Şöyle bir düşünüyorum. Son yirmi yıldır, internetin hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmasından bu yana sürekli yeni albümler dinliyorum. Albüm incelemeleri yazmaya başladığım 2004’ten, Pasifagresif’i açtığım 2009’dan bu yana dinleyip incelediklerim arasından öne çıkanları düşündüğümde gerçekten az sayıda albüm aklıma geliyor. Farklı türlerden, farklı değerlerden, farklı önemlerden albümler bunlar.
Konu progresif metal olduğunda, son yirmi yılda dinlediğim en iyi 5 albümden biri tartışmasız şekilde ARCH/MATHEOS’un ilk albümü “Sympathetic Resonance”.
DREAM THEATER’ın “Metropolis Pt. 2: Scenes From a Memory”si aklıma geliyor, PAIN OF SALVATION’ın “Remedy Lane”i aklıma geliyor, BETWEEN THE BURIED AND ME’nin “Colors”ı, ARK’ın “Burn the Sun”ı aklıma geliyor. Evet, bu beş albüm sanırım son 20 yılda dinlediğim en iyi 5 progresif metal albümünü oluşturuyor.
Tabii “Sympathetic Resonance”ın sadece son 20 yılda çıkan en iyi progresif metal albümlerden biri olduğunu düşünmekle kalmıyor, albümü hayatımda dinlediğim en iyi albümlerden biri olarak da görüyorum. Bu düşünceler ışığında, geçenlerde MYRATH yazısında bahsettiğim “bir albümü aşırı sevip içselleştirmek neticesinde bir sonraki albüme ön yargılı yaklaşma” olayını pekâlâ ARCH/MATHEOS için de yapabilirdim. Ama bu adamların üstün yeteneklerine ve ustalıklarına aşırı güvendiğimden olacak, ne hikmetse yeni ARCH/MATHEOS albümüne dair herhangi bir tedirginliğim, “ilki kadar beğenmeyeceğim” düşüncem yoktu.
Albüme dair haberler ilk ortaya çıktığında, “Winter Ethereal”ın “Sympathetic Resonance” kadar özel, kıymetli ve şahsına münhasır olmayacağına kanaat getirmiştim aslında. Bunun sebebi herhangi bir önyargı değil, albüm kadrosunun ilki gibi aynı 5 kişi yerine, her şarkıda farklı müzisyenler içeren bir yapıda olmasıydı. İlk albümün tümünü birlikte yaratan beşlinin büyüsünün bu 12 kişilik yıldızlar kadrosu tarafından aynı düzeyde yansıtılması mümkün değildi. Müzikalite, beste kalitesi anlamında söylemiyorum; manevi anlamda, bütünlük anlamında, ruhani düzeyde bunun olma ihtimali yoktu. İlk albüm bir dehalar birlikteliğiydi ve FATES WARNING özelinde hepsi birbiriyle çalan bu 5 müzisyenin oluşturduğu eşsiz kimya sonucunda ortaya sihirli bir şey çıkmıştı.
“Winter Ethereal” ise bir dolu yetenekli insanın katkıda bulunduğu, yine Jim Matheos ve John Arch elinden çıkmış olmasına rağmen bu çekirdek yapının ortadan kalkması dolayısıyla aynı büyüyü yaratması mümkün olmayan bir çalışma. Bunu bir olumsuzluk, eksi puan olarak görmüyorum. Adamlar böyle uygun görmüş, böyle yapmış. Sonuçta gerçekten çok yetenekli, tecrübeli bir besteci olan Jim Matheos’tan ve vokal konusunda aşırı derecede kendine has bir tarzı olan John Arch’tan bahsediyoruz. ARCH/MATHEOS’un ve “Winter Ethereal”ın özü de yine bu ikiliden çıkıyor ve doğal olarak yine çok üst düzey bir albüm bizi karşılıyor.
Bir kere albümün en büyük özelliği kendini geç açması. İlk albümdeki kolay alışılan havanın aksine “Winter Ethereal”da hissedilen sofistike bir hava var ve bu sayede albüm size kendini dinlemeler ilerledikçe açıyor, zenginliklerini zaman içinde gösteriyor. Misal ilk şarkı “Vermillion Moons”u ilk dinlediğimde “nerede Neurotically Wired’ın baştan sona kusursuz akılda kalıcılığı, nerede bu” demiştim ancak dördüncü, beşinci dinlemeyle birlikte şarkının bana kendini nazlanarak açtığını ve önümde azar azar alacağım çok büyük bir zevk olduğunu hissettim. İşte bu gerçek anlamda usta besteciliğin bir göstergesi. Jim Matheos gerçekten de son derece sofistike, üzerine düşünülmüş besteleriyle ARCH/MATHEOS projesinin çok uzun ömürlü, çok organik, çok yaşayan bir karaktere bürünmesini sağlıyor. “Sympathetic Resonance”ın bunca yıl sonra bile taptaze gelmesinin esas sebebi de bu. Hem bu hem de John Arch’ın vokal yorumu ve nameleri ile resmen işitsel bir roman yazması.
Bu roman konusu bilhassa önemli. John Arch tıpkı ilk albümde olduğu gibi albüm boyunca pek susmayan ve söyledikçe söyleyen bir yapıya sahip; bu sayede yaratılan “anlatıcı” karakteri ile albüm bir metal albümü olmaktan çıkıp hikâyesi olan, dramatik özellikler kazanan bir şeye, neredeyse müzikal bir sesli kitaba dönüşüyor.
Turkuaz ve çivit rengi yanardöner parıltılar
Tribal renk ve ritimler onun evine giden yolu gösteriyor
Gezip görme tutkusuyla yanan sessiz bir dişi aslan
Kırmızı gökyüzü gibi kanıyor
Yağan yağmur gibi ağlıyor
Bu nedir arkadaş? Nedir söyle John Arch? Sen bizi nasıl bir dünyaya sokmak, hayal gücümüzü ne de güzel şekillendirmek istemektesin? Bunlar ne güzel, ne orijinal sözlerdir? İşte tüm bu detaylar birleştiklerinde albümün ve genel olarak ARCH/MATHEOS projesinin çok ama çok uzun ömürlü bir şeye dönüşmesini sağlıyorlar. Misal grubun şu ana dek yazdığı belki de en sert şarkı olan “Wrath of the Universe”ün başına bakalım; şarkının 0.28-0.58 arasında melodiyle birlikte ilerleyen vokal yorumu nasıl bir güzelliktir, nasıl bir karakter ortaya koymadır? Bu kadar gelgitli, dalgalı vokal melodisi yazmak nasıl harikulade bir beceridir?
The singularity, the day of awakening breaking
the pantheons aware inside you in a parallel universe
A black hole anomaly devouring all left its wake
For heaven’s sake all shall feel the wrath of the universe
Bu bölümde Arch öylesine güzel sözleri öylesine alışık olunmayan bir melodiyle yorumluyor ki, resmen BORKNAGAR’ın “Empiricism”inde harikalar yaratan Vintersorg’u anımsıyor, dinlemelere dıyamıyorum.
Lakin albümde “Sympathetic Resonance”ın gerisinde kalan birtakım unsurlar da var. Bahsettiğim his, değer, karakter konusuna ek olarak; albümün minimal bazı sıkıntıları olduğunu da söylemeliyim. Bunlardan biri, bu düzeyde dünya çapında müzisyenler kullanılmış olmasına rağmen mesela basların epey az duyulması. Boru değil; Steve DiGiorgio, Sean Malone, Joey Vera, Joe DiBiase gibi isimlerden bahsediyorum. Dahası, davulcu koltuğunda oturan isimlerin de kendilerini tam anlamıyla yansıttıklarını söyleyemem. İlk albümde hayatımda duyduğum en iyi davul performanslarından birini ortaya koyan Bobby Jarzombek’in bu albümde sadece 2 şarkıda görev yapması epey üzücü. Dahası, bir şarkıda albüme konuk olan LEPROUS davulcusu Baard Kolstad’ın da kendi karakteristik tarzını yansıttığını söyleyemem. Thomas Lang ve Mark Zonder’in çaldığı şarkılarda elbet gayet iyi bir davul performansı var ama Jarzombek’in “Sympathetic Resonance”ta yarattıklarını bilince, pek de kurtarmıyor.
Bunun yanı sıra “Winter Ethereal” ilk albümden 3 şarkı daha fazla ve 15 dakika daha uzun. Bunu bir olumsuzluk olarak görmüyorum, ancak ilk albümde sunulan ve her şeyin %100 odaklanmış olduğu havanın ardından “Winter Ethereal” biraz daha büyük olma çabası güden ama içerik kısmında azıcık yerinde sayan şarkılar da içeriyor. Her şarkıda Jim Matheos’un yaratıcılığını, John Arch’ın sıra dışılığını duyuyor, takdir ediyorum. Ama “Straight and Narrow”, “Pitch Black Prism” ve “Never in Your Hand”in özellikle ilk albümle kıyaslandığında bir miktar dolgu olduğunu hissediyorum. Tabii ki kötü değiller ama bu albüm yine 50 dakika civarında tutulsaymış ve aynı ekiple kaydedilseymiş sanki daha ruhlu bir şey olacakmış gibime geliyor.
Tüm bu dediklerim ARCH/MATHEOS’un mükemmelliğine zeval vermiyor elbette. Albüm baştan sona çok iyi bir progresif metal sunuyor ve klasik anlamda bildiğimiz ve trendlerle zerre işi olmayan progresif metalin bu devirde bu tazelikte ve orijinallikte sunulması bile başlı başına bir başarı. Yazıda ilk albümle kıyaslamalar, karşılaştırmalar yaptıysam da albümün bir miktar eksik gördüğüm taraflarını bu kıyaslamaya dayandırmıyorum. “Winter Ethereal” sabaha kadar yılın en iyi progresif metal albümlerinden biri ve barındırdığı derinlikli ve çok boyutlu fikirlerle çok uzun süre dinlenecek, eskimeyecek bir albüm olarak raflarımızdaki yerini alıyor.
Kadro Jim Matheos: Gitar, besteler
John Arch: Vokal, besteler, sözler
Konuk:
Thomas Lang: Davul (1, 3, 7)
Bobby Jarzombek: Davul (4, 6)
Baard Kolstad: Davul (8)
Mark Zonder: Davul (2, 5)
Matt Lynch: Davul (9)
Steve DiGiorgio: Bas (1, 4, 6)
Sean Malone: Bas (7, 9)
Joey Vera: Bas (2, 8)
Joe DiBiase: Bas (3)
Frank Aresti: Gitar solo (8; 4:29 ve 4:56, 9; 6:18 ve 6:44)
Şarkılar 01. Vermilion Moons
02. Wanderlust
03. Solitary Man
04. Wrath Of The Universe
05. Tethered
06. Straight And Narrow
07. Pitch Black Prism
08. Never In Your Hands
09. Kindred Spirits
İlk albümü çıktığı dönemde aşırı beğenmiş, aynı aşırılıkta dinlemiştim. Amına koyduğumun hayatı benim için hazırladığı olay örgüsünü, yaşadığım en güzel ve sonrasında en boktan şekilde anımsayacağım dönemlerimde Fates Warning ve Arch/Matheos’u dinleyeceğim şekilde kurduğu için artık zamanında bayıla bayıla dinlediğim FW albümlerine elim gitmiyor. Aynı şey Sympathetic Resonance için de geçerli, hatta adı geçtiği için Neurotically Wired’ı kritiği okurken dinlemek gibi bir gaflete düştüm, 5:09′a kadar sabrettim, başlayan bölümle yine dağıldım…
Albüme 9 verdim ben, şarkıların sayısı konusunda hemfikirim, yapım ilk 6 bilemedin 7 parçayla yayınlansaydı daha etkili olurdu bence. John Arch’ın ne kadar acayip bir adam olduğunu FW zamanlarından beri biliyorum ama geçen zamana karşın aynı melodik manyaklığını, yaratıcılığını sürdürmesi çok acayip ve özellikle incelenmesi gereken bir nokta. Yeni albümü her dinlediğimde eskiden olduğu gibi “Senin canını yerim, sesine gurban olurum” demeden edemiyorum.
Önceki yorumu yazarken söylemeyi unuttum. Wrath of the Universe parçasının nakaratı bana acayip derecede Silent Hill Homecoming’in Alex Theme parçasının vokal yapısını anımsattı.
İlk albümü hiç sevmeyen, John Arch’ın hem sesine hem de aşırı uzattığı cümlelerine hiç ısınamamış, bol konuklu albümlerin hiçbir zaman “olmuş” hissiyatı vermediğine inanan biriyim… Gelin görün ki, bu albümün belki de en zayıf şarkısı “Never In Your Hands” resmen beni esir aldı. İçindeki Matheos-Aresti gitar atışması, hayatımda duyduğum en duygusal şeylerden biri olabilir. Aresti’nin tremololu soloları resmen canımı acıtıyor; dinlemeye doyamıyorum…
Zonder ile Jarzombek karşılaştırması pek olmamış gibi. Her iki davulcunun da kendine has özellikleri var ikisi de birbirlerini farklı meziyetlerle sollar. İlk albümde sadece Jarzombek’in çalması ön plana atıyor kendisini ancak Zonder de Zonder yani. John Arch’ın vokalleri şarkı uzadıkça ve vokaller daha fazla şarkıda yer ettikçe açıkçası biraz dayanılmaz hal alıyor.(hep aynı tonlardan söylemesi gibi) Albüm de gayet başarılı. 9/10
@bahadır, karşılaştırma yapmadım aslında, sadece Jarzombek’in ilk albümde çok acayip şeyler yaptığını vurguladım. O albümde acayip bir özgürlüğü var Jarzombek’in ve bana kalırsa kariyerinin en iyi performanslarından birine imza atıyor.
Yoksa elbette ki “Perfect Symmetry”de, “Parallels”de çalmış adama saygısızlık yapacak değilim. :)
İlk fotoğrafta Jim Matheos’un uzun saçlı Şenol Güneş olması.
25.05.2019
@Ahmet Saraçoğlu, harbi:D
İlk albümü çıktığı dönemde aşırı beğenmiş, aynı aşırılıkta dinlemiştim. Amına koyduğumun hayatı benim için hazırladığı olay örgüsünü, yaşadığım en güzel ve sonrasında en boktan şekilde anımsayacağım dönemlerimde Fates Warning ve Arch/Matheos’u dinleyeceğim şekilde kurduğu için artık zamanında bayıla bayıla dinlediğim FW albümlerine elim gitmiyor. Aynı şey Sympathetic Resonance için de geçerli, hatta adı geçtiği için Neurotically Wired’ı kritiği okurken dinlemek gibi bir gaflete düştüm, 5:09′a kadar sabrettim, başlayan bölümle yine dağıldım…
Albüme 9 verdim ben, şarkıların sayısı konusunda hemfikirim, yapım ilk 6 bilemedin 7 parçayla yayınlansaydı daha etkili olurdu bence. John Arch’ın ne kadar acayip bir adam olduğunu FW zamanlarından beri biliyorum ama geçen zamana karşın aynı melodik manyaklığını, yaratıcılığını sürdürmesi çok acayip ve özellikle incelenmesi gereken bir nokta. Yeni albümü her dinlediğimde eskiden olduğu gibi “Senin canını yerim, sesine gurban olurum” demeden edemiyorum.
Keşke daha sık aralıklarla albüm çıkarsalar.
Önceki yorumu yazarken söylemeyi unuttum. Wrath of the Universe parçasının nakaratı bana acayip derecede Silent Hill Homecoming’in Alex Theme parçasının vokal yapısını anımsattı.
https://youtu.be/BUEG6QXRoPU
R+ nin kritigi gelsin
İlk albümü hiç sevmeyen, John Arch’ın hem sesine hem de aşırı uzattığı cümlelerine hiç ısınamamış, bol konuklu albümlerin hiçbir zaman “olmuş” hissiyatı vermediğine inanan biriyim… Gelin görün ki, bu albümün belki de en zayıf şarkısı “Never In Your Hands” resmen beni esir aldı. İçindeki Matheos-Aresti gitar atışması, hayatımda duyduğum en duygusal şeylerden biri olabilir. Aresti’nin tremololu soloları resmen canımı acıtıyor; dinlemeye doyamıyorum…
Şu albümün çok ilgi görmemesi büyük üzüntü veriyor insana.
Zonder ile Jarzombek karşılaştırması pek olmamış gibi. Her iki davulcunun da kendine has özellikleri var ikisi de birbirlerini farklı meziyetlerle sollar. İlk albümde sadece Jarzombek’in çalması ön plana atıyor kendisini ancak Zonder de Zonder yani. John Arch’ın vokalleri şarkı uzadıkça ve vokaller daha fazla şarkıda yer ettikçe açıkçası biraz dayanılmaz hal alıyor.(hep aynı tonlardan söylemesi gibi) Albüm de gayet başarılı. 9/10
28.05.2019
@bahadır, karşılaştırma yapmadım aslında, sadece Jarzombek’in ilk albümde çok acayip şeyler yaptığını vurguladım. O albümde acayip bir özgürlüğü var Jarzombek’in ve bana kalırsa kariyerinin en iyi performanslarından birine imza atıyor.
Yoksa elbette ki “Perfect Symmetry”de, “Parallels”de çalmış adama saygısızlık yapacak değilim. :)
Şenol Güneş’i çok sevmem ama müzisyenliğine de laf edemem.