Progresif metalin en incelikli, kendine has bir havaya sahip gruplarından biri olan Psychotic Waltz şu günlerde bizi çıkaracağı yeni albümün haberleriyle meşgul ediyor. Yeni albümün kapağı gözlerimizin önüne serilmiş, yeni şarkılar tattırılmaya başlanmışken insanın aklına ister istemez grubun bugünlere gelişini sağlayan, ismini türün büyük ve son derece önemli isimleri arasına eklememize neden olan geçmiş çalışmaları geliyor. Uzun bir kariyere sahip olmakla birlikte bir seri üretim de göstermemiş olan grubun yeni çıkacak albüm haricinde dört albüm barındıran diskografisinde, yayınlanan bir önceki albüm “Bleeding”in çıkış tarihi 1996 idi ve tabii ben o zamanlar dünyadan bir haber canlının tekiydim. Ancak zamanında epey grup ve şarkı alışverişi yaptığım yakın arkadaşlarımdan birinin günün birinde bir parçasını bana göndermesi üzerine (“A Psychotic Waltz”), haberdar olduğum andan itibaren aradaki açığı kapatmak istercesine grubun ortaya koyduğu işleri özümsemeye koyuldum. Kariyeri boyunca hem yeteneği hem de ilhamı bir potada eritmeyi başarabilmiş çok önemli gruplardan biri olduğu aşikar olan Psychotic Waltz, icra ettiği tür içerisinde gerçekten özgün bir müzik yapıyor ve zaten grubun ismi bu özgünlüğü tanımlayan bir ifade olarak kendine yer buluyor. “Aslan” ismiyle kurulup yayınladığı ilk demodan itibaren taşıdığı potansiyeli ortaya koyan grup, ismini değiştirdikten sonra tarihler 1990 yılını gösterdiğinde ilk stüdyo albümü “A Social Grace”i piyasaya sürüyor. Bu olay yalnızca bir progresif metal devinin büyük bir isim olma yolunda attığı ilk adım olmakla kalmıyor, aynı zamanda uzun mu uzun bir valsin de başlangıcına işaret ediyor. Öyle ki, arada kısa bir sekteye uğramış olsa da hâlâ devam ediyor bu sıradışı vals…
“A Social Grace”de sergilenen icranın bir bütün olarak epey yoğun, eklentili ve karmaşık olduğunu söylemek gerekir öncelikle. Progresif metalin sanatsal bağlamda ne kadar üst seviyelere çıkabilecek ve insana dilini yutturabilecek bir hâl alabileceğini Opeth, Dream Theater, Queensrÿche gibi nice grubun bize göstermiş olduğu bir durumda bile Psychotic Waltz’in debut albümünde gerçekleştirdiği iş tanımlanması zor bir noktada. Çünkü albümün kimyası içerisinde yer alan neredeyse hiçbir kombinasyon biçimi birbiri arasında öngörülebilir bir ilişki kurmuyor. Bu da hâliyle grubun her bir şarkıda, hatta o şarkıların içerisindeki her geçişte karşınıza başka bir sürprizle çıkabilmesine imkân sağlıyor. Albümün doğasını tarif edebilmek için puzzle gibi bir benzetme yapabilirim. Uzaktan baktığınızda resmin bütününü gayet net görebiliyorsunuz ancak yaklaştıkça birbirinden keskin sınırlarla ayrılmış parçalar göze çarpıyor. Görsel sanatlar açısından konuşacak olursam keskin sınırların çoğu durumda bir sakınca yaratmaktan ziyade kimliğini bulmuş bir ifade biçimi olduğunu söyleyebilecekken aynı hadiseyi müziğe uyarladığımızda ise durum biraz farklılaşıyor. Çünkü söz gelimi, Michelangelo’nun heykellerindeki keskin hatlar gözleri dinlendirebiliyorken ya da kübizm gibi ekstrem denebilecek keskinlikte bir akım kendini resim sanatına kabul ettirebiliyorken müzikte ani geçişlerden, sert dönüşlerden, dramatik ses değişimlerinden oluşan bir yapının kulak tırmalama ve odağı dağıtma riski çok yüksek. “A Social Grace”in etkileyiciliği de burada yatıyor; hatları, geçişleri birbirinden keskin bir şekilde ayrılmış müzik, kimyası içerisinde bir akıcılığı koruyarak ortaya bütün hâlinde bir şablon koyabiliyor. Puzzle örneğinde olduğu şekliyle. Tabii ortada hiç de tarif ettiğim gibi bir durum olmayabilir ve ben bu yargılara tamamen grubun valsinden kaynaklanan bir ilüzyondan ötürü de varmış olabilirim.
Bir illüzyon içerisinde olmadığımı varsayarak konuşmaya devam edecek olursam; keskin ayrışmalar dendiğinde akla bu çalışma nezdinde gelebilecek ilk husus, bana kalırsa vokaller. Henüz görünüş olarak Anton LaVey’i andırmadığı o zamanlarda vokalist Buddy Lackey (a.k.a Devon Graves) çok ilginç bir ses rengine ve söyleyiş tarzına sahip. Müziğin içerisinde her zaman uyumlu tınlamayan ama bu durumun ilginç bir biçimde sırıtmadığı, tersine karakteristik bir hâle bürünmesini sağladığı vokalleriyle grubun ve albümün en öne çıkan ismi. Vokalistin en önemli özelliği ise, söyleyiş tarzını adeta şarkıların ruh hâllerine göre birbirinden değişik biçimlere sokabilmesi. Öyle ki şahsen albümü dinlerken “…and the Devil Cried”, “Halo of Thorns” ve “In This Place” parçalarını nasıl oluyor da aynı kişi söylüyor, hâlâ şaşırıyorum. Öte yandan albümdeki iki dev balad olma özelliğini gösteren “I Remember” ve “A Psychotic Waltz” parçalarında vokalist iki şarkıda da bambaşka ses renkleri kullanarak besteleri “A Social Grace’in Gözyaşları” mertebesine kadar yükseltiyor. Pes sesleri söylemeye daha elverişli olan Lackey, yer yer attığı tiz çığlıklarla da çok yönlülüğünün altını çiziyor ve muazzam performanslar ortaya koyuyor. Yalnızca vokalist olmakla kalmayıp, çalışmada birden fazla enstrümanda da yeteneklerini sergiliyor olması gibi bir durum da var.
Grup üyelerinin bestecilik anlayışı ise yaptıkları müziğe psikotik bir kimlik veren başlıca etken. Seri metronom değişimleri arasında eko yapan sololar, teknik varyasyonlar, kozmik boşluk hissiyatı yaratan ses efektleri, akustik gitarla sakinleşen ambiyansın giren bir rifle tehditkâr bir havaya sokulması, davulun aksak hi-hat vuruşlarından birden twin pedala geçmesi, tüm enstrümanların sustuğu bir noktada flütün girdiği bir pasaj, nereden geldiğini anlamadığınız bir perküsyon aletinin çalmaya başlaması ve daha nicesi ile son derece dinamik, yerinde durmayan bu müzik; kabus, halüsinasyon, uzay boşluğu, manik depresif duygu durumu, masalımsı bir yabancılaşma gibi çağrışım zenginlikleriyle insan beyninin hayal gücünden sorumlu departmanını bir imgelem bombardımanına tutuyor. Üstelik tek başına enstrümantasyonun gerçekleştirdiği bu durumu yukarıda özelliklerinden bahsettiğim vokalistin sesiyle hayat bulan pesimist, melankolik ve eleştirel şarkı sözleriyle birlikte değerlendirdiğinizde valsin manzarası kontrol edilebilir olmaktan çıkıyor. “Another Prophet Song”un 02:15 ile değişip, o vakte değin süregelen gidişattan uysal bir gece gibi ayrışması, “I of the Storm”un bir önceki enstrümantal şarkıyla yaratılan bulanık kargaşayı ağır riflerle darmadağın etmesi albümde sayılamayacak kadar çok olan güçlü nitelikler arasında.
Şarkı uzunlukları genelde beş ila altı dakika arasında seyreden ve on parça içeren “A Social Grace” muhtevası itibarıyla içine girilmesi biraz zaman alabilecek bir albüm. Ancak kendisine gerekli zaman, dikkat ve şans tanındığında sunduğu sürprizleri birer birer ortaya koymakla kalmayıp ne kadar güçlü bir çalışma olduğunu da rahatlıkla gösterebilecek kalibrede. Dinleyicisini ilk elden cezbedebilecek bestelere de yer vermesine rağmen kendini aşama aşama açabilecek, hatta belirli bir zaman geçtikten sonra yeniden dinlendiğinde daha farklı duygu ve düşünceler uyandırabilecek tabiatta besteleri ağırlıklı olarak barındırıyor oluşu, albümün ilk etapta tam anlamıyla özümsenmesini zorlaştırıyor. Fakat bununla birlikte, bu “özümsememe” durumunu da size net bir şekilde hissettirip daha fazla kulak vermeniz gerektiğini adeta aşılıyor.
İncelemenin sonlarına gelmişken albüm kapağı hakkında da birkaç söz söylemek yerinde olur. İçerdiği müziğin bıraktığı intiba ve çağrışım yoğunluğunun, barındırdığı albüm kapağı ile en uyumlu olduğu çalışmalardan biri olabilir “A Social Grace”. Arka planda bir dekor olarak yer alan ve sinsi bir güneşin sırıttığı uzay tasviri (bir nevi “Sleeping Dogs”un görsel imajı”), kırmızı bir soytarı kostümüyle bahtsız bir adamı (muhtemelen dinî bir figürü) ödenmemiş taksitlerin olduğunu hatırlatırcasına darlayan Mefistovari figür ve sahnenin etrafında şovlarını icra eden ucubeler albümün gerek sözsel gerekse müzikal tezahüründe açığa çıkan karmaşık yapıları zihinden zihine farklı mecralara açılabilecek bir biçimde canlandırıyor. Sevdiğimiz ve başarılı bulduğumuz nice güzel albümün (görece) yetersiz ve baştan savma kapaklarla piyasaya sürüldüğü göz önüne alındığında, Psychotic Waltz bana kalırsa bu noktada da iyi iş çıkarıyor, grubun “Mosquito” albümü de dahil olmak üzere ilk üç albümünün kapaklarını hazırlamış Mike Clift kişisi sayesinde.
Yanlış anlaşılmasın, albümden kırdığım o küçük puan kendisinden sonra “Into the Everflow” gibi bir şaheser geldiği içindir.
Kadro Buddy Lackey: Vokal, flüte, piano, klavye, akustik gitar
Brian McAlpin: Gitar
Dan Rock: Gitar, piano, klavye, vibraslap
Ward Evans: Bas, tef
Norm Leggio: Davul, Afrikan perküsyon
Şarkılar 1) …and the Devil Cried
2) Halo of Thorns
3) Another Prophet Song
4) In This Place
5) I Remember
6) Sleeping Dogs
7) I of the Storm
8) A Psychotic Waltz
9) Strange
10) Nothing
Ev arkadaşımın önerisiyle dinlemeye başladığım bu muhteşem grubun yeri bende başkadır, özellikle bu albümün yeri başkadır. Müzik yapmayı ilk bu albümü dinledikten sonra karar vermiştim, ilk ayrılığımda da kulağımda bu albüm vardı, ilk yurtdışı deneyimimde, ilk grup seksimde… Hala dinledikçe o günlere, o anlara giderim.
Zamanında bana itici gelen pek çok tarzı/sesi/tınıyı zamanla sevmeyi öğrendim. Trompet ve türevi üfürtüler, akordiyon, opera, yavşak pop, hardcore punk..
Şurdaki vokal tarzına ısınabilmiş değilim. Acayip itiyor beni hala. Müzik de müthiş, acı çekiyorum dinlerken.
Ev arkadaşımın önerisiyle dinlemeye başladığım bu muhteşem grubun yeri bende başkadır, özellikle bu albümün yeri başkadır. Müzik yapmayı ilk bu albümü dinledikten sonra karar vermiştim, ilk ayrılığımda da kulağımda bu albüm vardı, ilk yurtdışı deneyimimde, ilk grup seksimde… Hala dinledikçe o günlere, o anlara giderim.
11.02.2020
@Boba Fett, ilk sümüğümü çıkarıp masanın altına yapıştırdığımda bu albümü dinliyodum vay arkadaş ne günlerdi be
11.02.2020
@Boba Fett, Desene hocam hayatın bu albümle geçmiş, vay be.
Ama şimdi “A Social Grace” de hak etmiyor değil gerçekten öyle bir albüm olmayı.
12.02.2020
@Noshophoros, Çok bilen yok, acayip üzücü. Bir sürü vasat grup fazlasıyla tanınırken bu arkadaşlar yeni albüm çıkarmasa kimsenin haberi olmayacak.
Zamanında bana itici gelen pek çok tarzı/sesi/tınıyı zamanla sevmeyi öğrendim. Trompet ve türevi üfürtüler, akordiyon, opera, yavşak pop, hardcore punk..
Şurdaki vokal tarzına ısınabilmiş değilim. Acayip itiyor beni hala. Müzik de müthiş, acı çekiyorum dinlerken.