Birbirlerini okyanusla ayıran iki kıtaya eşit uzaklıkta ve hatta bulunduğu kıtaya daha uzak bir ülkenin en önemli gruplarından birinden bahsedeceğim bugün. 2010’lu yıllarda çıkan albümler arasından bana göre en iyi 5 albümden, hatta en iyi 2 albümden biridir “Otta”. Yani ‘gecenin ölümü’ de diyebiliriz ona. Solstafir’in 5.albümü olarak 2014 yılında ‘Season of Mist’ etiketiyle piyasaya çıktı. Çıkmak da ne çıkmak ama…
Otta öncesi Solstafir ne mi yapıyordu peki? 2005 yılında çıkan ikinci albümleri ‘Masterpiece of Bitterness’ ile adlarını duyurmuşlardı. Ardından 2009 yılında grubun ciddi bir potansiyele sahip olduğunu ispatlayan ‘Köld’ geldi. Birçok Solstafir hayranı için hala en önemli albüm konumundadır. Ama asıl bombayı Köld sonrası patlattılar. 2011 yılı grup için adlarını duyurmakla kalmadıkları; artık bilinen,tanınan bir grup olmalarını sağlayan yıl olarak hafızalara kazındı. ‘Svartir Sandar’ grubun ilk büyük patlamasını ‘Fjara’ ile yapıyordu. Klibi, melodisi, sözleri, gitar ve vokal kullanımı… kısacası her şeyiyle harika bir eserdi Fjara. Bu albüm sonrasında verdikleri konserler, katıldıkları kapsamlı festivaller, KEXP gibi önemli radyo-Youtube programları onların gücüne güç kattı. İşte Otta’ya böyle bir süreçle geliyordu İzlandalı topluluk. Böyle bir süreçle gelince de Otta’dan beklenen sadece etkilemesi değildi ve grupta bu sorumluluğun bilincindeydi. Bir başyapıt yapmak için stüdyoya girdi Solstafir. O stüdyoya girişten sonra bu türü seven kimse için hiçbir şey aynı kalmadı.
İzlandalı ünlü fotoğrafçı Ragnar Axelsson’un hazırladığı albüm kapağı albüme giriş için direkt etkiye sahip. Kapaktaki fotoğrafın orijinal adı; ‘Faces of the North’. İsteyenler Google’dan Ragnar Axelsson’u aratabilir ve sonrasında harika bir fotoğrafçı ile tanışma şansına erişebilir.
Sade kapaklardan uzaklaşılan bir dönemde bu kadar etkileyici bir sadelikteki kapağın içindeki şarkılar merak uyandırıyordu. Bu noktada grup, kuzeyin en soğuk notalarını, ‘gün’ konseptiyle vermeyi tercih etti. İzlandaca isimlerini doğru yazabilmek için klavyem yeterli harfe sahip değil ama kısaca şöyle bir Türkçelerini sıralayayım;
-Gece Yarısı -Gecenin Ölümü -Gündoğumu -Sabah -Gün ortası -Öğlen -Akşam üzeri -Gece
Bu şarkı isimlerini okuyunca bir de üstüne kapağa bakarsak ne ile karşılaşacağımızı hayal etmek zor değil. Yine de enstrüman kullanımı, albümün en iyileri gibi konulardan bahsetmek iyi olur. Öncelikle vokalist ve iki gitaristten biri olan Aðalbjörn Tryggvason’un, ‘Rismal’, ‘Dagmal’, ‘Miðaftann’ ve ‘Miðdegi’ de vokallerini farklı bir seviyeye taşıdığı söylenebilir. Dagmal’in 3.01’de başlayan gitar kısmı ve sonrasında vokalin ilerleyişi… albümü ayrı bir seviyeye taşımaya yetecek güçte. Miðaftann ise 3.40’ta başlayan keman-piyano ikilisinin ahengiyle dinleyiciyi Kuzey Işıklarına götürüyor. Ama öyle bir şey dinliyoruz ki; karşımızda Kuzey Işıkları olsa da bizler birer renk körüyüz.
Albüme adını veren ‘Otta’da kullanılan banjo, albüme hafif bir country-folk havası katıyor.
Albümün bana göre tüm parçaları birbirinden daha değerli ve dinlemeye değer ama yine de; “Rismal”, “Dagmal”, “Miðdegi” ve “Miðaftann” albümün en iyi parçaları olarak gösterilebilir.
Diğer enstrümanlara gelecek olursak, grubun ilk 4 albümünde kullanmadığı yoğunlukta bir bas kullanımını ilk dinleyişte bile farketmemiz zor değil. Bir de bu bas kullanımı şarkıları desteklemekle kalmayıp güçlendiriyorsa, işte o zaman tadından yenmiyor. Bu noktada grubun basçısı Svavar Austmann’a teşekkür etmeliyiz.
Ve gelelim son elemanımıza. Grubun eski davulcusu Guðmundur Óli Pálmason’dan bahsediyorum. Palmason için öncelikle iyi bir müzisyen olduğunu söylemeliyim. Farklı ve sürekli değişim halindeki ritimlerde geçişkenliği bu kadar rahat gösterebilen, tür dahilinde çok fazla davulcu olduğunu söyleyemem. Ki bu sorundan eski grubu Solstafir de onu kovduktan sonra yaptıkları ilk albüm olan Berdreyminn’de mağdur oldu. Cüssesiyle tuşesi arasındaki tezatlık bu albümde kendisini gösteriyor.
Palmason, Solstafir’den ne olduğunu dahi anlamadan atılmış şekilde buldu kendini. Palmason’dan boşalan davula geçen isim ise Hallgrímur Jón “Grimsi” Hallgrímsson oldu.
Solstafir sonrası kendisini fotoğrafçılığa veren Palmason’un bireysel hesabına ve çektiği fotoğrafları paylaştığı hesaba buradan ve buradan ulaşabilirsiniz.
Metal müzik dünyasının en prestijli dergisi sayılan Decibel, 2014 yılında çıkan en iyi 40 albüm listesine onları 37.sıradan dahil etmişti. O senenin ilk üçünün; “Foundations of Burden”, “At War with Reality” ve “Ecdysis” olduğunu söylersek ne kadar iyi bir albüm olduğuna dair tezimi güçlendirmiş olurum.
Söz
Şimdi bahsedeceğim filmin ise albümle direkt bir teması yok. Yine de bahsedeceğim filmi izlemiş olanların Otta’yı dinlerken bir de bu filmi hatırlamasını, eğer izlemeyenleriniz varsa da ilk fırsatta izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Bahsettiğim film 1955 yapımı Ordet’ten başkası değil. Ordet, Ingmar Bergman gibi ustaları dahi etkileyen, Kış Işığı, Yaban Çilekleri ve de Yedinci Mühür gibi filmlerde etkisi olan bir film. Carl Dreyer’in yönettiği filmi varoluşçu çatı altında değerlendirmek yanlış olmaz. Tamamen inanmakla tamamen inanmamak arasında bir çizginin ilerlettiği filmi;”Kendi içime ulaştım ama içim beni kabul etmedi.” gibi basit ama vurucu bir sözle özetlemiştir Carl Dreyer. Herkesin çürüdüğünü, zamanın herkesi çürüteceğini; inançların ve fikirlerin de çürüyeceğini 126 dakikada anlatmıştır Ordet. Solstafir ise Otta’da, gün metaforu üzerinden, bir günü çürütmeyi tercih etmiştir. Tıpkı insanoğlunun her şeyi çürüttüğü gibi. Yine de Otta bu çürümelere karşı direnecektir çünkü başyapıtlar böyle ayakta kalır.
Kapanışı ise kuzeyin en önemli yazarlarından Kierkegaard’a bırakalım; ”Umutsuzluk bir avantaj mıdır yoksa bir kusur mudur?”
Bu albüm ve İzlanda ile ilgili söylenecek çok söz var. Özellikle albümün atmosferi bana hep bergmanın bence en iyi filmi olan the seventh seal filmini anımsatır,kapağının payı da büyük tabii. Kendi dillerinde yapmış olmalarına rağmen bu kadar geniş bir kitleye hitap edebilmeleri takdir edilesi ama burada kültürlerinin o ada içerisinde çok iyi muhafaza edilebilmiş olması yatıyor bence. Bizim ülkemizde Türkçe yapılan albümlerin neden böyle bir üne kavuşamadığı altında da bizim millet olarak bu müzik türünü bilmiyor olmamız değil tamamıyla kültürel sebepler yatıyor diye düşünüyorum. Sonuç olarak bu kadar zengin kültürlü bir coğrafyada yaşıyor olmamız kürt,arap,fars,ermeni ve çok da az olsa saf türk kültürünü bir potada eritme zorunluluğu doğuruyor. Bunun için de çok geniş bir potaya sahip insanlar yetişmesi gerektiğini düşünüyorum.Bu yüzdendir ki tam anlamıyla batılı tarzda çıkan albümler taklit,yerli öğelerle çıkan albümler de yetersiz olmaktan öteye gidemiyor. Bu arada Solstafir’in Kexp performansını-özellikle Otta- dinlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Önceden birkaç kere merak edip baktıysam da ben bu İzlandalı kovboyları doğru düzgün hiç dinlememişim. Başta Otta olmak üzere (post-southern metal lan resmen) bütün albümlerine bayıldım.
@Koralp, çok ilgi görmüştü zamanında. Yazan kişi sitedeki kritiklerinin kaldırılmasını isteyince silinmişti, yıllar sonra tekrar yazılınca eski heyecanı kalmadığından fazla yorum gelmedi.
@Ahmet Saraçoğlu, ben de şaşırdım nasıl bu kadar az yorum gelebilir bu albüme diye, çıktığı zamanlar oldukça popülerdi çünkü. Kaldırılan kritiklerden biri olduğunu bilmiyordum.
Bu albüm ve İzlanda ile ilgili söylenecek çok söz var. Özellikle albümün atmosferi bana hep bergmanın bence en iyi filmi olan the seventh seal filmini anımsatır,kapağının payı da büyük tabii. Kendi dillerinde yapmış olmalarına rağmen bu kadar geniş bir kitleye hitap edebilmeleri takdir edilesi ama burada kültürlerinin o ada içerisinde çok iyi muhafaza edilebilmiş olması yatıyor bence. Bizim ülkemizde Türkçe yapılan albümlerin neden böyle bir üne kavuşamadığı altında da bizim millet olarak bu müzik türünü bilmiyor olmamız değil tamamıyla kültürel sebepler yatıyor diye düşünüyorum. Sonuç olarak bu kadar zengin kültürlü bir coğrafyada yaşıyor olmamız kürt,arap,fars,ermeni ve çok da az olsa saf türk kültürünü bir potada eritme zorunluluğu doğuruyor. Bunun için de çok geniş bir potaya sahip insanlar yetişmesi gerektiğini düşünüyorum.Bu yüzdendir ki tam anlamıyla batılı tarzda çıkan albümler taklit,yerli öğelerle çıkan albümler de yetersiz olmaktan öteye gidemiyor. Bu arada Solstafir’in Kexp performansını-özellikle Otta- dinlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
https://www.youtube.com/watch?v=aOVmXsL05Xw
Kritik olması gerekenlerdendi. Albüm ve inceleme 10/10. Teşekkürler.
Önceden birkaç kere merak edip baktıysam da ben bu İzlandalı kovboyları doğru düzgün hiç dinlememişim. Başta Otta olmak üzere (post-southern metal lan resmen) bütün albümlerine bayıldım.
Bu albüm nasıl ilgi görmemiş hayret. Kusursuz bir albüm. Türünün en iyi işlerinden biri.
26.09.2022
@Koralp, çok ilgi görmüştü zamanında. Yazan kişi sitedeki kritiklerinin kaldırılmasını isteyince silinmişti, yıllar sonra tekrar yazılınca eski heyecanı kalmadığından fazla yorum gelmedi.
26.09.2022
@Ahmet Saraçoğlu, ben de şaşırdım nasıl bu kadar az yorum gelebilir bu albüme diye, çıktığı zamanlar oldukça popülerdi çünkü. Kaldırılan kritiklerden biri olduğunu bilmiyordum.
Bugün 10 sene sonra tekrar nereden aklıma geldin sen acaba? Ne kadar güzel albüm ama… Demek ki bazı şeyler hiç değişmiyor