Alice in Chains, Staley’li dönemlerinde grunge, DuVall ile beraber de sludge/doom kırması bir metal müzik başlığı altında yer almış olsa da genel olarak heavy metal camiası içinde değerlendirilmiş ve bu camianın birçok büyük ismi tarafından takdir edilmiş bir grup. Misal, Jeff Loomis favori gitaristleri arasında Jerry Cantrell’a da yer verir. Bilhassa Cantrell-Staley ikisilisinin grubun sound’u ile beraber öne çıkardığı vokal düetleri James Hetfield ve Lars Ulrich’in Alice in Chains’den etkilenmesindeki temel sebepler arasında yer alır, hatta “Would ?” parçasının; Hetfield, Phil Anselmo ve Duff McKagan gibi isimlerin de gruba eşlik etmesiyle zaman zaman canlı icra edildiği olmuştur, bilen bilir. Sean Kinney, uslu ve sessiz tavrıyla davulunun başında işine bakan bir abimiz gibi görünürken, esasen kolay gibi gözüken ama çalmaya gelince öyle olmadığının farkına vardıran incelikte ve bestecilikte davul bölümleri yazmakta ustadır. Mike Inez, zamanında Ozzy Osbourne ile de çalışmış, enstrümanına son derece hâkim biri olup sempatik bas gitaristler arasında yer alır. “Alice in Chains” albümünün kadrosuna hayat veren isimleri genel olarak saymış olmakla birlikte tabii ki grubun filizlendiği dönemlerdeki bas gitarist Mike Starr’ın unutulması mümkün değil. Hangimiz yine“Would ?”daki o bas başta olmak üzere, katkılarını ve müzisyenliğini unutabilir ki Starr’ın.
“Alice in Chains”, grubun Layne Staley ile kaydettiği son albüm özelliğini taşıyor malumunuz. Tam da böyle olduğu için, bilhassa grubu bilen ve sevenler adına buruk bir havası olduğu söylenebilir. İçerisinde yer alan bazı “karanlık” parçalar, bu bilgiyle birleştiğinde git gide huzursuz edici olan bir empati hissi doğurabilir. Albüm kapağı bile bana rahatsız edici gelmiştir çoğu zaman. Çünkü ne zaman o üç bacaklı köpeğe baksam, sanki gruptan birinin “yolcu olduğunun” mesajını veren kara mizah yeteneği yüksek bir mesajla karşı karşıya olduğumun hissine kapılırım. Bir bacağını kaybetmiş bir köpek ile yakında bir uzvunu kaybedecek olan Alice in Chains’in imgesi zihnimde sürekli birbirinin yerini alır. Kapak görselinde ne grup isminin ne de albüm isminin yer almaması, bu imgeye yönelmiş olan dikkatinizin dağılmasına da engel olur ve böylece baktıkça o rahatsız edici fikrin girdabına kapılırsınız.
Esasen yaklaşan bu trajik son bana kalırsa kendini “Jar of Flies” EP’sinde iyiden iyiye sezdirmişti. Hatırlarsınız, “Dirt” albümünde eroin bağımlılığını “Junkhead”, “Angry Chair” gibi parçalarda adeta gururla taşıyormuş gibi görünen, hatta sonradan pişman olacağı ölçüde hayranlarının belirli bir kısmını da bu girdaba sürükleyen Staley, bu EP’de ise hem sesiyle hem de sözleriyle bir şeylerin yolunda gitmediğini gösteriyordu:
“I’m crawling back to start.”
Staley- (“Rotten Apple” şarkısından, “Jar of Flies”)
Konser performanslarında gözden kaçmayan düşüşler, sesini eskisi gibi kullanamama, daha bitkin görünen bir vücut dili, iyiye gitmeyen göz altları ve bakışları, bilhassa “Alice in Chains” albümünden sonra verilen efsanevi MTV Unplagged konserindeki yeri geldiğinde tahammül edilmesi zor hâlleri; bunların hepsi neticesinde o dönemleri yaşamış ya da yaşamayıp sonradan görmüş herkesin bir ölçüde tanık olduğu şey, döneminin büyük bir ikonunun herkesin gözü önünde an be an eriyişiydi.
“İki iyi arkadaş”* oldukları Kurt Cobain ile yıllar sonra aynı günde yaşamının sonlanması, aynı MTV Unplagged vedası, aynı bağımlılık problemleri vs. ile Layne Staley, Cobain ile sadece arkadaş olmadığını, aynı zamanda kader ortağı olduğunu da maalesef göstermiş ve böylece grup için bir devir kapanırken, hem grup hem de müzik dünyası için de bir başka büyük yas dönemine davetiye verilmişti.
Bu sebeple, “Alice in Chains” albümü grubun diğer bütün albümlerinden farklı bir noktada durur. Açık konuşmak gerekirse, en azından benim fikrime göre; grubun en iyi albümü olduğunu söyleyemem, hatta Staley dönemi içinde çıkmış grup çalışmaları arasında belki de müzik olarak en zayıfı olduğunu da öne sürebilirim. Fakat bunun sebebi önceki işlerin haşmetinden kaynaklanıyor büyük ölçüde. Ne “Facelift” gibi piyasaya bomba gibi bir girişi, ne “Dirt” gibi her yönüyle en tepelere oynayışı ne de “Jar of Flies” gibi taze sıkılmış bir melankolisi vardır “Alice in Chains”in. Öte yandan; katı, soğuk, bir hücre gibi içine hapseden, bataklık gibi bir aurayla çevrelenmiştir bu albüm ki önceki albümlerin hiçbirisi de bu noktada ondan daha tehlikeli değildir. Kolay kolay gaza getirmez, getirdiğinde ise öfkelendirir. Modu düşürdüğünde ise içinden derhâl çıkılması gereken modlara sokar, tadının çıkarılması gereken modlara değil. Çünkü bir şeyler fazla gerçektir bu albümde; yabancılaşma, geri dönüşü olmayan bir yolun farkındalığı, hissizliğin ya da fazla hissetmenin yarattığı ilüzyon had safhadadır ve mizahı da karaların en karasındandır:
“Hey,
Your weak will won’t help her heal her heart”
Staley- (“Again” şarkısından, “Alice in Chains”)
“Weak will”… Çoğunlukla “zayıf istenç” olarak çevirmeyi tercih ettiğim bu söze vurulmuştum ilk okuduğumda ve sözdeki çaresizlik dolu kabullenişe. Üstelik parçadaki vokaller ile arkasındaki rifler bu sözün keskinliğini iyice bilemekteydi. Bağımlılık, iradesizlik, teslimiyet, ağır sonuçlar; çok fazla anahtar kelime pompalıyordu beyine bu tabir. Bu nedenle, haberlerde sahibini öldürdüğünü okuduğumuz vahşi bir köpek türü gibidir “Alice in Chains”. Yakında bir bacağını kaybedeceği için, kim suçlayabilir o köpeği ?
Staley’nin sağlık problemlerinden olsa gerek, kendisinden daha kontrollü vokaller gördüğümüz bir albüm bu. Türünde “grunge gırtlağı” olarak ün salmış çatallı güçlü çığlıklarını duyamıyoruz maalesef. Fakat bu noktada en tadire değer unsur, sesinin hâlâ son derece melodik ve hisli yapısını korumakla birlikte vokalistin ses tonundaki namelendirmeleri ustalıkla yapmaya devam ediyor oluşu. Öte yandan Jerry Cantrell; bu albümde, öncekilerde olduğundan daha fazla görev alıyor vokallerde. Hatta çalışmada “Heaven Beside You” gibi parçalarda başlı başına şarkıyı söyleyen kişi oluyor. Albümün genelinde ciddi bir emeği var Cantrell’ın, gitarlar da işin içine girdiğinde. Naif blues pasajları, zaman zaman wah pedal ile de güçlendirilmiş rifler, hipnotik etkiye sahip arpejler, hem elektro hem de akustik gitarda türlü türlü numaralar ile takdire değer işler ortaya koyduğuna şüphe yok müzisyenin.
Grupla beraber çaldığı ilk albümde Mike Inez de maharetlerini göstermekten geri kalmamış. Hâlihazırda bas gitarın her zaman temel dinamikler arasında olduğu Alice in Chains müziğinde Inez’in de kendine has yeteneklerini sergilemesine imkân tanınmış, bu sayede biz de dinlerken neler yaptığına rahatlıkla odaklanabiliyoruz. “Jar of Flies”da davulculuğunun sofistike yanlarını daha net görmeye başladığımız Sean Kinney, bu noktadaki hünerlerini “Alice in Chains”de iyice arttırmış. Tüm kurallara ve tuşelere dikkat eden bir davul dersi hocası edasıyla çalmış adeta albüm boyunca ve çok yaratıcı bölümler yazmış.
Klip çekilen “Grind”, “Heaven Beside You” ve “Again” gibi parçaların haricinde “Sludge Factory, “Shame in You”, “Frogs” ve “Over Now” gibi şarkılarla da tablonun geneli açısından bakıldığında 12 şarkılık bir albüm için ortalamanın gayet üstünde bir performans gösteren grup, “Alice in Chains”in inceleme boyunca aktarmaya çalıştığım muhtevalara bürünmesini sağlıyor.
Öte yandan bu albümün, Staley sonrası William DuVall ile beraber şekillenecek Alice in Chains müziğinin de temellerinin atıldığı albüm olarak görülebilmesi söz konusu. Yukarıda bahsedildiği üzere Cantrell’ın ağırlığını daha fazla koyması, vokallerdeki düetlerin periyodik olmasından ziyade şarkının genelini kaplayacak bir düzene kaydırılması bu unsurlar arasında yer alıyor ki bu açıdan albüm; grubun yeni dönemini başlatan muazzam albüm “Black Gives Way to Blue” ile önemli ölçüde benzerlikler taşıyor. Diskografide “Dirt” ile beraber 10/10’luk gördüğüm iki albümden biri olan “Black Gives Way to Blue”nun taşıdığı yapının pratiği bir ölçüde bu albümle yapılmış oluyor. Hâl böyle olunca, “Alice in Chains”in tüm arka planıyla aynı zamanda sancılı bir geçiş albümü olduğunu söyleyebiliriz.
DuVall gerçekten sevdiğim ve Alice in Chains’e yakıştığını düşündüğüm bir vokalist. Hatta, yerini doldurduğu pozisyona bakılırsa, benzer durumların içinden geçmiş her müzisyenin kolay kolay altından kalkamadığı bir işe imza attı zaman içinde. Bu hususta bir Jason Newsted kadar takdir edilmesi gerekir bana kalırsa. Grubun post grunge periyodunda sevdiğimiz nice yeni şarkıya ses verdi, vermeye de devam ediyor. Ancak, ömrü el verseydi Layne Staley’nin daha neler yapabileceğini görmek ve kaybıyla yaşattığı hüznü hiç yaşamamış olmak elbette kenara kolayca atılacak tercihler değil ve birçokları gibi zaman zaman benim de aklımdan geçen düşünceler. Ne yapalım; tarih, zaman, süreç ya da kişinin kendi kaderini tayin etmesi böyle bir şey. Hepimizi yeri geldiğinde zincire vurulmuş bir Alice’e çevirmeden edemiyor sanırım bu kabullenme zorunluluğu.
-Notlar-
* “I get sick of people saying we are enemies. We don’t hate each other. We are friends and we support each others bands. I know I haven’t got much of a voice, but Layne has one hell of a voice.” – Kurt on Layne
“Kurt and I weren’t the closest of friends, but we ran in to each other at shows and hung out. I knew him well enough to be devastated by his death. I just don’t understand it at all. The last time I saw him, he gave me a ride from QFC on Broadway to a friend’s house. The whole way there, which was about a fifteen minute drive, he talked about his daughter. For such a quiet person, he was so excited about having a child. He really loved that little girl. Then about a month later I saw on the news that he was dead.” – Layne on Kurt.
Kaynak hakkında: Sözlerin geçtiği kaynağın orjinalini bulamadım. Reddit yorumları ve Google görseller gibi mecralar aracılığıyla internette bu demeçlere ulaşabildim. Gerçeklikleri sorgulanmaya açık olmakla birlikte, bu sözlerle pek çok kez karşılaştığım için paylaşmakta bir sakınca görmedim.
Kadro Layne Staley: Vokal, gitar, sözler (2-3, 5-11)
Jerry Cantrell: Gitar, vokal, sözler (1, 4, 12)
Mike Inez: Bas
Sean Kinney: Davul
Şarkılar 1) Grind
2) Brush Away
3) Sludge Factory
4) Heaven Beside You
5) Head Creeps
6) Again
7) Shame in You
8) God Am
9) So Close
10) Nothin’ Song
11) Frogs
12) Over Now
@sueda, Rica ederim hocam. Kesinlikle özel bir albüm. Böyle bir albümün incelemesini yazmak istediyseniz, gerçekten değer verdiğiniz bir albümdür bu diye düşünüyorum. Hakkını verdiğimi bilmek mutlu etti beni o yüzden. Ben de size teşekkür ederim.
Bence çok iyi parçalar içermesine rağmen Staley döneminin en zayıf çalışması. Fakat Staley’in son zamanlarına bakınca bu albüm daha da iyi anlaşılıyor ve müziğin değeri ve anlamı da artıyor bana göre. Staley’in yıllar içinde çöküşü çok kötü, bağımlılıktan dolayı dişlerinin çoğunu kaybediyor, elleri ve ayakları mahvoluyor, son yıllarında ise yüzü neredeyse tanınmayacak kadar değişiyor ve son zamanlarını neredeyse tamamen tek başına geçiriyor. en kötüsü de öleceğini biliyor ve sonunun böyle olmasını hiçbir zaman istemediğini söylüyor. Öldüğünde ise sadece 36 kilogram ve yaklaşık iki hafta sonra bulunuyor. Böyle bir sese ve karizmaya sahip ve muhteşem bir hayata sahip olabilecekken bu şekilde bir son gerçekten yorumsuz.
@Salata, Bu albüm, Alice in Chains çalışmaları içinde uzun süre en az dinlediğim albüm oldu, ama sebebi müzikle alakalı estetik yargılar değil, albüm kendi standartlarında hakikaten iyi, ama esas sebep kritikte de belirttiğim üzere bu albümün bana gerçekten Layne Staley’nin kaybını yoğun bir şekilde hissettirmesi. Zaten bu yetmezmiş gibi üstüne bir de “Black Gives Way to Blue” gibi en karanlık tonlarda gezen muazzam bir dönüş albümü yaptılar ya ikisi resmen ölümcül kombo.
@Noshophoros, sürekli tarz değiştirdikleri için bir tane albüm söylemek zor ama Circle the Wagons ortalamayı iyi temsil ettiği için yerinde bir giriş noktası olabilir. Ardından daha çok punk için geriye doğru (özellikle F.O.A.D albümü), daha çok heavy metal için ise ileriye doğru gidebilirsin (özellikle The Underground Resistance). Son 2 albümdür yaptıkları black/heavy metal de harikadır. Hepsini ayrı ayrı sevdiğimden bu soru yarım saattir bana eziyet çektirdi :)
@Retrokafa, @Aura magula, Önerilenlere göre anlaşılan “The Cult Is Alive”dan “Old Star”a kadarki bütün Darkthrone albümlerini dinlemem gerek. Bu ikisi arasındaki albümlerin her birine bir kere değinildi en azından. Albüm dinlemeye vakit ayırmak için tam da uygun günler. Teşekkür ederim hepinize teker teker .
@necrobutcher, Oradaki Lars, James ve Loomis vurguları elbette bir takdir gerekliliğinden ötürü değil, yalnızca; farklı tarzlarda müzik yapan insanların beğenisini üzerinde tutabilmesi açısından grubun yakaladığı başarıyı vurgulamak için yapıldı.
Grunge dinleyip sevemediğim bir türdü ama ALICE IN CHAINS çok başka yahu, çok kaliteli müzik yapmış adamlar. Yeni albümlerini de dinlemediyseniz mutlaka dinleyin onlarda da çok iyi iş çıkarmışlar.
@Boba Fett, Yeni albümlerini henüz dinleyemedim hocam, hatta haberini de baya geç aldım. En son dinlediğim albüm “The Devil Put Dinosaurs Here” albümüydü. Son albümü baya merak ediyorum.
@Exorsexist, “Load” ve “Reload” albümlerinde dönemin yükselişte olan grunge topluluklarından etkilenildiğine yönelik bir şeyler okumuştum zamanında. Hatta Metallica’nın “Until It Sleeps” parçasıyla AIC’in “Angry Chair” parçası birbirini acayip çağrıştırıyor. Özellikle davulları, kalıplar çok benzer. Zamanında birbirleriyle ufak atışmalara girmiş olsalar da iki grubun iyi anlaştığı biliniyor sanırım.
Alice in Chains hayatımın gruplarından biri, öyle böyle sevmiyorum ve bu albümde de cidden acayip iyi şarkılar var. Özellikle Over Now en sevdiğim AiC şarkılarından biri. Yazı için eline sağlık Emir.
Bu arada ben de AiC’in Duvall’li döneminin çok ağır hastasıyım ve sanırım Layne’li döneminden bi tık daha fazla seviyorum. Kör ve bağnaz olunmadığı sürece Duvall’in kalitesinin görülmemesi imkansız bence.
Layne’in ölümü sonrası AiC hem tarzını hem de sound’unu değiştirmekle bence en harika işi yaptı. Çünkü öbür türlü, olasılıkların birçoğu grubun geleceğini her manada tehlikeye atabilirdi. Ama böyle olmamasının en büyük sebebi grubun Jerry Cantrell gibi bir adamın elinde olması. İpleri eline alarak, şarkıları DuVall ile beraber sırtlayarak kendine özgün bir grup meydana getirmeyi başardı adam bir kez daha. DuVall da hakikaten çok iyi bir frontman ve müzisyen. Gerek ses rengi olsun gerekse gitarlardaki katkıları olsun grubun şu anki müziğinde çok emeği var. Üstelik, konserlerde bazen eski şarkılarından çaldıklarında söyleyişine dikkat ediyorum, adam kendi yorumunu o kadar güzel katıyor ki parçanın havasını değiştiriyor. Saygı duymamak ve sevmemek elde değil gerçekten.
Tüm diskografisini 1 kez baştan sonra dinlediğim ve şu an hiçbir şarkısını bilmediğim grup. “Would?” çalsa “Bu Alice in Chains” derim ama hangi şarkı olduğunu anlayamam muhtemelen. Şu an hiçbir fikrim yok mesela nasıl başlıyor, nakaratı nasıl… Bilmiyorum neden, ben rock olayına her zaman soğuk oldum birkaç istisna dışında.
Google’a “best rock bands of the 90s” yazıp aratınca çıkan grupların ilk 25 tanesiyle araya kaynayan Metallica dışında zerre ilgilenmiyorum cidden. Bilmiyorum neden ama kısmen Karnivool veya Coheed and Cambria gibi farklı olaylara girişilmediği sürece rock müziğe tahammül edemiyorum gerçekten.
“Rock/metal” çoğu yerde birlikte anılır ama benim rock kültürüyle, rocker’lıkla falan cidden hiç alakam yok. Hep istiyorum hayvan gibi metal olsun, hep istiyorum yardırsın.
@Ahmet Saraçoğlu, Açıkçası ben de metalin içine girdikten sonra, dışındaki pek çok şeyden beklediğim tatmini alamadım. Yavan geldi. Ama öte yandan, rock müziğin içinde, hele metal ile karıştırılarak yapılan şekillerinde, gerçekten ilham ve keyif verici şeyler buluyorum. Bir dönem sadece Def Leppard dinledim. Sonra gün geldi yıllarca dinlemedim. Başka bir dönem sadece grunge grupları dinledim, ondan sonra da sadece ekstrem metal ve diğer metal türevleri. Moda gibi birinden diğerine sardım sürekli. Çünkü hepsi bir noktada, duygusal ve mental olarak farklı bir ihtiyacımı karşılıyordu ve çoğu durumda birinin verdiğini öteki veremiyordu.
Layne Staley dönemi bittikten sonraki hiçbir AİC albümünü dinlemedim. Layne Staley’nin ölmesi ve AİC’in devam etmesi, bana göre Kurt Cobain’in ölüp Nirvana’nın devam etmesi gibi. Bu albüm özel bir albüm. Kritik çok iyi. Valla Emir siteye yeni bir soluk kattın. Yazar çeşitliliği az olunca hep aynı türden albümler yazılabiliyor.
@deadhouse, Esasen Layne Staley’nin ölümüyle AIC, eski tarzıyla çok bağdaşmayan bir yöne kaydı. Evet eski grup üyeleri ve grup ismi sebebiyle hala geçmişiyle bağını koruyor ama bambaşka bir şeye dönüştü. Naçizane önerim, bence Staley sonrası dönemine de bir şans verin hocam. Çünkü gerçekten çok sağlam işler var. Öte yandan, bu tarz trajik olaylar sayesinde esasen, grupların bilmediğimiz yanlarını ve potansiyellerini de görebiliyoruz. Mesela, Dead ve Euronymous ölmeseydi, büyük ihtimal Mayhem “Grand Declaration of War” gibi bir albüm yapmayacaktı/yapamayacaktı. Layne’in ölümü de Alice in Chains’in şu anki tarzıyla açığa çıkardığı bir özelliğini sergilemesinde rol oynadı.
Bununla birlikte, görüşleriniz için teşekkür ederim. Ben de biraz farklılık belki hoş olur diye son iki incelemede bu tarzlara yöneldim. Bana da iyi geldi bir yandan. Bu gruplar hakkında da söylemek istediğim çok şeyin birikmiş olduğunu gösterdi bu albümler.
@Noshophoros, Layne Staley sonrası seveni çok. Büyük ihtimalle de dediğiniz gibi kaliteli işler çıkarmışlardır. Ben pek profesyonel dinleyici olamıyorum sanırım haha. Mesela Roy Khan da Kamelot’dan ayrıldıktan sonra grupla yıldızım barışmadı. Kült olmuş vokalistler gruplarından ayrılınca sarsılıyorum biraz. :)
Yine güzel bir kritik olmuş elinize sağlık. Dirt manyağı biri olarak bu albüme ısınamayanlardanım. Sebebi de incelemede belirtildiği gibi Staley’nin hastası olduğumuz gırtlağa abanmalı vokalinin albümde bulunmayışı. Bir de bence Dirt fazla iyi bir albüm tabi.
DuVall dönemini ben de severim. Voices parçasını duyduğumda Staley döneminden dinlemeyi kaçırdığım bir şarkı sanmıştım. Cantrell’in hem gitar çalıp hem de vokal yaparak grubun sound’unda çok etkin olmasından sebeptir muhtemelen.
Jerry Cantrell müthiş bir gitarist. Yeterince övülmüyor gibi hissediyorum. Oldukça yaratıcı ve sesiyle, gitarıyla sahneye çok yakışan, rock n’ roll bir abimiz. Ha bir de çok kıskanılası saçı var abimizin.
Sert olan rock gruplarının kritikleri hoş oldu sitede. Gözlerim Appetite For Destruction’ı, Let There Be Rock’ı, Shout at the Devil’ı aramakta ama hayırlısı artık. :)
@Raddor, deadhouse’un da dediği gibi sizden de bu saydığınız albümlerden birinin kritiğini görmek hoş olabilir. Hakim olduğunuz gruplarla ilgili güzel incelemeler yazabileceğinizi düşünüyorum açıkçası ve okumak da isterim şahsen.
Bununla birlikte Guns N’ Roses, Def Leppard gibi gruplardan da incelemeler yazmayı düşündüm. AC/DC, Mötley Crüe gibi gruplar çok severek dinlediğim gruplar olmadığı için kritiklerini yazmamaya karar verdim çünkü sevenleri için hakkını veren incelemeler yazamayabilirim. O grupları iyi bilenlerin ve sevenlerin yazması daha uygun olur.
@deadhouse, @Noshophoros, teşekkür ederim. :) Yorum yazarken bile 10 paragraf yazıyorum neredeyse. Kritik yazsam kısaltamam, kim bilir 100 paragraf olur, o da yayınlanmaz ahah. Denerim belki uygun şekilde yazmayı başarırsam olabilir.
@Salata, Shout at the Devil’ı ‘en sevdiğiniz 25 albüm’ sayfasında 5. sırama almıştım. Öyle seviyorum o albümü. O yıllarda Judas Priest’in olduğu kadar metal bir albümdür ve albüm kapağından dolayı popüler medyaya satanizm korkusu salmıştır. Ama tüm bunların yanında her parçası manyak iyi bir albümdür hakikaten.
Albüm dediğimiz şeyler, frogs ve over now gibi insanın içini çürüten parçalar ile kapanmamalı. Kendimi kesmeye başlasam, fazla kan kaybetsem hastane masrafimi kim karşılayacak, alkol tüketmek istesem kim para ateşleyecek? Eserleri ortalığa salıp yok oluyorsunuz ulan ibneler. Şaka bir yana, benzer hisleri yine son 2 parçası ile ‘the devil put dinosaurs here’ albümü de yaşatıyor.
‘Over now’ sana sesleniyorum, Lemmy belanı versin aq…
tripod’u ben yazmayı düşünüyordum ama böyle yazamazdım sanırım, hakkını vermişsin, güzel kritik. en sevdiğim albümlerden biridir. teşekkürler :)
20.04.2020
@sueda, Rica ederim hocam. Kesinlikle özel bir albüm. Böyle bir albümün incelemesini yazmak istediyseniz, gerçekten değer verdiğiniz bir albümdür bu diye düşünüyorum. Hakkını verdiğimi bilmek mutlu etti beni o yüzden. Ben de size teşekkür ederim.
Bence çok iyi parçalar içermesine rağmen Staley döneminin en zayıf çalışması. Fakat Staley’in son zamanlarına bakınca bu albüm daha da iyi anlaşılıyor ve müziğin değeri ve anlamı da artıyor bana göre. Staley’in yıllar içinde çöküşü çok kötü, bağımlılıktan dolayı dişlerinin çoğunu kaybediyor, elleri ve ayakları mahvoluyor, son yıllarında ise yüzü neredeyse tanınmayacak kadar değişiyor ve son zamanlarını neredeyse tamamen tek başına geçiriyor. en kötüsü de öleceğini biliyor ve sonunun böyle olmasını hiçbir zaman istemediğini söylüyor. Öldüğünde ise sadece 36 kilogram ve yaklaşık iki hafta sonra bulunuyor. Böyle bir sese ve karizmaya sahip ve muhteşem bir hayata sahip olabilecekken bu şekilde bir son gerçekten yorumsuz.
20.04.2020
@Salata, Bu albüm, Alice in Chains çalışmaları içinde uzun süre en az dinlediğim albüm oldu, ama sebebi müzikle alakalı estetik yargılar değil, albüm kendi standartlarında hakikaten iyi, ama esas sebep kritikte de belirttiğim üzere bu albümün bana gerçekten Layne Staley’nin kaybını yoğun bir şekilde hissettirmesi. Zaten bu yetmezmiş gibi üstüne bir de “Black Gives Way to Blue” gibi en karanlık tonlarda gezen muazzam bir dönüş albümü yaptılar ya ikisi resmen ölümcül kombo.
Darkthrone ile Alice in Chains’in değişim geçirdikten sonraki yeni hallerini 90′lı yıllardaki albümlerinden daha çok seviyorum.
21.04.2020
@şeyh hulud, Darkthrone’un değişim sonrası albümlerine hakim değilim hocam. Önerdiğiniz bir albüm var mıdır o evreden ?
21.04.2020
@Noshophoros, The Cult Is Alive’ı çok severim ben, onu önerebilirim.
21.04.2020
@tahsin, Teşekkürler hocam, aldım listeye.
21.04.2020
@Noshophoros, Son albüm.
21.04.2020
@Kıyamet metali, Evet bir süredir gözüm ilişiyordu, ona da bakayım.
21.04.2020
@Noshophoros, sürekli tarz değiştirdikleri için bir tane albüm söylemek zor ama Circle the Wagons ortalamayı iyi temsil ettiği için yerinde bir giriş noktası olabilir. Ardından daha çok punk için geriye doğru (özellikle F.O.A.D albümü), daha çok heavy metal için ise ileriye doğru gidebilirsin (özellikle The Underground Resistance). Son 2 albümdür yaptıkları black/heavy metal de harikadır. Hepsini ayrı ayrı sevdiğimden bu soru yarım saattir bana eziyet çektirdi :)
21.04.2020
@şeyh hulud, Hahah :) Eyvallah hocam, sağ olun. Gayet açıklayıcı olmuş, rotayı belirledim.
21.04.2020
@Noshophoros, Darkthrone Arctic thunder bayağı dinlemiştim sağlam albümdür
21.04.2020
@Noshophoros, Dark thrones and black flags benim favorim
21.04.2020
@Retrokafa, @Aura magula, Önerilenlere göre anlaşılan “The Cult Is Alive”dan “Old Star”a kadarki bütün Darkthrone albümlerini dinlemem gerek. Bu ikisi arasındaki albümlerin her birine bir kere değinildi en azından. Albüm dinlemeye vakit ayırmak için tam da uygun günler. Teşekkür ederim hepinize teker teker .
“demir olsam çürürdüm toprak oldum da dayandım.” layne staley
AIC müziğinin ve tarzının öyle james ya da larsın hype yapmasına gerek kalmadan da allah gibi olduğu düşünüyorum. hala da öyle.
albüm 7/10
21.04.2020
@necrobutcher, Oradaki Lars, James ve Loomis vurguları elbette bir takdir gerekliliğinden ötürü değil, yalnızca; farklı tarzlarda müzik yapan insanların beğenisini üzerinde tutabilmesi açısından grubun yakaladığı başarıyı vurgulamak için yapıldı.
Grunge dinleyip sevemediğim bir türdü ama ALICE IN CHAINS çok başka yahu, çok kaliteli müzik yapmış adamlar. Yeni albümlerini de dinlemediyseniz mutlaka dinleyin onlarda da çok iyi iş çıkarmışlar.
21.04.2020
@Boba Fett, Yeni albümlerini henüz dinleyemedim hocam, hatta haberini de baya geç aldım. En son dinlediğim albüm “The Devil Put Dinosaurs Here” albümüydü. Son albümü baya merak ediyorum.
21.04.2020
@Noshophoros, Ben beğendim tavsiye ederim. Tatmin edecektir.
21.04.2020
@Boba Fett, Ne yalan söyleyeyim, zaten aksi yönde bir beklentim yoktu. AIC her albümüyle güzel bir iş ortaya koymayı beceren nadir gruplardan.
Bilmiyorum daha önce dillendirildi mi biliniyor mu ama Metallica nın Load ve Reload ı yaparken AIC müziğinden çok etkilendiğini düşünüyorum.
21.04.2020
@Exorsexist, “Load” ve “Reload” albümlerinde dönemin yükselişte olan grunge topluluklarından etkilenildiğine yönelik bir şeyler okumuştum zamanında. Hatta Metallica’nın “Until It Sleeps” parçasıyla AIC’in “Angry Chair” parçası birbirini acayip çağrıştırıyor. Özellikle davulları, kalıplar çok benzer. Zamanında birbirleriyle ufak atışmalara girmiş olsalar da iki grubun iyi anlaştığı biliniyor sanırım.
Alice in Chains hayatımın gruplarından biri, öyle böyle sevmiyorum ve bu albümde de cidden acayip iyi şarkılar var. Özellikle Over Now en sevdiğim AiC şarkılarından biri. Yazı için eline sağlık Emir.
Bu arada ben de AiC’in Duvall’li döneminin çok ağır hastasıyım ve sanırım Layne’li döneminden bi tık daha fazla seviyorum. Kör ve bağnaz olunmadığı sürece Duvall’in kalitesinin görülmemesi imkansız bence.
21.04.2020
@Berca B., Teşekkür ederim.
Layne’in ölümü sonrası AiC hem tarzını hem de sound’unu değiştirmekle bence en harika işi yaptı. Çünkü öbür türlü, olasılıkların birçoğu grubun geleceğini her manada tehlikeye atabilirdi. Ama böyle olmamasının en büyük sebebi grubun Jerry Cantrell gibi bir adamın elinde olması. İpleri eline alarak, şarkıları DuVall ile beraber sırtlayarak kendine özgün bir grup meydana getirmeyi başardı adam bir kez daha. DuVall da hakikaten çok iyi bir frontman ve müzisyen. Gerek ses rengi olsun gerekse gitarlardaki katkıları olsun grubun şu anki müziğinde çok emeği var. Üstelik, konserlerde bazen eski şarkılarından çaldıklarında söyleyişine dikkat ediyorum, adam kendi yorumunu o kadar güzel katıyor ki parçanın havasını değiştiriyor. Saygı duymamak ve sevmemek elde değil gerçekten.
Tüm diskografisini 1 kez baştan sonra dinlediğim ve şu an hiçbir şarkısını bilmediğim grup. “Would?” çalsa “Bu Alice in Chains” derim ama hangi şarkı olduğunu anlayamam muhtemelen. Şu an hiçbir fikrim yok mesela nasıl başlıyor, nakaratı nasıl… Bilmiyorum neden, ben rock olayına her zaman soğuk oldum birkaç istisna dışında.
Google’a “best rock bands of the 90s” yazıp aratınca çıkan grupların ilk 25 tanesiyle araya kaynayan Metallica dışında zerre ilgilenmiyorum cidden. Bilmiyorum neden ama kısmen Karnivool veya Coheed and Cambria gibi farklı olaylara girişilmediği sürece rock müziğe tahammül edemiyorum gerçekten.
“Rock/metal” çoğu yerde birlikte anılır ama benim rock kültürüyle, rocker’lıkla falan cidden hiç alakam yok. Hep istiyorum hayvan gibi metal olsun, hep istiyorum yardırsın.
22.04.2020
@Ahmet Saraçoğlu, OK Computer’ı seviyordunuz sanırım.
22.04.2020
@deadhouse, OK Computer 10/10 ama diğer albümlerini dinlemedim.
22.04.2020
@Ahmet Saraçoğlu, Açıkçası ben de metalin içine girdikten sonra, dışındaki pek çok şeyden beklediğim tatmini alamadım. Yavan geldi. Ama öte yandan, rock müziğin içinde, hele metal ile karıştırılarak yapılan şekillerinde, gerçekten ilham ve keyif verici şeyler buluyorum. Bir dönem sadece Def Leppard dinledim. Sonra gün geldi yıllarca dinlemedim. Başka bir dönem sadece grunge grupları dinledim, ondan sonra da sadece ekstrem metal ve diğer metal türevleri. Moda gibi birinden diğerine sardım sürekli. Çünkü hepsi bir noktada, duygusal ve mental olarak farklı bir ihtiyacımı karşılıyordu ve çoğu durumda birinin verdiğini öteki veremiyordu.
22.04.2020
@Ahmet Saraçoğlu, çok büyük kayıp.
Layne Staley dönemi bittikten sonraki hiçbir AİC albümünü dinlemedim. Layne Staley’nin ölmesi ve AİC’in devam etmesi, bana göre Kurt Cobain’in ölüp Nirvana’nın devam etmesi gibi. Bu albüm özel bir albüm. Kritik çok iyi. Valla Emir siteye yeni bir soluk kattın. Yazar çeşitliliği az olunca hep aynı türden albümler yazılabiliyor.
22.04.2020
@deadhouse, Esasen Layne Staley’nin ölümüyle AIC, eski tarzıyla çok bağdaşmayan bir yöne kaydı. Evet eski grup üyeleri ve grup ismi sebebiyle hala geçmişiyle bağını koruyor ama bambaşka bir şeye dönüştü. Naçizane önerim, bence Staley sonrası dönemine de bir şans verin hocam. Çünkü gerçekten çok sağlam işler var. Öte yandan, bu tarz trajik olaylar sayesinde esasen, grupların bilmediğimiz yanlarını ve potansiyellerini de görebiliyoruz. Mesela, Dead ve Euronymous ölmeseydi, büyük ihtimal Mayhem “Grand Declaration of War” gibi bir albüm yapmayacaktı/yapamayacaktı. Layne’in ölümü de Alice in Chains’in şu anki tarzıyla açığa çıkardığı bir özelliğini sergilemesinde rol oynadı.
Bununla birlikte, görüşleriniz için teşekkür ederim. Ben de biraz farklılık belki hoş olur diye son iki incelemede bu tarzlara yöneldim. Bana da iyi geldi bir yandan. Bu gruplar hakkında da söylemek istediğim çok şeyin birikmiş olduğunu gösterdi bu albümler.
22.04.2020
@Noshophoros, Layne Staley sonrası seveni çok. Büyük ihtimalle de dediğiniz gibi kaliteli işler çıkarmışlardır. Ben pek profesyonel dinleyici olamıyorum sanırım haha. Mesela Roy Khan da Kamelot’dan ayrıldıktan sonra grupla yıldızım barışmadı. Kült olmuş vokalistler gruplarından ayrılınca sarsılıyorum biraz. :)
22.04.2020
@deadhouse, Anladım. Tercih meselesi tabii ki. Benimki sadece bir öneri neticede :)
Yine güzel bir kritik olmuş elinize sağlık. Dirt manyağı biri olarak bu albüme ısınamayanlardanım. Sebebi de incelemede belirtildiği gibi Staley’nin hastası olduğumuz gırtlağa abanmalı vokalinin albümde bulunmayışı. Bir de bence Dirt fazla iyi bir albüm tabi.
DuVall dönemini ben de severim. Voices parçasını duyduğumda Staley döneminden dinlemeyi kaçırdığım bir şarkı sanmıştım. Cantrell’in hem gitar çalıp hem de vokal yaparak grubun sound’unda çok etkin olmasından sebeptir muhtemelen.
Jerry Cantrell müthiş bir gitarist. Yeterince övülmüyor gibi hissediyorum. Oldukça yaratıcı ve sesiyle, gitarıyla sahneye çok yakışan, rock n’ roll bir abimiz. Ha bir de çok kıskanılası saçı var abimizin.
Sert olan rock gruplarının kritikleri hoş oldu sitede. Gözlerim Appetite For Destruction’ı, Let There Be Rock’ı, Shout at the Devil’ı aramakta ama hayırlısı artık. :)
22.04.2020
@Raddor, Appetite for Destruction’ı sizden bekleriz. :)
23.04.2020
@deadhouse, Abi lütfen biri en azından Shout at the Devil’i yazsın. Baştn sona hit bombardımanı
22.04.2020
@Raddor, deadhouse’un da dediği gibi sizden de bu saydığınız albümlerden birinin kritiğini görmek hoş olabilir. Hakim olduğunuz gruplarla ilgili güzel incelemeler yazabileceğinizi düşünüyorum açıkçası ve okumak da isterim şahsen.
Bununla birlikte Guns N’ Roses, Def Leppard gibi gruplardan da incelemeler yazmayı düşündüm. AC/DC, Mötley Crüe gibi gruplar çok severek dinlediğim gruplar olmadığı için kritiklerini yazmamaya karar verdim çünkü sevenleri için hakkını veren incelemeler yazamayabilirim. O grupları iyi bilenlerin ve sevenlerin yazması daha uygun olur.
23.04.2020
@deadhouse, @Noshophoros, teşekkür ederim. :) Yorum yazarken bile 10 paragraf yazıyorum neredeyse. Kritik yazsam kısaltamam, kim bilir 100 paragraf olur, o da yayınlanmaz ahah. Denerim belki uygun şekilde yazmayı başarırsam olabilir.
@Salata, Shout at the Devil’ı ‘en sevdiğiniz 25 albüm’ sayfasında 5. sırama almıştım. Öyle seviyorum o albümü. O yıllarda Judas Priest’in olduğu kadar metal bir albümdür ve albüm kapağından dolayı popüler medyaya satanizm korkusu salmıştır. Ama tüm bunların yanında her parçası manyak iyi bir albümdür hakikaten.
Albüm dediğimiz şeyler, frogs ve over now gibi insanın içini çürüten parçalar ile kapanmamalı. Kendimi kesmeye başlasam, fazla kan kaybetsem hastane masrafimi kim karşılayacak, alkol tüketmek istesem kim para ateşleyecek? Eserleri ortalığa salıp yok oluyorsunuz ulan ibneler. Şaka bir yana, benzer hisleri yine son 2 parçası ile ‘the devil put dinosaurs here’ albümü de yaşatıyor.
‘Over now’ sana sesleniyorum, Lemmy belanı versin aq…