm geçen sene çıkmasına rağmen, rateyourmusic sitesinde en çok oy alan 19′uncu thrash metal albümü şu anda. Arise gibi bilinen bir albümün bile bir tık üstünde yani. Öyle çok oy toplamış.
Bence müthiş albümdü. Övmeye başlasam çok uzun sürer, “ne abartmışsın oğlum” dedirtir, dinleyecek olanları soğuturum. O yüzden siz bana bakmayın, dinleyin işte.
İnceleme güzel, tebrik ediyorum arkadaşı, daha fazla Gizzard istiyoruz.
Bu adamlar 3 gün üst üste konser vermedi mi ya İstanbul’da? Bilinmemezlikten bahsedilmiş ama ;__;
Gerçi iksv salonu küçüktür..