Kariyerini birbirinden değerli beş albümle inşa etmiş olan Coroner, stüdyo albümleri bazında görece küçük bir diskografiye sahip olsa da icra ettiği her işte “Mental Vortex”e değin bir önceki çalışmasının üzerine koyduğu melodi ve rif zenginliğiyle ve ilerlemeci bir gidişat gösteren tarzıyla thrash metalin en nevi şahsına münhasır gruplarından biri haline gelmeyi başardı. Şarkılarında geçmiş yüzyılların saraylarından içinde bulunduğumuz yüzyılın agresif, deri ceketli garajlarına dek uzanabilecek geniş bir çağrışım zenginliği sunan bu grup için söylenebilecek hiçbir şeyin yeterli olamayacağı kanısındayım. Yine de, şansımı deneyeceğim.
Kadrosunda Avrupa aristokrasisinin yansımalarından bir Baron (Thomas Vetterli) ve Marki (Markus Edelmann) bulundurmakla beraber daimi sözcüleri olarak tuttukları Ron Royce isimli bir şahısla birlikte üç kişiden oluşan bir grup olan Coroner, o sıralarda büründükleri imaj ve odaklandıkları ana konu olan “ölüm”ün etkisiyle; adeta süslü ve parıltılı salonların kapalı kapıları ardında dönen thrash kimlikli bir maskeli baloya biz dinleyicileri 1987 yılının 1 Haziran’ında İsviçre’den bir ölüm davetiyesiyle çağırmıştı; “R.I.P.”. Bu oluşum, memleketinin karanlık cevherlerinden biri olan Celtic Frost’un ruhani liderinin de saygısını kazanmış, hatta davetiyenin “Spiral Dream” adlı bölümünde bizzat bu lider tarafından yazılmış sözlere yer vermişti.
Progresif rock, klasik müzik ve thrash metalin birlikteliğini sunan “R.I.P.”, grubun sertlik bazında en rafine, gelecekte daha bariz bir şekilde açığa çıkacak teknik yapısı bakımındansa en geri planda duran albümü. Dolayısıyla, gelecek yıllar içerisinde “Coroner” dediğimizde aklımızda oluşacak imajın sağlanması noktasında bir emekleme. Ancak, emeklemesi böyle olan bir grubun yürümesinin ve koşmasının nasıl olacağı sorusu bizzat grubun kendisi tarafından zaman içinde okkalı olarak cevaplandığı için bu “emekleme” kısmına çok takılmamak gerek, çünkü albüm; rif ve sololarından davullarına, vokallerinden baslarına dek gerek kişisel yeteneklerin gerekse bir grup olarak elde edilen uyumun sergilenmesi bakımından oldukça doyurucu bir çalışma.
Her enstrümanı duyabilmenin verdiği keyif sayesinde şarkılara hayat veren partlara dikkat kesilmek kolaylaşırken, gitarist Tommy T. Baron’ın elinden çıkan sololar ve rifler bizi resitallerden headbanglere götürüyor, Marquis Marky’nin yorulmak bilmez atakları ve sert tempo geçişleri dinlediğimiz albümün bir thrash albümü olduğu konusundaki yargımızı pekiştiriyor ve tüm bunlar olurken albüm boyunca kulağımızdan hiç silinmeyen baslarıyla, kendine has vokaliyle Ron Royce odağımızı kendi üzerinde topluyor. Albüme adını veren şarkı ile beraber “Suicide Command”, “Reborn Through Hate” gibi parçalar çalışmanın bütüncül karakterini yansıtması açısından oldukça güzel seçenekler.
Diğer yandan, entrümantal parçalarda grubu Dark Angel ya da ilk dönem Kreator gibi saf thrash gruplarından ayıran klasik müzik etkileşimleri görüyoruz. Hatta gitaristin bir nevi gövde gösterisi yaptığı “Nosferatu” parçası albümün bu noktada zirveye ulaştığı şarkı olma özelliğini gösteriyor. Genelde ise intro’larda ve kapanışı yapan outro’da dinlediklerimiz albümün kendi içinde nispeten tek tiplilikten kurtulmasını sağlayarak bize melodik bir çeşitlilik sunuyor, böylelikle meydana gelen onca atraksiyon içinde hafif, serin esintili molalar verebiliyoruz.
Evet; klasik müzikten tatlar sunan, şarkı yapıları belirli ölçülerde teknik ve ana iskeleti thrash metal üzerine oturtulan bir albüm olarak “R.I.P.”nin, grubun kariyeri için yeterli ve etkili bir başlangıç sunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak, “Punishment for Decadence” ile iyice filizlenen, “No More Color” ile coşup kafaları allak bullak eden ve “Mental Vortex” ile beraber de birçokları için en iyi işlerini çıkardığı düşünülen Coroner’ın diskografisinde “Grin” kadar olmasa da düşük öncelikli bir yere sahip. Açık konuşmak gerekirse, ilk birkaç dinleyişimde diğer albümlerine kıyasla kalitesini ve değerini hemen anlayamadığım, içine nüfuz edemediğim ve bu yüzden de kolay ısınamadığım bir albüm oldu. Zaman içinde ise sözlerine ve şarkı yapılarına odaklanarak daha dikkatli dinlediğimde, Coroner’ın neler yapabileceğini göstermesi bakımından albümün ne cevherlerle dolu olduğunu anladım.
İşte benim grubum! Bu kadar sevmemde herhalde çok riff odaklı müzik yapmalarının etkisi var. Hele bir de bu riff’lerde klasik müzik etkisi fazlasıyla görülüyorsa..
En sevdiğim grupların bile, dinlediğim zaman yüzde doksan odaklandığım, sevdiğim belli bir albümü var. Diğer işlerine genelde daha az uğrarım. Coroner’da da bu hep Mental Vortex oldu. Sık sık açıp dinlerim. Bu albümü ise o kadar uzun süre dinlemedim ki açmadan önce herhangi bir melodisi dahi aklıma gelmedi. Ancak dinlemeye başladığım zaman geri dönüşümden gelir gibi bir anda geri yazıldı şarkılar beynime. O kadar süreye rağmen unutmamışım, kazınmış. Öyle de güzel riff’ler yazarlar işte. Bol notalı olmalarına rağmen akılda kalıcıdır.
Coroner’la ilgili tek bir şeyi eleştirmek istesem, vokalin o kadar iyi olmadığını söylerdim. Özellikle ilk dönemlerinde. Bazen gitarların arasında fazlasıyla boğuluyor sözler. Ama bu grubu dinlerken ne vokale ne de sözlere odaklandığımdan herhangi bir sorun teşkil etmiyor. Hep dediğim gibi riff, riff, riff! \m/ Metalin bu yönünün seven, atmosferikçi olmayan kaçırmasın işte. :)
Ah, Coroner. Muhtemelen en sevdiğim gruplardan bir tanesi olabilir ki No More Color’ı en sevdiğim albümler sıralamalarında en başlara koyarım.
R.I.P Coroner’ın tam olarak kimlik arayış albümü. No More Color ve Mental Vortex’de sahip oldukları kimliği ufaktan inşa ettikleri albüm. Birçok açıdan kafası karışık da bir albüm bu. Yer yer progresif niteliklerine dikkat çeken ama çoğunlukla thrash metal kökenine daha sadık, bazen melodik gitar rifflerinin ele geçirdiği bazen de Nosferatu’daki gibi neo-classic etkenleri duyduğunuz değişik bir albüm. Grubun klasik albümlerini dinledikten sonra buralara nasıl ulaştığını görebilmek açısından dinlemesi zevkli bir albüm.
Bu albümün en güzel yanı bence enstrümental parçalar, Mental Vortex veya No More Color’da duyamayacağınız tarzda neo-klasik parçalar var. Özellikle Nosferatu müthiş bir parça.
klasik müzik esintisi ile prograsif rock tınısının bu kadar teknik bir thrash metal müziğinin içerisine yedirebileceğini daha önce hiç düşünmemiştim.
kuzey avrupa gerçekten yalnızca ekstrem açıdan değil; genel anlamda bir metal müzik cevheri barındırıyor.
Coroner, en sevdiğim geri de ve geçmişte kalmış thrash metal grubudur. tüm diskografisini dinleyin, dinlettirin.
10/10
not: eğer etiketlere ahmet saraçoğlu’nun PanterA, DEATH ve daha nice grup için kullandığı ”yitip giden” etiketini de eklerseniz, daha rahat ulaşılabilir.
Eline sağlık, yine güzel bir yazı. “Grin”i de yazarsak Coroner diskografisi komple sitede olmuş oluyor.
13.08.2019
@Ahmet Saraçoğlu, Teşekkür ederim. “Grin” de aklımdaydı nice zamandır. Dahil edebilirim onu da listeye.
İşte benim grubum! Bu kadar sevmemde herhalde çok riff odaklı müzik yapmalarının etkisi var. Hele bir de bu riff’lerde klasik müzik etkisi fazlasıyla görülüyorsa..
En sevdiğim grupların bile, dinlediğim zaman yüzde doksan odaklandığım, sevdiğim belli bir albümü var. Diğer işlerine genelde daha az uğrarım. Coroner’da da bu hep Mental Vortex oldu. Sık sık açıp dinlerim. Bu albümü ise o kadar uzun süre dinlemedim ki açmadan önce herhangi bir melodisi dahi aklıma gelmedi. Ancak dinlemeye başladığım zaman geri dönüşümden gelir gibi bir anda geri yazıldı şarkılar beynime. O kadar süreye rağmen unutmamışım, kazınmış. Öyle de güzel riff’ler yazarlar işte. Bol notalı olmalarına rağmen akılda kalıcıdır.
Coroner’la ilgili tek bir şeyi eleştirmek istesem, vokalin o kadar iyi olmadığını söylerdim. Özellikle ilk dönemlerinde. Bazen gitarların arasında fazlasıyla boğuluyor sözler. Ama bu grubu dinlerken ne vokale ne de sözlere odaklandığımdan herhangi bir sorun teşkil etmiyor. Hep dediğim gibi riff, riff, riff! \m/ Metalin bu yönünün seven, atmosferikçi olmayan kaçırmasın işte. :)
Coroner sevdiğim bir grup. Uzun zaman olmuştu dinlemeyeli. Bu vesileyle tekrar kulak kabartacağım.
Güzel kritik. Teşekkürler.
Ah, Coroner. Muhtemelen en sevdiğim gruplardan bir tanesi olabilir ki No More Color’ı en sevdiğim albümler sıralamalarında en başlara koyarım.
R.I.P Coroner’ın tam olarak kimlik arayış albümü. No More Color ve Mental Vortex’de sahip oldukları kimliği ufaktan inşa ettikleri albüm. Birçok açıdan kafası karışık da bir albüm bu. Yer yer progresif niteliklerine dikkat çeken ama çoğunlukla thrash metal kökenine daha sadık, bazen melodik gitar rifflerinin ele geçirdiği bazen de Nosferatu’daki gibi neo-classic etkenleri duyduğunuz değişik bir albüm. Grubun klasik albümlerini dinledikten sonra buralara nasıl ulaştığını görebilmek açısından dinlemesi zevkli bir albüm.
Bu albümün en güzel yanı bence enstrümental parçalar, Mental Vortex veya No More Color’da duyamayacağınız tarzda neo-klasik parçalar var. Özellikle Nosferatu müthiş bir parça.
22.08.2019
@Gürkan, No More Color, benim de Coroner’dan en sevdiğim albüm. Sadece “Tunnel of Pain” ve “The Last Entertainment” bile güzelliğini anlatmaya yeter.
Coroner şarkı sözlerini okuduğum ilk metal grubuydu. Basit sözler yazdıkları için o zamanki ingilizcemle anlayabildiğim nadir gruplardandı.
klasik müzik esintisi ile prograsif rock tınısının bu kadar teknik bir thrash metal müziğinin içerisine yedirebileceğini daha önce hiç düşünmemiştim.
kuzey avrupa gerçekten yalnızca ekstrem açıdan değil; genel anlamda bir metal müzik cevheri barındırıyor.
Coroner, en sevdiğim geri de ve geçmişte kalmış thrash metal grubudur. tüm diskografisini dinleyin, dinlettirin.
10/10
not: eğer etiketlere ahmet saraçoğlu’nun PanterA, DEATH ve daha nice grup için kullandığı ”yitip giden” etiketini de eklerseniz, daha rahat ulaşılabilir.