İçinde deli barındıran gruplar kendilerini nasıl da belli ediyor… Bazen bir grupla karşılaşıyorsunuz ve daha ilk andan tek kaşınızı kaldırma gereği duyuyorsunuz. Grup öyle farklı bir şey yapıyor ki, şöyle bir duyuyorsunuz ve “al işte bunda da var bir manyak” yaftasını yapıştırıveriyorsunuz.
Zaten tüm bu vasatlığı, standartlığı kıran; her şeyi daha canlı, daha renkli kılan da bu manyaklar oluyor.
Buradaki delimiz de Ilya takma adını kullanan Zachary Ezrin adlı arkadaş. Son derece avangart bir metal anlayışına sahip bu yaratıcı ve ciddi anlamda aykırı düşünceli insan, diğer iki suç ortağıyla birlikte black metal, teknik death metal, caz, orkestrasyon ve bol miktarda atonallik içeren bir şeye imza atıyor.
Öncelikle söylenmesi gereken IMPERIAL TRIUMPHANT’ın bugüne dek dinlediğiniz avangart gruplara belki de hiç benzemiyor oluşu. Grubun ilk dönemlerindeki DsO etkisinin iyice törpülendiği “Vile Luxury”, bize çok karanlık, çok teatral ve dramatik taraflarla dolu bir 1 saat sunuyor ve bunu da gerçek anlamda sıra dışı bir şekilde yapıyor.
“Vile Luxury”nin konsepti grubun yaşadığı yer olan New York. IMPERIAL TRIUMPHANT bu müziği kendilerine New York’un yazdırdığını, üstlerine gelen bu dev metropolün kaosunu yansıttıklarını söylüyorlar. 1927 yapımı kült klasik “Metropolis” filmine atıfta bulunan maskeler takan grup elemanları, bu şekilde konseptlerini daha da bütünleşik hâle getiriyorlar.
IMPERIAL TRIUMPHANT’ın müziğine baktığımızda, son derece içselleştirilmiş bir dağınıklık olduğunu görüyoruz. Black metalin kaosu, endüstriyel unsurlar içermese de bu tarafa kayan aşırı duygusuz bir mekaniklik, GORGUTS okulundan çıkma bir uyumsuzluk ve hepsini çok daha New Yorklu kılan bir caz etkisi. Bu caz etkisini büyük oranda trompetler ve orkestrasyon üzerinde görüyor oluşumuz, sanırım albümdeki caz varlığı adına bir fikir veriyordur. Bu atonallik üzerine üflenen borazanlar, trompetler sayesinde ortaya cehennemî bir karambol çıkıyor ve DEATHSPELL OMEGA’vari blast beat’ler, tutarsız ritimler ve tekinsiz gitarlar sayesinde “Vile Luxury” gerçek bir dehşet ögesine dönüşüyor.
Albümü dinlerken New York’un gökdelenlerinin, mahşeri kalabalıklarının, yağmurlu caddelerinin, neon ışıkları arasında logar kapaklarından çıkan dumanların üzerinize üzerinize geldiğini hissediyor; bu şehirli kaos ile boğuluyorsunuz. Aralara giren narin piyano dokunuşları bile sizi rahatlatmıyor, bilakis gerginliğinizi artırıyor. IMPERIAL TRIUMPHANT aralara soktuğu seslerle, atmosfer amaçlı efektlerle bizi bir güzel dibe batırmayı iyi biliyor. “Gotham Luxe”ın tüm o hengamesinden sonra sürünerek içimize sızmaya çalışan “Chernobyl Blues”un başındaki sakin Rusça sözlerin sonradan İngilizce olarak, hem de çıldırmışçasına, çığlık çığlığa tekrarlanmasından tutun da, caz etkisinin en yoğun olduğu enstrümantal “Mother Machine”e kadar, albüm baştan sona bir psikopatlık senfonisi olarak karşımızda duruyor.
Saçma sapan düzeyde ne yaptığını bilir bir seyri olan albüm, içerdiği farklı dinamikleri bu denli yerinde ve korkutucu kullanabiliyor oluşuyla bile fark yaratıyor. Kırılgan ama tekinsiz caz karakterleriyle giren şarkıların black metalle kavrulan yıkım araçlarına bu kadar kolay evrilmesi; dark-jazz diyebileceğimiz pasajların bir anda aşırı dezonant biçimde her şeyi yerle yeksan etmeye başlamaları gerçekten de kan dolaşımını hızlandıran, afallatan, tahrik eden şeyler. Albümü dinlerken üzerimize atılan bunca uyarıcının bu kadar alakasız olmalarına rağmen bu kadar ortaklaşa çalışması ve resmen dinleyiciyi ele geçirme amacı güttüklerini bize hissettirmeleri, tek kelimeyle müthiş bir şey.
IMPERIAL TRIUMPHANT sadece 2018’in değil, son zamanların en aykırı, eşsiz, çarpıcı albümlerinden birini yaratmış ve aldığı ilhamları güzelce özümseyip artık kendisi de başlı başına bir ilham kaynağı olma yoluna girmiş. “Vile Luxury” kesinlikle ama kesinlikle zaman ayrılması gereken, dikkatle dinlemenizi ve hakkını vermenizi gerektiren ve tüm bu benzeşik kalabalık arasında övülmeyi ve yukarılara çıkarılmayı hak eden; dehşet verici, korkutucu, hayran olunası bir yapıt.
Instagram çagı insanının karşısına böylesi (dinleyeninden ciddi bir emek isteyen) bir sanat yaratısıyla cıkmak bile grup adına büyük bir takdir vesilesi. Beni şaşırtan ve dilini, üretim kodlarını çozmek icin dinleme anını, beni de birebir icine alan aktif bir sürece çeviren işlere çok saygı duyuyorum.
İki gündür albümü dinlemeye çalışıyorum. Pasif bir eylem olarak “müzik dinleme” alışkanlığınız varsa, bu albüme hiç bulaşmamanızı öneririm. Ephel Duath’ın efsane albümü “The Painter’s Palette”‘te “Praha” isimli bir şarkı vardır. Prag’a gittiyseniz, adeta oralarda yeniden dolaşıyormuşsunuz hissedersiniz şarkıyı dinlerken… “Vile Luxury” ise insana New York’un arka sokaklarında işkence görüyormuş hissi veriyor. Çok planlı bir düzensizlik var albümde. Trombonlar, trompetler, soprano vokaller, çığlıklar, Gorguts literatüründen fırlamış riffler birbirine karışıyor. Albüm bittiğinde tüm bu düzensizlik insanın üstüne çöküyor. Bir yandan müthiş bir zevk alıyor, diğer yandan adeta acıdan kıvranıyorsunuz. Deneysel ekstrem müziklerin meraklıları hakikaten kaçırmamalı.
Hak ettiği ilgiyi görememesi iç burkuyor. “Ne var ne yok içeri fırlatalım, tutarsa kaotik, tutmazsa siz anlamamışsınız deriz” soy çizgisinden gelen bir albüm değil kesinlikle. Kontrollü mü desem, akıllı tasarım ürünü bir karmaşa mı desem bilememekle beraber düzensizliği betimleyen şahane bir doku var albümde. İlkel bir öfkesi var bunun. Ben öyle bir izlenim yakalıyorum. Arkaik dönem Afrikasından bir homo erectus tutup getirsek “öfkeni bu aletlerle ortaya dök bize” diye anlatabilsek herhalde albümün ikinci şarkısının girişindeki davul performansına benzer bir şeyler yapardı. İlkel duygu ifadelerinden teknik derinlikli yapılanmalara doğal bir akış çerçevesinde evrilen bir albüm. Çok beğendim.
Bu albümü ne zaman dinlesem psikolojim darmaduman oluyor. Hatta şöyle saçmasapan bir durum var: Chernobyl Blues’da kendimi Havana’nın tarihi meydanlarından birinde buluyorum. Bir çimento kamyonu geri geri geliyor. Harcını döküp gidiyor! Bu nedir lan?! Freud bunu da açıklasın!
Instagram çagı insanının karşısına böylesi (dinleyeninden ciddi bir emek isteyen) bir sanat yaratısıyla cıkmak bile grup adına büyük bir takdir vesilesi. Beni şaşırtan ve dilini, üretim kodlarını çozmek icin dinleme anını, beni de birebir icine alan aktif bir sürece çeviren işlere çok saygı duyuyorum.
İki gündür albümü dinlemeye çalışıyorum. Pasif bir eylem olarak “müzik dinleme” alışkanlığınız varsa, bu albüme hiç bulaşmamanızı öneririm. Ephel Duath’ın efsane albümü “The Painter’s Palette”‘te “Praha” isimli bir şarkı vardır. Prag’a gittiyseniz, adeta oralarda yeniden dolaşıyormuşsunuz hissedersiniz şarkıyı dinlerken… “Vile Luxury” ise insana New York’un arka sokaklarında işkence görüyormuş hissi veriyor. Çok planlı bir düzensizlik var albümde. Trombonlar, trompetler, soprano vokaller, çığlıklar, Gorguts literatüründen fırlamış riffler birbirine karışıyor. Albüm bittiğinde tüm bu düzensizlik insanın üstüne çöküyor. Bir yandan müthiş bir zevk alıyor, diğer yandan adeta acıdan kıvranıyorsunuz. Deneysel ekstrem müziklerin meraklıları hakikaten kaçırmamalı.
Hak ettiği ilgiyi görememesi iç burkuyor. “Ne var ne yok içeri fırlatalım, tutarsa kaotik, tutmazsa siz anlamamışsınız deriz” soy çizgisinden gelen bir albüm değil kesinlikle. Kontrollü mü desem, akıllı tasarım ürünü bir karmaşa mı desem bilememekle beraber düzensizliği betimleyen şahane bir doku var albümde. İlkel bir öfkesi var bunun. Ben öyle bir izlenim yakalıyorum. Arkaik dönem Afrikasından bir homo erectus tutup getirsek “öfkeni bu aletlerle ortaya dök bize” diye anlatabilsek herhalde albümün ikinci şarkısının girişindeki davul performansına benzer bir şeyler yapardı. İlkel duygu ifadelerinden teknik derinlikli yapılanmalara doğal bir akış çerçevesinde evrilen bir albüm. Çok beğendim.
Bu albümü ne zaman dinlesem psikolojim darmaduman oluyor. Hatta şöyle saçmasapan bir durum var: Chernobyl Blues’da kendimi Havana’nın tarihi meydanlarından birinde buluyorum. Bir çimento kamyonu geri geri geliyor. Harcını döküp gidiyor! Bu nedir lan?! Freud bunu da açıklasın!
Nasıl yorum yapmamışım ben buna? Hala hastasıyım ulan!