“Grin”, gördüğüm genel kanıya göre hayranlarının nezdinde Coroner’ın en az takdir toplayan stüdyo albümü olma özelliğini gösteriyor. Bu tip bir yargıyı makul karşılamak, eğer zamanında sırasıyla “R.I.P.” , “Punishment for Decadence”, “No More Color” ve “Mental Vortex” gibi albümler çıkarmış bir gruptan bahsediyorsak elbette mümkün. Ancak burada, albümü çıkaran grubun Coroner olmasıyla, Coroner’ın “Grin” gibi bir albüm çıkarması arasında tuhaf bir farklılık var. Yani albümü ve grubu bir arada düşünmeden önce onları ayrı ayrı değerlendirme, sonrasında yeniden birleştirme mevzusu. Kulağa “Lafın b…ku” gibi geliyor olabilir bu söylediğim ancak bir noktada dikkat çekmeye çalıştığım konu, eğer “Grin”in nasıl bir albüm olduğunu kavramak istiyorsak, bunu Coroner’ın geçmişteki çalışmalarını düşünerek yapmaya çalışmamızın önemli bir hata olabileceğini söylemek. Bazılarımız zamanında şöyle düşüncelere kapılmış olabilir bu çalışma için; “Coroner’ın ‘son’ albümü olacak şey bundan çok daha iyi, nitelikli olmalıydı !”. İnceleme genelinde ise benim yapmaya çalışacağım şey sizi şu soru üzerine biraz düşünmeye teşvik etmek; “Ya öyleyse, bir yere kadar ? ”. Çünkü “Grin”, albüm kapağındaki yüzde de görebildiğimiz üzere, kendini “maskeleyen” bir albüm.
Albümün esas başlangıç parçası “The Lethargic Age”den itibaren karşılaştığımız müziğin, bildiğimiz Coroner’dan ne kadar farklı olduğu göze çarpıyor ve bu yargı albüm bittiğinde kendine iyice yer edinmiş bir kanı hâline geliyor kesinlikle. Bunca zaman teknik thrash metalin bir üstadı olarak bildiğimiz Coroner ne yapmaya çalışıyor olabilir peki bu albümde ? Grubun thrash metal’i ve onun kendine has teknik yorumunu tümüyle terk ettiğini söyleyemeyiz çalışmada. Ancak bu albümü bildiğimiz Coroner’dan ayıran bana kalırsa en temel husus, 90’lı yılların metal müziğine damga vurmuş iki büyük grubun taşıdığı belirli vibe’ların ve kompozisyon anlayışlarının “Grin”de Coroner’ın müziğiyle harmanlanıyor olması. İşin kızışmaya başladığı yer de burası çünkü benim bu albümde, nüfuz eden bir etki anlamında yaşadığını görebildiğim gruplar Pantera ve Alice in Chains.
Daha öncesinde de bir grubun çıkardığı bir albümün genel havasını başka grupların etkileriyle ilişkilendirdiğim olmuştu ve o zamanlarda söylediğim gibi bu incelemede de ortaya attığım iddianın, salt gerçeklere dayandığı şeklinde keskin bir yargı taşımadığını tekrar hatırlatmak istiyorum. Söz konusu albüm için böyle bir paralellik kurma sebebim büyük ölçüde grubun müziğini anlamaya yönelik bir çabadan ve ilk dinleyişte aklımın ucuna bile gelmeyen ama sonrasında “Bir saniye, neden olmasın !” dememe yol açacak fikir kıvılcımlarına maruz kalmamdan kaynaklanıyor. Bunları da açıklamış olduğuma göre şimdi “Grin” albümü üzerine eğilmeye başlayabilirim.
Birçoğumuzun müzik muhabbetlerinde illaki konuşmuş olduğu ve bir ölçüde klişe hâline gelmiş olan temel bir mevzu vardır; 90’lı yıllara geldiğimizde thrash metal’in müzik piyasasındaki domine edici etkisini grunge’ın Big 4’unun (Nirvana, Alice in Chains, Pearl Jam, Soundgarden) sert bir şekilde kırmış olduğu konusu ve beraberinde büyük metal gruplarının, özellikle thrash gruplarının, bu furyada ayakta kalabilmek adına hayranlarını zaman zaman dumura uğratabilecek adaptasyonlara girişmeleri. Bu muhabbetin devamı olarak iyi bilinen bir diğer husus da, tam bu noktada Pantera’nın adeta bir kurtarıcı gibi ortaya çıkarak metal müziğin bayraktarlığını, müzik endüstrisinin taleplerinin aksine zaman içinde çok daha sertleşen bir müzikle yapmış olması ve metal müziğin popülaritesini ayakta tutan gruplardan biri konumuna erişmesi. Hadisenin Coroner’a bakan kısmında ise karşımıza şöyle bir sınav sorusu çıkıyor; “80’lerin metal müzik furyasında ‘teknik thrash metal’ gibi spesifik bir tarzla patlamış, bu furyaya katılan son albümü ‘Mental Vortex’i 1991 yılında çıkarmış ve kendini bir anda 1993 yılında, bir sene öncesinde ‘Vulgar Display of Power’ı çıkaran Pantera ile zamanın gençliğini etkisi altına alan grunge grupları arasında bulan bir Coroner nasıl bir yol izler ?”. Şıklarsa, diyelim ki kabataslak şöyle:
A) Piyasanın taleplerini önemsemez, thrash klasiği olacak yeni bir albümle döner.
B) Albüm çıkarmaz, bir süre birileriyle turne yapar sonra da grup askıya alınır ve elemanlar kendi solo projelerine ya da işlerine güçlerine dönerler.
C) “Mental Vortex” ayarında bir albüm daha yaparlar. Riske girmezler.
D) Coroner önemli bir isim artık, döneminin taleplerine tamamen sağır kalamaz. Değişimin rüzgârlarını hissediyorum.
Bana kalırsa Coroner’ın işaretlediği şık son şık oldu ve bu sayede “Grin” albümü meydana geldi. Albümle ilgili verilen genel bilgilerde de çalışmanın groove ve endüstriyel metal etkileri taşıdığı şeklinde bilgiler mevcut. Groove metal üzerinden Pantera’nın payını almasına bir itirazım olmamakla birlikte, endüstriyel metalden daha ziyade Alice in Chains ayarında yapılan bir grunge yorumunun Coroner’ın karakteristik müziğinde daha çok açığa çıktığını düşünüyorum bu albüm için. Özellikle Tommy T. Baron’ın gitar kompozisyonlarında, Alice in Chains’in “Dirt” (1992) albümünün etkilerinin Jerry Cantrell ilhamıyla yansıdığını öne sürebilirim. “Them Bones”, “Angry Chair” ya da “Would ?” gibi şarkıları gerek mod gerekse çağrışım yakınlığı üzerinden aklınıza getirirseniz ya da “Facelift” albümünde yer alan bol wah pedallı soloları düşünürseniz eğer, Coroner’ın çalışmasında “Status: Still Thinking”, “Host” ve “Caveat (To the Coming)” parçalarının benzer vibe’ları sunduğunu görebilirsiniz. Alice in Chains’in, baskın bir biçimde “Dirt” albümünde yer verdiği metalin grunge üzerinden kimliğini bulan avangart yorumu, “Grin”de gitarlar üzerinden bahsettiklerime ek olarak synthesizer’ın da kullanılmasıyla sağlanıyor. Her iki albümde de bu sayede, bilhassa ağır uyuşturucu etkilerinin betimlemelerini müzikal bir yolla hissettiriyormuş gibi gezinen sanrısal, esrik, huzur kaçırıcı, kötücül triplerle örülü tedirgin edici bir havanın varlığı dikkat çekiyor. Eğer Layne Staley gibi hayatı ve müzisyenliği bu konuda size yoğun materyaller, ilhamlar sağlayabilecek birine sahip değilseniz, synthesizer ve gitarları bir arada kullanmak o etkiyi sağlamak için makul bir tercih.
Diğer yandan Pantera etkisi, albümün belirli parçalarında erotik danslar yapan groove riflerle kendini cesurca sergiliyor. “Internal Conflicts”, “Serpent Moves” ve “Grin (Nails Hurt)” o groove’u buram buram hissedebileceğiniz, hatta yer yer Dimebag Darrel’ı düşünmeden edemeyeceğiniz parçalar.
Gözlemleyebildiğim bu etkileşimlerle bir arada düşündüğüm zaman “Grin”in hem hareketli anlarıyla hem de daha düşündürücü ve bulanıklaştırıcı bir moda odaklanan havasıyla esasen özgün bir albüm olduğu kanısındayım. Albümdeki şarkıların eklektik yapısı, yeri geldiğinde onları bir film müziği olarak tasavvur edebilmeme dahi imkân sağlıyor. Teknik thrash’in, başvurulan yeni etkileşimler sebebiyle gölgede kalması mevcut çalışma üzerine yapılan değerlendirmelerde negatif yorumlara sebebiyet verse de Coroner’ı eski tarzını aynen devam ettirmediği için yermek yerine, bu albümde giriştiği cesur hamlelerden ve abartıya kaçmadan işi gayet estetik bir şekilde kotardığından ötürü takdir etmek gerekir bana kalırsa. Üstelik genel düzeyde rifleriyle, vokalleriyle, kompozisyon biçimiyle açığa çıkan tüm farklılıklarına rağmen dinlediğimizin kendine yabancılaşmamış, teknik becerilerini ve müzisyenliğini konuşturmaya devam eden bir Coroner olması da işin en önemli boyutu. Böyle bir albümü, geçmişte Coroner’ın yaptığı tarzın çerçevesinde müzik yapan her grubun yapabileceğini düşünmüyorum. Grubun kariyeri için riskli hamleler taşıyan “Grin”, diskografinin geneline bakıldığında Coroner’ın en iyi albümü olmayabilir, onda hemfikirim, hatta en sona koyulan albümü olabilir ama kanaatimce en cesur ve yenilikçi albümü.
- Coroner Üzerine Bir Mesel -
Bir çıkmaz sokakta akşamüstü yeni bitmiştir. Karakterlerini metal müziğin hayatlarındaki rolüne göre biçimlendirmiş olan dört genç boş bir varilin içinde yaktıkları ateşin etrafında sohbet eder. Birinin üstü hırpani, saçları uzun ve hafiften yağlı, tarzı gotik olmakla birlikte görüşleri aristokratik (R.I.P.). Ötekinin bütün kıyafetleri, kazağından, uzun paltosuna, botlarından eldivenlerine dek simsiyah ve hayatı yorumlayışı okült (Punishment for Decadence). Üçüncüsü, modern kabusların aralarındaki en büyük mağduru olarak kabul edilir, bu yüzden de en hisli ve depresif notalar ondan çıkar (No More Color). Sonuncusu ise katı bir rasyonalist, müziğe ve insan ilişkilerine bakışı progresif olup aralarında en sert tavırlara sahip (Mental Vortex). Bu gençler aralarında sohbet ederlerken, birinin yaklaştığını duyarlar ve yüzünün, ateşin önüne yaklaştıkça görünür bir hâl almasıyla bu kişinin bir tanıdık olmadığını ama kendi giyim tarzlarına çok yakın bir görünüşe sahip olduğunu fark ederler. Gelen son kişi, aralarında en ele avuca sığmazdır ve diğer dörtlünün hiçbirisine kendini tam olarak sevdiremez. Diğer yandan, bu dörtlü ondan etkilenir çünkü daha ileri olan yaşı ve daha olgunlaşan ruhuyla hepsine bir noktada hitap etmeyi başarır. Ancak son gelen, birbirine kenetlenmiş bu dörtlünün arasında kendini her daim var edemeyeceğini görür, çünkü ortak bir özü paylaşsa da onlardan çok farklıdır. O kenetlenmeyi, ironik bir gülümsemeyle karşıladıktan sonra, sohbet için teşekkür edip aralarından ayrılır (Grin).
@Ahmet Saraçoğlu, Teşekkür ederim. İlk gördüğümde ben de yadırgamıştım albüm kapağını ama sonradan albümdeki ruh hâlleriyle bağlantılar bulunca daha normal gelmeye başladı.
Kritiği çok beğendim. Emeklerinize sağlık. Şahane bir bakış açısıyla yazılmış. Tespitler çok yerinde ve dönem hakimiyeti 10/10. İşi diehard fanlarda bıraksan üst üste 10 tane Decadance tarzı albüm dinlemek isterler (gerçi ben de hayır demezdim :) ). Ancak müzisyenler değişimden, gelişimden yana neyse ki. Bu sebeple de böyle şahane bir albüm yapılmış. Kişisel olarak en az ilk dönemki tech thrash albümleri kadar seviyorum ve önemsiyorum bu albümü. Hatta benim puanım bir tık daha yüksek :) Bu arada grubu sevenlere Rockpalast 2018 konserini izlemelerini şiddetle tavsiye ederim. Enfes güzellikte bir “daha ölmedik” konseri.
En sevdiğim Coroner albümü. Tabii grubun kafasından o dönemde neler geçiyordu bilmek imkansız ama albümün üzerinde en çok etkisi olan grup Ministry gibi geliyor bana dinlerken, tonlar bile andırıyor. Ortaya özel bir birleşim çıkarmayı başarmışlar.
Şahane kritik, eline sağlık. Bu grubun bu albüme bu kapağı layık görmesini kabul edemiyorum.
10.01.2020
@Ahmet Saraçoğlu, Teşekkür ederim. İlk gördüğümde ben de yadırgamıştım albüm kapağını ama sonradan albümdeki ruh hâlleriyle bağlantılar bulunca daha normal gelmeye başladı.
Kritiği çok beğendim. Emeklerinize sağlık. Şahane bir bakış açısıyla yazılmış. Tespitler çok yerinde ve dönem hakimiyeti 10/10. İşi diehard fanlarda bıraksan üst üste 10 tane Decadance tarzı albüm dinlemek isterler (gerçi ben de hayır demezdim :) ). Ancak müzisyenler değişimden, gelişimden yana neyse ki. Bu sebeple de böyle şahane bir albüm yapılmış. Kişisel olarak en az ilk dönemki tech thrash albümleri kadar seviyorum ve önemsiyorum bu albümü. Hatta benim puanım bir tık daha yüksek :) Bu arada grubu sevenlere Rockpalast 2018 konserini izlemelerini şiddetle tavsiye ederim. Enfes güzellikte bir “daha ölmedik” konseri.
10.01.2020
@Alcide.Nikopol, Ben de güzel görüşleriniz için teşekkür ederim hocam.
En sevdiğim Coroner albümü. Tabii grubun kafasından o dönemde neler geçiyordu bilmek imkansız ama albümün üzerinde en çok etkisi olan grup Ministry gibi geliyor bana dinlerken, tonlar bile andırıyor. Ortaya özel bir birleşim çıkarmayı başarmışlar.
Bir davulcu ne kadar kötü çalabilirse o kadar kötü çalmış Marquis Marky, albümü bir sınıf aşağı indirmiş.