Şarkı sözlerinden albüm kapaklarına ve hatta grup ismine dek, tüm metal camiasının en ilgi çekici, radikal içerikli ve başarılı gruplarından biri olan Cannibal Corpse’un piyasaya adım attığı albümü “Eaten Back To Life”, çıkışıyla birlikte büyük yankı uyandırdı. Bir mezarlıkta kendi kendini parçalayan, yiyen, organlarını da oraya buraya saçan cesetimsi bir figürün yer aldığı albüm kapağıyla, aşırı ölçüde şiddet ve yamyamlık unsuru sözler içeren şarkılarıyla ve tabi ki death metal başlığı altına giren müziğiyle, farklı ve özgün şeyler dinlemeye aç olan hırslı metalcileri ne kadar heyecanlandırdıysa, ebeveynleri, idarecileri de çocukların ve gençliğin akıbeti konusunda bir o kadar korkuttu. 1990 yılına gelinceye dek halihazırda death metalin şaheserleri birer birer yayınlanmaya ve bu müzik türünün kötücül imgelerini etrafa saçmaya devam ediyorken, Cannibal Corpse’un ortaya çıkışı, metal müzikte ekstremlik olgusunun çok daha ileri taşınabileceğini göstermiş oldu. İçerisinde, albümün Amerika Birleşik Devletleri tarihinin ilk yamyamı olan Alfred Packer’a adandığını belirten bir ifadenin yer alması da bir o kadar kimilerini heyecanlandıran, kimilerine de “bu nasıl iştir !” dedirten kısımlar arasındaydı. Bunların neticesinde albümün Almanya’da yasaklanması gibi sonuçlar doğdu, üstelik grubun basçısı Alex Webster’ın, röportajlarında, ilk çıktıkları zamanlar müzikal anlayışlarında Sodom (özellikle “Obsessed By Cruelty” albümü) ve Kreator gibi Alman thrash gruplarından etkilendiğini belirtmesiyle ciddi ironi oluşturacak şekilde. Diğer yandan, Amerikan toplumundan gelen yoğun tepkiler içinse altını çizmek istediğim bir nokta var. Cannibal Corpse her ne kadar mevcut müzik türü içinde daha radikal bir yoldan kendini ifade etmeyi seçmişse de, içinden çıktığı toplumun tümden yabancısı olduğu temaları işlemiyordu. Alfred Packer’den Albert Fish’e, Ed Gein’den Ted Bundy’e, modern Amerika’nın tarihi bize yamyamlardan, seri katillerden oluşan ve sayısı hiç de az olmayan gerçek hadiseleri sunuyordu. Toplumunun yetiştirdiği psikopatların hikayeleri ile grup üyelerinin “gore” temalı korku filmlerine olan hayranlığı neticesinde Cannibal Corpse’un aşina olduğumuz kimliği oluştu. Şimdi işin sosyolojik kısmını bir kenara bırakıp, albümün metal müzik adına neler taşıdığını irdeleyebilirim.
Vokalde, yazdığı sözler ve gelecek iki albümde gittikçe daha boğuk, gırtlaksı bir hal alacak söyleyiş tarzıyla kısa sürede efsaneleşecek Chris Barnes, gitarlarda grubun old school evresinden en akılda kalıcı rifleri ve soloları yazacak olan, hatta yazmaya başlamış Jack Owen – Bob Rusay ikilisi, bas gitarda daha bu albümden itibaren şarkılara yaptığı dokunuşlarla devleşeceğinin sinyallerini veren death metalin en sevilen basçılarından Alex Webster ve davulda grubun bu orijinal kadrosundan Webster’la beraber bugünlere ulaşmış tek üyesi, drum pattern’ları Cannibal Corpse’un müziğiyle bütünleşmiş emektarı Paul Mazurkiewicz yer alıyor. Albümün geneline bakıldığında, özellikle “Butchered At Birth” ve “Tomb Of The Mutilated” albümlerine kıyasla icra edilen müziğin buram buram thrash koktuğu söylenebilir. Bununla birlikte Barnes’ın, henüz ne dediği hala anlaşılabilir sertlikteki brutal vokalleri ve Mazurkiewicz’in thrash klasiklerine oranla daha hızlı metronomdan çaldığı agresif davulları şarkıların death metal kimliğini muhafaza ediyor. Benzer formülün, öncesinde “Scream Bloody Gore”da uygulandığı söylenebilir, tabi bir küçük farkla; Chris Reifert’in davulları Mazurkiewicz ayarında hızlı ve kontrollü değildi. Şarkıların büyük çoğunluğu tam gaz giden şarkılar olsa da, “Shredded Humans”, “Scattered Remains, Splattered Brains” ve özellikle“Born In A Casket” gibi örneklerde şarkı zincirlerinden kopmadan önce sizi gergin bir ambiyansla olacaklara hazırlıyor. Aynı zamanda albümdeki favori şarkılarımdandır bu üçü. “Born In A Casket”in başını dinleyince hayalimde, gece vakti ormanlık bir alandaki bir kulübenin penceresinden dışarıya bakarken, sonrasında birer birer toprağı eşeleyip kalkan zombilerin ağır aksak bana doğru yürüyüşünü seyredişim canlanıyor.
Tam anlamıyla bir death metal albümü gibi görülmese de “Edible Autopsy”, “A Skull Full of Maggots” gibi şaheserleri de içeren albüm dinleme açısından epey vahşi dakikalar yaşatıyor. Burada “Maggots” parçasına ayrıca değinmek istiyorum. İki dakikaya ilaveten birkaç saniye de ek ömrü olan bu şarkı, kısalığına rağmen Barnes’ın vokal performansı açısından albümün doruk noktalarından. 01.08’de gelen kükreme serisi ve akabinde “They enter your tomb”la başlayan söz dizimiyle beraber maggots ! korosu (burada görüş ayrılığı kabul etmiyorum) saç baş yoldurur. Slayer’ın “Reign In Blood”la beraber herkese verdiği kısa, ama son derece hızlı ve akılda kalıcı thrash parçası besteleme dersinin Cannibal Corpse tarafından iyi çalışıldığını gösterir nitelikte. Bu kısa şarkılardan bir diğeri olan “Put Them To Death”te de, Alex Webster’ın “Hammer Smash Face”le beraber klasikleşecek mini bas sololarının ilk örneklerinden birini görüyoruz.
Owen – Rusay ikilisinin gitar işçiliği albümdeki riff bolluğunun ve bu sayede dört bir tarafa saçılarak ortalığı açık büfeye çeviren organların baş sorumlusu. Genele bakıldığında thrash ile death metalin birbiriyle etkileşiminden doğan ve “bu daha başlangıç !” diyerek müziği için olduğu kadar gelecek şarkı sözleri için de haber niteliği taşıyan başarılı bir albüm. Hakkında söylenebilecek olumsuz şeyse, bir noktada kendini tekrar etmesi, küçük nüansları haricinde pek bir çeşitlilik barındırmaması. Ancak grubun kariyerindeki ilk adım olması ve kısa süre içinde gelecekteki çalışmalarıyla karakteristik yanlarını ortaya koyması açısından bir ısınma turu olarak bakılabilir.
Albümle ilgili dikkat çekici noktalardan biri de, iki adet konuk sanatçı içermesi. Bunların ilki, “Eaten Back To Life”dan neredeyse iki ay önce, death metalin ortalığı kasıp kavuran efsanevi debut albümlerinden birini çıkarmış Deicide’ın frontmani ve o yıllarda Lucifer tarafından taze vaftiz edilmiş Glen Benton, diğeri de Opprobrium’daki çalışmalarıyla bilinen Francis Howard. İkili, albümün “Mangled” ve “A Skull Full of Maggots” şarkılarında yaptıkları back vokalleriyle kendilerini gösteriyor. Sonuç olarak Cannibal Corpse’un tarihinde, Chris Barnes tarafından dizayn edilen grup logosunun, grubun albüm kapaklarını çizen Vincent Locke’ın hastalıklı eserlerinin ve “Gallery of Suicide” a kadar albüm prodüktörlüğünü yapan Scott Burns’ün görüldüğü ilk albüm olma özelliğini gösteren “Eaten Back To Life”, ilgilenenleri için muhakkak kulak kabartılması gereken bir eser olarak yerini sağlama alıyor.
Kadro Chris Barnes: Vokal, sözler (1-11)
Jack Owen: Gitar, sözler (1, 5, 7, 8)
Bob Rusay: Gitar
Alex Webster: Bas, sözler (8)
Paul Mazurkiewicz: Davul, sözler (4)
Şarkılar 1. Shredded Humans
2. Edible Autopsy
3. Put Them to Death
4. Mangled
5. Scattered Remains, Splattered Brains
6. Born in a Casket
7. Rotting Head
8. The Undead Will Feast
9. Bloody Chunks
10. A Skull Full of Maggots
11. Buried in the Backyard
Ben bu albümü Butchered at Birth’ten daha çok seviyorum. Edible Autopsy, Born in a Casket, A Skull Full of Maggots gibi bayıldığım şarkılar var. Bir de Chris Barnes dönemi Cannibal Corpse şarkı sözleri cidden apayrı bir seviye. Muazzam bir hayalgücü varmış adamda. Paparoza abanıp abanıp yazmış şarkıları.
@ismail vilehand, Benim de Chris Barnes dönemi içinde en zor ısındığım albüm Butchered At Birth oldu. Grubun ilk death metal denebilecek albümü olsa da, “Meat Hook Sodomy” parçası dışında cidden etkileyici bir yanı olmadığını düşündüm uzun zaman. Şimdi o albümü biraz daha fazla sevsem de, kıyaslarsam “Eaten Back to Life” çok daha gaz ve daha çok öne çıkan parça sunan bir albümdü bence de.
Albüm kapağı iğrenç ve vasat
27.07.2019
@pelican, acaba 2000 yıllarda doğanlar neden böyleler.
En az dikkatimi çeken Cannibal Corpse albümü olabilir.
@pelican, 90′da yapıldığını varsayarsak iyi bence
Vokallerde Max Cavalera olduğunu düşünerek dinleyin bide. Albüm güzel benim için.
Ben bu albümü Butchered at Birth’ten daha çok seviyorum. Edible Autopsy, Born in a Casket, A Skull Full of Maggots gibi bayıldığım şarkılar var. Bir de Chris Barnes dönemi Cannibal Corpse şarkı sözleri cidden apayrı bir seviye. Muazzam bir hayalgücü varmış adamda. Paparoza abanıp abanıp yazmış şarkıları.
23.07.2019
@ismail vilehand, Benim de Chris Barnes dönemi içinde en zor ısındığım albüm Butchered At Birth oldu. Grubun ilk death metal denebilecek albümü olsa da, “Meat Hook Sodomy” parçası dışında cidden etkileyici bir yanı olmadığını düşündüm uzun zaman. Şimdi o albümü biraz daha fazla sevsem de, kıyaslarsam “Eaten Back to Life” çok daha gaz ve daha çok öne çıkan parça sunan bir albümdü bence de.