TOXIK – “Think This” yazımın girişinden bir alıntıyla başlayayım.
“Thrash metale verilen en büyük zararlardan birinin Big Four olayı olduğunu düşünüyorum. Hayır, bu dört grubun kendisinden bahsetmiyorum. Zaten özünde tembel olan insanoğluna “alın en iyi dört tanesi bunlar” şeklinde bir etiket verilmesi sonucunda taş gibi sayısız thrash metal grubunun mecburen geri plana düşmek zorunda kalmasından bahsediyorum. Sanki bu bir yarışmış, sanki bu dört grup dışındakiler kendilerince bir şeyler yapmaya çalışan ortalama girişimlermiş gibi bir yansıtma sonucunda, metal dünyası EXODUS’un, TESTAMENT’ın kalitesini falan tartışır oldu, “hayır abi bence şu hak ediyor, şu hak etmiyor” gibi saçmalıklara bulaştı.”
Evet, bugün yine bu Big 4 dışında yer alan ve “hak ediyor mu?” tartışmasına ucundan da olsa bulaştırılan bir grupla beraberiz. Belki TESTAMENT ve EXODUS kadar konuşulmuyorlar, ancak Big Four’un ardından bir “Big Eight”, “Big Ten” muhabbeti söz konusu olduğunda lafı geçen gruplardan biri de şüphesiz ki DEATH ANGEL.
DEATH ANGEL’la tanışmam doksanların başında çıkan “Act III” albümünün incelemesini çok eski bir metal dergisinde görmemle başladı. İçin DR. SKULL röportajı da dâhil pek çok leziz içerik bulunan ve şu anda adını hatırlayamadığım bu 1990 çıkışlı Türk dergisinde dönemin thrash metal albümlerinden bahsedilirken “Act III”nin de adı anılıyordu. O dönemde DEATH ANGEL’la karşılaşan insanın en çok garibine giden şey muhtemelen grup elemanlarının Asya orijinli fiziksel görünümleriydi. Sarışın renkli gözlü James’lerin, Dave’lerin, Jeff’lerin olduğu thrash metal ortamında bir yarı Kızılderili Joey Belladonna, bir de bu Filipinler menşeli thrash’çi gençler öne çıkıyordu.
Zaman içinde hakkının yendiğini düşündüğüm “The Ultra-Violence” gibi bir ilk albümün ardından grup çok uzun soluklu olamamış ve “Act III”nin ardından 14 yıllık bir ara vermiş, “Art of Dying” ile geri dönmüş ve thrash metalin başarılı dönüşlerinden birine imza atmıştı. O zamandan beri üretkenliğini yüzümüze yüzümüze vuran ve her 3 yılda bir yeni albüm çıkaran DEATH ANGEL, şimdi de “Humanicide” ile karşımızda.
DEATH ANGEL’ın Big Four’daki gruplar kadar karakteristik bir sound’u olmadığını düşünüyorum. Hatta TESTAMENT veya EXODUS kadar da kendilerine özgü bir havaları yok. Bunun sebeplerinden biri bence Mark Osegueda’nın biraz arada kalan ve çok karakteristik özellikler taşımayan ses rengi. Ne Araya gibi deli deli, ne Anselmo gibi özgün, ne James gibi kişilikli ne de Mustaine gibi çemkiren, zehir saçan bir havası var. Gayet başarılı bir vokalist, ama Osgueda tarzı diye bir şeyden söz edemeyiz. Bugün bir vokalist şakasına James’i, Araya’yı, Mustaine’i, Belladonna’yı, Anselmo’yu taklit edebilir ve biz de “haha aynısı oldu” diye gülebiliriz, ama Mark Osegueda için aynı şeyin söz konusu olduğunu düşünmüyorum. Grubun müziğine baktığımızda da yine ortalarda duran ve aşırı düzeyde özel hareket barındırmayan bir şeyle karşılaşıyoruz. Misal “DEATH ANGEL tarzı rif yazımı” diye bir şey olduğunu düşünmüyorum. Grup, özellikle de yeniden bir araya gelmesinin ardından, büyük oranda “o anda ne gelirse” onu yazıyor.
Tüm bu olumsuz gözüken şeyleri sıralamamın ardından, bunların hiçbirinin DEATH ANGEL’a bir zeval vermediğini söyleyerek “Humanicide”a doğru yol almaya başlayayım. Grup bu kısmen genel thrash metal karakteri içerisinde gayet eğlenceli, yer yer kırıp döken thrash metal şarkıları yazmayı başarıyor. İlk dönemindeki korkunç prodüksiyonu aşan ve yeniden doğuşuyla birlikte çok daha cilalı, temiz bir hâle bürünen grubun son 15 yıldaki çalışkanlığını takdir etmek gerekiyor. “Humanicide” bu dönemin son birkaç albümünde karşımıza çıkan karakteri devam ettiren, başarılı demekte sakınca bulmadığım bir çalışma. Yer yer daha zehirli, black metalde dahi kullanılabilecek tatlar barındıran rifler kullanmaktan çekinmeyen, yeri gelince çok daha cayır cayır bir hard rock kimliğine bürünen ve baştan sona thrash metal altyapısını kaybetmeyen bir iş.
Bahsettiğim bu rastgele yazım tarzından dolayı kendi içinde gelgitler sunması, “Humanicide”ın tam anlamıyla bir bütünlük sunamadığı şeklinde düşünülebilir. Gerçekten de albümdeki şarkılar son 3-4 albüme serpiştirilse, bazılarıyla yer değiştirse “Humanicide”ın bütünlüğüne fazla bir zarar gelmeyecektir. Ancak bu aynı zamanda albümün farklı dinleyicilere farklı vaatler sunması ve belirli yerleriyle vurucu olması anlamına da geliyor. Ben albümü dinlerken net şekilde öne çıkan ve yine net şekilde “bunu bir daha dinlemem” dediğim şarkılar oldu. Albüm beni belli yerlerden vurdu, belli yerlerden kaybetti. Sonuca bakınca vuran taraflar fazlaydı ve fazla da bir şikâyetim yoktu. Dolayısıyla DEATH ANGEL’ın bu genele hitap eden yapısına alışıksanız herhangi bir sorun yaşamadan albümü tamamlayacağınızı düşünüyorum.
Övüyor muyum yeriyor muyum tam belli olmayan bir yazı olduğunun farkındayım. Evet grup çatır çatır thrash metal yapıyor, yılların deneyimini şarkılarına yansıtıyor, ancak belli açılardan da “bu deneyim bunca albüm sonra daha mı özgün bir şeye dönüşmeliydi acaba?” sorusunu da sorduruyor.
Kadro Mark Osegueda: Vokal
Rob Cavestany: Gitar, geri vokal
Ted Aguilar: Gitar
Damien Sisson: Bas
Will Carroll: Davul
Şarkılar 01. Humanicide
02. Divine Defector
03. Aggressor
04. I Came For Blood
05. Immortal Behated
06. Alive and Screaming
07. The Pack
08. Ghost of Me
09. Revelation Song
10. Of Rats and Men
11. The Day I Walked Away
Death Angel vasat albümü olmayan gruplardan birisi benim için, bu albümde de beni yanıltmadı yine harika bir albüm olmuş. Hayranlarını üzmeyecek bir albüm.
Death Angel vasat albümü olmayan gruplardan birisi benim için, bu albümde de beni yanıltmadı yine harika bir albüm olmuş. Hayranlarını üzmeyecek bir albüm.