2-3 dakika öncesine kadar hiç aklımda olmayan bir albümün kritiğinden kucak dolusu sevgiler. İlk olarak 1996-1997 yılında, lisedeyken tanıştığım BLIND GUARDIAN’ın hiçbir zaman devasa bir hayranı olmadığımı söyleyerek başlayayım. Her albümünden 4-5 şarkıyı çok sevsem de albüm albüm bayılacak kıvamda bir BLIND GUARDIAN hayranı değilim. Bazı albümlerini çok seviyorum, bazılarını şarkı şarkı almayı tercih ediyorum. Bazı şarkılarına bayılıyorum, kimilerini özelliksiz buluyorum. Sonuçta BLIND GUARDIAN’a karşı olumsuz herhangi bir his beslemiyor, büyük oranda seviyorum.
Siteye şöyle bir baktığımda grubun 3 albümünün henüz incelenmediğini gördüm ve bu 3 eksik arasından en mühim olanını, “Tales from the Twilight World”ü yazmaya karar verdim. Bu albüm pek çokları için grubun en iyi albümü olmayabilir, ancak içerdiği çok önemli şarkılar ve BLIND GUARDIAN’ın metal tarihine geçen sound’unun oluşumu için hayati önem taşıyor. Bu nedenle elbette ki PA’da yer alması, yorumlanıp hakkında konuşulması gerekiyor.
“Battalions of Fear”la birlikte ilk çıkışını olabildiğince iyi yapan ve bence büyük ümit vadettiğini ilk aldan gösteren BLIND GUARDIAN, 1988’de çıkan bu albümün hemen akabinde yeni albümünü hazırlamaya başlamıştı. No Remorse Records’ın sıkıştırmaları neticesinde biraz aceleye gelen şarkı yazımı ve grup üyelerinin TESTAMENT’ın 1987’deki efsanevi Dynamo Open Air performansından çok etkilenmeleri neticesinde daha sert bir sound’a kayma kararları, ortaya grup elemanlarının en zayıf BLIND GUARDIAN albümü olarak gördükleri “Follow the Blind”ın çıkmasına neden olmuştu. İlk albümün yalnızca bir yıl sonrasında çıkan “Follow the Blind”dan bir yıl sonra ise BLIND GUARDIAN üçüncü albümünü hazır etmişti bile. Grup üyeleri tarafından “BLIND GUARDIAN’ın kendi sound’una kavuştuğu ilk albüm” olarak nitelendirilen “Tales from the Twilight World”, gerçekten de bildiğimiz BLIND GUARDIAN karakterinin ilk kez bu denli güçlü şekilde oturduğu albüm olarak karşımızda duruyor.
Kendisinden 2 yıl sonra çıkacak olan “Somewhere Far Beyond”u bir konsept albümden ziyade “konsepti olan bir albüm” olarak niteleyen BLIND GUARDIAN, çoğu kanının aksine “Tales from the Twilight World”ü de konsept bir albüm olarak tasarlamamıştı. Albüme giriş yapan “Traveller in Time”la birlikte BLIND GUARDIAN’ın kısa zamanda ne çok iş yaptığını görüyoruz. “Follow the Blind”da BLIND GUARDIAN hit’i diyebileceğimiz, en azından grubun konserlerde çaldığı “Banish from Sanctuary” ve “Valhalla” gibi birkaç şarkı varken, “Tales from the Twilight Hall”da “Traveler in Time”, “Welcome to Dying”, “Lord of the Rings” ve o dönemde HELLOWEEN’le tarih yazmakta olan Kai Hansen’in konuk olduğu “Lost in the Twilight Hall” gibi çok net hit’ler var. Bu özelliği ve akılda kalıcı melodik yapısı sayesinde grubun kısa sürede nerelere geldiği hepimizin malûmu. İşte “Tales from the Twilight World” bu yapının temelinin atıldığı belki de esas iskelet durumundaydı.
En sevdiğim 4-5 BLIND GUARDIAN şarkısından biri olan “Traveller in Time”la birlikte adını anmak istediğim diğer bir şarkı da “Lord of the Rings”. Belki çok fazla dinlediğimizden ve sürekli duyduğumuzdan olacak, ben “The Bard’s Song”dan ziyade “Lord of the Rings” tarafında duran kesimdenim. Bu şarkının biraz hakkının yendiğini ve övgü açısından “The Bard’s Song”un çok gerisinde kaldığını düşünüyorum. Elbet “The Bard’s Song” bir klasik, ancak “Lord of the Rings”in de üvey evlat muamelesi görmemesi gereken bir şarkı olduğu kesin.
Albümün genel karakterini speed metal ile power metalin birlikteliği olarak özetleyebiliriz. Grubun karakteristik lead gitar kullanımı her fırsatta kendini gösterse de ve her yere çeşitli BLIND GUARDIAN’lıklar saçsa da “Welcome the Dying” ve “Goodbye My Friend”de grubun sonraki çok daha melodik ve senfonik karakterine tezat oluşturacak türde yırtıcı bir speed metal kimliği yansıttığını görüyoruz. Her şarkıda bir hikâye peşinde koşan; yeri geldiğinde “sonuçta ben de bir cüceyim ama senden fazlası değilim” diyerek hepimiz kardeşiz mesajı veren, yeri geldiğinde ise “Altair 4” gibi kısmen abuk bir şarkı sunan BLIND GUARDIAN, bu albümle birlikte sonradan besleneceği nüveleri, birkaç yıl içinde metal tarihine geçmesine sağlayacak şarkıların altyapılarını itina ile hazır etmişti. Hansi’nin dramatik ve masal anlatıcı karakterli ses rengi ve yorumu ile lead gitarın ikinci bir vokalist gibi ortalara atılan baskın kimliği, “Tales from the Twilight World”ün çıktığı dönemde hemen ilgi çekmesini, öne çıkmasını ve 2 yıl sonra çıkacak “Somewhere Far Beyond” öncesinde Universal Music Group bünyesindeki çok daha büyük bir şirket olan Virgin Music’e transfer olmasını sağlayacaktı.
“Tales from the Twilight World”, çoğu albümü bir başka dinleyici tarafından en iyi BLIND GUARDIAN albümü olarak görülen grubun pek çoğu gerçekten çok iyi olan albümlerle dolu diskografisinin en önemli çalışmalarından biri. Sadece “daha büyük yarınlar için bir altyapı, hazırlık, geçiş, vs” olmayan, kendi başına son derece değerli, BLIND GUARDIAN klasikleri içeren, gayet iyi bir albüm. Hepsinden öte, “Tales from the Twilight World” BLIND GUARDIAN’ın o dönemki çeşitli ilham kaynaklarını gerektiği şekilde kullanarak kısa süre içinde başka kimseye benzemeyecek devasa bir şeye dönüşmesine vesile olan; hem dinleyici kitlesinin hem de şirketlerin “amanın bu da neymiş” demesini sağlayan pek güzel, pek özel bir albüm.
Kadro Hansi Kürsch: Vokal, bas
André Olbrich: Gitar, geri vokal
Marcus Siepen: Gitar, geri vokal
Thomen "the Omen" Stauch: Davul
Konuk:
Kai Hansen: Vokal (6)
Şarkılar 1. Traveler in Time
2. Welcome to Dying
3. Weird Dreams
4. Lord of the Rings
5. Goodbye My Friend
6. Lost in the Twilight Hall
7. Tommyknockers
8. Altair 4
9. The Last Candle
To Tame a Land’le birlikte Traveller in Time Dune evreniyle tanışmamı sağlayan şarkıdır. Albümü baştan sona dinlemeyeli yıllar oldu ama şarkıyı aklıma geldikçe açarım hala.
Bu albümü doğru düzgün dinlemedim hiç. En sevdiğimiz 25 albüm listesinde Nightfall In Middle-Earth’ü 2. sıraya koyduğum düşünülürse garip bir durum ama hem Somewhere Far Beyond’u hem de Imaginations From The Other Side’ı Nightfall kadar sevmeyince Blind’ın diğer albümleriyle ilgilenmeyi bıraktım. Ne enteresan! Nightfall In Middle-Earth hayatımda en sevdiğim ikinci albüm olmuş. Üniversite hayatım sürekli onu dinlemekle geçti. Sözleri araştırdım, Orta-Dünya’yı daha iyi tanıdım. Gaza gelip Silmarillion’u aldım, bitiremedim. Noldor’u telefon müziğim yaptım. Aylar sonra sıkıldım Blood Tears ile değiştirdim fakat buna rağmen aynı grubun diğer albümleri o kadar da ilgimi çekmedi. Hatta sonraki senfonik işler daha da çekmedi.
Hepimize oluyor bu herhalde. Bazen bir grubun bir albümünü o kadar fazla seviyoruz ki diğer işlerine bakasımız gelmiyor. Lord of the Rings, Welcome to Dying çok sevdiğim parçalar değildi ama kritik vesilesiyle dinleyeyim albümü. Belki eserin bütünü daha çok hoşuma gider.
To Tame a Land’le birlikte Traveller in Time Dune evreniyle tanışmamı sağlayan şarkıdır. Albümü baştan sona dinlemeyeli yıllar oldu ama şarkıyı aklıma geldikçe açarım hala.
Bu albümü doğru düzgün dinlemedim hiç. En sevdiğimiz 25 albüm listesinde Nightfall In Middle-Earth’ü 2. sıraya koyduğum düşünülürse garip bir durum ama hem Somewhere Far Beyond’u hem de Imaginations From The Other Side’ı Nightfall kadar sevmeyince Blind’ın diğer albümleriyle ilgilenmeyi bıraktım. Ne enteresan! Nightfall In Middle-Earth hayatımda en sevdiğim ikinci albüm olmuş. Üniversite hayatım sürekli onu dinlemekle geçti. Sözleri araştırdım, Orta-Dünya’yı daha iyi tanıdım. Gaza gelip Silmarillion’u aldım, bitiremedim. Noldor’u telefon müziğim yaptım. Aylar sonra sıkıldım Blood Tears ile değiştirdim fakat buna rağmen aynı grubun diğer albümleri o kadar da ilgimi çekmedi. Hatta sonraki senfonik işler daha da çekmedi.
Hepimize oluyor bu herhalde. Bazen bir grubun bir albümünü o kadar fazla seviyoruz ki diğer işlerine bakasımız gelmiyor. Lord of the Rings, Welcome to Dying çok sevdiğim parçalar değildi ama kritik vesilesiyle dinleyeyim albümü. Belki eserin bütünü daha çok hoşuma gider.
Blind Guardian ile tanıştığım albüm olmakla birlikte yazıdaki kapak remaster kapağı, yanlışlık olmuş sanırım.