80’li yılların isim yapmış diğer büyük thrash grupları gibi Exodus da özellikle “Bonded by Blood” ve “Pleasures of the Flesh” ile beraber dikkat çekici albümlere imza atmıştı. Ancak, gidişatının geneline bakıldığında 90’lı yılların grup için pek de iç açıcı geçmediği görülebilir. Söz konusu grup Exodus olunca, elbette ortaya koyduğu işlerde tümden bir vasatlıkla karşılaşmıyoruz kolay kolay. Muhakkak bir rifiyle, solosuyla, temposuyla ya da davullarıyla akıllarda yer eden parçalar besteleyebilen grubun bir noktada “İşte bu Exodus” dedirtebilmesi zaten bu güveni yıllarca tazelemiş oldu. Fakat “Fabulous Disaster” ile göze çarpan ivme kaybı “Impact Is Imminent”da tavan yapmıştı. Daha düne kadar Amerika’yı Metallica ile beraber thrash rüzgarının içine sokmuş Exodus albüm yaptıkça meslekdaşlarının tersine, düşen bir profil gösteriyordu bu yıllarda. Thrash’in gözde grupları çıkardıkları her albümde insanların aklını almaya ve kariyerlerinde muazzam yükselişlere geçmeye devam ederken, Exodus yüksek kalitede seyreden bu rekabete göğüs gerebilecek kalibrede büyük albümler yapamadı ilk iki albümünün ardından. Fakat ne zaman thrash metal’den bahsedilse Exodus orada oldu. Çünkü Gary Holt başta olmak üzere, işini gerçekten iyi yapan ve bu müziğin özünü bizlere geçirmeyi bir şekilde bilen müzisyenlere sahipti. Ama ne yazık ki bir albümü tümden yüceltecek ölçüde bir başarı öyküsü olarak yansımıyordu bu durum, düşüş başladığından beri.
Nihayetinde 80’li yılların sonunda düşüşe geçmeye başlayan grup, 90’lı yılları yine büyük ölçüde ses getirmeyen iki albümle kapattı ve gelir kaynağı olarak görülebilecek birkaç iş dışında ciddi bir sessizliğe gömüldü. Bu albümlerin biri “Impact Is Imminent”, diğeri ise incelemenin konusu olan “Force of Habit”di. Bu düşüş ve beraberinde gelen sessizlik periyodu, 2004’de yayınlanan “Tempo of the Damned” ile öyle bir yıkıldı ki çatlayan ve kırılan camların sesi grubu takip eden herkesi neye uğradığını şaşırttı. Muhteşem bir dönüş albümüydü “Tempo of the Damned” ve Exodus’dan artık bir cacık olmayacağını düşünenler vardıysa fena bir cevap niteliği de taşıyordu. Peki hâl böyleyken, bu incelemenin konusu neden “Force of Habit” diye soracak olursanız (artık sordunuz varsaydım), diyeceğim şey albümün; döneminin şartlarında marjinal denebilecek özelliklere sahip olmasıdır.
Exodus’un 90’lı yılları, esasen metal gruplarında bireysel yeteneklerin her zaman iyi bir grup kimyasını garanti edemeyeceğinin güzel örneklerinden birisi. İyi besteler hiç mi yapılmadı, elbette yapıldı. Ancak az önce yukarıda da ima ettiğim gibi albümlerin genel profili birkaç efektif şarkının imajıyla kotarılıyordu. Grup, 1992’de yayınladığı “Force of Habit”de de bu tablonun bütünü açısından çok farklı bir iş yapmamıştı. Şarkılar arasındaki istikrarsızlık, dramatik ölçekte dalgalanmalar ve “bu olmuş”-“bu olmamış” dedirten dengesizlikler “Force of Habit”in de ana sıkıntıları arasında yer alıyordu. Fakat bu albüm, kendisinden bahsedilmesini gerektiren birtakım özelliklere sahipti ve bu özellikler de çalışmanın genelini, düşüşe geçen profilde farklı kılıyordu. Kısacası “Force of Habit” belki burun kıvırabileceğiniz bir albüm, ama yuhalayıp yumurta fırlatabileceğiniz bir albüm değil.
Exodus’un farklı bir yanıyla karşılaştığımız albümü de denilebilir “Force of Habit” için çünkü thrash metal’in bu albümde büründüğü form bir hayli enteresan. Kullanılan dil elbette thrash, fakat başvurulan materyallere büyük ölçekte blues gamları ve yüksek tempodan ziyade daha yavaş-orta tempoda çalınan heavy rifler damgasını vuruyor diyebiliriz. Aslında bunun mesajları söz gelimi “Fabulous Disaster”daki “Cajun Hell” gibi bestelerde veriliyordu. Exodus’un klasik yüksek tempolu thrash’i bu albümde pratiğe dökülmüyor büyük ölçekte. Asi ve hırçın Exodus, biraz bohemleşiyor.
Albüm salata gibi resmen. Bir bakıyorsunuz, groove metal denebilecek bir açılış karşınıza çıkıyor ve “Hadi bakalım!” moduna geçiyorsunuz (“Me, Myself & I”), sonra bir bakıyorsunuz; temelde tek bir rif ve akor biçimi üzerine inşa edilmiş bir parçanın kendisini nasıl 6 dakika boyunca şevk ve gazla dinlettirebildiğine şaşırıyorsunuz (“Fuel for the Fire”). Öte yandan, orta tempo üzerine kurulu olup gayet karizmatik ve seksi rifler içeren “One Foot in the Grave” ve “Climb Before the Fall” gibi parçalar da albümden aldığınız zevki ziyadesiyle arttırmakla birlikte Exodus’u zaman zaman şarkılarıyla insanları eğlendiren bir blues/hard rock bar grubuna da dönüştürüyor. Bu arada “One Foot in the Grave”, Alice in Chains’in “We Die Young” parçası ile kardeş denebilecek ölçüde benzer bir ana rife sahip. Bununla birlikte, şarkı sayısının fazlalığı ve bu bestelerin arasında biraz “doldurma” gibi işlev gören parçaların varlığı, güzel besteleri keşfetme işini biraz zahmetli bir hâle getiriyor. Genel ölçekte dağınık olan “Force of Habit”in en büyük dezavantajı, içerdiği şarkı sayısının fazlalığı oluyor. Biraz daha kısa tutulmasıyla nispeten dengeli bir albüm olabileceğinin izlenimini veriyor bu nedenle.
Birbiriyle yer yer benzer, yer yer farklı tatlarda şarkılara sahip olan “Force of Habit” albümünde iki beste, kompozisyonları itibarıyla öne çıkıyor. Bunların ilki, “Thorn in My Side” ile beraber kendisine klip de çekilmiş iki şarkıdan biri olan “Good Day to Die”, ikincisi de hem 11 dakikalık süresi hem de besteciliğiyle diğer şarkıların hepsinden ayrışan, albümün aykırı çocuğu “Architect of Pain”. “Good Day to Die”, esasen Exodus’un bu albümde uyguladığı formülün güzel bir özeti olarak son derece karakteristik ve blues/heavy metal melezi bir beste iken “Architect of Pain”, tabiatı nedeniyle böyle bir albümde yer alması kafalarda çeşitli soru işaretleri doğuran ama öte yandan da grubun bu güne dek yaptığı en güzel bestelerden birisi.
Neden bu albümde yer alması tuhaf diyorum, çünkü sözsel içeriği ve yarattığı hava itibarıyla çalışmanın genelinden epey bağımsız bir yapısı var. Aslında albümdeki her şarkı, paylaştıkları belirli ortak formüller dışında bir diğerinden bağımsız özelliğe sahip, ancak bu durum “Architect of Pain”de bambaşka bir noktaya varıyor. Şarkı ismi ve sözleriyle bir Marquis de Sade güzellemesi ve tasviri yapan beste, işin müzik kısmında da kasvet, sadizm ve tekinsizlik üzerine öyle başarılı bir kompozisyon sergiliyor ki uzun süresine rağmen başladığı gibi beste sizi içine çekiyor; rifleriyle, sololarıyla ve Zetro’nun albümdeki en başarılı vokallerinden birisiyle sizi “Ben ne dinledim az önce !” dedirtecek bir hâle sokuyor, iyi anlamda.
Bu şarkı haricindeki hemen hemen tüm şarkılarında blues kökünden de destek alarak daha majör, eğlenceli ve maceracı ruh hâllerine yelken açan Exodus, “Architect of Pain” ile sanki yıllarca karanlık bir yanını herkesten saklamış ve artık bu yanını göstermeye karar vermiş birinin yaşatacağı şoku yaşatıyor. Beste o kadar dominant ki Exodus biraz kafa patlatıp söz ve müzik olarak bu temaya yoğunlaşsaydı, “Force of Habit”i Marquis de Sade konulu dillerden düşmeyecek bir konsept albüme dönüştürebilir, metal müzikte Sade’ın adı anıldığında akıllara direk kendisini getirebilir ve nice yatak odasında fantezilere ses veren bir eser hâline gelebilirdi. Albümü baştan sona dinlerseniz, bu bestenin ne kadar yalnız olduğunu ve kendisini tamamlayacak bir “büyük resime” ihtiyaç duyduğunu görebilirsiniz.
The Rolling Stones ve Elvis Costello cover’ları, farklı türlerle sentezlenip biraz evcilleştirilmiş thrash metal, dağınık kafalar ve 13 adet şarkı derken “Force of Habit” en nihayetinde Exodus’un çalkantılı geçen 90’lı yıllarının bir ürünü olarak, özellikle kendisinden 12 yıl sonra çıkan “Tempo of the Damned”ın da yarattığı etkiyle iyice gözden uzak, adı pek anılmayan Exodus albümleri arasında yerini alıyor. Doğrudan iyi veya kötü denilebilecek bir albüm değil, çünkü dinlediğiniz esnada her iki tarafa da kaydığınız anlar oluyor çalışma boyunca. Ancak içinde bulunduğu yıllarda tıpkı diğer pek çok thrash grubu gibi farklı alternatifler deneyen ve farklı arayışlar içinde olan Exodus’un da elinden her zaman çıkmayacak, belki bu nedenle içindeki kayda değer parçalara daha dikkat kesilmemizi gerektirecek bir albüm “Force of Habit”. Dinlemediğiniz takdirde “belki” büyük bir kayıp olmaz bu, ancak dinlerseniz; nereden nasıl bir kazanım elde edeceğinizin şaşırtıcı sürprizleri olabilir.
Kadro Steve “Zetro” Souza: Vokal
Gary Holt: Gitar
Rick Hunolt: Gitar
Mike Butler: Bas
John Tempesta: Davul
Şarkılar 1) Thorn in My Side
2) Me, Myself & I
3) Force of Habit
4) Bitch (The Rolling Stones cover'ı)
5) Fuel for the Fire
6) One Foot in the Grave
7) Count Your Blessings
8) Climb Before the Fall
9) Architect of Pain
10) When It Rains It Pours
11) Good Day to Die
12) Pump It Up (Elvis Costello cover'ı)
13) Feeding Time at the Zoo
güzel hareket. lakin bu albümden tek bir şarkı bile çalmıyorlar konserlerde.gitar tonu, dediğin gibi şarkılar o dönemin işi. metallica black albümüyle başlayan etki, countdown to extinction olsun, the ritual olsun, i hear black olsun… lakin sevdiğim bir çalışma. eyvallah
güzel hareket. lakin bu albümden tek bir şarkı bile çalmıyorlar konserlerde.gitar tonu, dediğin gibi şarkılar o dönemin işi. metallica black albümüyle başlayan etki, countdown to extinction olsun, the ritual olsun, i hear black olsun… lakin sevdiğim bir çalışma. eyvallah
30.03.2020
@eyemaster, Rica ederim. Bu arada saydığın albümlerden ben de “I Hear Black”e bayılırım.