Sylosis ile tanışmam, 2011 yılında çıkardıkları ikinci albümleri “Edge Of The Earth” ile olmuştu. Dinlediğim müzik taze, melodik ve sertlik düzeyi tatmin eden bir müzikti. Dolayısıyla o dönemlerdeki müzik zevkimle birebir örtüşen, şahane bir gitar sound’una, oldukça karakterli ve harika bir vokale, üstelik de atmosferik bir derinliğe sahip olan bu müziğe pek bir hayran kalmıştım. Daha sonra ilk albümlerine baktığımda grup, müzikal altyapı olarak ikinci albümde duyup beğenmiş olduğum birçok özelliği barındırıyor olmasına rağmen vokalin farklı olması ve o dönemlerde sıkça karşılaştığım ve sevmediğim, nakaratlardaki popvari vokal melodileri sebebiyle, ikinci albümdeki müziği daha fazla sahiplendim. Josh’ın sesini ve tavrını önceki elemandan çok daha fazla beğenmiştim. Sonrasında ise çıkardıkları her albümü vakit kaybetmeden dinler oldum. Sylosis, o dönemde müziğini en çok beğendiğim gruplardan biriydi.
2012’de Monolith, 2015’te de Dormant Heart’ı çıkarmalarının ardından kariyerlerine uzunca bir ara verdiler. Bu sırada grubun frontman’i ve bestecisi olan Josh Middleton, bildiğim kadarıyla bir adet solo albüm yapmış, sonrasında ise “Architects” ile session olarak konserlerinde onlara gitarıyla eşlik eder olmuştu. Nihayetinde, son albümlerinin ardından beş yıl geçti ve “Cycle Of Suffering” ile ne zamandır haber alamadığımız Sylosis, tekrardan sahneye adımını attı.
Oldukça yüzeysel bir özet olarak geçtiğim bu esnada aslında epey bir olay oldu tabii… Önce 2012’deki albümleri Monolith’in turnelerinden birinde Sylosis’i taşıyan araç kaza yapmış ve davulcuları, o kazanın yol açtığı ciddi bir sakatlık sonucu müzik kariyerini sonlandırmıştı. 2015’teki Dormant Heart’tan birkaç sene sonra da yakın arkadaşları Architects’in gitaristi hayatını kaybettiği için Josh, gruba turnelerinde ve konserlerinde eşlik etmeye başladı. Bir süredir istenmeyen ve elde olmayan sebeplerden ötürü Sylosis uzun bir uykuya dalmak zorunda kalmıştı. Nitekim, sonunda bozulan sessizlik ile çıkan albümleri bunca aranın ardından eski bir dostum ile karşılaşmışım hissi yarattı bende.
Albüm bestelenirken, bu beş sene içinde yazılmış veya daha eski rifflerden mi yararlanıldı yoksa belli bir dönemin ardından sıfırdan mı beste yapıldı tam olarak bilemiyorum. Fakat Cycle Of Suffering’de karşıma çıkan, katıksız bir Sylosis müziği. Bunu yazarken birçok şey düşünüyorum. Düşündüklerimden birisi bunun hem bir avantaj, hem de bir dezavantaj olabileceği.
Avantajlı yönü şu: Sylosis, hali hazırda çok etkili ve güzel bir müzik yapıyor ve sertliğin yanısıra, müziğinde fazlasıyla yoğun bir derinlik ihtiva ediyor. Yukarıda, Edge Of The Earth’ten bahsederken kullandığım tanımlar grubun müzikal karakteri için hala geçerli. Belki rifflerde ufak çapta bir takım yeni hareketlere rastlayabiliriz bu yeni albümü dinlerken; fakat müziği bütünsel olarak ele aldığımızda duydukarımız bize “evet, bu Sylosis” dedirtiyor.
Bu durum da işin bu kısmının dezavantajına götürüyor bizi. Bütünsel anlamda müziği ele aldığımızda Sylosis bize bir sürpriz yapmıyor. Grupla ilk kez karşılaşan biri için bu söylediğim elbette geçerli değil fakat genele baktığımızda, grubun kendi oluşturduğu çerçevede çok da fazla bir hareket alanının kalmadığını hissediyorum. Belli bir sürenin üzerinde müzik yapan herkesin başına kaçınılmaz bir şekilde gelecek olan bu durum, karakteristik bir tarz yaratan gruplara ise kesinlikle olacaktır. Karakteristik tınıya sahip olmanın bedeli maalesef budur.
Fakat bu çizdiğim olumsuza benzeyen resme rağmen, bir gerçek var ki o da Josh Middleton’ın muhteşem bir gitarist, çok başarılı bir vokal ve şahane bir şarkı yazarı oluşudur. Rifflerde ve sololarında gördüğümüz doğu ezgileri, kesinlikle oryantale kaçmadan, bu albümde de metalliğini koruyarak sert ve sağlam bir taban hazırlıyor. Şahane bir tekniğe sahip gitaristliğini, yazdığı kompleks ve çalımı zor rifflerin ve soloların hızlı partlarında gösterirken o zor partları tertemiz çalıyor. Josh bir ara bir Youtube kanalı açmış ve o kanalda gitar teknikleri ve gitar sounduyla ilgili birikimlerini paylaşmıştı. Kanal çok hareketli olmasa da sanırım hala aktifliğini korumakta. Orada, Josh’ın ne denli bir gitar “nerd”ü olduğunu ve nasıl hayvan gibi çaldığını daha yakından takip edebilirsiniz. Müziğe geri dönecek olursak; Sylosis’in o oryantale kaçmadan, doğu ezgileriyle oluşturduğu thrash metal tabanını, aynı zamanda post-rock etkileriyle süslediğini, bunu yaparken amacı müziğe derin ve karanlık bir atmosfer sağlama niyetinde olduğunu görebiliriz. Riff tabanlı müzik yapan bir grup olan Sylosis’in, aşırıya kaçmadan hafifçe sample ve ambiyans klavyelerle desteklediği bu atmosfer, Sylosis’e karakterini kazandıran en mühim özelliklerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Josh’ın, müziğin atmosferine son derece yakışan Joe Duplantier tadındaki vokali ise yarattığı müziğin havasına resmen cuk oturuyor.
Albümü dinlemeden önce merak ettiğim bir konu da şuydu: Acaba Josh, uzunca bir süre turnelerinde eşlik ettiği ve kendilerinden oldukça farklı, modernize bir müzik yapan Architects’ten herhangi bir şekilde etkilenmiş miydi? Bu sorunun cevabını dinlediğim müzikte çok arasam da tam anlamıyla bulamadım. Çünkü daha önce de üstünkörü bahsettiğim gibi müziğin içindeki ufak da olsa yenilikçi hareketler, mesela kısa süreli blast beat’ler veya bend’li riffler, bestecinin kendi yarattığı tarza son derece ustalıkla yedirilmiş. Ve her ne yapılırsa yapılsın, Sylosis kimliğinden ödün verilmemiş. Müziğin içinde yapılmış her hareket, nasıl oluyorsa bir şekilde Sylosis tınlamayı başarıyor. İşte bu konuda tekrar bunun bir avantaj olduğu kadar bir dezavantaj da olabileceği gerçeğine geri dönüyoruz. Fakat ne olursa olsun, Cylcle Of Suffering isimli yaratımın, son derece nitelikli ve üstün müzisyenlik ihtiva eden bir ürün olduğunu da seve seve kabul ediyoruz. Tabii bir şeyi daha ciddi bir şekilde merak etmekteyim… İnsan kendine sormadan edemiyor; Sylosis’i ilk dinlemeye başladığım zamandan bu zamana geçen sekiz ya da dokuz yılda ben ne kadar değişmiş olabilirim?
Pasifagresif’e Edge Of The Earth albümünün kritiğini yazdığımda bu benim yazdığım ilk ve tek kritikti. Bunca yıl sonra tekrardan bir albüm kritiği yazacağım ise aklıma bile gelmezdi. Belki bu yazımın ardından o dönemde yazmış olduğum kritiği tekrar okuyarak bir nevi cevap niteliğinde bir şeye kavuşabilirim. Aradan geçen bu zaman, insanların zevkleri üzerinde devasa değişiklikler yapabilecek yeterlilikte uzun bir zaman. Neyse ki o kadar da devasa değişmediğimi varsayıyorum. Yoksa değiştim mi? Bilemiyorum.
Tüm bunları yazmamın sebebi, “Sylosis, o dönemde müziğini en çok beğendiğim gruplardan biriydi” sözüme geri dönmek istemem. O dönemde gerçekten de bana aradığım ve sevdiğim tadı veren nitelikli bir gruptan ve bu grubun beyni olan müthiş bir müzisyenden bahsederken, grubun müziğinin tüm bu özelliklerini muhafaza ederek, uzun bir aradan sonra yine taş gibi bir albümle dinleyenlerinin huzuruna çıkması gerçekten de takdir ettiğim bir durum. Sanırım 2012 ya da 2013 civarı yazdığım ilk ve tek kritiğimi şu gün tekrar okuyacak olsam utancımdan yerin dibine girebilirim, o yüzden okumaya cesaret edemiyorum ama içinizden merak edip okuyacak birileri olursa, sizden ricam lütfen insaflı davranın. Eski dostum Sylosis, yaptığı yeni albümle beni o günlere götürmekten çok, bu günümde yeni bir perspektifle yine harika bir müzikal tecrübe yaşamamı sağladı. Ve bu tecrübeyi sık sık tekrar yaşamak istedim. Çünkü bu albüm, önceki paragraflarda dezavantaj olarak değerlendirebileceğimizi söylediğim birtakım durumlara rağmen tertemiz bir sekiz puanı hak eden, üst kalibre bir albüm. Dinleyin ve dinletin anacığım.
Kadro Josh Middleton: Vokal, gitar, klavye
Alex Bailey: Gitar
Ali Richardson: Davul
Şarkılar 1. Empty Prophets
2. I Sever
3. Cycle of Suffering
4. Shield
5. Calcified
6. Invidia
7. Idle Hands
8. Apex of Disdain
9. Arms like a Noose
10. Devils in Their Eyes
11. Disintegrate
12. Abandon
Albümdeki favori şarkım “Devils In Their Eyes” oldu
Bu neymiş böyle ya.