Volbeat ile ilk tanışmam; 2006 yılında tüm enerjimi ve yaratıcılığımı karıya kıza yürümeye harcarken, çok sevdiğim bir abimin o dönemin “top class” iletişim aracı olan MSN üzerinden dikkatimi asıl hedeflerimden başka yöne çekmek için bana titreşim yollaması ile başladı. Ve akabinde şöyle bir diyalog gelişti:
- Söyle abi ne oldu?
- Kanka bir grup buldum, gitarlar Pantera kadar sert, vokal Elvis Presley gibi eski tarz rock ‘n’ roll, kafayı yiyeceksin.
- Tamam abi yolla sen, hemen bakayım.
Derken ”The Strength / The Sound / The Songs” adlı albümlerini o yılların popüler illegal yollarından olan “rapidshare” uzantılı bir link ile edinip dinlemeye başladım ve cidden kafayı yedim. İlk dinleyişte “Aha bu hayatımın gruplarından biri olacak” dedim ve uzun bir süre öyle oldu.
2007 yılında çıkan “Rock the Rebel / Metal the Devil” albümü hâlâ daha hayatımda dinlediğim en kusursuz albümlerden biridir ve hep öyle kalacaktır. Volbeat; gürültülü sound’a sahip, yer yer thrashy ve groovy, sert, gaz, dibine kadar rock ‘n’ roll olan bir grup olarak hem benim, hem zaman geçtikçe milyonların kalbini kazandı. Büyüdükçe büyüdüler ve şu an devasa bir gruplar. Sevip sevmemek bir yana, uzun yıllardır katıldıkları devasa turnelere ve albüm satışlarına bakarsak kimse Volbeat’in şuan dünyanın en büyük metal gruplarından biri olmadığını iddia edemez. Aksini iddia edeni lahmacuncu küreği ile döve döve sakat bırakırlar, o ayrı bir konu.
Peki, Volbeat nasıl bu derece büyüdü? Cevabı çok basit aslında; bu adamların muadili yok ve bu geçen yıllar içinde de asla olmadı, gelecekte de muhtemelen olmayacak. Sebebi ise benzer müziğin yapılamayacak kadar zor olması değil, dünyada tek bir Michael Poulsen olması. Gruptaki diğer elemanların yetenekleri tartışılmaz ancak Michael Poulsen vokali ile Volbeat’in tanımlandığı “Elvis Metal” kavramını oluşturan ve grubun müzikal olarak uzak ara en ayırt edici tarafı oldu.
Az önce bahsettiğim sebeplerden ötürü müzikal olarak kendi sınırlarına (hatta kendi yarattığı türe) hapsolmuş olmalarından asla şikâyet etmeyen azılı bir Volbeat fanı olarak sanırım ilk defa “Rewind, Replay, Rebound” albümü dinlerken rahatsız oldum. Müzik zevkimden ötürü “adamlar yumuşadı diye giydiriyorsun.” diye eleştirenler olabilir, hepsi başım üstüne, ancak olay aslında Volbeat’in rakipsizlikten rehavete kapılması bence. 2010 çıkışlı “Beyond Hell / Above Heaven” grubun ilk, “badass” ve sert döneminin son albümüydü. 2013 çıkışlı “Outlaw Gentlemen & Shady Ladies” ile birlikte rehavet dönemi başladı ancak “Seal the Deal & Let’s Boogie” eskisi kadar sert olmadan tokadı bastıkları muhteşem bir albümdü.
Asıl konumuz olan “Rewind, Replay, Rebound” albümüne gelirsek, Volbeat’i kıyaslayacak hiçbir grup olmadığı için mükemmel bir albüm yapmış diyebiliriz ama ben Volbeat’i kendisi ile kıyaslayarak devam etmek istiyorum. “Rewind, Replay, Rebound” bugüne kadar çıkmış en kötü Volbeat albümü. Bireysel performanslarda veya sound olarak da kusur barındırmadığı halde durum bence böyle. Ne ilk dönemdeki kulak koparan sert sound, ne de sert olmadığı halde yaratıcılık fışkıran “Seal the Deal & Let’s Boogie” albümündeki havayı duymak pek mümkün değil.
Şimdi biraz sert girmiş gibi oldum ama albümü çıktığından beri dinlemediğim tek bir gün dahi olmadı ve içinde cidden çok iyi şarkılar var. Pelvis On Fire, Maybe I Believe ve The Everlasting muazzam şarkılar. Bunlar haricinde Gary Holt destekli Cheapside Sloggers ve Allahsal sesiyle günümüzü neşelendiren Neil Fallon destekli Die To Live albümün ağır topları olarak yer alıyor. Özellikle The Everlasting grubun bugüne kadar yaptığı en iyi şarkılardan biri bence. Bu şarkıda belki istemeden olsa da, o eski Thrashy ve sert havayı hissettirmeyi dibine kadar başarmışlar.
Albümdeki en büyük sorun; Volbeat kendi özünü kaybetmemiş olsa da şarkıların genelindeki pop-punk ve pop-rock havasının Volbeat’in “badass” tavrına ciddi zarar veriyor olması aslında. Bir önceki “Seal the Deal & Let’s Boogie” albümünde de keza; eskisi kadar amansız olmayan, rock ‘n’ roll yapısında bir albüm yapmışlardı, ancak her saniyesi ile sapına kadar Volbeat’in “çıkartmadan beş atarım” tavrını hissettirmişlerdi. Vurgu yapmak istediğim şey aslında sertlikten öte bestelerdeki Michael Poulsen vokal partları haricindeki kısımların yeteri kadar “metal” olmaması. “Elvis Metal” olarak çıkılan yolda “metal” kısmının bu derece törpülenmesi ise eski bir fan olarak ciddi canımı sıkıyor.
Az önce de dediğim gibi albümü değerlendirirken Volbeat’in bugüne kadar yaptıklarını göz önüne aldım, çünkü bu adamların muadili yok. Grubun muhtemelen bu coğrafyadaki en eski fanlarından biri olarak büyüdükçe gerilediklerini düşünüyorum. Şu haliyle Volbeat “cepten yemenin” müzikteki sözlük karşılığı resmen ve ben bunları yazarken Volbeat; Slipknot, Behemoth ve Gojira ile turnede. Hak ettikleri için oradalar çünkü Volbeat metal müziğin başına gelmiş en mükemmel şeylerden biridir. Volbeat kafasını yakalayabilen ve dinlemekten keyif alan herkese selam olsun.
Kadro Michael Poulsen: Gitar, vokal
Rob Caggiano: Gitar
Kaspar Boye Larsen: Bas
Jon Larsen: Davul
Konuk:
Neil Fallon: İlave vokal (4)
Gary Holt: Solo (8)
Şarkılar 1. Last Day Under the Sun
2. Pelvis on Fire
3. Rewind the Exit
4. Die to Live
5. When We Were Kids
6. Sorry Sack of Bones
7. Cloud 9
8. Cheapside Sloggers
9. Maybe I Believe
10. Parasite
11. Leviathan
12. The Awakening of Bonnie Parker
13. The Everlasting
14. 7:24
Eline sağlık, çok iyi kritik. Volbeat’i hep uzaktan takip eden biri oldum ama grupta ne olup bittiğini, ne zaman ne yaptıklarını biliyorum. Kritiği okurken dediğin her şeye katıldım.
Volbeat’i ilk duyduğumda ben de şok olmuş ve çok enteresan bulmuştum ama zaman içinde bu tarz vokale çok uzun süre dayanamadığımı gördüm ve sadece ara ara, belirli şarkılarını dinlemekle yetinir oldum.
En sevdiğim şarkıları ise yer yer Slayer, yer yer de Iced Earth şarkısı gibi duran Who They Are.
Müzikleri hakkında herhangi bir bilgim yok ama albüm kapağı bana aşırı itici geliyor. Bu kapağı daha önce de görmüştüm. Ağızda geçmeyen kötü tat bırakan çürük çekirdek gibi kapağı ne zaman görsem rahatsız oluyorum. Kıyafetlerden midir çocuğun duruşundan mıdır nedir anlamadım.
“uzun yıllardır katıldıkları devasa turnelere ve albüm satışlarına bakarsak kimse Volbeat’in şuan dünyanın en büyük metal gruplarından biri olduğunu iddia edemez” bu cümlede anlatılmak istenen yanlış anlatılmış, olumsuz anlam çıkıyor.
albüme gelirsek yıllardır grubu dinleyen ve grubun değişimi ve gelişimini takip etmiş biri olarak yorumum “birkaç vasat altı olarak değerlendirebileceğimiz şarkılar dışında çok çok iyi şarkılar var ve bu şarkılar albümün not ortalamasını yükseltiyor, bu yüzden albüme notum 7,5″ şeklinde.
Nedense tüm Volbeat kritiklerini ismail vilehand yazmış gibi aklımda kalmış ama değilmiş. Yorumlardan tam bir sex & drugs & rock n’ roll insanı olduğu izlenimini verdiğinden öyle kaldı aklımda herhalde. :) Kendisinden de bir Volbeat kritiği okuduğumuz iyi oldu. Eline sağlık. :)
Kovboylar ya da Gangsterler.. Fark ettim ki bu iki temadan birini kullanan grup ve sanatçılardan aşırı zevk alıyorum. Motörhead, Pantera, Social Distortion, Black Label Society, hatta Johnny Cash şu an aklıma gelen sayısız isimlerden bir kaçı. Volbeat de yine öyle. Elvis ile sık anılıyorlar fakat vokalin benzemesi haricinde Elvis Presley’den ziyade müziklerinde, Michael Poulsen’ın duruşunda ve hatta saçlarında Johnny Cash etkisini daha fazla görüyorum. Grubun punk yönü de Social Distortion’ı fazlasıyla andırıyor -ki Social Distortion da Johnny Cash’ten fazlasıyla etkilenmiş bir grup. Volbeat bir de üzerine metal sosu dökünce tüm bu saydıklarımı seven benim gibiler için tadına doyulmayan bir grup ortaya çıkmış oluyor (kimyasal x dökmüşler, süper grup olmuş hahah, sitedeki tek Powerpuff Girls göndermesini yapmış oldum). O açıdan kritikte de belirtildiği gibi benzersizler. “Dünyanın en iyi grubu! Üff! Müthişler!!” demiyorum tabi abartmayayım o kadar. Tatlış grup işte.
Yalnız Volbeat sevmiyorum, Motörhead sevmiyorum diyenler; siz Punk sevmiyorsunuz arkadaşlar. :) Bunlar müziklerinde çok yoğun Punk Rock etkisi taşıyan metal grupları. Yoksa ben zannetmiyorum ki Stiff Little Fingers seven biri bu grupları da sevmesin. Bad Religion seven Volbeat’e de bayılmasın.
Bu albümü daha dinlemedim, dinleyince fikrimi yazarım fakat metal sosunu azaltmaları iyi olmadı gerçekten. Buna rağmen bir önceki albüm harika şarkılar barındırdığı için acayip sevdirdi kendini. Bunda ise beklentim düştü, bakayım..
@Raddor, Albümü dinledim. Pek olumlu değil benim de görüşüm. Pek çok şarkıda Def Leppard benzeri bir tarza yaklaşmışlar. Çok iyi şarkılar da duydum ama grubun yumuşamasından çok, albümde belli bir karakterin olmayışı beni rahatsız etti. Yavaş, duygusal parça, hızlı rock n’ roll parça, daha groove parça sonra pop rock parça, bir tane 1 dakikalık punk rock parça… Bir acayip geldi. Ayrıca o kadar iyi olmayan bir albüm için fazla uzun sürüyor. Bu kadar uzatacak ne vardı? Şimdilik görüşüm; kötü değil ama en vasat Volbeat albümü. 6 puan ideal gerçekten.
Yalnız Neil Fallon’ın sesini duyunca canım fena şekilde Clutch dinlemek istedi. Ne zamandır dinlemiyorum. Bir de Gary Holt ne alaka? Ne gibi bir katkısı olmuş parçaya anlamadım. Riff mi yazmış? Ya da solo mu atmış yani? Sadece solo attıysa ne gereksiz. Sanki çok karakteristik solo atıyormuş gibi neden albüme dahil edilip bir de ismi yazılıyor sanki bana Alex Skolnick. (Biraz fazla gömdüm durduk yere ama dinlerken aklımdan böyle geçti)
Elleh kimseyi volbeat kritiği yazmak zorunda bırakmasın. Çok zor iş aq. Üç senede bi yeni albüm çıkardık iddaası ile piyasaya bir şeyler sürüyolar. Hep aynı, hep aynı. Vokal zaten ağbi şu mikrofonu al millete iki işkence et ya kıvamında. Gıy gıy.
Kritiğin altına imzamı atarım, çok doğru tespitler. Bu albüm Volbeat’in açık ara en vasat albümü. Tamam bu grup iyi nakaratlar, güzel hitler çıkarıyor ama bu kadar da pop rock soslu olmamalı, özünü kaybetmiş bir grup gibi görünüyorlar artık. Yine de sağlam şarkılar yok değil:
En başta The everlasting
Sorry sack of bones
Rewind the exit
Die to live
Volbeat’in özünden uzaklaşıp yumuşama eğilimi göstermesi eleştirisine katılmakla beraber, albümü çok beğendim. Nerdeyse boş şarkı yok. Zamanla değişik şeyler denemek isteyebilirler. Sanırım insanlar sevdikleri gruplardan birer parça buldukları için bu softlaşmaya karşı çıkıyorlar ve anlaşılan o ki, bu adamlar ne Pantera, ne Motörhead, ne de başka bir grup olmak istiyorlar.
Son iki albümünü beğenmemiş biri olarak bu albümü beğendim. Kendi içinde değerlendirmekte fayda var. Not vermek için biraz daha dinlemem gerekecek. Muhtemelen 8,5 tan aşağı olmayacak.
Outlaw Gentlemen & Shady Ladies ve Seal the Deal & Let’s Boogie albümlerini baya beğenmiştim ama bu sefer “radio grubu” olma dozunu biraz fazla kaçırmışlar gibi. Volbeat’in en sevdiğim özelliği sade ama akıldakalıcı ve eğlendiren şarkılarıydı. Bu albümdeyse bir kaç şarkı dışında beni kendine cezbeden bir şey olmadı. Ha, tamamen kötü mü? Elbette değil ama Volbeat kalibresi için biraz fazla özensiz bir albüm olmuş.
Sevmeyeceğimi düşündüğüm için albümü dinlemeyi çok uzun süre erteledim ama beklediğimin aksine albümü çok beğendim. Kritikte yazılan her şeye katılıyorum ama ben albüme sinmiş o hüzünlü havayı gayet sevdim. Volbeat’in eski sert ve mükemmel tarafını sevenlerin hayal kırıklığı yaşaması çok normal ve anlaşılabilir bişi ama bu tarz müzikten hoşlanabilenler için besteler gerçekten çok çok iyi.
Bana albümün genel havası biraz Social Distortion’ın White Light albümünü anımsattı ki Michael Poulsen’in kolundaki dev dövmeyi düşünürsek normal bi durum. Bana hangi albümün havasına yakın bişi duymak istersin deseler 2 saniye düşünmeden Rock the Rebel derim ama bu albümden yana da şikayetim yok, adamlar şarkı yazmayı iyi biliyorlar.
Grubun müziği hakkında düşündüklerimi söylemişsin zaten. Ben farklı bir konuya değinmek istiyorum. Volbeat, mainstream metal grupları arasında açık ara en iyi albüm kapaklarına sahip grup bence. Mesela bu albümün kapağı Peaky Blinders’dan fırlamış gibi. Süper.
Yıllar sonra yine sardım bu albüme. Ve yine fark ettim ki bu albümün en büyük sorunu, önceki albümlerin hem mükemmel olması, hem de özellikle ilk dönemde abartı sert bir gitar tonunun kullanılması. Bu albüm sadece mükemmel ve sound olarak diğerlerinden sonra bu albüme gelince insan birkaç siklet düşmüş gibi hissediyor ama alakası yok, şarkılar yine muazzam yine muazzam. Michael Poulsen kadar iyi nakarat yazan çok az insan var.
Albümün niye değer görmediğini çok iyi anlıyorum ve itiraz etmiyorum ama şahsi düşüncem, çok underrated kalmış bir albüm.
Eline sağlık, çok iyi kritik. Volbeat’i hep uzaktan takip eden biri oldum ama grupta ne olup bittiğini, ne zaman ne yaptıklarını biliyorum. Kritiği okurken dediğin her şeye katıldım.
Volbeat’i ilk duyduğumda ben de şok olmuş ve çok enteresan bulmuştum ama zaman içinde bu tarz vokale çok uzun süre dayanamadığımı gördüm ve sadece ara ara, belirli şarkılarını dinlemekle yetinir oldum.
En sevdiğim şarkıları ise yer yer Slayer, yer yer de Iced Earth şarkısı gibi duran Who They Are.
Müzikleri hakkında herhangi bir bilgim yok ama albüm kapağı bana aşırı itici geliyor. Bu kapağı daha önce de görmüştüm. Ağızda geçmeyen kötü tat bırakan çürük çekirdek gibi kapağı ne zaman görsem rahatsız oluyorum. Kıyafetlerden midir çocuğun duruşundan mıdır nedir anlamadım.
“uzun yıllardır katıldıkları devasa turnelere ve albüm satışlarına bakarsak kimse Volbeat’in şuan dünyanın en büyük metal gruplarından biri olduğunu iddia edemez” bu cümlede anlatılmak istenen yanlış anlatılmış, olumsuz anlam çıkıyor.
albüme gelirsek yıllardır grubu dinleyen ve grubun değişimi ve gelişimini takip etmiş biri olarak yorumum “birkaç vasat altı olarak değerlendirebileceğimiz şarkılar dışında çok çok iyi şarkılar var ve bu şarkılar albümün not ortalamasını yükseltiyor, bu yüzden albüme notum 7,5″ şeklinde.
17.08.2019
@ichabod, editlerken ben dalgınlıkla yanlış şekilde değiştirmişim, ismail vilehand doğrusunu yazmıştı. Sağ ol belirttiğin için, eski hâline getirdim.
Nedense tüm Volbeat kritiklerini ismail vilehand yazmış gibi aklımda kalmış ama değilmiş. Yorumlardan tam bir sex & drugs & rock n’ roll insanı olduğu izlenimini verdiğinden öyle kaldı aklımda herhalde. :) Kendisinden de bir Volbeat kritiği okuduğumuz iyi oldu. Eline sağlık. :)
Kovboylar ya da Gangsterler.. Fark ettim ki bu iki temadan birini kullanan grup ve sanatçılardan aşırı zevk alıyorum. Motörhead, Pantera, Social Distortion, Black Label Society, hatta Johnny Cash şu an aklıma gelen sayısız isimlerden bir kaçı. Volbeat de yine öyle. Elvis ile sık anılıyorlar fakat vokalin benzemesi haricinde Elvis Presley’den ziyade müziklerinde, Michael Poulsen’ın duruşunda ve hatta saçlarında Johnny Cash etkisini daha fazla görüyorum. Grubun punk yönü de Social Distortion’ı fazlasıyla andırıyor -ki Social Distortion da Johnny Cash’ten fazlasıyla etkilenmiş bir grup. Volbeat bir de üzerine metal sosu dökünce tüm bu saydıklarımı seven benim gibiler için tadına doyulmayan bir grup ortaya çıkmış oluyor (kimyasal x dökmüşler, süper grup olmuş hahah, sitedeki tek Powerpuff Girls göndermesini yapmış oldum). O açıdan kritikte de belirtildiği gibi benzersizler. “Dünyanın en iyi grubu! Üff! Müthişler!!” demiyorum tabi abartmayayım o kadar. Tatlış grup işte.
Yalnız Volbeat sevmiyorum, Motörhead sevmiyorum diyenler; siz Punk sevmiyorsunuz arkadaşlar. :) Bunlar müziklerinde çok yoğun Punk Rock etkisi taşıyan metal grupları. Yoksa ben zannetmiyorum ki Stiff Little Fingers seven biri bu grupları da sevmesin. Bad Religion seven Volbeat’e de bayılmasın.
Bu albümü daha dinlemedim, dinleyince fikrimi yazarım fakat metal sosunu azaltmaları iyi olmadı gerçekten. Buna rağmen bir önceki albüm harika şarkılar barındırdığı için acayip sevdirdi kendini. Bunda ise beklentim düştü, bakayım..
19.08.2019
@Raddor, Albümü dinledim. Pek olumlu değil benim de görüşüm. Pek çok şarkıda Def Leppard benzeri bir tarza yaklaşmışlar. Çok iyi şarkılar da duydum ama grubun yumuşamasından çok, albümde belli bir karakterin olmayışı beni rahatsız etti. Yavaş, duygusal parça, hızlı rock n’ roll parça, daha groove parça sonra pop rock parça, bir tane 1 dakikalık punk rock parça… Bir acayip geldi. Ayrıca o kadar iyi olmayan bir albüm için fazla uzun sürüyor. Bu kadar uzatacak ne vardı? Şimdilik görüşüm; kötü değil ama en vasat Volbeat albümü. 6 puan ideal gerçekten.
Yalnız Neil Fallon’ın sesini duyunca canım fena şekilde Clutch dinlemek istedi. Ne zamandır dinlemiyorum. Bir de Gary Holt ne alaka? Ne gibi bir katkısı olmuş parçaya anlamadım. Riff mi yazmış? Ya da solo mu atmış yani? Sadece solo attıysa ne gereksiz. Sanki çok karakteristik solo atıyormuş gibi neden albüme dahil edilip bir de ismi yazılıyor sanki bana Alex Skolnick. (Biraz fazla gömdüm durduk yere ama dinlerken aklımdan böyle geçti)
Elleh kimseyi volbeat kritiği yazmak zorunda bırakmasın. Çok zor iş aq. Üç senede bi yeni albüm çıkardık iddaası ile piyasaya bir şeyler sürüyolar. Hep aynı, hep aynı. Vokal zaten ağbi şu mikrofonu al millete iki işkence et ya kıvamında. Gıy gıy.
20.08.2019
@Melkor, +1
Albümü dinlemeden 1 yıldız bastığım için tüm site sakinlerinden özür diliyorum. Metal piyasasındaki en overrated grup olduğunu düşünüyorum.
Pop rock havası canımı sıktı.
Kritiğin altına imzamı atarım, çok doğru tespitler. Bu albüm Volbeat’in açık ara en vasat albümü. Tamam bu grup iyi nakaratlar, güzel hitler çıkarıyor ama bu kadar da pop rock soslu olmamalı, özünü kaybetmiş bir grup gibi görünüyorlar artık. Yine de sağlam şarkılar yok değil:
En başta The everlasting
Sorry sack of bones
Rewind the exit
Die to live
Volbeat’in özünden uzaklaşıp yumuşama eğilimi göstermesi eleştirisine katılmakla beraber, albümü çok beğendim. Nerdeyse boş şarkı yok. Zamanla değişik şeyler denemek isteyebilirler. Sanırım insanlar sevdikleri gruplardan birer parça buldukları için bu softlaşmaya karşı çıkıyorlar ve anlaşılan o ki, bu adamlar ne Pantera, ne Motörhead, ne de başka bir grup olmak istiyorlar.
Son iki albümünü beğenmemiş biri olarak bu albümü beğendim. Kendi içinde değerlendirmekte fayda var. Not vermek için biraz daha dinlemem gerekecek. Muhtemelen 8,5 tan aşağı olmayacak.
ben de son 3 albümü dinlemedim ama grubu sevdiğimden 10 bastım direkt. çok yükselmedi ama olsun
Outlaw Gentlemen & Shady Ladies ve Seal the Deal & Let’s Boogie albümlerini baya beğenmiştim ama bu sefer “radio grubu” olma dozunu biraz fazla kaçırmışlar gibi. Volbeat’in en sevdiğim özelliği sade ama akıldakalıcı ve eğlendiren şarkılarıydı. Bu albümdeyse bir kaç şarkı dışında beni kendine cezbeden bir şey olmadı. Ha, tamamen kötü mü? Elbette değil ama Volbeat kalibresi için biraz fazla özensiz bir albüm olmuş.
Sevmeyeceğimi düşündüğüm için albümü dinlemeyi çok uzun süre erteledim ama beklediğimin aksine albümü çok beğendim. Kritikte yazılan her şeye katılıyorum ama ben albüme sinmiş o hüzünlü havayı gayet sevdim. Volbeat’in eski sert ve mükemmel tarafını sevenlerin hayal kırıklığı yaşaması çok normal ve anlaşılabilir bişi ama bu tarz müzikten hoşlanabilenler için besteler gerçekten çok çok iyi.
Bana albümün genel havası biraz Social Distortion’ın White Light albümünü anımsattı ki Michael Poulsen’in kolundaki dev dövmeyi düşünürsek normal bi durum. Bana hangi albümün havasına yakın bişi duymak istersin deseler 2 saniye düşünmeden Rock the Rebel derim ama bu albümden yana da şikayetim yok, adamlar şarkı yazmayı iyi biliyorlar.
Kritik harika olmuş abi, eline sağlık.
Grubun müziği hakkında düşündüklerimi söylemişsin zaten. Ben farklı bir konuya değinmek istiyorum. Volbeat, mainstream metal grupları arasında açık ara en iyi albüm kapaklarına sahip grup bence. Mesela bu albümün kapağı Peaky Blinders’dan fırlamış gibi. Süper.
Yıllar sonra yine sardım bu albüme. Ve yine fark ettim ki bu albümün en büyük sorunu, önceki albümlerin hem mükemmel olması, hem de özellikle ilk dönemde abartı sert bir gitar tonunun kullanılması. Bu albüm sadece mükemmel ve sound olarak diğerlerinden sonra bu albüme gelince insan birkaç siklet düşmüş gibi hissediyor ama alakası yok, şarkılar yine muazzam yine muazzam. Michael Poulsen kadar iyi nakarat yazan çok az insan var.
Albümün niye değer görmediğini çok iyi anlıyorum ve itiraz etmiyorum ama şahsi düşüncem, çok underrated kalmış bir albüm.