Bir sarsıntıyla uyandım. Başta deprem olduğunu düşünüyordum ama sandığımdan daha farklı bir sarsıntıydı bu. O an evde başka birilerinin olup olmadığını düşünmeden apar topar çatıya çıktım. Gecenin karanlığını hafifleten Ay’dan başkası değildi. Ay ışığının aydınlattığı çatı yüzeyinde toplu hâlde bir o yana, bir bu yana koşuşan karıncaları gördüm. Ha tabii bir de akrepleri. Bu kadar çok akrep hangi ara çatıya gelmiş, yuva yapmıştı? Normalde bir tanesinden bile çok korkmam gereken bu canlının onlarcasından korkmamış, bilâkis o anki durumlarına üzülmüştüm. Sanki Sûr’a üflenmişti ve beklenen, hiç de beklemediğim bir zamanda gelivermişti. Çatının kapısını kapatıp eve indim, üstüme bir şeyler aldım ve kendimi sokağa bıraktım. Yerlerinde olması gereken binalar yok olmuştu ve az önce önümü aydınlatan Ay ışığı, yerini Kuzey Işıkları’na bırakmıştı. Civarda sayıları tek tük olan ağaçlar kurumaya başlamış, tanımadığım ve nerede olduğunu bilemediğim insanların feryat figânları arasında ne aradığımı bilmeden ben de karınca ve akrepler gibi bir o yana bir bu yana koşmaya başlamıştım.
Kuru ağaçları aydınlatan Kuzey Işıkları, o büyüleyici renklerini, ağaçların dibinde beliren çokça kemikten, biraz da etten oluşan insansı varlıklara da ulaştırıyordu. Bu bir rüyâ olmalıydı ama değildi. Konuşabiliyordum, koşabiliyordum, havadaki yanık çöp kokusunu hissedebiliyordum, algılarım açıktı. O kaotik ortamdan kaçmaya çalışsam da yıkıntıların arasında illaki bahse konu canlılara -belki de ölülere- denk geliyordum. Az önce tanıdık olmamalarından dem vurduğum insanlar da artık ortada yoktu. Tam endişelerden endişe beğenirken yolumun üstünde terk edilmiş ve anahtarları da üzerinde bırakılmış, üstü açık bir otomobil gördüm. Tükenmek üzere olan umudum ve sanırım tükenmiş olan enerjimin son kırıntısıyla kendimi, arabanın içine bıraktım, anahtarı çevirdim ve bilinmeze doğru sürmeye başladım.
Yıllar önce stresli bir dönemimde gördüğüm; fazla detaylı, net şekilde anımsadığım, uzun süren rüyâlardan biriydi bu. Beynim neleri nelerle eşleştirmişti, gerçekten şaşılacak şeydi. İzlediğim korku filmlerini, okuduğum dinî yazıları, arkadaşlarımla yaptığım ilginç muhabbetleri derleyip toplayıp bana böyle sunmuştu. Kendimi bilerek ve isteyerek maruz bıraktığım bunca veri, belki de zihnimin ücra köşelerinde ufak çaplı deformasyonlara sebep oluyordu, oluyordur. Belki de ufak ufak akıl sağlığımı yitirmeye bile başlıyorumdur, belki de bu satırlar, yıllar sonra yaşayabileceğim şeyler için bir nevi “Foreshadowing”dir.
Aşağı yukarı üç yıl önce beni şaşkına çeviren ve hâlâ döne döne dinlediğim albümlerden biriydi Unfathomable Ruination albümü “Finitude”. Grubu tanımama ve sevmeme vesile olan yapım, başından sonuna kadar acayip vurucu riflerle doluydu. Hiç hesapta yokken sıfır beklentiyle çıkagelen ve geldiği gibi çarpıp geçen bir eserdi. İçerdiği üst düzey tekniklik, gaddarlığın notalara dökülüp hayat bulmasına zemin hazırlayan şarkılar, boğuk ve ürkütücü vokaller, albümün o yıl benim açımdan hit olmasını sağlıyordu.
Tema bakımından insan ruhunun derinlerine doğru yolculuğa çıkmayı, burada karşılaşılan ilkel davranışları ve birtakım hastalıkları seçen grup, fikirlerini “Enraged & Unbound” ile hayata geçirmeyi uygun görmüş. İşin müzik tarafı ise tema kadar ilgi çekici değil bana kalırsa. Bir hayli sıradan ilk albümlerinin arkasından patlama yapabildikleri “Finitude” daha ilk saniyelerinden itibaren sizi şaşkına çevirip üstünüze kaliteli ve akılda kalıcı rifler atmaya başlıyordu. İşin teknik tarafına ağırlık verirken bestecilik cephesinde de şov yapmaktan kaçınmıyordu grup üyeleri. Yeni albümde ise işler pek de benim beklediğim gibi gitmiyor. Önceki albümle kıyaslanmayacak derecede zayıf bir açılış şarkısıyla bizleri karşılayan “Enraged & Unbound” ilerleyen şarkı ve dakikalarda da beklenen o “Aha işte bu be!” etkisini yaratmakta zorlanıyor. Evet, enstrüman hâkimiyeti yine çok iyi, aralara serpiştirilen davul oyunları yine nefes kesici ama o süslü hareketlerin elinden tutup götüren çarpıcı rifler o kadar az ki. Yapımda olay bir süre sonra “Herifler çok iyi çalıyor.”a geliyor ve orada kalıyor. Önceki albümdekine benzer 1990’lar ve Death vurgulu yerleri mumla arıyor, onun yerine 2000’ler başı Cannibal Corpse esintilerine rastlıyorum. Eh, bu da bir şey.
Karşımızda öyle köklü ya da türe yön veren bir grup olmadığı için ya kendisiyle ya da dönemdaşı gruplarla kıyaslamalara ister istemez dalıp gidiyorum “Enraged & Unbound”un dinlerken ve her kıyaslamada albümün, yabancı yayınlarda kucak dolu övgü almasını anlamlandırmakta zorlanıyorum. Bu albümde neden “Thy Venomous Coils” ve “Nihilistic Theorem”in yarısı kalibresinde şarkı yok diye düşünüyorum. Yoksa ayrılan basçı mı böyle taşaklı bestelerin arkasındaki isimdi? Yoksa grup, üç sene öncesine kıyasla daha çok ünlendiği, daha çok konser verdiği için mi beste tarafına özen gösteremedi de Aborted ve Benighted’dan konuk vokal alarak boşlukları doldurmaya çalıştı? Yoksa “Finitude” tek seferlik bir iş miydi, ben mi boşuna bu kadar beklentiye girmiştim yeni albüm için? Sorular, sorular…
Teknik brutal death metalle yeni tanışacak olan müzikseverlerin ilgisini çekebilecek “Enraged & Unbound” türün son dönemde ses getiren (Mesela Desecravity – “Anathema“) işlerine imza atan yeni yüzlerini takip eden kitle için tam olarak çerezlik bir albüm. Prodüksiyonun epeyce omuz vermesiyle sertlik ve takip edilebilir tekniklik iyi seviyede fakat kompozisyon tarafında sürükleyicilik, şaşırtıcılık ve akılda kalıcılık, maalesef orta düzeyde. Yine de bu tür müziklere meraklıysanız, yapıma zaman ayırmanızı öneririm. Tabii dinlemediyseniz önceki albümü de dinleme listenize muhakkak alın. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
@Ahmet Saraçoğlu, Teşekkür ederim Ahmet, rüya hala dün gibi aklımda. Satır satır hatırlıyorum ve buna benzer netlikte hatırladığım tek rüya, Crimson Moon için hazırladığım ilk kritikte aktardığımdı.
Yazıda da belirttiğim gibi yabancı yayınlarda büyük abartmalar görüyorum. Acaba bende mi bir gariplik var yoksa arka planda başka işler mi dönüyor diyorum böyle durumlarda. Seninle albüm özelinde benzer şeyleri düşünüyor olmaktan mutlu oldum harbiden.
Rüya kısmını okuyunca anladım ki, stressli zamanlarda insanlar gerçekten de garip rüyalar görüyorlar. Çünkü, benzeri rüyalardan sayısız kez görmüşümdür ama bende örümcek korkusu olduğu için çoğu zaman akrep yerine tarantullar filan görürüm :D
Albüme gelirsek Finitude sonrası fazla suni olmuş gibi. Yani, tür adına bilindik ne varsa hepsini bir yerde toplamışlar sadece. Bir kaç şarkı dışında aşırı düz giden bir albüm. Açıkcası benim en çok beğendiğim şey albümün kapağı oldu. Onu da malumunuz Kantor bey yapmış.
Eline sağlık Oğuz, gayet güzel inceleme olmuş. Rüya da efsoymuş. Yaşasın arka planda çalışmaya devam eden karanlık zihinler. :)
Yazıya da aynen katılıyorum. Albümü bir kez dinledim ve incelemesini yazsaydım %80-90 oranında buna yakın bir şey yazardım.
27.11.2019
@Ahmet Saraçoğlu, Teşekkür ederim Ahmet, rüya hala dün gibi aklımda. Satır satır hatırlıyorum ve buna benzer netlikte hatırladığım tek rüya, Crimson Moon için hazırladığım ilk kritikte aktardığımdı.
Yazıda da belirttiğim gibi yabancı yayınlarda büyük abartmalar görüyorum. Acaba bende mi bir gariplik var yoksa arka planda başka işler mi dönüyor diyorum böyle durumlarda. Seninle albüm özelinde benzer şeyleri düşünüyor olmaktan mutlu oldum harbiden.
Rüya kısmını okuyunca anladım ki, stressli zamanlarda insanlar gerçekten de garip rüyalar görüyorlar. Çünkü, benzeri rüyalardan sayısız kez görmüşümdür ama bende örümcek korkusu olduğu için çoğu zaman akrep yerine tarantullar filan görürüm :D
Albüme gelirsek Finitude sonrası fazla suni olmuş gibi. Yani, tür adına bilindik ne varsa hepsini bir yerde toplamışlar sadece. Bir kaç şarkı dışında aşırı düz giden bir albüm. Açıkcası benim en çok beğendiğim şey albümün kapağı oldu. Onu da malumunuz Kantor bey yapmış.