# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
LEPROUS – Pitfalls
| 07.11.2019

Kremalı mantar çorbası ve depresyon.

400 gr mantarı yıkayıp küçük küçük doğradım. Tencerede biraz tereyağı biraz da zeytin yağıyla birlikte 2 diş sarımsağı öldürdükten sonra mantarları atıp sularını salana dek iyice kavurdum. Mantarların suyu çekilince içine 2 kaşık un ekledim ve iyice karıştırdıktan sonra 1,5 su bardağı tavuk suyu, 5 bardak da sıcak su koydum. Tuzunu karabiberini de ekledikten sonra kaynayana kadar karıştırdım. Kaynayınca ocağın altını kıstım ve 20 dakika o şekilde pişmesini bekledim. Ardından ocağı kapattım, bir 20 dakika daha dinlendirdikten sonra içine bir su bardağı krema koyup karıştırdım.

Bu süreç tam olarak 55 dakika sürdü. Ardından Güzide’yle birlikte afiyetle yedik. Büyük ihtimalle bugüne dek yaptığım en güzel kremalı mantar çorbasıydı.

Bu 55 dakika süresince bana eşlik eden şey ise cebimdeki telefona taktığım kulaklıklarla ilk kez dinlediğim yeni LEPROUS albümü “Pitfalls”du. Yayınlanan kliplerden ve Einar’ın açıklamalarından yeni albümün LEPROUS’ın bildiğimiz karakterinden bir miktar uzak olacağı izlenimini çıkarmıştım. Grup elbette ki bir anda retro thrash ya da senfonik power metal yapmaya başlamayacaktı, ancak görünüşe göre tahmin ettiğimiz LEPROUS’la da karşılaşmayacaktık. Grup bizi baştan uyarıyor, çıktığı gün “Load” dinleyip bunalıma giren METALLICA hayranları gibi tansiyonumuz çıkmasın diye bize “hazır olun” diyordu.

Albümü ilk dinleme tecrübemin en heyecanlı kısmı, mantarlara eklediğim 2 kaşık un topaklanmasın diye hızlıca karıştırdığım andı. Tüm bu 55 dakika boyunca albümdeki hiçbir şey bana bu un topaklarını dağıtmak kadar heyecan vermedi. Başlayan her şarkıda LEPROUS’ı LEPROUS yapan bir şeyler bekledim; aksak ritimli bir şeyler, beklenmedik staccato rifler, Baard’dan stüdyoya gidip davul başına geçmemi sağlayacak türde bir şeyler, “oha bu şarkı canlıda manyak olur” dedirtecek bir şarkı…

Beklediklerimin, “hadi artık bu şarkıda bir şeyler olsun”larımın HİÇBİRİ gerçekleşmedi. Mantar çorbası yapmanın birbirinden kolay adımları inatla albümden daha heyecan verici olmayı sürdürüyordu. Einar kulağımda “aaaaaağıağıağaaaaa” diye içini parçalıyordu ancak ben bundan etkileneceğime “ulan bir de taze fasulye mi yapsam” diye düşünüyordum.

Albümü tekrar başlattım. Fasulyeleri yıkamış, uçlarını kesip ortadan ikiye bölüyordum. Şarkıların bazılarının LEPROUS’ın bugüne dek yaptığı en sıradan, en bayık şarkılar olduğunu düşünmeye başladım. Özellikle “I Lose Hope” ve “Observe the Train”den öylesine irite olmuştum ki, trafikte saçma bir şey yapan aracın şoförünün tipine bakma isteği gibi telefonumu cebimden çıkarıp şarkıların adına baktım. “Adlarını öğreneyim de bir daha yanlışlıkla açmayayım” diye bile düşündüm. Fasulyeye koyacağım malzemeleri hazırladığım bu ikinci dinlemede, ilk dinleyişte fark edemediğim güzellikler arıyor, aşırı karakteristik bir sound’u olan LEPROUS’ı kanıksama ve heyecan duymama noktasına gelmiş olma ihtimalinin tatsızlığını aklımdan çıkarmaya çalışıyordum. Albüm gerçekten de Einar’ın dediği kadar kişisel olduğu için mi bu kadar etkilenmiyordum, yoksa LEPROUS konusunda doygunluğa mı ulaşmıştım? Albüm misal bir “Coal” veya “The Congregation” ayarında bir şey olsaydı da anca bunun biraz fazlası mı heyecanlanacaktım?

LEPROUS? Sen hayırdır? Ahmet? Ben hayırdır?

Hayır, olay bu değildi. Daha 3 ay önce İstanbul’da LEPROUS’ı canlı izlemiş ve doyamamıştım. Daha 2 hafta önce Olimpos’a doğru araba kullanırken “From the Flame” dinleyip “Yuuul faynd miii hiırr VEEEN AYM GAAAAN!” diye çığırmıştım. LEPROUS’a bayılıyordum ve gruba olan sevgim bu “şimdilik” alışılmayacak gibi gözüken albümle sarsılmayacaktı elbet. Ama bir yandan da albüm gerçekten fazlasıyla yadırganmaya müsaitti. “Pitfalls” için yazılan incelemelere baktım. Bir miktar 8,5, bir sürü 9, birkaç da 9,5 gördüm. Basın albümü beğenmişti. Peki bu güzel grubu 8-9 yıldır dinleyen, her şarkısını ezbere bilen ben ne zaman lütfedip albümü beğenecektim?

Gözlerimi Einar’ın içli bağırışları değil, fasulye için doğradığım soğanlar yaşartıyordu ve bu durum beni yaralıyordu. “Oğlum hadi yap bir şeyler lan, ilk dinleyişte fark etmediğim bir şeyler çıkart karşıma” diye düşünüp duruyordum.

Albümü tekrar dinledim. Sonra tekrar, tekrar, tekrar. Her yeni dinlemede “Pitfalls”un ilk dinlememdeki kadar sıradan olmadığını görmeye başladım. Elbette ki önceki albümler kadar şok edici bir etkisi yoktu; onlar kadar progresif, sıra dışı, alışılmadık değildi. Ve yavaş yavaş yelkenleri indirmeye başladığımı hissettim. Albüm kendini bana açıyordu. Albümü baştan sona değil, her şarkıyı arka arkaya üçer dörder kez tekrarlayarak dinledim. Öncelikle ilk dinleyişte aşırı uzak bulduğum “I Lost Hope”u ve “Observe the Train”i benimsemeye başladım. LEPROUS bu şarkılarda neredeyse “OK Computer” dönemi RADIOHEAD’e yakın duran kırılganlıkta şeyler sunuyor, birlikte turladıkları kankaları RANDEZVOUS POINT’e aşırı benzeyen bir pamukluğa, sadeliğe bürünüyordu.

Bu uzunca girişten sonra nihayet albüm incelemesine başlayabilirim.

“The Congregation”dan sonra gelen “Malina”daki sadeleşme ve belirli açılardan naifleşme, kırılganlaşma trendi “Pitfalls”da dramatik bir yükseliş göstererek albümün genel LEPROUS çizgisinin dışında konumlanmasını sağlıyor. Elbet yine isyanlar, patlamalar var ancak genel itibarıyla “Pitfalls” gerçekten de çok kişisel bir albüm. Einar’ın depresyona girdiği ve sonra kendini bulmayı başardığı bir dönemden bahsettiği için, bize sıradan gelen ancak Einar için çok fazla şey ifade eden pek çok bölümle dolu olduğu ortada. Bu açıdan bakınca, “Pitfalls”u “In the Passing Light of Day”in PAIN OF SALVATION diskografisinde durduğu yerde görebiliriz. O albümde de Daniel Gildenlöw ölüme yaklaştığı çok karanlık bir dönemi anlatıyor ve albümü o dönemden arınma aracı olarak kullanıyordu. Einar Solberg de “Pitfalls”u çok bariz şekilde, ne düşünüleceğini pek de umursamadan, hak edilmiş bir bencillik eşliğinde bir araç olarak kullanıyor.

Burada eleştirilebilecek noktalardan biri, LEPROUS’ın giderek Einar’ın solo projesine dönüşüyor olması olabilir. Esasında bunda bir sakınca yok, zira şarkıları, sözleri Einar yazıyor. Davulları bile temel olarak Einar planlıyor. Bu ortamda Einar’ın ne isterse onu yapmasından doğal bir şey olamaz. Ancak LEPROUS’ın grup kimliği açısından bu ne kadar olumlu bir şey, o düşünülebilir. Misal bu albümde Einar albümün bu şekilde minimal, sivrilikleri olmayan, kırılgan bir şey olmasına karar vermiş ve dolayısıyla diğer elemanlar da bu şekilde hareket etmiş. Bestelerden bağımsız olarak, bir LEPROUS ve Baard Kolstad hayranı olarak Baard’ın bu albümde neredeyse bir metronum göreviyle yetinmiş olması hoşuma gitmiyor mesela. Aynı şekilde albümde akılda kalıcı, karakteristik bir rif olmayışı ve her şeyin Einar’ın vokallerine altyapı olarak tasarlanması da bir miktar buruyor. Ama bunları bir kenara bırakır ve albümü Einar’ın yapmak zorunda olduğu bir deşarj, iç dökme aracı olarak görürsek, LEPROUS bu albümü iyi ki de yapmış diyebiliriz.

Biraz derinine inersek, epey buhranlı bir albüm olan “Pitfalls”da Einar’ın gövde gösterisi gibi bir vokal performansına imza attığını görüyoruz. Müzik de dâhil pek çok şeyin en büyük katili olan kanıksama ve şımarma tuzağına düşüp “aman yeaea yine aynı bağırışlar işte” dersek bu albüm de dâhil olmak üzere LEPROUS’ın bundan böyle çıkaracağı hiçbir şeyden heyecan duymamamız gayet olası. Aynı şey elbette ki sayısız grup için geçerli… Ancak bu şekilde bakmayıp Einar’ın bu iç dökme ve kendini rahatlatma seansına kattığı muhteşemlikleri görürsek, albümün hiç de öyle sıradan olmadığını anlayabiliriz. Klip olarak yayınlandıklarında “meh” gelen şarkılar da dâhil olmak üzere albümde gerçekten çok güçlü parçalar var. Bunlardan biri olan “Alleviate”in 2.57’sindeki vibratolu yoddle olayı gibi harika süslemeler de dâhil, Einar bu “vokal albümü”nü zenginleştirip albüme boyut katmak için elinden geleni yapmış

Tabii tüm bunlar bu kişisel albümü sindirip sindirememenizde bitiyor. Grubun alışık olduğunuz şeylerin büyük bir kısmını törpülemiş oluşunu kabul etmemeniz ve bu yüzden “Pitfalls”u, Einar’ı, hatta LEPROUS’ı affetmeyerek albümü gömmeniz de gayet kabul edilebilir. Çünkü adamlar bu zamana kadar gerçekten çok enteresan, çok karakteristik şeyler sundular ve şimdi bu cicileri bize inatla vermiyorlar, bizi uyuz ediyorlar. Yine de ben yazının başında anlattığım olumsuz hislerimin çok da çaba sarf etmeden kendiliğinden olumluya dönmesinden, genel olarak hepimizin bu yanılgıya düştüğüne, bazı şeylerin hakkını hiç vermediğimize inanıyorum. Bugüne dek sevdiğimiz, hayran olduğumuz bir grubun bestecisi zamanında sıkıntılı bir süreç yaşamış ve bunu irdelediği bir albüm yapmış, biz de birkaç dinlemeyle bunun değerini saptadığımızı düşünüyoruz. Nerede kaldı sadakat, nerede kaldı değer bilme? Biz nasıl müzikseveriz?

Sanırım bazen kendimize çok güveniyoruz ve uzun, derin bir geçmişe sahip bir yaratım hakkında çok kısa sürede kesin bir yargıya varma cüretini gösteriyoruz. “Bu ne amk?” diye başlayan “Pitfalls” deneyimim, 15-20 arası dinlemenin ardından albüme aşağıdaki puanı vermemle sonuçlandı. Sanırım bu kadar fazla ürün ve uyarıcı olunca bu yanılgıya hepimiz düşüyoruz.

Bence biraz sakin olmalı, şöyle bir nefes almalıyız. Tıpkı LEPROUS’ın da “Pitfalls”da yaptığı gibi.

Not: Geçtiğimiz Temmuz ayında Zorlu %100 Studio’da tüm biletleri satılan bir konser veren LEPROUS, gösterilen ilgiden dolayı, neredeyse 7 ay dolmamışken tekrar ülkemize geliyor, üstelik bu kez ana sahnede çalıyor. LEPROUS 13 Şubat’ta Zorlu PSM Turkcell Sahnesinde olacak.

8/10
Albümün okur notu: 12345678910 (6.12/10, Toplam oy: 77)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2019
Şirket
InsideOut Music
Kadro
Einar Solberg: Vokal, klavye
Tor Oddmund Suhrke: Gitar
Robin Ognedal: Gitar
Simen Daniel Børven: Bas
Baard Kolstad: Davul
Şarkılar
1. Below
2. I Lose Hope
3. Observe The Train
4. By My Throne
5. Alleviate
6. At The Bottom
7. Distant Bells
8. Foreigner
9. The Sky Is Red
  Yorum alanı

“LEPROUS – Pitfalls” yazısına 14 yorum var

  1. Ghost Essence says:

    leprous Rihanna olma yolunda merdivenleri hızla iniyor,Neyse ki birkaç gitar tıngırdamışlar…

  2. emredeicide says:

    :/ ifade hem albüm hem kritik içindir.eser sahibinin ne süreç geçirdiğinin önemi yok.basitçe albüm çirkin :/

  3. killyourselfchuck says:

    son 15 dakikamı albüm ve kritik ile ilgili bir şeyler yazmaya çalışarak harcadım. baktım çok uzun oldu, siktir et dedim…

    Einar, sen ağlama amına koyim.

  4. deadhouse says:

    Sabaton bile dinleyebilirim ama Leprous dinleyemem. Bana bu kadar uzak bir müzik yapabildikleri ve bu duyguyu deneyimlememi sağladıkları için kendilerine teşekkür ediyorum.

  5. Melkor says:

    Leprous’ı çok severim ama malina’dan sonra cidden böyle bi albüme gerek yoktu. Malina güzeldi, aldık bağrımıza bastık ama bu fazla artık. Einar efendi yaşadığı sıkıntıları gitar teline değdirmeden yansıtmayı tercih etmiş. İyi bok yemiş. Sesi istediği kadar iyi olsun böyle vokalin ele geçirip saçmasapan yollara soktuğu gruplara oldum olası gıcık olurum. Neler neler dinleyebilecekken geldiğimiz noktaya bak.

  6. 36 yaşındayım says:

    tarz değişiminden bahsedilecek kadar büyük kaymalar yok.
    her zamanki leprousun daha uysal ve vocal ağırlıklısı olarak bakıyorum ben.
    beste yapılarında büyük değişimler olacak beklentisiyle açmıştım albümü hiç öyle birşey yok.
    nakarat formülleri tamamen bildiğimiz leprous zaten.
    çok iyi albüm.her zamanki gibi. 9/10

  7. Emre says:

    Yer yer Bjork ve Şebnem Ferah tadı da veren başarılı vokallere sahip ortalama üstü bir pop rock albümü. Bu metal albümü bolluğunda buna vakit ayıracak kadar kafayı yemedim şahsen!

  8. Rust in Peace. says:

    Henüz albüm hakkında yorum yapmayacağım ama bir şeyi söylemek istedim. Parçaların isimleri yayınlandığında özellikle Observe The Train’i kesin beğeneceğim demiştim, dediğim de oldu. Ben bunu dinlerim bayağı

  9. Rashid says:

    Albüm bana göre 2 kısımdan oluşuyor. By My Throne şarkısına kadar olan kısımda enstrümanlar olabildiğince az kullanılmış ve tüm gözler Einar’ın vokalleri üstündündeydi. Açıkcası bu aralıkta bir an “yanlışlıkla Leprous yerine Gospel/Soul/Acapella karışımı olan bir albüm mü indirdim acaba” diye düşünmedim değil. Einar vokal anlamında neyi var neyi yok ortaya koymuş orası malum ama keşke bu kadar aşırıya kaçılmasaymış. Çünkü bazı anlarda tam da “ahan da şimdi enstrümanlar çıldıracak” dediğim birden fazla anlar oldu ama maalesef hiçbiri gerçekleşmedi. Yani, o güzel vokal melodileri bir kaç riff ve ya davul partisyonuyla tamamen olmuş kıvamına gelebilirdi. Nedeniyse şu, bu ilk 4 şarkıda da Einar’ın vermek istediği duyguyu alıyordum ama bir şeyleri eksikti ve onu da tamamlayacak şeyler enstrümanlardı. Zaten Leprous’un yaptığı en iyi şeylerden biri duyguyu dinleyiciye tamamen aktarabilmesi bana göre.

    Neyse Alleviate ile birlikteyse az da olsa bildiğimiz Leprous ve ya Manila Leprous’u tarzında şarkılar duymaya başladık ve albümün sonuna kadar da böyle devam ediyor. Ama dediğim gibi “az da olsa”.

    Einar’ı anlıyorum. Bu albümün onun için özel olduğu başından beri belliydi ama keşke bu albümü Leprous adı altında çıkardığını unutmasaydı. Bunu yumuşamaya falan da bağlamıyorum. Mesele albümün enstrümantal anlamda çok boş olmasından kaynaklanıyor. Leprous’u Leprous yapan şey Progressive Metal olması ve ya Pop olması değil, Einar’in vokalleriyle beraber o yaratıcı enstrümantal kısımlarıydı. Bu ister davul olsun, ister gitar olsun, ister klavye fark etmez ama bir albümün Leprous albümü olması için enstrümantal anlamda doyurucu olması gerekiyor bence.

    Bu albüm benim için bir Leprous albümünden çok Einar Solberg’in solo albümü hissiyatı verdi baştan sona. Bu kısımda işte Einar’ın hakkını vermek lazım. Vokal anlamında kendisinin sınırlarını baya zorlamış. Dinleyici sıkmama adına her şarkıda bin takla atmış adeta sesiyle. Son olarak, genel anlamda albümü beğendim mi? Tabii ki de. Leprous bu, öyle her yıl bulunmuyor böyle grup. Bir anlık hırsla 7′yı bastım ama şimdiki sakinliğimle 8′i gönül rahatlığıyla verirdim.

  10. Rust in Peace. says:

    3 – 4 şarkı dışında Malina’yı pek sevmeyen ben, bu albümün aşığı oldum. Son 2 şarkıyı pek sevmedim ama kalan 7 şarkıyı sabahtan akşama kadar dinlerim.
    Bu albüme Leprous’un önceki işlerinden bağımsız bakmak lazım. Bu tür şarkılardan hazzetmeyen insanların düşük not vermesi normal ama gayet başarılı bir albüm. Omur notuna tepki olarak 10 verdim, normal notum 8.

    Einar, sen ağla; biz dinleriz.

    Bu arada Distant Bells <3

  11. Melkor says:

    Bi de pandemi günlerinde dinleyeyim dedim. Yine yok valla bi daha pitfalls gibi albüm yaparlarsa yurtseven kardeşler dinlerim daha iyi.

  12. “Alleviate” müthiş şarkı.

  13. Below’u hangi arkadaşıma dinletsem Einar’ın sesine hayran kaldı. Gerçekten çok özel bir vokal. Bu yüzden Leprous’un yeni hali beni rahatsız etmiyor. Ses de ses yani.

  14. berke says:

    Leprous kariyeri boyunca beni hep etkilemiş bir gruptur. Gitar kullansalar da kullanmasalar da. Zaten bir albüme gitar yok diye kötü yorum yapmak sığ bakış açısından başka bir şey değildir. Pitfalls oldukça kaliteli bir albüm, benim gözümde Malina’dan bir adım da yukarıdadır. Yazdıklarım yorum bırakırken kabalık yapan arkadaşlaradır. Müziğe olan bakış açınızı kaba olmadan yansıtabileceğiniz bir üslup edinmenizi öneririm. Beğenmeyebilirsiniz. Kişisel fikrinizi daha saygılı bir şekilde ifade edin.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.