Bugün hayatımın bir döneminin soundtrack’i olmuş, benim için çok büyük anlamlar taşıyan bir gruptan bahsedeceğim. Her açıdan hâkim olduğum, en yakından tanıdığım gruplardan birinin yeni albümünü yorumlayacağım. Açıkçası bugüne dek karşılaşmadığım türde bir KATATONIA albümüyle muhatap olduğum için hem albümün ve KATATONIA’nın genel bir fotoğrafını çekeceğim hem de biraz iç hesaplaşmaya gireceğim.
Benim için KATATONIA’nın varoluş sebeplerinden biri daima empati olmuştur. KATATONIA dinleyicinin içindeki çatırdamaya müsait birtakım hisleri hedef alır ve bazen tek bir notayla, tek bir kelimeyle bu hissin açığa çıkmasını sağlar. “İçinde birikenleri dışarı çıkar” diyerek bize bir rahatlama fırsatı sunar. Aslında KATATONIA bizi hüzünlendirmez, aklımıza geldiğinde hüzünlenmemizi sağlayan duyguları açığa çıkarır. Çünkü KATATONIA gerçektir. İçselleştirilmeye müsaittir. Bu yüzden de empati kurulabilir birtakım müşterek daralmalar, pişmanlıklar, elden bir şey gelmeyen anlar, bir daha asla yakalanamayacak fırsatlar, biçare sıkıntılar KATATONIA müziğiyle gün yüzüne çıkma fırsatı bulurlar. Yerinde ve zamanında dinlenen amacına uygun bir KATATONIA şarkısı bu yüzden pek çok insan için çökertici değil, bilakis yükseltici etki bile yapabilir, insanı rahatlatabilir.
Bunun olabilmesi için bazen minik bir ayrıntı bile yetiyor aslında; Jonas’ın ağzından çıkan tek bir kelime, Anders’in bastığı tek bir nota… KATATONIA bu sayede çok kısa yoldan, bir anda içimize işlemeyi ve bazen fark etmesek ve sadece hüzünleniyoruz sansak da bizi güvende hissettirmeyi başarır. Bu sayede KATATONIA pek çok kişi için sadece iyi bir grup değil, aynı zamanda bir şeylerin paylaşıldığı bir eşlikçidir. Pek çok grubun şarkılarını ilgilenebilecek kişilere önerirken, KATATONIA şarkılarını önermekte tereddüt ederiz zira herkeste aynı etkiyi yapmayabileceğini biliriz. Bazısı grubun konserine gidip gözyaşı döker, bazısı kulaklığını takıp gece vakti sokağa çıkarak bu deneyimi kimseyle paylaşmamayı seçer.
Lakin KATATONIA’nın da duyguları vardır. Belki 25 yıldır dinliyor, biliyor, tanıyor olsak da onun da kendi dalgalanmaları, duygusal gelgitleri vardır. KATATONIA, birkaç farklı zihnin meydana getirdiği bir karakterdir; kendi içinde mücadeleleri, güçlü ve zayıf yanları, hayalleri vardır.
“City Burials” bu mücadeleyi, güçlü ve zayıf yanları, hayalleri gösteren ve belki de bunları en çıplak hâliyle yansıtan KATATONIA albümü. Albümü çıktığından bu yana defalarca dinledim. Her bir şarkıyı tekrar tekrar açtım ve hem şarkıları hem de kendimi yoklayarak duygu ve düşüncelerimin sağlamlığından emin olmaya çalıştım. Nihayetinde, bugüne dek ilk kez kendimi bir KATATONIA albümüne alışmaya çalışırken, bir KATATONIA albümünü sevmeye çalışırken buldum.
Bir yandan KATATONIA’ya haksızlık etmek istemediğimden fazla da üstüne gitmek istemedim. Sonuçta KATATONIA da bizim gibi büyüyor, kendi içerisinde çatışmalar yaşıyor, belki zaman zaman geleceğini belirsiz görüyordu. Belki o da bizim gibi bazı şeyleri değiştirmek istiyordu, ancak bizi hayal kırıklığına uğratmamak, üzmemek adına hep ona alıştığımız şekilde kalmak zorunda kalıyor, içten içe tükeniyordu. Bu yüzden de ondan istediğimin %100’ünü alamadığım anda ona sırtımı dönmek istemiyordum. Empati kuran tarafın bir kere de ben olmam gerektiğini hissediyordum. Albüm, öncesinde yaşananlar ve grubun bir süreliğine ara vermesi de düşünüldüğünde her anlamda bir iç hesaplaşmaydı. Bazı bireysel ve ortak çatışmalar sonucunda ortaya çıktığı çok belliydi.
Yapmak zorunda olduğum bu uzunca girişin ardından albüme geçebilirim. Ben “City Burials”ı beğenmedim. Çıktığından beri albümü her gün defalarca dinledim, tamamen odaklanarak ve yapılmak isteneni anlamaya çalışarak, albümü didik didik ederek içine girmeye çalıştım. Yapılmak istenenin de ortaya çıkan sonucun da farkındayım ve hayatımda ilk kez bir KATATONIA albümünden tat alamadım. Şimdi bunun sebeplerine gelelim.
“Dead End Kings”, “The Fall of Hearts” ve “hep yapmak istedikleri birtakım şeylerin” bir karışımı olarak gördüğüm “City Burials”, ne yazık ki bugüne dek bana en az şey hissettiren KATATONIA albümü oldu. Albümdeki müzisyenlikten, sözlerden, bestelerden bağımsız olarak müziğin içime işlediği anların azlığı her dinlemede beni daha fazla üzdü. KATATONIA dinleyip üzülmeye alışık olabilirsiniz, ancak bu o şekilde bir üzülme değil maalesef. Normalde bir KATATONIA albümünü ilk kez dinlediğimde mutlaka içime işleyen, “of ulan bu nedir kardeşim” dedirten irili ufaklı hançerler çıkar karşıma. Daha ilk dinlemeden “eyvah bu şarkı ağzıma sıçacak” dediğim anlar olur. “City Burials”da bu olmadı. Hiç olmadı.
“City Burials”, KATATONIA’nın şehirli hüznünün sinematografik bir kimliğe büründüğü; bildiğimiz şarkı yapılarından kimi zaman kaçınılarak atmosfere bel bağlandığı ve bu yüzden de her an her yerde dinlemeye uygun olmayan anlayışta bir albüm. Bu atmosferi güçlendirmek için kullanılan durağanlık grup elemanları için çok şey ifade ediyor olabilir, ancak bir yerden sonra bildiğin monotonluğa doğru kayıp albümün benimsenir oluşunun önüne geçiyor diye düşünüyorum. Bu da “City Burials”daki şarkıların “benim şarkılarım” veya “bizim şarkılarımız” olmasını engelliyor ve sadece “KATATONIA’nın şarkıları” olarak kalmasına neden oluyor. İçine giremiyorum, hep dışarıdan bakmak zorunda kalıyorum.
Elbet KATATONIA da diğer pek çok grup gibi farklı şeyler denemekte, istediğini yapmakta özgür. Ancak bunca yıl sonra bazı şeylere alışmak kolay olmuyor. Grup müziğindeki dramayı, hüznü kırmak istediğini ve daha güçlü, yeri geldiğinde kızıp sertleşebilen bir mizacı olduğunu “Viva Emptiness”tan beri gösteriyor. Ancak misal “Behind the Blood” gibi hard rock karakterli bir şarkıyı, “Passer”ın ilk bir dakikasına bayılan biri olarak bile benimseyemiyorum. KATATONIA’nın artık bu olduğunun farkındayım, ama yakıştıramıyorum, konduramıyorum. Tıpkı Jonas’ın “şarkıcılığını keşfetmesini” kendisine yakıştıramadığım gibi. Bu yorumum garip karşılanabilir, ancak Jonas Renkse’nin 25 yıldır alışık olduğumuz pes, minimal, kırılgan vokallerinin ardından özellikle bu albümde yaptığı yüksek oktavlı vokaller bana kalırsa Renkse’nin ve KATATONIA’nın ruhuna hiç uymuyor. “Behind the Blood”ın 3.24’ünde duyulabilen türde çığırmalardan bahsediyorum. Aynı durumdan, beni daha da fazla rahatsız edecek şekilde Mikael Åkerfeldt de muzdarip mesela. Kendisinin son 2-3 albümde yaptığı heavy metale kayan vokallerin gerçekten skandal olduğunu düşünüyorum, hiç yakıştıramıyorum (örnek: “Dignity” 4.03-4.10). Bir müzisyen elbet konfor alanının dışına çıkıp bir şeyler denemeli, ancak bu tarz şeylerden sanki en baştan “yok abi, pek olmadı” denilerek vazgeçilmeliydi gibi hissediyorum.
Albümde gerçekten sevdiğim tek şey “Rein”in gazla dolu nakaratı. Bence çok iyi yazılmış ve albümün geri kalan tümünden daha iyi bir KATATONIA görüyorum o nakaratta. Onun haricinde, bazı şarkıların daha iyi olmalarını sağlayabilecek bazı fırsatları kullanmadıklarını, açıkçası biraz tembellik yaptıklarını düşünüyorum. Damar vokal melodisi yazma konusunda son derece mahir bir grup olan KATATONIA, kadın vokal destekli “Vanishers”ın nakaratını bile yeterince dramatik ve karakteristik hâle getirememiş. Zevk meselesi elbet, ancak nakaratını her dinlediğimde “ground” ve “bound”lar söylenirken aklımda “en sonda başka iki nota tercih edilmeliydi” hissi uyanıyor ve her seferinde kendi içimde farklı söylemekten kendimi alıkoyamıyorum. DEAD END KINGS’den “The Racing Heart”ı anımsatan karakterde bir şarkı olan “The Winter of Our Passing”den tutun da grubun TOOL sevdasını fazlasıyla ortaya koyduğu “Neon Epitaph”e kadar albümü dinlerken içime sinen, “ben bunu yıllar sonra bile dinliyor olacağım” diye düşündüren bir tane bile şarkı yok maalesef.
Yine de tüm bunlar nedeniyle albümü yerden yere vurmayacağım. Bir KATATONIA albümünü olumsuz yönde eleştirmek, onu geçtim bir KATATONIA albümünde övecek yer aramak benim için gerçekten acı bir şey. Ancak bunca yıl bana hep istediğimi veren bir grubu, sırf kendi istediğini yaptı diye de yerin dibine sokacak değilim. Kendi istediklerini yaptılar ve bir dinleyici olarak bu benim tarafımda karşılığını bulmadı; hepsi bu.
Not: 6/10
Erhan Yiğit
“Lacquer” itibaren gelen ”Bir cisim yaklaşıyor efendim” hissi ve hemen arkasından verilen “Kimsin sen?!” tepkisi.
Bundan 20 yıl önce, “Last Fair Deal Gone Down” albümünün çıkışından hemen sonra “City Burials”ı grup üyelerine dinletme şansımız olsaydı ve “İşte bu sizin yıllar sonra yapacağınız işlerden biri olacak” deseydik tepkileri ne olurdu acaba? Ben olsam kocaman bir hassiktir çekip “Bu da iyi ama hiç sanmıyorum” derdim muhtemelen. Demek istediğim bu olacak şey değil; kariyerine doom metal ile başlayıp, brutal vokaller kullanan bir müzik grubu nasıl oluyor da bunca radikal değişimin ardından hâlâ ayakta kalabiliyor? “Dance of December Souls“u sattığı aynı adama nasıl “Viva Emptiness”ı de satabiliyor? Bu klişe haline gelmiş soruların cevapları sadece Katatonia’ya özel çekirdek bir bakış açısında gizli: müziğini değiştirmeye cesaret ederken, anlayışlarını da değiştirme gerekliliğinin farkındalar. Bu farkındalık etkenine grubu fırtınalı göklerden sığ sulara indiren ve ”at sikine kelebek konmuş” yakıştırmasından koruyan özel bir strateji tarifi diyebiliriz.
Ne yalan söyleyeyim “Lacquer” teklisi yayınlandığından beri içimde ”Galiba bu sefer sert kayaya çarpacaklar” düşüncesi vardı. İlk single’a göre çok daha iyi olduğunu düşündüğüm “Behind the Blood” teklisinden sonraysa iyice kafam karışmış ve daha da çok meraklanmıştım. Ama söz konusu anasını boyayıp babasına satan, çıkardıkları her albümü öyle ya da böyle kitlesine benimseten Katatonia olunca, kendimi yeni sürprizlere hazırladım ve kafamdaki olumsuzlukları bir kenara bıraktım. Albümün çıkış günü geldiğinde ise ne yaptıklarını daha iyi anlamak adına önceki albümlerini tekrar dinledim. Olabildiğince ağır ve provokatif müzik anlayışından, yumuşak ve kasvetli bir müzik anlayışına geçişlerindeki mükemmelliği ziyaret etmek, “City Burials”ı dinlemeden önce yapılabilecek en iyi şey oldu benim için.
Öncelikle bu albüm için diyebileceğim en özet cümle: ”Cesurca bestelenmiş, iddialı olma kaygısı gütmeyen, kimi şarkıda gerçekten şaşırtırken kimi şarkıda klasik Katatonia havasını hissettiren bir eser”. Albümü dinlemeye başladığınızda daha ilk baştan farklı olacağını sezdiriyor ve şarkıların neredeyse hepsi bir ”dönüşüme” hizmet ediyorlar. “Neon Epitaph” şarkısında ki Tool izleri, “Vanishers”deki Anathema etkisi ve “Behind The Blood”ın “Rock ‘n’ Roll Baby!” havası albümün genelini önemli düzeyde etkilemiş. Bazı şarkılarda tuzunun fazla olduğunu düşündüğüm elektronik ögeler fazlasıyla sırıtmış; misal “Lacquer”ı hem güzel hem de aşırı ciddiyetsiz bulmam albümdeki diğer şarkılara da ön yargı ile yaklaşmama sebep oldu, fakat “Untrodden”a öyle bir solo yazılmış ki utanmasam Katatonia’nın en iyi albümü bu diyeceğim. Nihayetinde albümü bitirdiğimde elime “Dead End Kings” veya ne bileyim “The Fall of Hearts” ile kıyaslanabilecek bir ipucu geçmedi, çünkü şarkılarda alışılmış Katatonia kasvetinden daha farklı bir şeyle yüz yüze gelmiştim. Gözlerinden yaş akan, elleri kirli, sepya ve gri renkteki müzikal hissiyat; daha akıcı, daha modernize ve beyaz bir depresyona dönüşmüş, başka bir şeyle kıyaslanması zor hâle getirilmişti.
Genel açıdan yaklaştığımızda şarkılar derli toplu değil, bu da dinlerken takip işini gerçekten zorlaştırıyor. İçerisinde “efsane” diye tabir edilebilecek şarkı olmasa da 5 adet şarkıyı çok iyi buldum; fakat Shifts, Teargas, Lethean, The Racing Heart veya Decima seviyesinde bir parça ile karşılaşmadım maalesef. Şahsi kanaatim albümün sadece güzel ve dinlenilebilir olduğu yönünde. En sevindirici olan taraf ise grubun ”The Fall of Hearts’ın ekmeğini az yemedik, buradan devam edek” demek yerine dinleyicilerine çeşitli deneyimler tattıracak bir eser yaratmaları. Bu hususta albüm ister iyi olsun ister kötü olsun, ilerledikleri yolda sonuna kadar saygıyı hak edecek hamlelerde bulundukları aşikar.
Sonuç olarak Katatonia’mız “kıpırdama bir şey denicem” diyerek çok fazla hayal kırıklığına uğratmadan, acıtmadan daha önceki albümlere nazaran daha cesur ve yenilikçi bir anlayış ile çalışmış. Ne kadar iyi ne kadar kötü olduğu konusunda dediğim gibi net bir çizgi çizemiyorum. İçine girdikleri yeni sinematik ve yoğunlaşmış şehirsel heyecan bambaşka geldi bana. Her ne kadar “City Burials”a bayılamasam da hakkını da yiyemem, ortada hâlâ müziğine güzel güncellemeler yaparak, müzisyenliklerinin sınırlarını zorlayan bir grup var.
Kadro Anders Nyström: Gitar
Jonas Renkse: Vokal, sözler, besteler
Niklas Sandin: Bas
Daniel Moilanen: Davul
Roger Öjersson: Gitar
Konuk:
Anni Bernhard: Vokal (6)
Anders Eriksson: Programlama
Joakim Karlsson: Davul programlama (3)
Şarkılar 1. Heart Set to Divide
2. Behind the Blood
3. Lacquer
4. Rein
5. The Winter of Our Passing
6. Vanishers
7. City Glaciers
8. Flicker
9. Lachesis
10. Neon Epitaph
11. Untrodden
12. Fighters (ENTER THE HUNT cover'ı)
Uzun yıllardır var olan grupların yeni şeyler denemesi, tarz değişikliğine gitmesi ve grubu sevenlerin, grubun eskideki belli dönemlerine özlem duyması son derece normal durumlar.
Katatonia kasvetine, damarizasyonuna tapan biri olarak albüm benim de klasik Katatonia zevkimden uzak. İlk kez dün akşam dinleyebildim, çok kötü diyemem yine de. Biraz daha dinleyip, içselleştirmeye ihtiyacım var. Fakat şu anki düşüncemle 7-7.5 çalışır benden.
İki kritik de çok başarılı, ellerinize sağlık.
Untrodden, Vanishers öne çıkan parçalar oldu ilk dinlememde.
Ben albümü beğendim. İnanılmaz bir albüm değil TGCD öncesi albümlerin kalibresinde hiç değil ancak beğendiğim bundan önceki iki albümden daha iyi olduğunu düşünüyorum.
İlk defa Brave Murder Day’de tutturdukları formülü sonradan daha sakin bir müziğe inanılmaz iyi bir şekilde uyarlayan bu grubun bu formülü terk etmesine kırgınım ama buna yakınacak albüm bu değil.
Ahmet Saraçoğlu’nun eski bir sevgiliyle hesaplaşır gibi yazdığı kritik, albümden daha ilginç bi tat bıraktı bende.
Albüme de 8 işler benden, beklediğimi aldım sanırım, bir önceki albümden sonra zaten çok bir şey beklemiyordum, bana yetti.
Öncelikle albümü beğendim ama aynı zamanda Katatonia’nın en az sevdiğim, bana en az dokunan albümü oldu diyebilirim. Çünkü Katatonia benim için her işi en az 9 9.5 olan bir gruptu ve her albümünde anılarımın olduğu bir gruptu. Bu albümü içim buruk bir şekilde beğendim diyebilirim. Keşke ikinci dönem Katatonia’sında kalıp bu mükemmelliği devam ettirselerdi.
Albüm’de beğendiğim yanlarından birisi de Ahmet abinin aksine Jonas’ın “Şarkıcılığını keşfetmesi” ve yüksek oktavlı vokalleri. Tabii ki de eski “pes, minimal, kırılgan vokallerini” yeğlerim ama bu müziğe şuanki vokallerin daha çok yakıştığını düşünüyorum. Albümde gerçekten beğenmediğim şarkılar olsa da albüm genelinde dinlettiriyor ve tatmin edici. Son olarak ikici kritiğin son cümlesine sonuna kadar katılarak 7.5 puan da benden geldi.
Ilk kritik beni 52 dakika 11 saniyelik zaman kaybindan kurtardi.bu sureyi marduk ve motörhead dinleyerek bira fondipleyip muthis sekilde degerlendirebilirim. Tesekkurler…
Anathema, Opeth, In Flames ve nicesi gibi Katatonia da “hastayı kaybetmek üzereyiz” diyebileceğimiz aşamaya geldi galiba. Benim dinleyerek büyüdüğüm başucu gruplarım arasında hayal kırıklığı yaratmadan devam eden Paradise Lost kaldı bir tek, ve neyse ki iki haftaya kadar imdadıma yetişecek yeni albümleri.
Yeni bir albumun, o grubun daha onceki albumlerine kiyaslanarak notlandirmanin ne kadar dogru tartismasi icin iyi bir ornek bu.
Ahmet, bilemiyorum bu his tartisildi mi ?
Bu album, yeni bir grubun ilk albumu olsaydi yine ayni notu alir miydi ?
Albumlerin notlandirmasi tamamen herseyden bagimsiz yani yeni bir grubun ilk albumuymus gibi mi yapilmali , yoksa eski albumlerine karsilastirarak mi ?
@Arnavut, Bence eski albümlere göre yapılmalı çünkü mesela bir grup çok iyi bir ilk albüm çıkarır ondan sonraki ikinci albüm seni tatmin etmez niye çünkü adamların daha iyisini yapabilecekleri potansiyelleri olduğunu bilirsin.Şöyle bir şey de olabilir yine aynı grup kötü bir albümle başlar sonra iyiye doğru gider her ne kadar normalde beğenmeyeceğin bir albüm olsa da adamlar üstüne koymuş be abi diyip takdir edersin.Umarım ne demek istediğim anlaşılmıştır biraz değişik oldu ama ben böyle düşünüyorum
@Arnavut, ben sevmiyorum böyle “bir zamanlar şöyleydiler, eskisi gibi değil” tarzı kritikleri. Hele bu gruplar Opeth ve Katatonia gibi sürekli değişen gruplarsa. Geçmişi eşelemenin ne anlamı var, okumak istediğimiz albüme dair bir şeyler ama karşımıza çıkan “eski Katatonia şöyleydi” tarzı satırlar.
@Rust in Peace., benim incelememden bahsediyorsan ben bu yazı özelinde “eski Katatonia şöyle iyiydi şimdi böyle kötü demedim”. Grubun yeni bir şey denemek istediğini ve bunun bende karşılık bulmadığını özellikle belirttim.
@Ahmet Saraçoğlu, iyiydi kötüydü ondan bahsetmiyorum. Önceki işler, Katatonia’yla duygusal bağınız vs. hakkındaki yazıların kritikte gereksiz bir şekilde uzatıldığını, bundan dolayı asıl albüm hakkında verilen bilginin kısıtlandığını düşünüyorum. Kritiği okumadan önce dinlememiş olsam mesela bende pek bir şey uyandırmazdı kritik albüm hakkında. Opeth kritiği de aynısı.
Bu arada, evet Katatonia’nın belki de en zayıf albümü ama ben 6 olduğunu da düşünmüyorum. Leprous’un son albümü 8 mesela.O 8′ken bu 6 olamaz. Leprous 8 puanı haketmediğinden değil, Katatonia bu kadar düşük puanı haketmiyor bence.
@Arnavut, bence bir albüm neredeyse tamamen o grubun daha önceki albümleriyle kıyaslanarak notlandırılmalı. Yoksa başka neyi kıstas alabiliriz ki? Bu şekilde değerlendirmezsek grubun gelişimini, tecrübesini, yıllardır yaptıklarını görmezden gelmiş oluruz, o yüzden ben notlandırma yaparken grubun geçmişine göre değerlendiriyorum.
katatonia’yı ilk dinlediğim zaman last fair.. çıkan son albümleriydi. lisedeydim ve gürültülü , sert ne varsa dinlemeye çalıştığım bir dönemdi. müzik dinlemek veya yeni bir grubu keşfetmek şimdi olduğu kadar rahat değildi. ya birinden kaset ya cd bulacaksın ya da biri dinletecek de..anca öyle. internetten de tam albümü bulmak indirmek zor, tek tek şarkıları bulabildiğin kadar. neyse, yaldır yaldır gruplardan sonra katatonia’yı dinledim. tonight’s music, teargas.. dokunaklı müziklerden de hoşlandığımı düşünmüştüm.
üniversiteye geçtim. bu aralarda mp3 playerlar biraz yaygınlaştı diye hatırlıyorum, kapağını çıkartınca usb’ye bağlanan şekilde bi sony’im vardı. discouraged ones ve tonight’s decision albümlerini de o ara bi şekilde edindim. bulabildiğim tüm metal gruplarının albümlerini dinliyordum, yanında da depresif halimi destekleyen bir arkadaş gibi düşündüğüm katatonia’yı dinledim. üniversiteye ilk başladığım dönem, her gün istanbul-kocaeli arası çok uzun bir yolu her gün gidip gelirken katatonia hep bir parçam oldu. ikinci öğretim, karanlığın ortasında bir dönüş yolculuğu benim için hep katatonia ile yer buldu. for my demons, i break..diğerleri.
bu arada viva emptiness çıkmıştı. katatonia biraz değişmişti, yine kırılgan gibiydi ama daha sinirliydi sanki. bence sıkıntı yoktu, ben de biraz depresif biraz sinirli hissediyordum. katatonia’yı sevmek değil, ben katatonia’yım gibi düşünüyordum. yani biraz denyo gibi gözüküyorum sanırım ama yorumu baya kişisel ve uzun yazmış bulundum artık :)
the great cold distance’ı çıktığı gün dinlemeye başladım. belki de tam çıkmadan dinliyordum çünkü arada sürekli, albüm şu zaman çıkacak diye konuşan karizmatik sesli bir abi vardı.o dönemde tek dinlediğim şeydi. üniversiteye git-gel, maddi durum olmadığından haftasonları da çalışmaya başlamıştım, işe git-gel, her yerde bu albümü dinledim.
üniversite bitmeye yaklaştığı zamanda night is the new day geldi. albümü beğendim, dinledim ama eski albümler kadar dinlemedim. hatta bir iki şarkı dinledikten sonra eski albümleri dinlemeye geçtim genelde.
sonrasında dead end kings’i dinledim, dinledim. bir türlü aradığımı bulamadım. uzun denemeler sonucunda sevdiğimi düşünmeye çalıştım. şimdi tekrar düşününce beğenmediğimi biliyorum, çünkü o yıldan beridir bir şarkıyı bile dinlemedim. üni bitmişti, hayatım eskisi kadar depresif değildi, ben o duygulara sahip olmadığım için beğenemiyorum diye düşünmüştüm.
the fall of hearts’ı herkes çok beğeniyordu, ben doğru düzgün dinlemedim bile, bir kaç denemem sonuç vermedi. eski bağımız yok gibi geldi.
bu albümü de bir kaç kez dinlemeye çalıştım. kötü değil bence ama o eski havayı bulamıyorum. aslında bulmak da istemiyorum. belki artık bir kız babası olmamla da alakası olabilir :) ya da katatonia’nın farklı bir yolda olması da. gerçi tamamen aynı yolda olsalardı da artık o havayı yakalamayabilirdim.
aslında kısa bir yorum yazacaktım,genelde pek yorum yapmayıp, tüm yorumları okumayı tercih ediyorum bayadır. fakat tüm katatonia anılarımı anlatmış oldum. ne kadar son bir kaç albümlerini tam sevemesem de, en sevdiğim gruplardan biri olmaya devam ediyorlar. bu da müziğin en güzel yönlerinden birisi bence.
not: dance of december souls ve brave murder day’den hiç bahsetmedim, çünkü sadece herkes övdüğü için dinledim ve kendime yakın hissetmedim maalesef.
Ne olacak bu isveç gruplarının hali bilmiyorum. 2010 öncesinde neredeyse boş albüm olmayan tüm gruplar bir garip hallerdeler, mesleki deformasyon mudur nedir anlamadım.
Bazen bir işi o kadar uzun süre yapınca insan yanlış yaptığını anlamaz ama kimse de mi uyarmaz, olumsuz yorum yapmaz artık anlamıyorum gerçekten. Yap gitsin nasılsa satar kafası mı bu her neyse…
Katatonia için ne söylesek az ama bu albüm için ne söylesek çok.
albümün özeti şu; atmosfere olabildiğince fazla abanmışlar.
ben albümü yalnızca bir kere dinledim ve açıkçası bir daha dinlemeyi de düşünmüyorum. puan da vermek istemiyorum.
bu arada merak ettiğim bir husus var. ahmet saraçoğlu uzun zamandır dinlediği, köklü ve çok fazla albümü olan katatonia gibi grupların yeni albüm incelemelerini yazarken acaba dönüp bir kaç sene evvel önceki albümlerine yazdığı kritiklere de bakıyor mu?
24 Nisan ve iki albüm. Biri City Burials diğeri Stare into Death and Be Still. İkisi de değişim içinde olan iki farklı grubun yetenekli müzisyenlerinden çıkma. Biri kuruluşunun en iyi diğeri ise kuruluşunun en kötü albümünü yapıyor. 2020 yi yarıladık neredeyse ve kesinlikle zorlu, kestirilemez bir yıl geçiriyoruz. Umarım hayatta kalıp yılın nasıl sonlanacağını görecek kadar şanslıyızdır.
Garip albüm. Beğendim de beğenmedim de. Katatonia albümü olmasa ne hissederdim diye düşünüyorum, daha çok severdim muhtemelen. Ancak kritikte de bahsedildiği gibi benimsenecek bir albüm değil. Katatonia ne tarz yaparsa yapsın hep içimize işleyen bir gruptu. Ben belli başlı noktalar dışında kendimi bulamıyorum. Güzel bir müzik albümü dinliyorum ama o kadar.
Jonas ve özellikle de Mikael’ın vokalleri konusunda ben de katılmıyorum ahmet abiye :) ikisinin de bu tarz vokallerini aşırı beğeniyorum. Tabi zevk meselesi
Son olarak iyi ki konserde son albümden bir şeyler çalmamışsınız
anders’ın anlattığına göre bu albüm grubu askıya aldıkları dönemde jonas ve anders eriksson’ın (kendisi night is the new day, dead end kings ve bu albümde konuk müzisyen.) üzerinde çalıştığı ve jonas’ın solo albümü olarak yayınlamayı düşündükleri bir albümmüş. jonas albümü kaydetmek için stüdyoya girecekleri son anda fikrini değiştirip bunun bir katatonia albümü olmasını istemiş ve bütün şarkıları anders nyström’e dinletmiş. akabinde grubun kalanı da şarkıların üstünden geçip albümü kaydetmişler. yani bu albüm anders’ın tek bir şarkı dahi yazmadığı ilk katatonia albümü. belki de katatonia etiketi altında yayınlanmış bir jonas renkse albümü :P
ilk dinleyişim hayli sancılı olsa da sonradan albümü sevdim diyebilirim. yine de bu -en azından benim açımdan- city burials’ın katatonia diskografisindeki en zayıf ve olmasa da olur albüm olduğu gerçeğini değiştirmiyor. katatonia hayatımın gruplarından biri ve yeni şeyler denemeleriyle ilgili hiçbir problemim yok. tersine bundan çok memnunum. hatta bana kalırsa the fall of hearts, last fair deal gone down’dan sonraki en güçlü katatonia albümüydü. benim memnun olmadığım nokta; city burials’ın yeterince güçlü ve diğer tüm katatonia albümleri kadar kendine has bir karaktere sahip ol(a)mayışı. bu albüm benim “katatonia ne denerse denesin altından kalkar ve hiçbir yaptığıyla eh işte dedirtmez.” fikrimi zedelemiş oldu bir nevi. diğer bütün katatonia albümleriyle ilgili onlarca sayfa yazı yazabilirim ama bu albüme buraya yazdıklarımdan fazlasını yazamam mesela…
heart set to divide ve lacquer çok sevdiğim şarkılar.
@hickdead, grubu pek takip etmediğimden nedenini bilmiyorum, Nyström The Great Cold Distance’tan sonra şarkı yazımından elini ayağını neden çekti acaba? Çünkü o kırılmadan sonra eski tadı genelde alamadım. İstisna olarak bence de The Fall of Hearts LFDGD’den beri en iyi albümleri.
@şeyh hulud, anders riff adamı gibi geliyor bana. tgcd’den sonra girdikleri daha progresif ve atmosfer odaklı yol bunu gerektirmiştir belki de. bilmiyorum tabii, belki de ben fena sallıyorumdur :)
Son Katatonia ve Testament albümleri ilk turda beklentimi bayağı yükseltip sonra hayal kırıklığı yarattılar.
Testament’in durumu gayet anlaşılır. Katatonia içinse hickdead’in verdiği bilgi açıklayıcı oldu. Keşke solo albüm olarak yayınlasalarmış.
Ben de albümü içselleştiremeyenlerdenim maalesef :( bir önceki yorumumda daha olumlu şeyler yazmıştım ama defalarca dinledikten sonra albümü, bu gerçeği kabullendim sanırım. Albümün en önemli eksisi patlamıyor, yani temposu çok düşük geliyor bana.
İyi şarkılar da yok değil ama. Hearts set to divide, Rein, Untrodden( son iki dk sı özellikle parçalayıcı) , Fighters ve Flicker.
Kotu bir album mu? Bence hayir. Ama bir Night Is the New Day hatta The Great Cold Distance isinin yanina dahi yaklasamamis olmasi cok uzucu. O albumden akan enerjiyi beklemiyorum elbette yaslari bir hayli ilerledi sonucta. Ama en azindan beste kalitesinin zamanla artmasini beklemek de acgozluluk degil. Hayir zaten eski Katatonia’yi vadetmiyorsunuz bari yeni denediginiz seyin uzerine daha fazla calissaydiniz.
Albumle ilgili net fikrim henuz olusmadi fakat kotu bir is olmadigini dusunuyorum. Untrodden bu sene en cok dinleyecegim sarkilardan biri olacak ama o kesin.
Fighters cover’i ilginc bir secenek olmus. Enter the Hunt grubunun vokalisti de zamaninda Departer’daki konuk vokalistmis. Orjinali de fena degil sarkinin, Jonas’in versiyonu da
Genel olarak gayet beğendiğimi söyleyebilirim. İlk bir kaç şarkı bana fazla monoton gelmişti ama ortalara geldikce biraz daha “The Fall of Hearts” tandanslı bir müziğe dönmüşler. Yıllardır grubu dinleyen insanların neler yaşadığını anlıyorum ama son 2 albümdür yeni bir dönüşümün içinde olduklarını az çok hissettiriyorlardı. Sanırım popüler olmak için biraz sancılardan uzak, daha pozitif bir müzik yapma kararına gelmişler. Ha bu albüm mü pozitif mi? Değil elbette ama Katatonia kalibresi için evet, bence pozitif bir albüm.
@Yiğit, katatonia ilk 5′i çok iddialı ama kıymetli şarkı hakikaten bu albüm için. İlk yayınlandığında burun kıvırmıştım ama bi kaç dinleme sonra sevmiştim. Şimdi ise daha da çok seviyorum.
@Yiğit, Yiğit bey kusura bakmayın ama ilk 5′e girebilmesi için kulaksız olmanız lazım. Lacquer albümdeki favori parçam olmasına rağmen geri kalan 28 yıla hakaret etmeye gerek yok.
Dead Air kaydındaki City Burials şarkılarının canlı versiyonlarını çok beğendiğim için albüme geri döndüm ve ilk dinlediğimden daha fazla memnun kaldım. City Burials’ı sevmemiş olanlara, belli bir aradan sonra albümü yeniden dinlemelerini önerebilirim zira belki de bu albüm bir “sonbahar/kış ürünü”dür?…
Bu albüm, great cold distance den sonra grubun içine girdigi kisir donguden çıktigi albüm oldu benim için, keyifle dinliyorum. Ozellikle giriş şarkısı hearth set to divide favori katatonia sarkilarimdan biri oldu.
Ben Rehearsal 92′den sonra grubu dinlemeyi bıraktım.
Kritik yazma yeteneğim olsaydı, bu albümü A. Saraçoğlu’nun yazdığı gibi yazardım. Her cümlesine katılıyorum. Elinize sağlık.
30.04.2020
@deadhouse, teşekkürler.
Uzun yıllardır var olan grupların yeni şeyler denemesi, tarz değişikliğine gitmesi ve grubu sevenlerin, grubun eskideki belli dönemlerine özlem duyması son derece normal durumlar.
Katatonia kasvetine, damarizasyonuna tapan biri olarak albüm benim de klasik Katatonia zevkimden uzak. İlk kez dün akşam dinleyebildim, çok kötü diyemem yine de. Biraz daha dinleyip, içselleştirmeye ihtiyacım var. Fakat şu anki düşüncemle 7-7.5 çalışır benden.
İki kritik de çok başarılı, ellerinize sağlık.
Untrodden, Vanishers öne çıkan parçalar oldu ilk dinlememde.
30.04.2020
@Ece, sağ olasın.
Ben albümü beğendim. İnanılmaz bir albüm değil TGCD öncesi albümlerin kalibresinde hiç değil ancak beğendiğim bundan önceki iki albümden daha iyi olduğunu düşünüyorum.
İlk defa Brave Murder Day’de tutturdukları formülü sonradan daha sakin bir müziğe inanılmaz iyi bir şekilde uyarlayan bu grubun bu formülü terk etmesine kırgınım ama buna yakınacak albüm bu değil.
Ahmet Saraçoğlu’nun eski bir sevgiliyle hesaplaşır gibi yazdığı kritik, albümden daha ilginç bi tat bıraktı bende.
Albüme de 8 işler benden, beklediğimi aldım sanırım, bir önceki albümden sonra zaten çok bir şey beklemiyordum, bana yetti.
Öncelikle albümü beğendim ama aynı zamanda Katatonia’nın en az sevdiğim, bana en az dokunan albümü oldu diyebilirim. Çünkü Katatonia benim için her işi en az 9 9.5 olan bir gruptu ve her albümünde anılarımın olduğu bir gruptu. Bu albümü içim buruk bir şekilde beğendim diyebilirim. Keşke ikinci dönem Katatonia’sında kalıp bu mükemmelliği devam ettirselerdi.
Albüm’de beğendiğim yanlarından birisi de Ahmet abinin aksine Jonas’ın “Şarkıcılığını keşfetmesi” ve yüksek oktavlı vokalleri. Tabii ki de eski “pes, minimal, kırılgan vokallerini” yeğlerim ama bu müziğe şuanki vokallerin daha çok yakıştığını düşünüyorum. Albümde gerçekten beğenmediğim şarkılar olsa da albüm genelinde dinlettiriyor ve tatmin edici. Son olarak ikici kritiğin son cümlesine sonuna kadar katılarak 7.5 puan da benden geldi.
Ilk kritik beni 52 dakika 11 saniyelik zaman kaybindan kurtardi.bu sureyi marduk ve motörhead dinleyerek bira fondipleyip muthis sekilde degerlendirebilirim. Tesekkurler…
Anathema, Opeth, In Flames ve nicesi gibi Katatonia da “hastayı kaybetmek üzereyiz” diyebileceğimiz aşamaya geldi galiba. Benim dinleyerek büyüdüğüm başucu gruplarım arasında hayal kırıklığı yaratmadan devam eden Paradise Lost kaldı bir tek, ve neyse ki iki haftaya kadar imdadıma yetişecek yeni albümleri.
30.04.2020
@Kıyamet metali, eto da bitmiş onu da yaz
Abi bu albüm olmamış ya..
bana göre discouraged ones sonrası zaten bitmişlerdi. bu kaçıncı cenaze töreni belli değil.
RYM’de 414 oy üzerinden aldığı ortalama skor 3.33/5. Yani evet, ortada bir sorun var gibi duruyor.
İki kez dinledim zar zor. Albümde bir tane katatonia melodisi yok. Bu davulcunun olduğu her iş böyle,sevmiyorum bu adamı.
Yeni bir albumun, o grubun daha onceki albumlerine kiyaslanarak notlandirmanin ne kadar dogru tartismasi icin iyi bir ornek bu.
Ahmet, bilemiyorum bu his tartisildi mi ?
Bu album, yeni bir grubun ilk albumu olsaydi yine ayni notu alir miydi ?
Albumlerin notlandirmasi tamamen herseyden bagimsiz yani yeni bir grubun ilk albumuymus gibi mi yapilmali , yoksa eski albumlerine karsilastirarak mi ?
01.05.2020
@Arnavut, Bence eski albümlere göre yapılmalı çünkü mesela bir grup çok iyi bir ilk albüm çıkarır ondan sonraki ikinci albüm seni tatmin etmez niye çünkü adamların daha iyisini yapabilecekleri potansiyelleri olduğunu bilirsin.Şöyle bir şey de olabilir yine aynı grup kötü bir albümle başlar sonra iyiye doğru gider her ne kadar normalde beğenmeyeceğin bir albüm olsa da adamlar üstüne koymuş be abi diyip takdir edersin.Umarım ne demek istediğim anlaşılmıştır biraz değişik oldu ama ben böyle düşünüyorum
01.05.2020
@Arnavut, ben sevmiyorum böyle “bir zamanlar şöyleydiler, eskisi gibi değil” tarzı kritikleri. Hele bu gruplar Opeth ve Katatonia gibi sürekli değişen gruplarsa. Geçmişi eşelemenin ne anlamı var, okumak istediğimiz albüme dair bir şeyler ama karşımıza çıkan “eski Katatonia şöyleydi” tarzı satırlar.
01.05.2020
@Rust in Peace., benim incelememden bahsediyorsan ben bu yazı özelinde “eski Katatonia şöyle iyiydi şimdi böyle kötü demedim”. Grubun yeni bir şey denemek istediğini ve bunun bende karşılık bulmadığını özellikle belirttim.
01.05.2020
@Ahmet Saraçoğlu, iyiydi kötüydü ondan bahsetmiyorum. Önceki işler, Katatonia’yla duygusal bağınız vs. hakkındaki yazıların kritikte gereksiz bir şekilde uzatıldığını, bundan dolayı asıl albüm hakkında verilen bilginin kısıtlandığını düşünüyorum. Kritiği okumadan önce dinlememiş olsam mesela bende pek bir şey uyandırmazdı kritik albüm hakkında. Opeth kritiği de aynısı.
Bu arada, evet Katatonia’nın belki de en zayıf albümü ama ben 6 olduğunu da düşünmüyorum. Leprous’un son albümü 8 mesela.O 8′ken bu 6 olamaz. Leprous 8 puanı haketmediğinden değil, Katatonia bu kadar düşük puanı haketmiyor bence.
01.05.2020
@Arnavut, bence bir albüm neredeyse tamamen o grubun daha önceki albümleriyle kıyaslanarak notlandırılmalı. Yoksa başka neyi kıstas alabiliriz ki? Bu şekilde değerlendirmezsek grubun gelişimini, tecrübesini, yıllardır yaptıklarını görmezden gelmiş oluruz, o yüzden ben notlandırma yaparken grubun geçmişine göre değerlendiriyorum.
katatonia’yı ilk dinlediğim zaman last fair.. çıkan son albümleriydi. lisedeydim ve gürültülü , sert ne varsa dinlemeye çalıştığım bir dönemdi. müzik dinlemek veya yeni bir grubu keşfetmek şimdi olduğu kadar rahat değildi. ya birinden kaset ya cd bulacaksın ya da biri dinletecek de..anca öyle. internetten de tam albümü bulmak indirmek zor, tek tek şarkıları bulabildiğin kadar. neyse, yaldır yaldır gruplardan sonra katatonia’yı dinledim. tonight’s music, teargas.. dokunaklı müziklerden de hoşlandığımı düşünmüştüm.
üniversiteye geçtim. bu aralarda mp3 playerlar biraz yaygınlaştı diye hatırlıyorum, kapağını çıkartınca usb’ye bağlanan şekilde bi sony’im vardı. discouraged ones ve tonight’s decision albümlerini de o ara bi şekilde edindim. bulabildiğim tüm metal gruplarının albümlerini dinliyordum, yanında da depresif halimi destekleyen bir arkadaş gibi düşündüğüm katatonia’yı dinledim. üniversiteye ilk başladığım dönem, her gün istanbul-kocaeli arası çok uzun bir yolu her gün gidip gelirken katatonia hep bir parçam oldu. ikinci öğretim, karanlığın ortasında bir dönüş yolculuğu benim için hep katatonia ile yer buldu. for my demons, i break..diğerleri.
bu arada viva emptiness çıkmıştı. katatonia biraz değişmişti, yine kırılgan gibiydi ama daha sinirliydi sanki. bence sıkıntı yoktu, ben de biraz depresif biraz sinirli hissediyordum. katatonia’yı sevmek değil, ben katatonia’yım gibi düşünüyordum. yani biraz denyo gibi gözüküyorum sanırım ama yorumu baya kişisel ve uzun yazmış bulundum artık :)
the great cold distance’ı çıktığı gün dinlemeye başladım. belki de tam çıkmadan dinliyordum çünkü arada sürekli, albüm şu zaman çıkacak diye konuşan karizmatik sesli bir abi vardı.o dönemde tek dinlediğim şeydi. üniversiteye git-gel, maddi durum olmadığından haftasonları da çalışmaya başlamıştım, işe git-gel, her yerde bu albümü dinledim.
üniversite bitmeye yaklaştığı zamanda night is the new day geldi. albümü beğendim, dinledim ama eski albümler kadar dinlemedim. hatta bir iki şarkı dinledikten sonra eski albümleri dinlemeye geçtim genelde.
sonrasında dead end kings’i dinledim, dinledim. bir türlü aradığımı bulamadım. uzun denemeler sonucunda sevdiğimi düşünmeye çalıştım. şimdi tekrar düşününce beğenmediğimi biliyorum, çünkü o yıldan beridir bir şarkıyı bile dinlemedim. üni bitmişti, hayatım eskisi kadar depresif değildi, ben o duygulara sahip olmadığım için beğenemiyorum diye düşünmüştüm.
the fall of hearts’ı herkes çok beğeniyordu, ben doğru düzgün dinlemedim bile, bir kaç denemem sonuç vermedi. eski bağımız yok gibi geldi.
bu albümü de bir kaç kez dinlemeye çalıştım. kötü değil bence ama o eski havayı bulamıyorum. aslında bulmak da istemiyorum. belki artık bir kız babası olmamla da alakası olabilir :) ya da katatonia’nın farklı bir yolda olması da. gerçi tamamen aynı yolda olsalardı da artık o havayı yakalamayabilirdim.
aslında kısa bir yorum yazacaktım,genelde pek yorum yapmayıp, tüm yorumları okumayı tercih ediyorum bayadır. fakat tüm katatonia anılarımı anlatmış oldum. ne kadar son bir kaç albümlerini tam sevemesem de, en sevdiğim gruplardan biri olmaya devam ediyorlar. bu da müziğin en güzel yönlerinden birisi bence.
not: dance of december souls ve brave murder day’den hiç bahsetmedim, çünkü sadece herkes övdüğü için dinledim ve kendime yakın hissetmedim maalesef.
01.05.2020
@dice, bu yorum acayip içimi ısıttı :). teşekkürler.
01.05.2020
@12ParmakBağırsağı, çok teşekkürler
bence de 6 doğru puan. iyi müzisyenlerin yaptığı bir yere gitmeyen, ruhsuz albümlerden biri olmuş.
Ne olacak bu isveç gruplarının hali bilmiyorum. 2010 öncesinde neredeyse boş albüm olmayan tüm gruplar bir garip hallerdeler, mesleki deformasyon mudur nedir anlamadım.
Bazen bir işi o kadar uzun süre yapınca insan yanlış yaptığını anlamaz ama kimse de mi uyarmaz, olumsuz yorum yapmaz artık anlamıyorum gerçekten. Yap gitsin nasılsa satar kafası mı bu her neyse…
Katatonia için ne söylesek az ama bu albüm için ne söylesek çok.
Benim için Katatonia Brave Murder Day albümündeki Katatonia dır. O yüzden dinlemiyorum yeni çıkardıkları parçaları.
albümün özeti şu; atmosfere olabildiğince fazla abanmışlar.
ben albümü yalnızca bir kere dinledim ve açıkçası bir daha dinlemeyi de düşünmüyorum. puan da vermek istemiyorum.
bu arada merak ettiğim bir husus var. ahmet saraçoğlu uzun zamandır dinlediği, köklü ve çok fazla albümü olan katatonia gibi grupların yeni albüm incelemelerini yazarken acaba dönüp bir kaç sene evvel önceki albümlerine yazdığı kritiklere de bakıyor mu?
01.05.2020
@chuck, kaç not vermişim diye bakıyorum sadece. Ne yazdığımı, nelerden bahsettiğimi hatırlıyorum genelde.
24 Nisan ve iki albüm. Biri City Burials diğeri Stare into Death and Be Still. İkisi de değişim içinde olan iki farklı grubun yetenekli müzisyenlerinden çıkma. Biri kuruluşunun en iyi diğeri ise kuruluşunun en kötü albümünü yapıyor. 2020 yi yarıladık neredeyse ve kesinlikle zorlu, kestirilemez bir yıl geçiriyoruz. Umarım hayatta kalıp yılın nasıl sonlanacağını görecek kadar şanslıyızdır.
Garip albüm. Beğendim de beğenmedim de. Katatonia albümü olmasa ne hissederdim diye düşünüyorum, daha çok severdim muhtemelen. Ancak kritikte de bahsedildiği gibi benimsenecek bir albüm değil. Katatonia ne tarz yaparsa yapsın hep içimize işleyen bir gruptu. Ben belli başlı noktalar dışında kendimi bulamıyorum. Güzel bir müzik albümü dinliyorum ama o kadar.
Jonas ve özellikle de Mikael’ın vokalleri konusunda ben de katılmıyorum ahmet abiye :) ikisinin de bu tarz vokallerini aşırı beğeniyorum. Tabi zevk meselesi
Son olarak iyi ki konserde son albümden bir şeyler çalmamışsınız
05.05.2020
@m/, çıktığı günden beri lacquer’i baya seviyorum
en tırt katatonia albümü, maalesef..
anders’ın anlattığına göre bu albüm grubu askıya aldıkları dönemde jonas ve anders eriksson’ın (kendisi night is the new day, dead end kings ve bu albümde konuk müzisyen.) üzerinde çalıştığı ve jonas’ın solo albümü olarak yayınlamayı düşündükleri bir albümmüş. jonas albümü kaydetmek için stüdyoya girecekleri son anda fikrini değiştirip bunun bir katatonia albümü olmasını istemiş ve bütün şarkıları anders nyström’e dinletmiş. akabinde grubun kalanı da şarkıların üstünden geçip albümü kaydetmişler. yani bu albüm anders’ın tek bir şarkı dahi yazmadığı ilk katatonia albümü. belki de katatonia etiketi altında yayınlanmış bir jonas renkse albümü :P
ilk dinleyişim hayli sancılı olsa da sonradan albümü sevdim diyebilirim. yine de bu -en azından benim açımdan- city burials’ın katatonia diskografisindeki en zayıf ve olmasa da olur albüm olduğu gerçeğini değiştirmiyor. katatonia hayatımın gruplarından biri ve yeni şeyler denemeleriyle ilgili hiçbir problemim yok. tersine bundan çok memnunum. hatta bana kalırsa the fall of hearts, last fair deal gone down’dan sonraki en güçlü katatonia albümüydü. benim memnun olmadığım nokta; city burials’ın yeterince güçlü ve diğer tüm katatonia albümleri kadar kendine has bir karaktere sahip ol(a)mayışı. bu albüm benim “katatonia ne denerse denesin altından kalkar ve hiçbir yaptığıyla eh işte dedirtmez.” fikrimi zedelemiş oldu bir nevi. diğer bütün katatonia albümleriyle ilgili onlarca sayfa yazı yazabilirim ama bu albüme buraya yazdıklarımdan fazlasını yazamam mesela…
heart set to divide ve lacquer çok sevdiğim şarkılar.
albüme puanım: 6/10
04.05.2020
@hickdead, grubu pek takip etmediğimden nedenini bilmiyorum, Nyström The Great Cold Distance’tan sonra şarkı yazımından elini ayağını neden çekti acaba? Çünkü o kırılmadan sonra eski tadı genelde alamadım. İstisna olarak bence de The Fall of Hearts LFDGD’den beri en iyi albümleri.
04.05.2020
@şeyh hulud, anders riff adamı gibi geliyor bana. tgcd’den sonra girdikleri daha progresif ve atmosfer odaklı yol bunu gerektirmiştir belki de. bilmiyorum tabii, belki de ben fena sallıyorumdur :)
Behind the Blood’ın ilk yarım dakikası Katatonia’nın yaptığı en “heavy metal” şey olabilir. King Diamond şarkısı deseler yerdim.
Son Katatonia ve Testament albümleri ilk turda beklentimi bayağı yükseltip sonra hayal kırıklığı yarattılar.
Testament’in durumu gayet anlaşılır. Katatonia içinse hickdead’in verdiği bilgi açıklayıcı oldu. Keşke solo albüm olarak yayınlasalarmış.
Benim de bir yorumum olacaktı buralarda :)
04.05.2020
@Emre, geri geldi, yukarıda. :)
Ben de albümü içselleştiremeyenlerdenim maalesef :( bir önceki yorumumda daha olumlu şeyler yazmıştım ama defalarca dinledikten sonra albümü, bu gerçeği kabullendim sanırım. Albümün en önemli eksisi patlamıyor, yani temposu çok düşük geliyor bana.
İyi şarkılar da yok değil ama. Hearts set to divide, Rein, Untrodden( son iki dk sı özellikle parçalayıcı) , Fighters ve Flicker.
Daha iyilerinde görüşmek üzere Katatonia
Kotu bir album mu? Bence hayir. Ama bir Night Is the New Day hatta The Great Cold Distance isinin yanina dahi yaklasamamis olmasi cok uzucu. O albumden akan enerjiyi beklemiyorum elbette yaslari bir hayli ilerledi sonucta. Ama en azindan beste kalitesinin zamanla artmasini beklemek de acgozluluk degil. Hayir zaten eski Katatonia’yi vadetmiyorsunuz bari yeni denediginiz seyin uzerine daha fazla calissaydiniz.
Albumle ilgili net fikrim henuz olusmadi fakat kotu bir is olmadigini dusunuyorum. Untrodden bu sene en cok dinleyecegim sarkilardan biri olacak ama o kesin.
Fighters cover’i ilginc bir secenek olmus. Enter the Hunt grubunun vokalisti de zamaninda Departer’daki konuk vokalistmis. Orjinali de fena degil sarkinin, Jonas’in versiyonu da
Untrodden albümün tek en iyi şarkısı. Çok tehlikeli çok.. Hatta neredeyse yeni dönem Katatonia’sının en iyi parçası diyeceğim. Çok seviyorum.
Genel olarak gayet beğendiğimi söyleyebilirim. İlk bir kaç şarkı bana fazla monoton gelmişti ama ortalara geldikce biraz daha “The Fall of Hearts” tandanslı bir müziğe dönmüşler. Yıllardır grubu dinleyen insanların neler yaşadığını anlıyorum ama son 2 albümdür yeni bir dönüşümün içinde olduklarını az çok hissettiriyorlardı. Sanırım popüler olmak için biraz sancılardan uzak, daha pozitif bir müzik yapma kararına gelmişler. Ha bu albüm mü pozitif mi? Değil elbette ama Katatonia kalibresi için evet, bence pozitif bir albüm.
Tahsin bana sövecek ama lacquer katatonia ilk 5ime girebilir. Çıktığından beri düzenli dinlemeyi hiç bırakamadım. Aşırı güzel şarkı gerçekten
22.10.2020
@Yiğit, katatonia ilk 5′i çok iddialı ama kıymetli şarkı hakikaten bu albüm için. İlk yayınlandığında burun kıvırmıştım ama bi kaç dinleme sonra sevmiştim. Şimdi ise daha da çok seviyorum.
22.10.2020
@Yiğit, Yiğit bey kusura bakmayın ama ilk 5′e girebilmesi için kulaksız olmanız lazım. Lacquer albümdeki favori parçam olmasına rağmen geri kalan 28 yıla hakaret etmeye gerek yok.
22.10.2020
@tahsin, Tahsin bey iyi akşamlar haddinizi biliniz efendim. Okulun ses sisteminde gümbür gümbür dinlerken iyiydi
22.10.2020
@tahsin, Sonuna kadar katılıyorum.
Dead Air kaydındaki City Burials şarkılarının canlı versiyonlarını çok beğendiğim için albüme geri döndüm ve ilk dinlediğimden daha fazla memnun kaldım. City Burials’ı sevmemiş olanlara, belli bir aradan sonra albümü yeniden dinlemelerini önerebilirim zira belki de bu albüm bir “sonbahar/kış ürünü”dür?…
Bu albüm, great cold distance den sonra grubun içine girdigi kisir donguden çıktigi albüm oldu benim için, keyifle dinliyorum. Ozellikle giriş şarkısı hearth set to divide favori katatonia sarkilarimdan biri oldu.